29 Temmuz 2008 Salı

İyiler çekişmelerden kaçınarak birlik olmalıdırlar

Birlik, beraberlik, dayanışma, dostluk, fedakarlık, yardımlaşma, gözetip kollama ve benzeri özellikler Kuran ahlakının temelini oluşturan güzelliklerden bazılarıdır. İslam dininde insanlar hep hoşgörü, sevgi ve barış dolu, insanların birbirlerine karşı anlayış gösterdikleri, huzurlu bir ortamda yaşarlar. Bu özelliklere sahip toplumlar ise her zaman için daha hızlı gelişebilir ve güç kazanabilirler. Çünkü, birlik ve beraberlik sağlandığında, toplumun bireyleri güç ve enerjilerini tartışmalara, kavgalara, sürtüşmelere, çatışmalara, savaşlara değil, hep hayır ve güzellik dolu işlere yönlendireceklerdir. Ayrıca herkesin emeğini, gücünü, şevkini kattığı, birbirine maddi ve manevi yönden destek sağladığı işlerde büyük bir bereket ve güzellik oluşacaktır.
Ancak herşeyden önemlisi birlik ve beraberlik içinde hayır için çalışan insanlara Allah Katından bir yardım, bir destek ve güç verileceği müjdelenmiştir. Bu nedenle Allah bazı ayetlerinde müminlere birbirleriyle çekişmemelerini, yoksa güçlerinin gideceğini ve zayıf düşeceklerini hatırlatmıştır. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

İyiler ve dostlar arasında birleştirici bir rol üstlenmek Allah'ın tavsiye ettiği bir ahlaktır. Özellikle kötülerin azgınlıklarının arttığı bir dönemde müminler arasında kırgınlık, küsmek, alınganlık, çekişme gibi şeytandan olan pislikler kesinlikle barındırılmamalıdır. Bu tür durumları gidermek için çaba gösteren, birleştirici ve uzlaştırıcı bir tutum izlemek güzel bir ibadettir. Allah bunu bir ayette şöyle bildirir:
Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)

Çekişmek, sürtüşmek, düşmanlık, kin, nefret gibi duyguların tamamı şeytanın insanlar üzerindeki telkini ile oluşan kötü ahlak özellikleridir. Salih Müslümanlar hiçbir zaman bu hislerle hareket etmezler, daima ihlaslı, tevazulu, dostane ve birbirlerine karşı düşkün ve sevgi doludurlar. Halis niyetli olmayan insanlar en yakın arkadaşlarının, hatta öz kardeşlerinin dahi başarılarını, güzelliklerini çekemeyebilir, haset ederek düşmanlık gösterebilirler. Ancak salih bir Müslüman diğerlerinin başarılarıyla ve güzellikleriyle kıvanç duyar, bunlara kendisininmiş gibi sevinir, Allah'a hamd eder. Hatta bu kişinin güzelliklerinin ve başarılarının daha da artması için ona yardımcı olur, gerekirse yol gösterir. Bu ahlaka sahip olmayan insanlar ise bilakis başarısının yollarını tıkamaya çalışırlar. Rekabet, kıskançlık gibi hisler ise hayır yolunda yapılan işlerdeki ihlası kırar, bu da devamında o işin bereketini ve güzelliğini kaçırır.

20. yüzyılın en önemli İslam alimlerinden olan ve yazdığı eserlerdeki samimiyeti ile dikkat çeken Bediüzzaman Said Nursi, Kuran'ın bir tefsiri mahiyetinde hazırladığı Risale-i Nur Külliyatı'nda bu konuların üzerinde çok detaylı olarak durmuştur. Bediüzzaman müminlerin yaptıkları işlere rekabet gibi nefsin pisliklerinin karışmaması gerektiğini bir sözünde şöyle ifade etmiştir:
"Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirane alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlas kaçıyor. Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalaletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı olan, din ile dünyayı kazanmak ve ilmi hakikatla maişeti temin etmek, tama' ve hırs yolunda rekabet etmek gibi müdhiş ittihamlara maruz kalıyorsunuz. Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini ittiham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslekdaşına tarafdar olmak…" (Lemalar, s. 157-158)

Bediüzzaman Said Nursi'nin de belirttiği gibi Kuran ahlakına hizmet, inananların omuzlarında taşıdıkları bir hazine hükmündedir, son derece değerlidir. Herkesin bu değerli hizmette fedakarane bir yardımı ve desteği olmalıdır. Bu kıymetli hizmette şevk ve heyecanla göreve koşan bir mümini kıskanmak ya da kendine rakip olarak görmek salih bir Müslümana yakışmaz. Kıskanmak bir yana onun bu azmiyle gurur duyması ve desteklemesi gerekir.

