26 Aralık 2012 Çarşamba

Bağışlayıcı olmanın sağlığa faydaları

Kur’an’da tavsiye edilen güzel ahlak özelliklerinden biri “affedici ve bağışlayıcı olmak”tır:

Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (A’raf Suresi, 199)

Bir başka ayette Allah, “... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.

Kur’an ahlakından uzak yaşayan kimseler için affetmek son derece zordur. Çünkü yapılan bir hata karşısında hemen öfkeye kapılırlar. Ancak Allah müminlere affetmenin daha güzel bir davranış olduğunu bildirmiştir:

Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir... (Şûra Suresi, 40)

Kur’an’da “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.” (Şûra Suresi, 43) ayetiyle de affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Dolayısıyla müminler affedici, merhametli, hoşgörülü davrananlar ve Kur’an’da bildirildiği gibi onlar, “öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir.” (Âl-i İmran Suresi, 134)

Müminlerin affedicilik anlayışları, Kur’an ahlakını yaşamayan kimselerinkinden çok farklıdır. Bazı kişiler, karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler de, bu kişilerin kalplerindeki kin ve kızgınlıktan kurtulmaları uzun sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak şekildedir. Müminlerin affediciliği ise samimidir. Müminler insanın dünyada imtihan olan, hata yaparak öğrenen bir varlık olduğunu bildikleri için hoşgörülü ve şefkatlidirler. Ayrıca müminler, tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedebilirler. Affetme konusunda, hataları, büyük ya da küçük olarak ayırmazlar.Bir kimse hatayla büyük bir kayba sebep olabilir.

Ancak meydana gelen her olayın Allah’ın kontrolünde ve bir kader dahilinde geliştiğini bilen müminler, bu tür bir olay karşısında tevekküllü davranır ve kişisel bir kızgınlık içerisine girmezler.

Yakın zamanda yapılan araştırmalarda Amerikalı bilim adamları, affetmesini bilen insanların hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı olduklarını belirlediler. Stanford Üniversitesi’nde Rehberlik ve Sağlık Psikolojisi alanında profesörlüğü olan Frederic Luskin, Forgive for Good (İyilik için Affedin) adlı kitabının tanıtımında affetme ile ilgili olarak “Sağlık ve Mutluluk için Kanıtlanmış Bir Reçete” ifadelerine yer vermiştir. Bu kitapta affetmenin kızgınlık, acı, depresyon ve stresi azaltarak, umut, sabır ve kendine güven gibi olumlu ruh hallerinin yaşanmasını sağladığı anlatılmaktadır. Dr. Luskin’e göre, uzun süreli kızgınlık yaşanması insanların fiziksel sağlığı üzerinde de gözlemlenebilir olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Dr. Luskin konu ile ilgili şunları ifade etmiştir:

Uzun süreli veya devam eden öfkenin zararı, vücut içindeki termostatı sıfırlamasıdır. Eğer düzenli olarak düşük seviyede öfkeye kendinizi alıştırırsanız, neyin normal olduğunu ayırt edemezsiniz. İnsanların alışkanlığa çevirebileceği bir tür adrenalin hücumuna yol açabilir. Vücudu yakar ve sağlıklı düşünmeyi zorlaştırır, bu da durumu daha kötü bir hale getirir. (http://www.almanacnews.com/morgue/1999/1999_06_09.forgive.html; Jennifer Desai, Almanac, 9 Haziran 1999.)

19 Aralık 2012 Çarşamba

Ahirette pişman olmamak için...

Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir. (Nisa Suresi, 147)

İnsan birtakım kusurlara, eksikliklere, acizliklere sahip olarak yaratılmış bir varlıktır. Kendisine verilen ömür süresince unutur, yanılır ve sayısız hata yapar. Ama aynı zamanda Allah'ın vermiş olduğu tevbe gibi büyük bir nimetle, bu hataların telafisi dünyada her zaman için mümkündür. Zaten dünya, insanın eğitilmesi, hatalarından arındırılması ve kendisine verilen nimetlerle denenmesi için var edilmiştir. İnsan dünyada iken, yaptığı hatalardan ya da yaşadığı hayattan kimi zaman büyük bir pişmanlık duyabilir ama bu pişmanlığı telafi etme imkanı vardır. İnsan yaşadığı bu pişmanlığın ardından tevbe edip, Allah'ın kendisini bağışlayacağını ve esirgeyeceğini umabilir.

Kur'an'da Allah, samimi olarak yapılan her tevbeyi bağışlayacağını müjdeler. Allah insanın içinde sakladığı, düşündüğü, aklından geçirdiği her kelimeyi, her düşünceyi ve insanın kendi içinde samimi olup olmadığını bilir. Nitekim Allah Kur'an'da, "Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisi'ne) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır" (İsra Suresi, 25) şeklinde buyurarak insana olan yakınlığını haber verir.

Ancak çok önemli bir gerçek daha vardır ki; öldükten sonra dünyada yapılan hataların, işlenen günahların telafi edilmesi -Allah'ın dilemesi dışında- asla mümkün değildir.

O halde insanın kaybedeceği tek bir an dahi yoktur. Yaşadığı dakikalar göz açıp kapayıncaya kadar geçmekte, insan ölüme her geçen saniye daha da yaklaşmaktadır. Üstelik ölümün ne zaman, hangi gün ve saat kendisini bulacağından da emin değildir. Bir gün mutlaka ölecek ve dünyada yapmış olduğu davranışlar ile yaşadığı hayattan dolayı Rabbimiz'in huzurunda hesaba çekilecektir. Bu nedenle insan çok yakında öleceğini sürekli aklında tutmalı ve ahirette pişman olmamak için yaşamını yeniden gözden geçirmelidir.

Allah üstün güç sahibi Yaratıcımız'dır ve O'nun kudreti karşısında her insanın yapması gereken, kendisine dünyada verilen süre içinde, kulluk görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmektir. İman sahibi bir insan ibadetlerine gösterdiği titizlikle kendini belli eder. Allah'ın farz kıldığı 5 vakit namaz, abdest ve oruç gibi ibadetlerini yaşamı boyunca şevkle sürdürür. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:

"İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah'tan başka İlâh olmadığına ve Muhammed (sav)'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah'ın evi Kâbe'yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak." (Buhârî, Îmân 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)

Dünyada Allah'a olan kulluk vazifesini yerine getirmeyen bir kişi şu an ölüm melekleri ile karşılaşmış olsa, acaba geçirdiği bunca senenin hesabını verebilecek midir?

Bugüne kadar Allah'ı razı etmek için neler yapmıştır?

O'nun hükümlerini uygulamadaki titizliği yeterli midir?

Bu soruların belki de hiçbirine verebileceği olumlu bir cevabı olmayabilir. Ama eğer, şu anda tevbe eder ve bundan sonraki hayatını Allah'ı razı etmek için geçireceğine samimi olarak karar verirse, Allah'ın tevbesini kabul edeceğini, onu bağışlayacağını umabilir.

İnsan, Gaffar (merhametlilerin en merhametlisi), Halim, (kullarına karşı çok yumuşak olan) ve Tevvab (bağışlayan ve esirgeyen, tevbeleri kabul edip günahları iyiliklere çeviren) olan Rabbimiz'e sığınmalıdır. Allah sabredenlerin ve Kendisi'ne yönelip dönenlerin karşılığını mutlaka verecektir. İman eden kullarının günahlarını bağışlayarak iyiliğe çevirecek ve yaptıkları hayırlı işleri en güzeliyle mükafatlandıracaktır. Nitekim Allah Kur'an'da kullarına bu büyük müjdeyi şöyle vermektedir:

Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)

Unutmayın ki her insan bir anda ölümle karşılaşabilir ve her ne kadar pişman olsa da bir daha geri dönüp yaptıklarını düzeltme imkanı bulamayabilir. Bu nedenle bir kişi eğer Rabbimizin kendisini esirgemesini, O'nun sevdiği bir kul olmayı ve ölümünden sonra Allah'ın salih kulları için hazırladığı cennete kavuşmayı istiyorsa, bir an önce Rabbimiz'den bağışlanma dilemeli ve hayatını O'nun emrettiği şekilde Kur'an'a ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uyarak yaşamalıdır.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Fedakarlık kolay, bencillik ise zor olandır

Cahiliye toplumlarında insanlar genellikle kendi istek ve çıkarlarını ön planda tutar, her zaman "Önce benim rahatım, zevkim, konforum gelir" düşüncesiyle hareket ederler. Fedakarlık ise, bu insanların nefsine çok zor gelir. Egoist tavırlar uyanıklık olarak görülürken, fedakarlık genelde saflık olarak yorumlanır. Oysa Allah'a iman eden ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için fedakarlıkta bulunan biri için fedakarlık hem büyük bir kazançtır, hem de son derece kolay bir ibadettir.

Müminlerin fedakarlık anlayışlarını Allah şöyle haber verir:

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz." Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 8-11)

Yaptığı fedakarlığın karşılığında, ayetlerde bildirildiği gibi, Allah'ın rızasını ve "parıltılı bir aydınlık ve sevinç" duyacağı ahiret nimetlerini kazanacağını bilen bir mümin için, feda ettiklerinin hiçbir önemi kalmaz. Geçici, kısa ve eksikliklerle dolu bir hayatta insanın en sevdiği mal varlığının dahi, Allah'ın hoşnutluğunun ve bunun karşılığında vereceği cennet hayatının yanında hiçbir değeri ve güzelliği yoktur. Buna iman eden müminler, yaptıkları fedakarlık ne kadar büyük olursa olsun ne bir takdir beklerler ne de diğer insanları minnet altında bırakırlar.

Bütün bunların yanında Allah, Kendi rızası için fedakarlıkta bulunanlara dünyada da bolluk ve bereket vaat eder, verdiğinin fazlasını o kişiye bağışlar. Allah bu vaadini ayetlerinde şöyle bildirir:

Allah'a karşılığını çok arttırma ile kat kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 245)

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 261-262)

Allah'a ve ahirete inanmayanlar içinse fedakarlığın her türlüsü büyük bir kayıp, kendilerinden ve çıkarlarından önemli bir eksilmedir. İnançsız oldukları için, aslında kendilerine büyük kazanç olacak güzellikleri çirkin ve kayıp olarak görürler. Bencilliğin, malını ve parasını elinde sıkı sıkıya tutmaya çalışmanın sıkıntı ve gerilimini yaşarlar. Evlerinde otururken dahi sürekli bir huzursuzluk içindedirler. Eşyalarının yıpranması, yiyeceklerinin tükenmesi, dostlarının ziyareti bu insanlar için hep bir eziyet ve zahmet konusudur. Kötü ahlakları ile kendi kendilerine zulmeder, güzel ahlakın getireceği huzur ve bereketten mahrum kalırlar.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Yiyecekler konusunda tanınan kolaylıklar

Allah rızık olarak insanlara çok fazla nimet vermiştir. Renk renk meyveler, çeşit çeşit yiyecekler, sebzeler, etler, içecekler, yemişler... Her biri insanların hizmetine sunulmuştur. Ve Allah "Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." (Maide Suresi, 4) ayetiyle, insanlara bütün temiz yiyeceklerin helal kılındığını bildirmiştir.

Allah'ın insanlara haram kıldığını bildirdiği yiyecekler ise, ölü eti, kan, domuz eti gibi, zaten insanlar için zararlı ve temiz olmayan yiyeceklerdir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir. (Enam Suresi, 145)

Ayette haram olan yiyecekler için geçen "murdar" (pis) ifadesinin pek çok hikmeti vardır. Çünkü domuz eti gerçekten insan vücuduna zarar verecek özelliklere sahiptir.

Örneğin domuz eti çok yağlıdır, yenildiği takdirde bu yağ kana geçer. Kandaki bu fazla miktardaki yağ atar damarların sertleşmesine, tansiyon yükselmesine ve kalp enfarktüsüne sebep olur. Ayrıca domuz yağı içerisinde "sutoksin" denilen zehirli maddenin dışarı atılması için, lenf bezlerinin normale göre daha fazla çalışması gerekir. Bu durum özellikle çocuklarda lenf düğümlerinin iltihaplanması ve şişmesi şeklinde kendini gösterir. Bunların dışında domuz eti bol miktarda kükürt içerir. Vücuda fazla miktarda alınan kükürt; kıkırdak, kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanma, kireçlenme ve bel fıtığı gibi çeşitli hastalıklara yol açar. Bütün bunların yanında çeşitli deri hastalıkları ve trişin gibi (trişin sadece domuz yoluyla geçer ve insanlarda öldürücü bir durum meydana getirir) ciddi hastalıklara da sebep olmaktadır. (Burada domuz etinin yalnızca bilinen genel birkaç zararına dikkat çekilmiştir.)

Görüldüğü gibi, insana zarar verecek olan yiyeceklerin haram kılınması da insanlara sunulmuş bir kolaylık ve korumadır.

Ancak burada bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır: Elbette bir şeyin haram ya da helal olması tamamiyle Rabbimiz'in emriyledir. Ve insan sadece Allah'ın emrine göre hareket etmekten sorumludur. Allah bir yiyeceğin haram olmasının hikmetlerini dilerse insanlara gösterir, dilemezse göstermez. Ama Allah insanlara bir kolaylık olması, kalplerinin tam olarak tatmin bulması için, yukarıda verdiğimiz örnekten anlaşıldığı gibi bu hikmetleri insanlara birçok vesile ile göstermektedir.

Allah Kur'an'da yasaklanan yiyeceklerden bahsederken insanın başına gelebilecek her türlü durumda nasıl davranması gerektiğini de açıklamıştır. Böylece insanların beklenmedik durumlarda tereddüt yaşamaları engellenmiştir. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:

Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nahl Suresi, 114-115)

Bu ayetin ardından Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen olduğunun hatırlatılması da müminlere rahatlık veren ve onları müjdeleyen bir ayettir. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. Hata yapabilir, unutabilir, dalabilir, iradesiz davranabilir. Ancak, Allah, samimi olarak tevbe ettiğinde kendisini bağışlayacak ve esirgeyecektir.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Şevksizliğin tek çözümü: Allah korkusu...

Şevksizliğin kökeninde çoğu zaman bir iman zafiyeti olduğunu, bunun ne kadar tehlikeli bir tavır bozukluğu olduğunu kavrayan bir kimse, bu hastalıktan bir an önce kurtulabilmek için Kuran'da gösterilmiş olan tüm yollara uymalıdır. Öncelikle şevkin asıl kaynağının Allah korkusu olduğunu bilmeli ve bu yönde kendisini güçlendirmeli, derin bir tefekkürle Allah’a olan yakınlığını artırmalıdır. Bu konuda hem Allah'a sözlü olarak dua edip yardım istemeli, hem de fiili olarak harekete geçerek her türlü çabayı göstermelidir.

Hiç kuşkusuz böyle bir durumda insanın ilk yapacağı şeylerden biri de düşünmek olacaktır. Zira Allah Kuran'da vicdanı kullanarak düşünmenin insanı doğruya götüren bir yöntem olduğuna dikkat çekmiştir. İnsan Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü, insanlar üzerindeki rahmetini düşünmeli, böylece O'nun rızasını kazanmanın önemini kavramalıdır. Aynı şekilde Allah'ın insanı bir amaç üzerine yarattığını, onu denemekte olduğunu da düşünmelidir. Allah'ın her an kendisiyle beraber olduğunu, görmekte ve işitmekte olduğunu bilmelidir. Yaptığı küçük büyük herşeyin Allah Katında saklandığını ve hesap gününde tüm bunlardan hesaba çekileceğini unutmamalıdır. Ölümün ne kadar yakın olduğunu ve insanı hiç beklemediği bir anda nasıl apansız yakalayabildiğini düşünmelidir.

Bunun yanında dünya hayatının ne kadar kısa, ahiret için birşeyler yapabilmenin de ne kadar aciliyetli olduğunu kavramalıdır. Cennetin güzelliğini, nimetlerin insana ne kadar büyük bir haz vereceğini tefekkür etmeli ve sonsuzluğu anlamaya çalışmalıdır. Aynı şekilde cehennemin nasıl acı azaplarla dolu olduğunu, orada güzel olan, neşe ve zevk veren hiçbir şeyin olmadığını, sonsuza kadar bir daha oradan geri dönüşün mümkün olmayacağını düşünmelidir. Dünyada iken kendisine gerçekler anlatıldığı halde düşünmeyip, üzerinde durmadığı takdirde sonsuza kadar yaşayacağı her an nasıl büyük bir pişmanlık duyacağını bilmelidir.
İnsan tüm bunları samimiyetle düşünürse doğru sonuca varır. Böyle bir sonla karşılaşmaktansa; vicdanının sesini dinleyip, iradesini kullanıp harekete geçmenin, şevkle dine sarılmanın çok kolay olduğunu görecek ve kararını verecektir. Zaten üç-beş on yılı aşmayan hayatını, Allah'ın rızasını, sevgisini ve rahmetini kazanmaya adayacak ve Rabbimiz'in vaat ettiği cennete kavuşmak için yarışacaktır.

İnsanın cehenneme gitme ihtimalini bir an için olsun düşünmesi de bulunduğu gaflet halinden silkinip kendine gelmesini sağlar. Çünkü cehennem öyle bir yerdir ki dünyadaki hiçbir pişmanlık oradaki pişmanlığı insana yaşatmaz, hiçbir acı da cehennem azabı ile kıyaslanmaz. Bu nedenle bir insanın Kuran'da bildirilen cehennem ayetlerini okuyarak nasıl bir yerden kurtulmak için çaba sarf etmesi gerektiğini görmesi, şevk kazanmasını sağlayacak önemli bir yol olur.

Her insan tüm bu gerçekleri düşünmeli, şevksizliğin, dünyaya ve ahirete bakış açısındaki yanlışlıklardan kaynaklandığını bilmeli ve bir an önce ahirete yönelik bir çaba içinde olmalıdır. Olaylar karşısında gösterdiği kayıtsızlığa karşılık bir süre sonra vicdanındaki duyarlılığı tamamen kaybedebileceğini ve kalbinin katılaşabileceğini de göz önünde bulundurmalı ve bu durumdan sakınmak için acele etmelidir. Zira Allah "İman edenlerin, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin 'saygı ve korku ile yumuşaması' zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı." (Hadid Suresi, 16) ayetiyle iman edenlere bu konunun önemini hatırlatmıştır. Bir başka ayette ise Allah, taş gibi hatta daha da katılaşan kalplere karşı Müslümanları uyarmıştır:

Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir. (Bakara Suresi, 74)

Allah yukarıdaki ayetinde, Allah korkusundan dolayı içinden ırmaklar fışkıran, yuvarlanan taşların örneğini vermiştir. İşte Allah korkusu, tıpkı bu benzetmede olduğu gibi şevksiz kimseleri şevkli hale getirecek ve onların Allah'ın rızasını aramak için hayırlarda yarışmalarını sağlayacak ahlaka ulaştıracaktır.

21 Kasım 2012 Çarşamba

Kuran ahlakını tebliğ etmenin verdiği heyecan...

Allah müminler arasında insanları iyiye, hayra ve güzel olana çağıran bir topluluk bulunmasını emretmiştir:

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104)

Salih Müslümanlar Allah'ın bu ayeti doğrultusunda insanlara Kuran ahlakının güzelliğini ve cahiliye ahlakını yaşamanın yanlışlığını anlatmaya ve onları Allah'ın dinine yöneltmeye çalışırlar. Kendileri dinin getirdiği güzel ahlakı yaşadıkları ve bunun insanlara nasıl konforlu bir hayat sunduğunu görebildikleri için, aynı huzuru ve güzelliği diğer insanların da yaşamasını isterler. Daha da önemlisi cehennemin ne kadar kesin bir gerçek olduğunu bildikleri için, tüm insanların Allah'ın razı olacağı bir hayat sürerek cehennemdeki sonsuz azaptan korunmalarını isterler.

Onlar için tek bir insanın dahi doğruyu görebilmesi son derece önemlidir. Çünkü bu kişi için dünyada yaptıklarına karşılık olarak sonsuz cennet ya da cehennem hayatı vardır. Bu nedenle tek bir insanın dahi cehennemden kurtulup Allah'ın rahmetine kavuşabilmesi için her türlü fedakarlığı seve seve göze alırlar. Gerektiğinde aylarını, yıllarını, gece gündüz demeden bu kişinin dine ısındırılabilmesi ve mümin ahlakını benimsemesi için harcayabilirler. Aynı şekilde yine tek bir insanın ahireti için tüm maddi imkanlarını da büyük bir şevk ve istekle ortaya koyabilirler. Bu konudaki şevkleri onlara hem fiziksel hem de manevi anlamda büyük bir güç kazandırır. Hayatlarının sonuna kadar Allah'ın dinini en güzel ve hikmetli şekilde anlatmaya devam ederler.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, tüm bu çabalarına karşılık tek bir kişi bile hidayet bulmasa, müminler yine de aynı şevkle tebliğlerine devam ederler. Çünkü onların sorumluluğu sadece dini anlatmaktır. İnsanlara hidayet verecek olan Allah'tır. Nitekim Kuran'da Peygamber Efendimiz (sav)’in gösterdiği ihlaslı ve yoğun çabaya rağmen Mekke müşriklerinden pek çok kişinin iman etmediği ve buna karşılık Allah'ın "Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas Suresi, 56) ayetiyle Peygamberimiz (sav)'e bu durumu hatırlattığı bildirilmektedir.
Kuran'da Peygamber Efendimiz (sav) gibi diğer tüm peygamberlerin de tebliğ konusunda büyük bir şevk ve heyecan ile hareket ettiklerine dikkat çekilmiştir. Her biri bu uğurda çeşitli zorluklarla karşılaştıkları halde asla yılgınlığa kapılmamışlardır. Aksine kavimlerine doğruyu gösterebilmek için her yolu denemişlerdir. Kuran'da Hz. Nuh'un bu konudaki ihlaslı çabasına şöyle dikkat çekilmiştir:

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum." "Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı." "Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.' "Sonra onları açıktan açığa davet ettim." "Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim." "Bundan böyle" dedim. "Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. (Nuh Suresi, 5-10)

Ayetlerde görüldüğü gibi Hz. Nuh, yaşadığı toplumdaki insanların kalplerini imana ısındırabilmek için şevkle Allah'ın dinini tebliğ etmiştir. Onların tüm kaçışlarına rağmen gece gündüz demeden Allah'ın büyüklüğünü anlatmıştır. Onlar ise hakkı her duyduklarında inatla bu tebliğden yüz çevirmişlerdir. Hz. Nuh, Allah'ın emrini yerine getirmekten, dini tebliğ etmekten duyduğu şevk ve heyecan sayesinde onların bu tavırlarına aldırmamış, yılmaz bir kararlılıkla görevine devam etmiştir. Tüm büyüklenmelerine karşı onlara imanı sevdirmenin farklı yollarını aramıştır. Kimi zaman açıktan açığa kimi zaman da gizli yollarla Allah'ın varlığını anlatarak onları yaşadıkları cahiliye sisteminin zorluklarından kurtarmak istemiştir.

Ancak unutmamak gerekir ki Hz. Nuh ve onun gibi büyük bir şevk ve ihlasla Allah'ın dinini tebliğ edenler, bu uğurda sarf ettikleri her kelimenin, her çabanın karşılığını -Allah'ın izniyle- en güzeliyle alacaklardır. Çünkü Allah, "Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) müminleri müjdele." (Tevbe Suresi, 112) ayetinde de bildirdiği gibi, insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındıranları rahmetiyle müjdelemiştir.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Kur'an'da tarif edilen Müslüman kadın 3

Müslüman Kadın Boş Sözlerden ve Boş İşlerden Sakınır


Boş sözlere dalmak ya da boş işlerle oyalanmak, Kur'an ahlakına göre yaşamayan toplumlardaki kadın karakterinde sıkça görülebilen tavırlardır. Oysa Allah Kur'an'ın bir ayetinde iman edenler için, "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Müminun Suresi, 3) diye buyurmuştur. Müslüman kadın, Allah'ın insan için dünya hayatında çok kısıtlı bir ömür süresi belirlediğini ve zamanın hızla tükendiğini bilmektedir. Bu nedenle Müslüman kadınlar, yaşadıkları her anın kendileri için çok kıymetli olduğunu bilerek hareket ederler. Tek bir anlarını bile boş bir işle oyalanarak, boş sözlere dalarak geçirmelerinin büyük bir kayıp olacağının ve bunun, ahirette insanın büyük bir pişmanlık duymasına neden olabileceğinin farkındadırlar. Her anlarını bu dikkat açıklığı ile geçirir ve daima Allah'ın rızasını kazanabileceklerini umdukları işlere yönelirler.

Müslüman Kadın ve Müslüman Erkek Aynı Ahlaka Sahiptir


Görüldüğü gibi mümin kadınların üstün ahlak özellikleri, Kur'an ahlakına göre yaşamayan toplumlarda yaygın olarak yaşanan kadın karakterinden çok farklıdır. Çünkü Kur'an ahlakından uzak olan toplumlarda yaşayan kadınlar, genellikle toplum tarafından kendilerine uygun görülen ve nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelen ortak bir karakteri yaşamaktadırlar. Bu tür toplumlarda kadın için ayrı erkek için ayrı ahlak özellikleri belirlenmiştir. Kur'an'da ise Allah kadın ve erkek için ayrı birer karakter bildirmemiş, tüm insanları "tek bir Müslüman karakteri"ne uymaya çağırmıştır. Kur'an ahlakına göre kadının ve erkeğin karakteri, toplumun değer yargılarına ya da süregelen gelenek ve göreneklere göre değil, Allah'ın bildirdiği "ideal Müslüman ahlakına" göre şekillenmektedir. Bu ahlakı yaşayan Müslüman kadınlar ve erkekler son derece güçlü ve sağlam bir kişiliğe sahiptirler. Ömürleri boyunca bu üstün ahlakı sergileyen müminlerin Allah Katında görecekleri karşılık bir ayette şöyle müjdelenmiştir: "Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır." (Nisa Suresi, 124) Allah'a gönülden bağlı olan Müslüman kadınlar, tüm yaşamlarını Allah'ın bildirdiği hükümlere göre düzenler ve Kur'an ahlakını yaşamak konusunda büyük bir titizlik gösterirler. Bu nedenle İslam dini tüm insanlara olduğu gibi, ömürleri boyunca Allah yolunda yaşayan değerli mümin kadınlara da, hem dünya hayatında hem de ahirette gerçek anlamda onur, şeref ve saygınlık verir ve onlara üstün bir ahlak kazandırır. Müslüman kadın her işinde Kur'an'ı rehber edinir ve Peygamberimiz (sav)'in ahlakını örnek alır. Bu sayede Allah'ın izniyle daima isabetli tavırlarda bulunur, hikmetli kararlar alır ve yaptığı her işte en iyi neticelere varır.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Bu bayram Allah'ın İslam Birliği'ni nasip etmesi için dua edelim

Bu yazıma tüm İslam âleminin geçmiş mübarek Kurban Bayramı'nı kutlayarak başlamak istiyorum. Bu kutlu günde tüm Müslümanlar İslam Birliği'nin bir an önce oluşması için dua etmeli, İslam ahlâkının yeryüzünde hızla yayılması için gösterdikleri çabayı daha da artırmalıdırlar.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Medine'ye hicret ettiği zaman Medinelilerin cahiliye izleri taşıyan iki bayram kutladıklarını gördü. Bu bayramların yerine de tüm Müslümanların sevinip eğleneceği İslâm'ın iki bayramını onlara haber verdi:

"Allahu Teâlâ size, kutladığınız bu iki bayramın yerine, daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı'nı hediye etti" (Sünen-i Ebû Dâvud, Salat, 239).

Kurban Bayramı, tüm Müslümanlar için bir şükür vesilesidir. Müslümanların birbirlerini ziyaret ettikleri, çocukların, fakirlerin ve kimsesizlerin sadaka verilerek sevindirildiği, Müslümanların namaz kılıp birlikte Allah'ı zikrettikleri bir sevinç dönemidir. Ancak bizler bu sevinci yaşarken, aynı zamanda da İslam aleminin, Müslüman kardeşlerimizin çok büyük bir bölümünün savaşlarla, çatışmalarla, açlık ve yoklukla iç içe olduğunu da asla aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Bu yaşananların tek çözümü hiç şüphesiz tüm Müslümanların birlik olmalarıdır.

Müslüman ülkelerin, tüm Müslümanların güvenliğini garanti altına alabilecek bir güç konumuna gelmesi ancak İslam dünyasının uluslararası siyaset sahasında tek bir ses olarak temsil edilmesi ile mümkün olacaktır. İslam dünyası askeri, siyasi ve ekonomik olarak tek blok olmak zorundadır. Avrupa'nın neredeyse tüm devletleri, siyasi, ekonomik ve kültürel bir birlik olan "Avrupa Birliği" çatısı altında toplanmış iken; Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde hareket edememektedirler.

Oysa yüce Rabbimiz, tüm Müslümanların tam bir birlik ruhu içinde yaşamalarını ve hareket etmelerini emretmiştir. Müslümanların "sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi" (Saff suresi, 4) olmaları gerektiğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın..." (Ali İmran suresi, 103)

Müslümanların birlik olmadıkları takdirde güçlerinin azalacağını Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde bildirmiştir:

"Allah'a ve Resulü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal suresi, 46)

Eğer tüm Müslümanlar güç birliği yaparsa; İslam ülkelerini kalkındırmak, imar ve inşa etmek; zulüm gören Müslümanlara yardım eli uzatmak ve onları korumak için gerekli fikri mücadeleyi yürütmek; İslam'ın getirdiği güzel ahlâkı tüm dünyaya en güzel biçimde anlatmak; sözde İslam adına ortaya çıkan terörizm gibi sapkın akımları dizginlemek; tüm insanlığın hayrına olacak bilimsel, sanatsal, kültürel gelişmeler kaydetmek gibi pek çok başarıyı yüce Rabbimiz Müslümanlara nasip edebilir.

Kendi içinde beraberliği sağlamış İslam dünyası, dünya barışının da güvencesi olacak, bazı radikal unsurlar ve "medeniyetler arası çatışmadan" yana olanlar teorilerine gerekçe olarak öne sürebilecekleri ortamı bulamayacaklardır. Bütün bunların sonucunda ise, Allah'ın izni ile, asr-ı saadet döneminin bir benzeri 21. yüzyılda yeniden yaşanacaktır.

24 Ekim 2012 Çarşamba

İnsanların Büyüklenme Nedenleri Makam, Mevki, İtibar 4

"Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin." (İsra suresi, 37)

Mevki sahibi olmak ve bunun getirdiği itibar, dünya hayatının tuzaklarından biridir. Bundan dolayı insanın kendisini üstün görmesi ve kibirlenmesi de son derece boş ve anlamsızdır. Çünkü tarih, mevki sahibi olup yükselen ve çok büyük bir güce sahip iken bir anda bunların hepsini kaybeden insanların örnekleri ile doludur. Herkes kendi çevresinde bu tür örneklere şahit olmuştur. Bu örnekleri gördükleri halde mevkiden, makamdan ya da meslekten dolayı kibirlenenler farkına varamadıkları bir akılsızlık içindedirler. Çünkü makam veya itibar dünyada kazanılan, dünyada kalacak olan ve üstelik de sadece belirli insanlar tarafından takdir gören özelliklerdir. Örneğin, zengin bir adama ancak yanında çalıştırdığı kişiler itibar eder. Ya da bir devlet adamı ancak ülkesindeki insanlar tarafından takdir görür. Eğer ünlü bir sanatçı ise ancak eğlendirebildiği kişileri hoşnut edebilir. Tek bir kişinin tüm dünyadaki insanlar tarafından takdir gördüğünü düşünsek bile yine durum değişmez. Sonuçta takdir görebildiği kişiler sıradan insanlardır ve bu durum kısa süreli ve sonludur.

Dünya üzerinde asla değişmeyen tek gerçek ise şudur: İster mevki sahibi olsun, ister sıradan biri, ister kral olsun ister çoban; öldükten sonra aynı toprağın altına gireceklerdir. Kazandıkları hiçbir şeyin onlara faydası olmayacaktır. Herkes mezarda kemikleri ile kalacaktır. Böyle bir ortamda kimsenin mevkisine, mesleğine, gücüne veya güzelliğine bakılmayacak, sadece dünyada Allah'ın istediği şekilde yaşayıp yaşamadığından sorulacaktır. Herkesin sonsuz yaşamındaki konumu da, dünyadaki tavırlarına, Rabbimize gönülden boyun eğici olup olmadığına göre belirlenecektir. Kur'an'da bu kişilerden ve bu kişilerin ahiretteki durumlarından şöyle bahsedilmiştir:

"Dinlerini bir oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla hatırlat ki, bir nefis kendi kazandıkları ile helake düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar kazandıkları dolayısıyla helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azap vardır." (En'am suresi, 70)

Konunun diğer bir yönü de, bu kibirli karakterin, sahibine, dünyada da hiçbir şey kazandırmadığıdır. Böyle kişiler her ne kadar çevreleri tarafından yüceltilseler de, gerçekte sevilmeyen, beraber olunmak istenmeyen insanlardır. Tevazu gösteren insanlar ise, önemli olanın ruh, akıl ve ahlâk olduğunun farkındadırlar. Bu tür özelliklerini gündeme bile getirmezler. Tevazularından dolayı da insanların gözünde büyürler, daha çok sevilir ve sayılırlar.

17 Ekim 2012 Çarşamba

Üzüntünün İnsana Yaptığı Tahribatlardan Bazıları...

İnsan, endişe etse de üzülse de kaderinde yaşayacakları bellidir. Ve daha da güzeli, bu kader dahilinde Rabbimiz her şeyi hayır ile yaratmıştır. Tüm güzelliklerin ve nimetlerin Sahibi, sonsuz güzel olan Rabbimiz’in ayetinde bildirdiği gibi “...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz”. (Bakara Suresi, 216) Nasıl bir durumun kişi için hayırlı olduğunu yalnız Allah bilir. Dolayısıyla insanın yapması gereken kendisi için zaten hayırla yaratılmış olan bir olay için üzülmek, onun sonuçlarını uzun uzun düşünmek yerine, Rabbimiz’e tevekkül edip bunun mutlak güzel bir sonuç ile sonuçlanacağına inanmaktır. Tüm yaratılanlar Yüce Allah’a aittir ve kuşkusuz Rabbimiz bunların sonucunu bilir. Allah’ın her şeyi en kusursuz şekilde hayırla yarattığına iman etmek ve buna kalpten inanarak yaşamak, Allah’ın dilemesiyle, dünyada da ahirette de insana en büyük kazancı sağlayacaktır. Kuşkusuz doğrusunu Allah bilir.

Üzüntü insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder. 


İnsanın aklını kapatır, doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm yollarını görebilmesini tamamen engeller. 


Kişinin bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz. 


Üzüntü, insanı hızla yaşlandırır. 


İnsanı hasta eder. Böyle bir kimse, ardı ardınca sürekli olarak yepyeni hastalıklarla karşılaşır. Vücut direncini kaybeder, bünyesi her türlü rahatsızlığa çok daha açık hale gelir. 


Daimi olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler onu mutlu etmeye yetmez. 


Çevresindeki nimetleri göremez. 


Üzüntüyü sevmeye başlar. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok üzülmek ister. 


Üzüntüden kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini üzüntüye bırakmayı bir hayat şekli haline getirir. 


Yalnızlığı sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsiz (Allah’ı tenzih ederiz) beklentilere kapılmak, ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir. 


Yaşama sevincini ve yaşama azmini kaybeder. 

Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanların büyük bir bölümü olumlu olarak değerlendirdikleri olaylarla mutlu olurken, olumsuz ya da ters gidiyor gibi görünen olaylarla birlikte de hüzne kapılırlar. Oysa iman eden insanlar için böyle bir sıkıntı asla söz konusu değildir. Çünkü Rabbimiz, Kuran'da olumsuz gibi görünse de her olayı salih kullarının hayrına yarattığını müjdelemiş, onlar için hiçbir zaman hüzün ve sıkıntı olmayacağını haber vermiştir. 



Şeytanın Etkisiyle Oluşan ‘Üzüntüden Zevk Alma’ Mantığının Yanlışlığı 



Din ahlakına göre yaşamayan insanlar şeytanın etkisiyle üzülmeye, sinirlenmeye şaşırtıcı şekilde eğilim gösterirler. Hatta olayların içinde sinirlenecek veya üzülecek bir konu bulmaya çalışır, özellikle onun üzerinde yoğunlaşırlar. Haksızlığa uğradığını düşünerek üzüntü ile boğuşmak, arkasından intikam almaya çalışmak Kuran ahlakına uymayan insanların başındaki en büyük belalardan biridir. Şeytan amacını bu yolla gerçekleştirmekte, insanları olmadık kuruntulara düşürerek onları dünya hayatında oyalamaktadır. 

Filmler bile bu tema üzerine kurulmuştur. Önce kişi mutlaka bir haksızlığa uğramakta, ardından bir intikam peşine düşmektedir. Seyredenler bu ruh halini çok iyi bildiklerinden haksızlığa uğrayan kahramanın tarafını tutarak heyecanlanır, onun hislerini olduğu gibi paylaşırlar.Bu yanlış tutum insanları sıkıntılara, belalara, boş kuruntulara, hastalıklara, stres ve yorgunluğa, dikkat kapanıklığına iten bir sistemi beraberinde getirir. Bu şekilde davranan kişi üzülerek, hatta intikam aldığını düşünerek aslında kendisine zarar verir. Şeytan, bu kuruntularla böyle insanları cehennemin karanlık ve bela dolu ruh haline yöneltir.

10 Ekim 2012 Çarşamba

Üzüntü, Şeytanın İnsana En Çok Yaklaştığı Konulardan Birisidir

Kimi insanlardaki üzülmeye, içe kapanmaya, küsmeye olan eğilim şeytandandır. Müslüman, şeytanın nerelerden yaklaşacağı, hangi konularda üzüntü vereceği, üzüntüye nasıl zemin hazırlayacağı gibi durumlara karşı hazırlıklıdır. Allah korkusu Müslümanın böyle durumlara karşı sürekli uyanık olmasını, dikkatinin ve şuurunun şeytanın oyunlarına karşı açık olmasını sağlar. Bunun sonucunda da mümin bir kimse, nefsi hangi yönde kışkırtırsa kışkırtsın mutlaka Allah’ın razı olacağı şekilde davranacağı üstün bir ahlak sergiler. Karşısına ne olay çıkarsa çıksın, bu ahlakından taviz vermez. En zor şartlarda bile üzüntüye, hüzne, karamsarlığa sürüklenmez. Allah’ın karşısına çıkardığı her durumda, beklenmedik olarak oluşan her ani olayda Allah’a karşı derin bir tevekkül içerisinde olur.

Müminlerin hiçbir olay karşısında hüzne kapılmamalarını sağlayan en önemli konulardan birisi de ahiretin varlığına kesin olarak iman etmeleri ve asıl olarak ahirete hazırlık yaparak yaşamalarıdır. Dünyanın çok kısa ve geçici olduğunu bilen, sonsuz ve mükemmel olan ahiret hayatını ümit eden bir insan için, nefsin üzüntüye teşvik ettiği dünya hayatına ilişkin konuların hepsi önemini yitirir. Hiçbiri, Allah’ın rızasının, sevgisinin, yakınlığının ve cennetinin üstünde değildir. Bu nedenle, bir müminin Allah’ın sevgisini, rızasını ve cennetini ummasının vereceği neşe, mutluluk ve heyecan, dünya hayatına ait herhangi bir konu için duyulacak üzüntüye üstün gelir.

Ayrıca üzüntü Yüce Rabbimiz’in beğenmediğini ve sakınılmasını bildirdiği bir ahlaktır. Mümin herşeyden önce Allah’ın bu hükmü gereği nefsinin bu kışkırtmasına karşı kesin bir kararlılık gösterir. Allah korkusu ve imanın neşesi, müminin tam tersine daimi bir huzur ve mutluluk içerisinde olmasını sağlar. Allah Kuran’da, bu ahlak yaşandığı takdirde Müslümanların mutlaka üstün geleceklerini şöyle vadetmiştir:

“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i imran Suresi, 139)
“Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger.” (Hicr Suresi, 88)


Müminin üzüntüden uzak bir ahlak içerisinde olmasının bir sebebi de, sürekli olarak Allah’ın verdiği nimetleri düşünmesi ve şükretmesidir. Çünkü Allah’ın üzerimizdeki yakın ilgisi ve Rabbimiz’in sonsuz lütfunun ve sevgisinin tecellileri olan nimetlerin her biri birer şükür ve sevinç vesilesidir.



Üzüntü, Müslümanlardan Uzak Olan Bir Ruh Halidir


“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus Suresi, 62)


Kuran’da bildirildiği gibi, Allah, samimi olan Müslümanları, ahiretteki sonsuz hayatlarında da üzülmeyecekleri, mahzun olmayacakları bir hayatla yaşatacağını bildirmiştir. Burada, ebedi olarak, Allah’ı razı etmiş olmanın ve nimetlerin sevincini yaşayacaklardır. Elbette Müslümanlar dünyada imtihan oldukları için hastalıkla, zorlukla, sıkıntıyla, inanmayanların saldırılarıyla, mallarının eksiltilmesiyle ve daha birçok zorlukla karşılaşırlar. Ancak bunların hiçbiri onlarda üzüntü oluşturmaz. Müslüman Allah’ın kendisine yaşattığı kaderin güzelliğinin, imtihan olduğunun, herşeyde hayır ve hikmetler olduğunun farkındadır.

Üzüntüye kapılmamak Allah’ın bildirdiği, imani bir yükümlülüktür. Mümin bu ruh halinden Allah emrettiği için sakınır. Ancak Yüce Rabbimiz dünya hayatını, üzüntünün ne kadar yanlış bir ahlak olduğunu insanın düşünerek de anlayabileceği gibi yaratmıştır. Zira dünya hayatı, üzüntülerle, kuruntularla, gereksiz vesveselerle vakit kaybedilmeyecek kadar kısadır. İnsanın çok kısa bir süre içinde dünyadaki imtihanı bitecek ve asıl kalacağı sonsuz ahiret hayatına kavuşacaktır. Ölüm mutlaka bir gün dünyadaki herkesin karşısına çıkacaktır. Bu kadar geçici ve kısa kalınan bir yerde, bu değerli zamanı üzülerek, Allah’ın istemediği bir ahlakı göstererek, nimetleri fark edemeden geçirmek insan için çok büyük bir kayıptır. İnsan üzülmenin aksine, dünyadayken, sonsuz ahiret hayatının sevincini yaşamalıdır. Allah’ı razı etmiş ve cennetle müjdelenmiş olma ümidi ve sevinci, insanın yüzüne, konuşmalarına, ahlakına ve tüm hayatına yansımalıdır. Allah’ın belirlemiş olduğu kader mutlaka işleyecektir. Kuran’da bize bu çok açık bir şekilde haber verilmiştir. Kişinin kendisi için hazırlanan kadere teslim olması, yaşadıklarında her zaman hayır araması, üzülmemesi, ümitsizliğe kapılmaması ve her şartta şükredici bir kul olması Kuran’a göre en güzel ve en doğru davranış olacaktır. Bu örnek ahlak Kuran’da şöyle haber verilmiştir:

“De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler”.” (Tevbe Suresi, 51)

3 Ekim 2012 Çarşamba

Allah Üzülmeyi Haram Kılmıştır


Allah insan ruhunu birçok güzel özelliğin yanında, kendisini olumsuzluğa itebilecek ve sakınması gereken özelliklerle birlikte yaratmıştır. İnsan bir yandan sevgiden, merhametten, güzel sözden zevk alırken diğer yandan da kıskançlığa, öfkeye, üzüntüye eğilimli bir varlıktır. Allah’tan korkan ve vicdanını kullanan bir insan için elbetteki tüm bu kötülüklerden korunmak son derece kolaydır. Yüce Rabbimiz’in, “Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems Suresi, 8) ayetinde bildirdiği üzere, insanın dünyada imtihan olmasının bir gereği olarak, Allah bu özellikleri yaratırken aynı zamanda insana bunlardan sakınma gücünü de ilham etmektedir. Örneğin insan kıskançlığı bilir ve bu kötü ahlak özelliğine karşı nefsinde bir eğilim olabilir. Ancak Allah’ın Kuran’da bizlerden nasıl bir ahlak istediğini düşündüğünde, Allah’ın böyle bir özellikten razı olmayacağının şuuruna vardığında, mümin nefsini hemen bu yönde eğitir. Aynı durum öfke, gerilim, kin ve diğer kötü ahlak özellikleri için de geçerlidir. İnsan en ufak bir şeyde öfkelenmeye, yanlış anlamaya, alınmaya, küsmeye, içine kapanmaya, gerilmeye, kızmaya eğilim gösterebilir. Bu duyguların en yaygın olanlarından birisi de “üzüntü” dür.

Üzüntü Aklı Kapatır, İnsanı Din Ahlakından Uzaklaştırır 

Allah’ın rızasına uygun yaşam şeklini ve Kuran ahlakını benimsemeyen insanlar, üzülmek ve mutsuz olmak için yüzlerce hatta binlerce sebep bulabilirler. Çünkü insan, ancak samimi olarak Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşayıp, Allah’a ihlasla kulluk ederse, Allah’ın emir ve isteklerini titizlikle uygularsa, Allah’ı çok sevip içten saygı duyarsa ve Kuran ahlakını tam olarak yaşarsa gerçek anlamda mutlu olabilir. Bunun dışında mutlu olmanın başka bir yolu yoktur. Bu nedenle, mutluluğu Allah’ın rızasında ve Kuran’da aramayıp dünyevi hedeflere yönelen, kendi nefsini rahat ettirmeye çalışan insanların karşısına mutlaka mutsuzluklar ve üzüntüler çıkar.

Allah’ın sonsuz adaletini ve Rabbimiz’in kaderi en mükemmel şekilde yarattığını düşünmeyen bu insanlar, olayların özel hikmetlerle yaratıldığını gözardı etmelerinin sıkıntısını yaşarlar. Çevrelerinde olup biten olayların ya da insanların davranışlarının hayırlarını görmek yerine, bunlar üzerinde saatlerce karamsarlığa kapılarak düşünür, çok sıradan gündelik konuları büyütebilir ve bundan dolayı da ciddi şekilde üzüntüye kapılırlar. Örneğin pek çok insanın en çok üzüldüğü konulardan birisi geçmişe yönelik konulardır. Uzun uzun geçmişte yaptıkları hataları düşünüp, nasıl o hatalara düştüklerine üzülürler. Tekrar tekrar olayları hatırlayıp anlatır, üzüntü veren pişmanlıklar yaşarlar. Oysa insan için, geçmişinin bir üzüntü konusu olmaması gerekir. Çünkü Allah her olayı kaderde mutlaka hayırlarla ve hikmetlerle yaratmıştır. İnsan elbetteki geçmişteki hatalarından pişmanlık duyacak, bunları tekrarlamamak ve telafi etmek için çaba harcayacaktır. Ama bunların hiçbirisi hiçbir zaman için bir üzüntü konusu değildir.

Müslümanın hayatında bu ahlakı en güzel örnekleriyle görmek mümkündür. İster 30 yıl, isterse 30 saniye öncesi olsun, mümin yaptığı hatalar, yanlışlar dolayısıyla hüzne kapılmaz. Yaptığı hataların hayır ve hikmetlerini düşünüp, onlardan ders alır. Allah’tan bağışlanma diler, hatasının kendisini Allah’a daha da yakınlaştırması için dua eder. Müslüman da yaptığı yanlış şeylerden dolayı pişmanlık duyar ancak bu pişmanlık mutsuzluk veren bir pişmanlık değil, aksine ümit veren, Allah’a yönelmeye sebep olan bir pişmanlıktır.

Bir insanın üzüntüden uzak durması için, bu konuda kesin bir karar vermesi gerekir. Üzüntü duyduğu olayları da, herşeyi yaratan Allah'ın büyük bir hikmetle yarattığını; hayatındaki herşeyin en küçük detayına kadar Allah'ın sonsuz aklıyla gerçekleştirdiğini bilmesi ve hayatının sürekli olarak bu gerçeğin şuuruyla yaşaması gerekir. Bir insan yalnızca bu gerçeği kavradığı takdirde hayatının sonuna kadar hep Allah'ın istediği şekilde bir ahlak gösterebilir.

12 Eylül 2012 Çarşamba

Kur'an'da tarif edilen Müslüman kadın 1

Kur'an ahlakı, insanlara olabilecek en güçlü, en sağlam ve en güzel kişiliği kazandırır. Allah'ın, "... Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz..." (Mü-minun Suresi, 71) ayetiyle bildirdiği gibi, Kur'an ahlakını yaşamak insanlara "şan ve şeref' kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu ahlakı yaşayan bir kadın, saygı duyulacak, onurlu ve vakarlı bir karaktere sahip olur. İşte mümin bir kadın da, -eğer Kur'an ahlakına göre yaşamıyorlarsa- yaşadığı toplumdan, ailesinden ya da arkadaş çevresinden aldığı telkinler her ne olursa olsun, karakterini Allah'ın beğendiği ve hoşnut olacağı ahlakı ölçü alarak, Kur'an ahlakına göre belirler. Kur'an ahlakından uzak yaşayan toplumlarda kadın ya da erkek karakterinde görülen tüm zaaflardan, zayıflıklardan, saplantılardan ve tavır bozukluklarından kurtularak, bunların yerine güzel ahlakın getirdiği güçlü bir karakter geliştirirler.

Müslüman Kadın Allah'a Teslim Olmuştur


Allah'a samimi bir kalple iman etmiş ve derin bir Allah korkusuyla boyun eğmiştir. Allah'tan başka bir İlah olmadığını, O'nun tüm varlıkların tek hakimi ve herşeyin üstünde, sonsuz güç sahibi olduğunu kavramıştır. Yalnızca Allah'tan korkar ve yalnızca O'nun rızasını hedefler.

Yalnızca Allah'tan yardım ister. Hiçbir zaman için insanlara yönelik bir beklenti içerisinde olmaz. Kendisine, her ne zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, "... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir" (Şuara Suresi, 62) diyerek Allah'a tevekkül eden peygamberlerin üstün ahlakını örnek alır. Müslüman kadın tüm sorumluluklarının bilincinde olan insandır. Bu yüzden hiçbir zaman sadece kendi ihtiyaçlarının peşine düşüp, yalnızca kendisini ilgilendiren birkaç sorumluluğu yerine getirip Allah'ın bildirdiği yükümlülükleri göz ardı edemez.

Hayata dair ideallerini, düşüncelerini sadece bu şekilde sınırlandırmaz. Dünyanın dört bir yanındaki zorluk içerisindeki insanların, açlık çeken, salgın hastalıklarla mücadele eden, savaş ve çatışma ortamlarının zorluğunu yaşayan çocukların, kadınların, yaşlıların tüm sıkıntılarını adeta kendi sorunuymuş gibi düşünüp onlara çözüm ulaştırabilmek için elinden gelen gayreti gösterir.

Müslüman Kadın Asildir


Basit tavırlara, küçük çıkarlara tenezzül etmeyen bir karaktere sahiptir. 
Kıskançlık, dedikodu yapmak, alaycılık, kapris, ikiyüzlülük ve benzeri tavırların Allah'ın razı olmayacağı, insanı küçük düşüren, asaletten uzaklaştıran ve kişiliğini zedeleyen davranışlar olduğunu bilir. Bu ve benzeri tavırların hiçbirine tenezzül etmez. Kur'an ahlakını yaşaması nedeniyle her an vakarlı bir kişilik sergiler. Örneğin karşısındaki insanların bir kusurunu gördüğü zaman bunu asla alay konusu yapmaz, aksine en güzel şekilde bu kusuru telafi etmeye çalışır. Bir başkasının kendisinden üstün olan bir yönü varsa, buna karşı kıskançlık duymak yerine, onu güzel bir tarzda onore edip bu yönünü över.

Karşılaştığı her tavra, olabilecek en asil karşılığı vermeye çalışır, Kuran ahlakına en uygun olan tavrı gösterir. Karşısındaki insanlar kendisine basit tavırlarla karşılık verseler bile, o yine de asil ve vakarlı tavırlarından ödün vermez, asaletinde kararlılık gösterir.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

İnsanların Büyüklenme Nedenleri: Zeka, Kültür, Tahsil Durumu 5

Büyüklenmenin belli başlı sebeplerinden biri de mezun olunan veya devam edilen okulun adı ve vasıfları çok önemli bir itibar konusudur. Özellikle paralı veya sınavla girilen bir okulsa kişiler bunu sık sık gündeme getirip kendi aralarında bir övünme konusu yaparlar. Ancak diğer konular gibi bu konu da, Allah'ın kendileri için belirlediği kaderleri doğrultusunda gelişmektedir. Bundan dolayı gurura kapılmak, gerçekte haksız yere büyüklenmek olur. Dahası hiç kimse ahirette, okuduğu okuldan, ne kadar kültürlü olduğundan, zeka seviyesinden sorulmayacaktır. (Elbette insanların bu konuda kendini geliştirmesi önemlidir, ama bunu yaparken kendini yüceltmek yanlıştır.) İnsanlar Rabbimizin karşısına çıktıklarında yalnızca O'na karşı olan samimiyetleri, içlerinde taşıdıkları takvaları, gösterdikleri tevazu ve uyguladıkları ibadetlerinden sorulacaklardır.

Ancak dünya hayatının geçici değerlerini kazanmayı kendilerine amaç edinen bu insanlar, sahip oldukları küçük büyük her özellikle kibirlenebilmektedirler. Özellikle kültür yani bilgi sahibi olmak, kendince çok önemli bilgiler edinmek enaniyetli kişilerin büyüklenme sebeplerindendir. Bu noktada yine yüzeysel düşünme özellikleri ortaya çıkmaktadır. Zira bir kişi dünyanın en bilgili biyoloji profesörü veya gelmiş geçmiş insanlar arasında fizik üzerine en isabetli teorileri geliştirmiş olanı olabilir. Fakat göz ardı etmemesi gereken bir konu vardır; tüm bilgilerini kullansa dahi tek bir fizik kanununu değiştiremez veya tek bir hücreyi meydana getiremez.

Akıl sahibi kişiler olarak hayatlarını tevazu üzerine kuran peygamberler ve müminler, bizlere en güzel örnekleri oluşturmaktadırlar. Örneğin Hz. Süleyman (as) çok zengin ve güçlüydü ama bu imkanlarını sadece Allah'ın rızasını kazanabilmek için kullanmıştı. Aynı şekilde Hz. Zülkarneyn (as)’da kavimler üzerindeki hakimiyetini Allah'ın dinine hizmet etmek için bir araç olarak görmüştü. Hz. Davud (as) ise bulunduğu makamda Allah'ın rızasına uygun davranmaya ve adaletli olmaya çok titizlik göstermişti.

Bu üstün insanların yanı sıra Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunan sahabelerin hayatları da Müslümanlar için iyi bir model teşkil eder. Birçoğu kavmin önde gelen varlıklı ve kültürlü ailelerin bireyleri oldukları halde, Allah'ın hükümlerini yaşamak makam, mal, çevre arasında bir seçim yapma durumunda kaldıklarında, hepsi hiç düşünmeden Allah'ı ve Resulünü seçmişlerdi. Çünkü onlar dünya hayatının önemli olmadığını, asıl olanın ahiret hayatı olduğunu biliyorlardı. Allah'ı hoşnut ve razı etmek kasdıyla Peygamberimiz (sav)'in safında yer aldılar, gerektiğinde hicret ettiler, mallarını-servetlerini geride bıraktılar, mevkilerini-itibarlarını önemsemediler, bütün hayatlarını dine hizmet etmeye adadılar.

Bu konuyu okurken yapılacak en iyi şey insanın tüm bu anlatılanları kendi üzerine alarak düşünmesidir. Çünkü nefis büyüklenmeye çok eğilimlidir, kendine büyüklenecek bir konu bulmakta zorlanmaz. Nefis için zeka, kültür, meslek, ev, araba, alınan eğitim, fiziksel güzellikler veya bunlar gibi enaniyeti yapılabilecek çok fazla konu vardır. Bunların her biri kendi içlerinde daha da detaylandırılabilir. Önemli olan, Allah'ın "dünya hayatının geçici süsü" olarak tanıttığı bu detayların hiçbirine kapılmamaktır. Enaniyetli bir karakterin, insanı hem dünyada, hem de ahirette küçük düşüreceği unutulmaması gereken en önemli noktalardan biridir.

27 Haziran 2012 Çarşamba

İnsanların Büyüklenme Nedenleri: Gençlik ve Güzellik 3

İnsanın kibirlenmesine yol açan sebeplerden biri de güzelliktir. Pek çok insan dünya hayatının bu geçici ve çabuk bozulan süsüne aldanır. Oysa güzellik herşeyden önce kişinin kendi çabası ile elde edemediği, ancak Allah'ın kendisine verdiği ve her an alınması da çok kolay olan bir vasıftır.

Herkes bilir ki, güzelliğin kaybedilmesi çok kolaydır. Halk arasındaki tabirle bunun için "bir kıvılcım yeter". Yüzde meydana gelebilecek bir yara, yanık ya da vücuttaki bir organın kaybı güzelliğin bozulması için kafidir. Bu da toplum içinde çok sık rastladığımız bir durumdur; öyle ki hiç kimse bu tehlikeyi kendinden uzak göremez.

Bu tehlikelerin hiçbiri insanın başına gelmese bile güzelliğin, kendisinden kaçamayacağı acımasız bir düşmanı vardır: Yaşlılık. Dünyanın en güzel insanı dahi gün geçtikçe yaşlanır ve bir süre sonra eski güzelliğinden eser kalmaz. Toplum tarafından tanınan ünlü kişiler bu konuda büyük bir ibret teşkil ederler. Bunlar, bir dönem için halk tarafından oldukça beğenilen, hayran olunan, herkesin özendiği ve yerlerinde olmak için can attığı insanlardır. Ancak zaman içerisinde onlar da Allah'ın dilemesiyle yaşlanır ve buna engel olamazlar. Sahip oldukları tüm servet ve imkanları kendilerini gençleştirmeye harcasalar dahi bu çabaları, kaçınılmaz sonu -en iyi ihtimalle- 3-5 sene ertelemekten başka bir işe yaramaz.

Güzellikten ve gençlikten kaynaklanan enaniyetin insana bir fayda sağlamayacağını anlamak için verilen bu örnekler dikkat çekicidir. Ancak çok güzel bir insanın ölümden sonraki ilk on günde alacağı hali düşünmek de faydalı olacaktır.

İnsan bedeni toprağın altına konulduktan sonra hızlı bir parçalanma sürecine girer. Mikroplar faaliyete geçer, karında toplanan gazlar cesedi şişirir ve bedeni tanınmaz hale getirir. Gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağızdan ve burundan kanlı köpükler gelmeye başlar. Hem dışta, hem iç organlarda çürüme başlar ve etrafa tahammül edilemeyecek derecede pis kokular yayılır. Beyin tamamen çürür. Kemikler bağlantılarından ayrılır ve iskelet dağılmaya başlar. Sadece kemikler kalıncaya kadar bu hal devam eder.

Her ne kadar düşünmek istenmese de, bu anlatılanlar kaçınılmaz olarak her insanın başına gelecek şeylerdir. Kişi eğer güzelliğin kendisine ait olduğunu sanıyorsa, arta kalan bu çürümüş bedeni de sahiplenmelidir. Ancak dünyanın en güzel insanı dahi bundan şiddetle kaçınacaktır. Çünkü bu çürümüş bedenle insanlara gösteriş yapamayacağı, Rabbimize karşı büyüklenemeyeceği açıktır.

Müminler Allah'ın verdiğine razı olur, bedenlerinin sahibinin Allah olduğunu bilirler, bununla denendiklerinin de farkındadırlar. Önemli olan insanın ruhudur, Allah'a olan samimi yakınlığıdır. Güzelliği Allah'ın verdiğini bilerek O'na şükretmek ve tevazulu olmak Müslüman ahlakıdır. Kaldı ki sahip oldukları ile şımarmayan, böbürlenmeyen ve herşeyin sahibinin Allah olduğunun farkında olan bir kişiye Allah, Kendi Katından bir heybet, sevimlilik ve nur verebilir. Böylece üzerinde, fiziki anlamda güzel sayılan pek çok insandan çok daha etkileyici bir hal oluşturabilir.

20 Haziran 2012 Çarşamba

İnsanların Büyüklenme Nedenleri: Güç ve Zenginlik 2

Tarih boyunca kibirli ve büyüklenen kişilere baktığımızda mutlaka güç veya mülk sahibi olduklarını görürüz. Bunlar ellerine geçen güç ve imkanlar dolayısıyla inkar ederek çevrelerindeki insanlara zulmetmişlerdir.

Oysa mal ve güçleriyle büyüklenen bu kişilerin kavrayamadıkları çok önemli bir gerçek vardır; zengin olsun, fakir olsun her insan eninde sonunda ölüp toprağın altına girecektir. Para ve mal ise kişi öldüğü anda anlamını yitirecek ve dünyada kalacaktır. Önünde kendisini bekleyen sonsuz ahiret hayatı ise devam edecektir. Dünyada kazandığı paranın ve elde ettiği servetin -eğer Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek harcamadıysa- sonsuz hayatında bir faydasını göremeyecektir. Malından dolayı kibirlenen, kendini üstün gören bir insan, yeri geldiğinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüse dahi kolaylıkla yenilebildiğini unutmuştur. En önemlisi de tek bir mikroba karşı düştüğü acizlikten, dünya kadar malı olsa dahi kurtulamamasıdır. Hatta bu kişi bir o kadar daha malı olsa da ölümden kaçamamaktadır.

Üstelik geride bıraktığı mal ve para ile dünyada itibarını devam ettireceğini düşünüyorsa da hesap günü büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira ne kadar zengin olursa olsun, ölümünden 3-5 sene sonra kendisini hatırlayan belki de sadece 1-2 kişi kalacaktır. Ayrıca istisna olarak daha fazla kişi tarafından hatırlanıyor olsa bile bunun kendisine herhangi bir faydası olmayacaktır. Zira Rabbimize karşı dünya hayatı boyunca büyüklenmesinin karşılığını alırken, kimlerin kendisini hatırladığının hiçbir önemi kalmayacaktır.

Konuyla ilgili önemli bir nokta da, büyüklenen insanların bu özellikleriyle kişilik bulmalarıdır. Oysa malın ve zenginliğin getirdiği şahsiyet gerçek şahsiyet değildir. Zira bunlar elden çıktığında veya aynı özelliklerin daha fazlasına sahip biriyle karşılaştığında bu güven ve şahsiyet birden yok olur. Kişi bunların varlığıyla kendine güven bulup şahsiyet kazanıyorsa, bunların olmadığı yahut az olduğu şartlarda da doğal olarak ezik ve güvensiz olacaktır.

Oysa, bütün varlıkların tek yaratıcısı olan Allah'a iman eden, O'na güvenip dayanan bir kişi, istediği kadar maddi kayba uğrasın şahsiyetinde hiçbir eksilme görülmez. Çünkü gücün yegane kaynağı Allah'tır. Demek ki, kişinin kendine güvenini sağlayan tek geçerli sebep iman ve imanından kaynaklanan Allah'a güvendir.
Her işinde Allah'a güvenen bir insan çok güçlü demektir. Bunun üstünde hiçbir güç yoktur. Allah dilemedikçe iman eden kişiye hiçbir zarar gelmez. Aciz ve muhtaç olan insanoğlu için Allah'ın dostluğundan daha büyük bir güç düşünülemez. Dolayısıyla mümin için maldan veya başka imkan ve özelliklerden kaynaklanan bir şahsiyet söz konusu olmaz. Bunları ancak Allah'ın nimeti ve O'nun yolunda kullanılması gereken imkanlar olarak değerlendirir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)

13 Haziran 2012 Çarşamba

İnsanın büyüklenme nedenleri 1

Büyüklenmenin temelinde insanın kendisini Allah'tan bağımsız bir varlık olarak görüp sahip olduğu bazı özelliklerin kendinden kaynaklandığını zannetmesi yatar. Böyle düşünen kişi kendine bir "benlik" vermektedir. Hâlbuki bunun ne kadar saçma bir mantık olduğunu anlamak için herhangi bir inanca sahip olmak gerekmez.

İnsan çok az düşünse, bu dünyaya kendi iradesiyle gelmediğini, ne kadar kalacağını bilmediğini, sahip olduğu fiziksel özelliklerin kendi seçimiyle kendisine verilmediğini rahatlıkla görür. Kendi bedeni de dâhil olmak üzere sahip olduğu herşeyin geçici olduğunu ve sonunda yok olacağını anlar. Bütün bunlar bu kişinin tümüyle aciz olduğunun, hiçbir şeyin, hatta en çok sahiplendiği şeylerin bile gerçekte kendisine ait ve kendi kontrolü dâhilinde olmadığının en açık delilleridir. Biraz daha derin düşününce bu deliller çoğaltılıp çeşitlendirilebilir.

Fakat insanların çoğu bu kadar basit gerçekleri bile düşünemeyecek ya da unutacak bir bilinçsizlik içinde yaşamaktadırlar. İşte bu sebeptendir ki, günümüzde az veya çok, kibir yapmayan bir kimseye rastlamak oldukça zordur.

Hâlbuki Allah'ın büyüklüğünü, herşeyi yoktan var ettiğini, insanlara sahip oldukları bütün imkân ve özellikleri verenin O olduğunu, dilediği anda hepsini geri alabileceğini, tüm canlıların ölümlü olduğunu, tek baki kalanın (varlığının sonu olmayan) da Allah olduğunu bilen ve sürekli bunun şuurunda olan bir insanın, kibirli ve azgın bir tavır içinde olması mümkün değildir. Ancak bunları kavrayamayan, eksikliklerini, acizliklerini ve ölümlü olduğunu unutan bir insan böyle bir şeye cüret edebilir.

Enaniyete, yani büyüklenmeye sebep olan unsurlar çok çeşitlidir ve bu unsurlar tek tek incelendiğinde hepsinin geçici özellikler olduğu, insanın asla sonsuza kadar bunlara sahip olamadığı görülür. Hiç kimsenin yaşamı boyunca istediği herşeye sahip olabileceği, sonra da bunları hiç kaybetmeyeceği gibi bir garantisi yoktur. Kendisinde var olduğu için büyüklendiği tüm maddi ve manevi imkânları her an elinden çıkabilir. Bu yazı dizimizde büyüklenmeye sebep olan özellikleri ve kişinin bir tutku haline getirdiği dünya hayatının iç yüzünü ve geçiciliğini tek tek ele alacağız...

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Müslümanlara yiyecekler konusunda tanınan kolaylıklar

Allah rızık olarak insanlara çok fazla nimet vermiştir. Renk renk meyveler, çeşit çeşit yiyecekler, sebzeler, etler, içecekler, yemişler… Her biri insanların hizmetine sunulmuştur. Ve Allah "Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." (Maide Suresi, 4) ayetiyle, insanlara bütün temiz yiyeceklerin helal kılındığını bildirmiştir.

Allah'ın insanlara haram kıldığını bildirdiği yiyecekler ise, ölü eti, kan, domuz eti gibi, zaten insanlar için zararlı ve temiz olmayan yiyeceklerdir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir. (Enam Suresi, 145)

Ayette haram olan yiyecekler için geçen "murdar" (pis) ifadesinin pek çok hikmeti vardır. Çünkü domuz eti gerçekten insan vücuduna zarar verecek özelliklere sahiptir.

Örneğin domuz eti çok yağlıdır, yenildiği takdirde bu yağ kana geçer. Kandaki bu fazla miktardaki yağ atar damarların sertleşmesine, tansiyon yükselmesine ve kalp enfarktüsüne sebep olur. Ayrıca domuz yağı içerisinde "sutoksin" denilen zehirli maddenin dışarı atılması için, lenf bezlerinin normale göre daha fazla çalışması gerekir. Bu durum özellikle çocuklarda lenf düğümlerinin iltihaplanması ve şişmesi şeklinde kendini gösterir. Bunların dışında domuz eti bol miktarda kükürt içerir. Vücuda fazla miktarda alınan kükürt; kıkırdak, kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanma, kireçlenme ve bel fıtığı gibi çeşitli hastalıklara yol açar. Bütün bunların yanında çeşitli deri hastalıkları ve trişin gibi (trişin sadece domuz yoluyla geçer ve insanlarda öldürücü bir durum meydana getirir) ciddi hastalıklara da sebep olmaktadır. (Burada domuz etinin yalnızca bilinen genel birkaç zararına dikkat çekilmiştir.)

Görüldüğü gibi, insana zarar verecek olan yiyeceklerin haram kılınması da insanlara sunulmuş bir kolaylık ve korumadır.

Ancak burada bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır: Elbette bir şeyin haram ya da helal olması tamamiyle Rabbimiz'in emriyledir. Ve insan sadece Allah'ın emrine göre hareket etmekten sorumludur. Allah bir yiyeceğin haram olmasının hikmetlerini dilerse insanlara gösterir, dilemezse göstermez. Ama Allah insanlara bir kolaylık olması, kalplerinin tam olarak tatmin bulması için, yukarıda verdiğimiz örnekten anlaşıldığı gibi bu hikmetleri insanlara birçok vesile ile göstermektedir.

Allah Kuran'da yasaklanan yiyeceklerden bahsederken insanın başına gelebilecek her türlü durumda nasıl davranması gerektiğini de açıklamıştır. Böylece insanların beklenmedik durumlarda tereddüt yaşamaları engellenmiştir. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:

Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nahl Suresi, 114-115)

Bu ayetin ardından Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen olduğunun hatırlatılması da müminlere rahatlık veren ve onları müjdeleyen bir ayettir. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. Hata yapabilir, unutabilir, dalabilir, iradesiz davranabilir. Ancak, Allah, samimi olarak tevbe ettiğinde kendisini bağışlayacak ve esirgeyecektir.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Ölümü hatırda tutmak elzemdir

Her insan kesin bir gerçek olan ölümü, Yüce Rabbimiz’in kaderde belirlediği bir zamanda, nerede olursa olsun yaşar. İnsanların sahip oldukları güzellik, zenginlik, makam veya herhangi bir güç kendilerini ölümden uzaklaştıramaz; ölüm muhakkak yaşanır. Buna rağmen pek çok insan ölümü düşünmez, hatta özellikle bu düşünceden kaçarlar. Ama bu kaçışın hiçbir faydasının olmayacağı Kuran ile insanlara bildirilmiştir. Bir ayette, Allah ölüm gerçeğini şöyle haber vermiştir:

"De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah) a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

İnsanların çoğu özellikle de gençken ölümü hiç akıllarına getirmek istemezler. Ölümü herşeyin sonu olarak gördükleri için bu gerçeği düşündüklerinde sıkıntıya ve üzüntüye düşüp korkuya kapılırlar. Oysa ki insanın düşünmemekle ölümden kaçamayacağı açıktır. Nitekim herkes karşısına çıkan herhangi bir gazetede dahi ölüm haberleriyle karşılaşır. Yolda giderken bir cenaze arabasına rastlar ya da bir mezarlığın önünden geçer. Zaman içinde her insanın yakınları ve akrabaları ölür. İnsan ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın ölümle her an karşılaşabileceği apaçık bir gerçektir. Bu gerçeği hatırda tutmak ise önemlidir. Çünkü ölümü düşünmek, bir insan için aslında pek çok hayra vesile olabilecek önemli bir olaydır. Bu gerçek, Allah'ın izniyle samimi düşünenler için geçici olan dünya hayatına bağlanmayı önleyebilecek, ahiret hayatında azaptan kurtulmaya vesile olabilecek bir nimete dönüşebilir.

Ölümü anmanın hikmetlerini görmek, insanın kurtuluşuna, Yüce Allah’a yakinini artırmaya vesile olması nedeniyle çok önemlidir. Bu nedenle yapılması gereken, gerçekleri göz ardı etmeyi bir kenara bırakarak Allah'ın kaderde tespit ettiği süreyi, Yüce Rabbimiz’e en iyi şekilde kulluk ederek geçirmeye gayret etmektir.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Ahiret kesin bir gerçektir

"Oysa onun, kendilerine karşı hiç bir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırdetmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, her şeyin üzerinde gözetici-koruyucudur." (Sebe Suresi, 21)

Bildiğimiz tüm kavramları Allah yaratmaktadır ve biz bunları ancak Allah'ın bize izin verdiği ölçüde kavrayabiliriz. Allah ise herşeye sonsuz derecede sahiptir. Örneğin insan ancak Allah'ın izin verdiği ölçüde bir akıl ve zekaya sahip olabilir. Ancak Allah, insan aklının idrak edemeyeceği üstünlükte sonsuz bir akla sahiptir. Yine insan, Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla şefkate, merhamete, affediciliğe sahip olabilir ama Allah sonsuz şefkatlidir, Allah'ın bu sonsuz şefkati tüm kainata, tüm yarattıklarına hakimdir. Allah'ın sonsuz merhameti küçük bir kum tanesinden, yükünü taşıyan bir karıncanın ayaklarına, dağların heybetinden, uzayın genişliğine kadar herşeyin üzerindedir. Yine insan Allah'ın izin verdiği kadarıyla detayları görüp farkedebilirken, Allah her an, yarattığı canlı cansız herşeydeki tüm detaylara hakimdir. Çünkü bunların tümünü Allah yaratmaktadır. Ahiret hayatını ise Rabbimiz bizlere şöyle bildirmektedir:

"Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı." (Nahl Suresi, 41)

Allah dünyadaki herşeyi ve herkesi sonlu yaratmıştır ve dünyadaki tüm varlıklar birgün ölmeye mahkumdur. Ancak ölümle birlikte muhteşem bir yaratılış, ebedi olan ahiret hayatı, cennet ve cehennem başlayacaktır. Ölüm bir son değil, sonsuz hayata geçiş anıdır. Ahiret Allah'ın bizlere vadettiği ve kesin olarak gerçekşecek olan bir müjdedir.

Müslüman, Allah'a ve ahirete karşı derin bir saygı içindedir. Bu saygı, üslubuna, kullandığı kelimelere, gösterdiği ahlaka, yaşam biçimine, vicdanını kullanmasına, yüz ifadesine ve hayatının her aşamasına yansır. Verdiği kararlarda, yaptığı eylemlerde ahiretin varlığından ve Allah'a hesap vereceğinden kesin olarak emin olmanın getirdiği bir samimiyet ve hassasiyet vardır.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Kuşkulardan ve vesveseden kurtulabilmenin sırrı

İman eden kulların üzerinde şeytanın bir etkisi olmamakla birlikte, kimi zaman şeytan iman edenlere de yaptıkları bir işte, işledikleri bir amelde vesvese vermeye çalışabilir.

Allah'ın Kuran'da bildirdiği önemli bir sır da insanın kendisine gelen vesveseden nasıl kurtulacağıdır. Bu, Allah'tan korkan ve cenneti umut eden müminler için çok önemli bir konudur. Çünkü vesvese şeytanın insanları Allah'ın yolundan uzaklaştırmak, onları boş ve amaçsız işlerle uğraştırarak vakitlerini almak amacıyla fısıldadığı yanıltıcı sözlerdir. Şeytan bu yolla insanlara, hüzün, korku sıkıntı vermeye, aralarını açmaya, Allah, Kuran ya da din hakkında kuşkuya düşürmeye çalışır. Hak olmayan konularda insanları uzun ve olmadık kuruntulara düşürür. Kuran'da şeytanın vesvese verme özelliğini anlatan ayetlerden bazıları şöyledir:

"Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 119-120)
Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir. (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar) (Nas Suresi, 5)

Şeytanın müminlere fısıldadığı kuruntular ne olursa olsun, Allah'ın gösterdiği yola uyduklarında, şeytan onları oyalayamayacaktır. Allah, şeytana karşı müminlere şunu hatırlatır:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)

Ayette görüldüğü gibi, müminler şeytandan gelen vesveselere karşı çok dikkatlidir. Uzun uzun oturup ondan gelen vesveseleri düşünerek vakit kaybetmez, söz konusu vesveselerle Allah'ın razı olmayacağı, bir mümine yakışmayacak sıkıntılı, hüzünlü korkulu bir ruh haline girmezler. Bir sıkıntı, Kuran'a uygun olamayan bir düşünce hissettiklerinde hemen düşünürler. Bunun Allah'ın hoşnut olmayacağı şeytandan gelen bir vesvese olduğunu anlarlar. Hemen Allah'ı ve Kuran ayetlerini düşünerek şeytanın fısıldamalarından kurtulurlar.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Allah, dünyayı isteyenlere dünyayı verir, ancak onlar ahirette büyük bir kayıp içinde olurlar

Allah'tan gereği gibi korkup sakınmayan, ahirete de kesin bir bilgiyle iman etmeyen insanların istekleri sadece dünyaya yönelik olur. Onlar zenginliği, mülkü, itibarı hep bu dünyadaki hayatları için isterler. Allah, sadece dünya için istekte bulunanların ahirette bir kazançları olmayacağını bildirir. Müminler ise hem dünya hayatları hem de ahiretleri için Allah'tan istekte bulunurlar, çünkü ahiretin dünya hayatı kadar kesin ve yakın bir hayat olduğuna iman ederler. Allah, bunu Kuran'da şöyle bildirir:

... İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir. (Bakara Suresi, 200-202)

Müminler de dualarında Allah'tan sağlık, zenginlik, ilim ve güzellik isterler. Ancak onların her dualarında Allah'ın hoşnutluğu ve dine uygun bir niyet vardır. Örneğin zenginliği, Allah yolunda kullanmak için isterler. Bu konuyla ilgili olarak Allah'ın Kuran'da örnek verdiği peygamberlerden biri Hz. Süleyman (as)'dır.

Hz. Süleyman (as), Allah'tan kendisine kimsenin erişemeyeceği kadar büyük bir mülk vermesini isterken bunu dünyaya yönelik bir hırs olarak değil, Allah yolunda kullanmak, insanları Allah'ın dinine çağırmak ve Allah'ı zikretmek için istemiştir. Hz. Süleyman (as)'ın Kuran'da bildirilen sözleri onun samimi niyetinin bir göstergesidir: Ayette şöyle buyrulmaktadır:

"... Gerçekten ben mal sevgisini Allah'ı zikretmekten dolayı tercih ettim." (Sad Suresi, 32)

Allah, Hz. Süleyman (as)'ın bu duasını kabul etmiş, ona hem dünyada büyük bir mülk vermiş, hem de onu ahiret nimetleriyle mükafatlandırmıştır. Bunun yanında, sadece dünya hayatını isteyen, ahireti düşünmeyenlere de Allah dünyada isteklerini verir, ancak onlara ahirette azap dolu bir hayat vardır. Dünya hayatında sahip oldukları hiçbir nimete ahirette ulaşamazlar.

Allah bu önemli bilgiyi Kuran'da şu ayetleriyle insanlara bildirmektedir:

Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde arttırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur. (Şura Suresi,20)
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. (İsra Suresi, 18)

18 Nisan 2012 Çarşamba

Duada sınır tanımamak

İnsan helal-haram sınırları içinde Allah'tan herşeyi isteyebilir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, Allah tüm evrenin tek hakimi ve tek sahibidir ve eğer dilerse, insana her dilediğini verir. Dua ile Allah'a yönelen her insan, Allah'ın herşeye gücünün yettiğine, her isteğinin Allah için çok kolay olduğuna, duası kendisi için hayırla sonuçlanacaksa Allah'ın isteğini gerçekleştireceğine iman etmelidir. Kuran'da örnekleri verilen peygamberlerin ve salih müminlerin duaları, müminlerin Allah'tan neleri istediklerine dair birer örnektir. Örneğin Hz. Zekeriya (as) Allah'tan hayırlı bir soy istemiştir ve karısı kısır olmasına rağmen Allah onun duasına karşılık vermiştir:

Hani o (Hz. Zekeriya (as)), Rabbine gizlice seslendiği zaman; demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben Sana dua etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana Kendi Katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) razı olunan(lardan) kıl." (Meryem Suresi, 3-6)

Allah, Hz. Zekeriya (as)'ın duasını kabul etmiş ve onu Hz. Yahya (as) ile müjdelemiştir. Hz. Zekeriya (as) ise, bir oğlu olacağı müjdesini aldığında, eşi doğuma elverişli olmadığı için buna şaşırmıştır. Allah'ın, melekleri vesilesiyle Hz. Zekeriya (as)'a verdiği cevap müminlerin dualarında unutmamaları gereken bir sırrı içermektedir:

Dedi ki: "Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım." (Ona gelen melek:) "Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değil iken, seni yaratmıştım." (Meryem Suresi, 8-9)

Kuran'da duasına icabet olunan daha birçok peygamberin haberi verilmektedir. Örneğin Hz. Nuh (as), hidayet bulmaları için her yolu denediği, ancak buna rağmen azgınlığı giderek artan kavmi için Allah'tan azap istemiş ve Allah duasına karşılık kavmine, tarihe geçecek kadar büyük ve şiddetli bir azap vermiştir.

Bir sıkıntı dolayısıyla Hz. Eyüp (as) da Allah'a çağrıda bulunarak "... Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın" (Enbiya Suresi, 83) demiştir. Allah, Hz. Eyüp (as)'ın duasının karşılığını Kuran'da şöyle bildirir:

Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 84)

Hz. Süleyman (as)'ın Kuran'da haber verilen, "Rabbim beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen karşılıksız armağan edensin" (Sad Suresi, 35) şeklindeki duasına karşılık Allah ona çok büyük bir iktidar ve zenginlik vermiştir.

Dolayısıyla, dua edenler, Allah'ın gücünün herşeye yettiğini ve Allah'ın 'Ol' emriyle, herşeyin bir anda olabileceğini bilmeli ve bunlara iman ederek Allah'tan istekte bulunmalıdırlar. Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, Allah için herşey kolaydır ve Allah her duayı işitir ve bilir.

11 Nisan 2012 Çarşamba

Allah'ın dinine uymak kolay olandır


İnsanların büyük bir çoğunluğu, din ahlakını yaşamanın hayatlarını zorlaştıracağını, onlara birtakım ağır sorumluluklar yükleyeceğini zannederler. Bu, şeytanın dinden saptırmak için insanlara verdiği bir vesvese ve büyük bir yanılgıdır. Önceki konularda da değinildiği gibi, din ahlakı kolaylıktır. Allah, iman eden insanlara zorlukların ardından kolaylık dilediğini bildirir. Ayrıca tevekkül ve kadere iman gibi dinin temel konuları, insanın üzerindeki tüm ağırlıkları, zorlukları, sıkıntı ve hüzün veren tüm olayları kaldırır. Din ahlakını yaşayan bir insan için sıkıntılı, hüzün veya ümitsizlik veren hiçbir konu kalmaz. Allah, birçok ayetinde Kendisi'ne uyanları ve dinine yardım edenleri yardımıyla destekleyeceğini ve onları hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayatla yaşatacağını vaat eder. Vaadinden asla dönmeyen Rabbimiz'in bu konu hakkındaki sözleri şöyledir:

Allah, bunun yanında dinine uyanları bu kolay olan yolda başarılı kılacağı sırrını da müminlere Kuran'da şöyle müjdeler:

Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. (Leyl Suresi, 5-7)

Kur'an'da bildirilen bu sırlardan anlaşıldığı gibi, Allah'ın dinine samimi olarak yönelen insan en başından başarılı olacağı, dünyada da ahirette de kazanç elde edeceği bir yolu seçmiştir. İnkar edenler içinse, tam tersi söz konusudur. Onlar da en başından kaybedilmiş, hüzün, mutsuzluk ve kayıp dolu bir dünya ve ahiret hayatına sahip olurlar. Onlar inkara karar verdikleri anda, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kaybederler. Allah, bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse, ve en güzel olanı yalan sayarsa, Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız. (Leyl Suresi, 8-10)

Allah herşeyin sahibi ve yaratıcısıdır. Elbette ki Allah'ın dostluğunu, yardımını, desteğini kazanmak bir insan için tüm güçlerin ve desteklerin üzerindedir. Kim Allah'ı dost edinir ve O'na teslim olursa, o insanın dünyada ve ahirette çok büyük bir kazanç ve güzellik içinde yaşayacağı, hiçbir olaydan ve hiçbir insandan zarar görmeyeceği kesin bir gerçektir. Öyle ise, akıl ve vicdan sahibi her insanın, Allah'ın Kur'an'da bildirdiği bu sırları kavrayıp, akılcı ve doğru olanı seçmesi gerekir. İnkarcıların bu açık gerçekleri anlayamamaları ise ayrı bir sırdır. Onlar ne kadar zeki veya kültürlü olurlarsa olsunlar, Allah onların akıllarını almıştır ve bu gerçekleri görmeleri engellenmiştir.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Allah'ın İnkar Edenlere Hemen Azap Vermemesinin Sırrı

İnsanların yaptıkları kötülüklerin karşılığını hemen almadıkları, her karşılığın belli bir vakte kadar ertelenmesi Kuran'da bildirilen sırlardan biridir. Allah bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azabla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır. (Kehf Suresi, 58)

Birçok insan yaptığı kötülüğün karşılığını hemen almayınca, kötülüklerin karşılıksız kalabileceğini zanneder. Hatta bu nedenden dolayı tevbe etmez, pişmanlık duymaz ve tavrını düzeltmez, karşılıksız kalacağını sandığı için azgınlığını daha da artırır. Akılsız olduğu için, bunun gelecek olan azabını daha da dayanılmaz yapacağını hesap edemez. Allah, bu konuda şöyle hükmetmektedir:

O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)

Bu, Allah'ın insanları denemek için yarattığı bir ertelemedir. Oysa, her insanın yaptıklarının karşılığını alması için Allah Katında belirlenmiş bir süre vardır. O süre geldiğinde ne bir an öne alınır, ne bir an ertelenir. Allah, herkesin karşılığını mutlaka alacağını ayetlerinde şöyle açıklar:

Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı, muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu. (Taha Suresi, 129)
Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır. (Araf Suresi, 183)

28 Mart 2012 Çarşamba

İnkarcıların ve Müminlerin ölüm şekilleri birbirinden farklıdır

Ölümle ilgili pek çok insanın bilmediği bir sırrı Allah Kuran'da haber verir. Bu sır, insanın gerçek ölüm şeklinin, yani ölüm anında gördüklerinin, dışarıdan diğer insanların gördükleri ile aynı olmadığıdır. Allah, ölüm anındaki insanın çevresindekilerin şahit olduklarından farklı olayları yaşadığını ayetlerde şöyle bildirir:

Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz. Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (Vakıa Suresi, 83-85)

Allah'ın ölüm anıyla ilgili bildirdiği bir başka sır ise insanların göremedikleri bu anlarda inkarcıların çok büyük bir korku ve ızdırap yaşadıklarıdır. Allah bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (Enam Suresi, 93) 
Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azaplandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

Allah'ın Kur'an'da bildirdiği bu sırra göre, inkar eden bir insan yatağında huzur içinde ölmüş gibi görünebilir. Ölümü sırasında hiçbir acı çekmediği, zorluk yaşamadığı, yavaşça gözlerini kapattığı zannedilebilir. Oysa Allah inkarcının ölümünün büyük ızdıraplar ve zorluklar içinde olduğunu bildirmektedir. Ölüm meleklerinin inkarcıların canlarını alış şekilleri ise ayetlerde şöyle bildirilir:

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. (Muhammed Suresi, 27-28)

İnkarcıların bu zorlu ölümlerinin aksine müminlerin ölümleri çok kolaydır. Örneğin inkarcıların tam aksine, Peygamberle birlikte savaşa çıkan ve savaşta hançerlenerek öldürülen bir mümin, aslında çok huzurlu ve korku duymadığı bir ölüm anı yaşar. Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi, onların canları yumuşakça çekilip alınacaktır ve onlar melekler tarafından selam ve müjde ile karşılanacaklardır. Allah müminlerin ölümlerinin nasıl olacağını ayetlerinde şöyle bildirmiştir

Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)

21 Mart 2012 Çarşamba

Müminlerin Yüzünde Nur,
 İnkarcıların Yüzünde Zillet Olur


İmanın ve inkarın insanların yüzlerine ve derilerine yansıması Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlardan başka bir tanesidir. Allah birçok ayetinde iman edenlerin yüzlerinde bir nur, inkarcıların yüzlerinde ise karanlık bir zillet olduğunu bildirir:
Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar... (Şura Suresi, 45) 
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26-27)
Allah'ın bu ayetlerde bildirdiği gibi, inkarcıların yüzünde zillet ve bir karartı vardır. Buna karşın müminlerin yüzleri ise nurludur. Allah onların, yüzlerindeki secde izinden tanındıklarını bildirir:
Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir... (Fetih Suresi, 29)
Allah başka ayetlerinde de inkarcıların ve suçluların simalarından tanındıklarını bildirir:
(Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (Rahman Suresi, 41)Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi, 30)
Bir insanın imanına veya suçlu bir günahkar olmasına göre yüzünde fiziksel değişiklikler meydana gelmesi Allah'ın büyük bir mucizesi ve Kuran'da bildirdiği önemli bir sırdır. Manevi hisler, fiziksel olarak bedende etki meydana getirmekte, o insanın tüm hatları aynı kalmasına rağmen yüzündeki ifadesi değişmekte, yüzüne bir  aydınlık veya karanlık gelmektedir. Çevresine iman gözüyle bakan bir insan, Allah'ın insanlarda meydana getirdiği bu mucizesini eğer Allah dilerse görebilir.

14 Mart 2012 Çarşamba

Allah'ın insanlara genişlik vermesinin sırrı

İnsanların en büyük yanılgılarından biri herşeyi sebeplere bağlı olarak düşünmeleridir. Örneğin daha önceki konularda da bahsedildiği gibi, mallarını Allah yolunda harcadıklarında paralarının kalmayacağını zannederler. Oysa Allah'ın yaratışında onların bilmedikleri bir sır vardır ve Allah, infak edenler üzerinde dünyada ve ahirette nimetlerini artıracağını bildirir. Allah, bunları elbette ki sebeplere bağlı gibi gösterir. Örneğin infak ettiği için, bereketi artan bir insanın işlerinin rast gitmesini sağlar, işlerini kolaylaştırır ve kazancını artırır. Ya da bir insan, önceki konuda da söz edildiği gibi, azgın bir insanı yumuşak sözle ikna edemeyeceğini zannedip, ona karşı tek çarenin zor kullanmak olduğunu düşünebilir. Oysa, Allah'ın emrine uyan bir insan için, Allah'ın Kur'an'da bildirdiği sırlar tek çözümdür.

Kur'an'da bunlara benzer olarak verilen sırlardan biri de, Allah'ın bir başka emridir:

Ey iman edenler, size meclislerde "yer açın" dendiği zaman, yer açın; Allah size genişlik versin. Size: "Kalkın" denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." (Mücadele Suresi, 11)

Allah, bir toplantıda, yeni gelenler için veya kalabalığın azaltılması için yer açılması gerektiğinde, müminlerin bu çağrıya hemen uymalarını emreder. Bu, hem ince düşünce, hem fedakarlık, hem de itaat göstergesidir. Allah, bu davranışın bir karşılığı olarak, müminlere genişlik vereceğini ve onları derecelerle yükselteceğini bildirir. Allah her insanın niyetini ve kalbini elinde tutar. Allah bir davranıştan hoşnut olduğunda, o insana dilediği her şekilde nimet ve güzellik verebilir. Bu nedenle, müminler herşeyin sonucunu ve karşılığını Allah'tan beklerler. Bir toplantıda yer açtıklarında, insanlardan teşekkür veya minnettarlık değil, Allah'ın hoşnutluğunu ve O'nun kalplerine vereceği huzur ve genişliği ve derecelerindeki artışı umarlar.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Sonsuz mutluluk mu? Sonsuz pişmanlık mı?

Bu dünyadan ahirete götürülecek tek şey Allah rızası için yapılmış olan salih amel ve ibadetlerdir. Müminin asıl hedefi de sadece ahirettir. İnsan dünya hayatında kendisine Rabbimiz tarafından sunulan nimetlerle denendiği için bunlardan faydalanırken de Allah rızasını gözetir.

Mümin ahiretteki sonsuz cennet hayatını hedefler. Tüm hayatı Allah'ın rızasını ve bu büyük "kurtuluş ve mutluluk"u elde etmek üzerine kuruludur. Müminler için en büyük mutluluk dünya hayatında yaptıklarına karşılık Yüce Allah'ın rızası kazanmış olmaktır.

İnkar edenler, "az bir yararlanma"dan (Al-i İmran Suresi, 197) başka bir şey olmayan dünyayı elde etmek için ellerinden gelenin "en çoğunu" yaparlar. Fakat bu sonu hüsranla bitecek olan bir oyalanmadır.

Cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar büyük acıların yaşanacağı bir yerdir. İnkarcıların şiddetle bağlandıkları bu dünya ise büyük bir aldanıştan ibarettir. Dünya kıyametle birlikte yok olacaktır, ama cehennem hep var olacaktır.

İman etmemiş olanlar için ölüm kesin bir yıkım ve felaketin başlangıcıdır. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayarak Yüce Allah'ı unutanlar, ölüm geldiğinde pişmanlık duyacaklardır.

..."Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır." (Nisa Suresi, 119)

Kur'an ahlakına uymayan her insan -Allah'ın dilemesi dışında- kıyamet günü büyük bir pişmanlık yaşayacaktır. Böyle büyük bir pişmanlık yaşamamak için insan şeytanın kendisini bu geçici dünya hayatı ile aldatıp oyalamasına izin vermemelidir.

(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 120)

Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 121)

15 Şubat 2012 Çarşamba

Ölümü hatırda tutmak elzemdir

Her insan kesin bir gerçek olan ölümü, Yüce Rabbimiz'in kaderde belirlediği bir zamanda, nerede olursa olsun yaşar. İnsanların sahip oldukları güzellik, zenginlik, makam veya herhangi bir güç kendilerini ölümden uzaklaştıramaz; ölüm muhakkak yaşanır. Buna rağmen pek çok insan ölümü düşünmez, hatta özellikle bu düşünceden kaçarlar. Ama bu kaçışın hiçbir faydasının olmayacağı Kur'an ile insanlara bildirilmiştir. Bir ayette, Allah ölüm gerçeğini şöyle haber vermiştir:

"De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

İnsanların çoğu özellikle de gençken ölümü hiç akıllarına getirmek istemezler. Ölümü herşeyin sonu olarak gördükleri için bu gerçeği düşündüklerinde sıkıntıya ve üzüntüye düşüp korkuya kapılırlar. Oysa ki insanın düşünmemekle ölümden kaçamayacağı açıktır. Nitekim herkes karşısına çıkan herhangi bir gazetede dahi ölüm haberleriyle karşılaşır. Yolda giderken bir cenaze arabasına rastlar ya da bir mezarlığın önünden geçer. Zaman içinde her insanın yakınları ve akrabaları ölür. İnsan ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın ölümle her an karşılaşabileceği apaçık bir gerçektir. Bu gerçeği hatırda tutmak ise önemlidir. Çünkü ölümü düşünmek, bir insan için aslında pek çok hayra vesile olabilecek önemli bir olaydır. Bu gerçek, Allah'ın izniyle samimi düşünenler için geçici olan dünya hayatına bağlanmayı önleyebilecek, ahiret hayatında azaptan kurtulmaya vesile olabilecek bir nimete dönüşebilir.

Ölümü anmanın hikmetlerini görmek, insanın kurtuluşuna, Yüce Allah'a yakinini artırmaya vesile olması nedeniyle çok önemlidir. Bu nedenle yapılması gereken, gerçekleri göz ardı etmeyi bir kenara bırakarak Allah'ın kaderde tespit ettiği süreyi, Yüce Rabbimiz'e en iyi şekilde kulluk ederek geçirmeye gayret etmektir.

8 Şubat 2012 Çarşamba

İbadetleri yaşlılığa ertelememek gerekir

Normal bir akla ve şuura sahip olan herkesi, Allah, Kur'an ahlakını yaşamakla ve Kur'an hükümlerini yerine getirmekle sorumlu tutmuştur. Bu ibadetleri yerine getiren bir insan hem dünya hayatında güzel bir hayat yaşar, hem de sonsuz cennet hayatını kazanır. İnsanın "gençliğimi yaşayayım, nasıl olsa yaşlanınca ibadetlerimi de yapar, ahireti de kazanırım" düşüncesiyle Allah'a karşı olan sorumluluğunu bile bile ertelemesi ahiret hayatını kaybetmesine neden olabilir. Allah; "Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır." (Nisa Suresi, 18) ayetiyle insanlara bu gerçeği haber vermiştir.

Ayrıca unutulmamalıdır ki, hiç kimse ölümle ne zaman karşılaşacağını bilemez. Buna rağmen insanın öleceği vakti biliyormuş gibi ibadetleri yerine getirmeyi belirli bir vakte ertelemesi kuşkusuz ki büyük bir hata olur. Zira ölümle karşılaştıktan sonra insan her ne kadar pişman olup geri dönmeyi istese de bir daha böyle bir imkan elde edemeyecektir.

Dünya bütün insanlar için bir imtihan yeridir. Bu imtihanın gereği olarak insanlar yaptıkları her tavırdan, fiili olarak yerine getirdikleri veya getirmeyip erteledikleri tüm ibadetlerden sorumludurlar. Kur'an'da bildirilen ibadetleri yerine getirmeyen, Allah'tan korkup sakınmayan, Allah'ın rızasına ve Kur'an'a uymayan bir insan ne kadar iyi niyetli olduğunu iddia ederse etsin, bu düşüncesinin ona ahirette bir faydası olmayacaktır. Ayrıca "kalp temizliği"nin tek ölçüsü Kur'an'dır. Yani bir insan ancak Kur'an ahlakına uygun olarak samimi niyetli, ihlaslı bir insansa "kalbim temiz" diyebilir. Yoksa bir insanın kendi değer yargıları ile kalp temizliği iddiasında bulunmasının bir anlamı yoktur.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Ahiret için ciddi çaba gösterenler

Müminlerin Allah'ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için hayatları boyunca 'ciddi bir çaba' göstermeleri, onların Yüce Allah'a olan sadakatlerinin bir göstergesidir. Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de müminlere Allah'ın rızasını ve ahiretini kazanmak için 'ciddi bir çaba' göstermekle sorumlu olduklarını buyurmuştur. Müminler bu 'ciddi çabayı', hem kendi nefislerini imani açıdan olgunlaştırıp Allah'ın hoşnut olacağı bir yapıya kavuşturmak, hem de Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de tarif ettiği güzel ahlakı insanlara anlatmak için gösterirler. Müminlerin Allah'a karşı duydukları iman ne kadar güçlü olursa, Allah'ın onların kalplerine hissettireceği şevk ve heyecan da o kadar kuvvetli olacaktır. Böylece müminler hem nefislerini terbiye etmiş olacaklar, hem de Allah'ın razı olacağı bir insan olabilmek için gerekli olan çaba ve şevke sahip olacaklardır. Yüce Allah , Kur'an-ı Kerim'de şöyle öğütlemiştir:

Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)

İşte müminler ciddi çabayı ilk olarak kendi nefislerini Allah'ın razı olacağı bir hale getirmek için harcarlar. İnsanın kendi isteklerine ve tutkularına göre değil de, tamamen Allah'ın istediği şekilde hareket etmeye çalışması, şüphesiz ki ancak Rabbimiz'e karşı duyulacak içten bir bağlılıkla mümkündür. Müminler dünyada üstlenmeleri gereken en büyük sorumluluklardan birinin, kendi nefislerini terbiye etmek olduğunun farkındadırlar. Hayatları boyunca kendilerine sürekli olarak kötülüğü emreden ve kendilerini Allah'ın rızasından uzaklaştırmaya çalışan bu saptırıcı güçle mücadele halindedirler. Nefislerinin aldatmacalarına karşı son derece uyanık olur ve Allah'ın rızasına uygun olmayacak hareketlerden şiddetle kaçınırlar. Allah'ın ve Peygamberimiz (sav)'in güzel ahlak konusundaki tavsiyelerini bilen müminler, hem kendi nefislerine karşı mücadele etmek hem de Kur'an ahlakını insanlara anlatmak için büyük bir çaba gösterirler.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Tevazu kolay ve rahat bir hayat getirir 2

Şeytan ise secde etmekte direnmiş ve mazeret olarak şunları söylemiştir:

Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Sad Suresi, 76)

Ayette de bildirildiği gibi, şeytan kendisini diğer yaratılmışlara göre üstün gördüğü için, Allah'ın emrinden dahi çıkabilecek kadar azgınlaşmıştır.

Kur'an'da kendilerini üstün zannettikleri için sapanlardan da söz edilmektedir. Örneğin, Yahudi ve Hıristiyanlar, "Biz Allah'ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz..." (Maide Suresi, 18) diyerek sapmaktadırlar. Ancak, onlar da dahil olmak üzere bütün insanlar, Allah'ın yarattığı aciz varlıklardır. Her insan Allah'a muhtaçtır ve Allah'ın kendisi için yarattığı kaderi izler. Hiçbir insan kendi kendine bazı özellikler kazanıp sonra bunlarla üstünlük kazanamaz. İnsanların üstünlüğü ancak Allah'a yakınlıkta, takvada gösterdikleri çaba ile ölçülebilir.

Allah'ın kendisini ayrıcalıklı ve üstün zannedenlere Kuran'da verdiği cevap şöyledir:

"... Peki, ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azablandırıyor? Hayır, siz O'nun yarattığından birer beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır. Son varış O'nadır." (Maide Suresi, 18)

Kibirli insanlar, dünya hayatında hiçbir emellerine erişemedikleri gibi, en önemlisi Allah'ın sevgisini de kaybederler. Allah bir ayetinde bunu şöyle bildirir:

"İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Lokman Suresi, 18)

Tevazulu insanlar ise, kibirli insanların yaşadıkları sıkıntı ve baskıları hiçbir zaman yaşamazlar. Elbette ki her insan herşeyin en güzeline sahip olmayı, herşeyin en iyisini yapmayı ister. Ancak bunları dünyevi hırslarını tatmin etmek, insanların gözlerinde büyümek ve bundan dolayı saygı görmek için yapanlar büyük bir kayıp içindedirler. Mütevazi bir insan ise bunların hepsini Allah'ı razı etmek ve sevap kazanmak için ister. Bir şey başardığında veya güzel bir özelliğe sahip olduğunda, bunların hiçbirinin kendisinden olmadığını, her birinin Allah'ın kendisine lütfettiği nimetler olduğunu bilir. Bunları kendisine veren, kaderinde kendisine başarı, güzellik ve nimet yaratan Allah'a şükreder. Dolayısıyla bunlardan herhangi birini kaybettiğinde de mutsuz olmaz. Bunun da kendisi için bir deneme olduğunu bilir ve tevekkül eder. Ne başarıyı ne de başarısızlığı, ne güzelliği ne de çirkinliği sahiplenmez. Hepsinin dünya hayatında kendisini denemek için yaratılan olay ve görüntüler olduğunu bilerek, bu inancının kendisine verdiği huzur ve rahatlığı yaşar.

Bediüzzaman da kibirli ve mütevazi insanların yaşamları arasındaki farkı kısaca şöyle özetler:

"Kendini beğenen belayı bulur, zahmete düşer. Kendini beğenmeyen safayı bulur, rahmete gider." (Mektubat, s.301)