Kıskançlık, şeytanın ittifakının bir vasfıdır. İhlasla çalışmanın içinde böyle bir kötülüğün yer alması ittifakın gücünü kırmaktan başka bir şeye yaramaz. Gücün gitmesi de sadece kötülerin ittifakına fayda verecektir. Bediüzzaman'ın da söylediği gibi bu hastalıkların tek çaresi nefsinden taraf olmayıp, daima dostuna taraf olmaktır.

Bediüzzaman İhlas Risalesi'nde ise, müminlerin aynı bir fabrikanın çarkları gibi birbirleriyle son derece uyumlu ve birbirlerini tamamlayıcı yönde hareket etmeleri gerektiğini, birbirlerinin gıpta damarlarını tahrik edecek tavır ve konuşmalardan kaçınmalarını söylemiştir:
...Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa'ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kuran'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız… (Lemalar, sf. 160-161)

Bu örnekte de olduğu gibi, nasıl fabrikanın çarkları birbiriyle uyumlu, rekabetten uzak çalışıyorsa ve hiçbiri bir diğerinin önüne geçmiyorsa ve ancak bu şekilde üretim kusursuz, eksiksiz ve zamanında elde edilebiliyorsa, Allah rızası için hayır yolunda çaba gösteren müminlerin de aynı uyum içinde hareket etmeleri gerekir. Birbirlerinin eksiklerini araştırmadan, kusurlarını görmeden, hatta biri bir diğerinin eksiğini tamamlayarak çaba göstermelidirler. İnkarcıların şiddetle ittifak halinde olduğu, müminlere karşı kin ve nefretlerinin ağızlarından taştığı, zavallı insanlara, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara zulmedildiği bir ortamda, bu mazlum insanlar vicdan sahibi kimselerden medet ummaktadırlar. O halde samimilerin, vicdanlıların, dürüstlerin, akıl sahibi, salih insanların güçlerini birbirlerine karşı kullanmalarının Allah Katında büyük bir sorumluluğu olabilir. Müminlerin birbirleriyle ittifakı, yardımlaşmaları, aralarındaki dostlukları, tesanütleri, muhabbetlerini artırmaları ve hiçbir an ittifaklarını zayıflatacak bir ihtilafa düşmemeleri son derece önemlidir.

Hiçbir dünyevi hırsı bulunmayan, hayır olarak gördüğü her davranışı, her eseri, her faaliyeti kendisine bir pay çıkarmadan, benim senin ayırımı yapmadan hayır için kullanan, kıskançlık, rekabet gibi nefsin pisliklerinden sakınan insanların dayanışmaları kötü niyetli şer ittifakını mutlaka yıldıracaktır.


Milli Gazete

22 Temmuz 2008 Salı

İyiler ittifak etmezlerse yeryüzünde bozgunculuk ve zulüm olur

Günümüzde şiddet, terör, zulüm, sahtekarlık, dolandırıcılık, yalancılık, ahlaksızlık, utanmazlık, kavga, çekişme, yoksulluk, açlık geçmişte olduğundan çok daha fazladır. Buradan da anlıyoruz ki, kötülerin kötülükleri geçmiştekilerden çok daha şiddetlidir. Vicdan ve akıl sahibi her insan gafletten sıyrılmalı ve günümüzde tüm dünyada gelişen olaylara ibretle bakmalıdır. Kötüler ve kötülükler hem sayıca fazla, hem de maddi imkan olarak güçlü görünmekte ve yeryüzünde birçok insanın acı ve huzursuzluk içinde yaşamasına neden olmaktadır. Dinsizlik veya dinin Allah'ın insanlara vahyettiği şeklinden tamamen uzaklaştırılmış olması, Kuran ahlakının yaşanmaması yeryüzünde bozgunculuğun ve her türlü kötülüğün yayılmasına neden olmuştur. Allah dinsiz insanların yeryüzüne getirdikleri zararı bir ayette şöyle bildirmiştir:
Öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır. O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. (Bakara Suresi, 204-205)

Tüm iyi hasletlerini kaybetmiş, acıma duygusunu tamamen yitirmiş, milli ve manevi değerlerini hiçe sayan, hatta alay konusu edinen insanların zulümlerine ve kötülüklerine son verilmesi için en önemli konu iyi yürekli, vicdan sahibi kişilerin ittifak ederek, yeryüzünde kötülüğün yerine iyiliğin ve güzelliğin yaygınlaşmasına çalışmalarıdır. Allah bir ayette eğer müminler birbirlerine yardım etmezlerse yeryüzünde fesat çıkacağını şöyle haber verir:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Zaman her insanın kendi başının çaresine bakmasının değil, diğer insanlar için de ciddi bir çaba göstermesinin vaktidir. Birçok insan peygamber kıssalarını, sahabelerimizin hayatlarını detaylarıyla okur, onları takdir eder, üstün ahlaklarına övgüler yağdırır, cesaretlerini, atak ve itidalli, kınayanın kınamasından korkmayan, asla yılmayan, her türlü zorluğa göğüs geren tavırlarını anlatır. İşte onlar Allah'ın sevdiği, cennetinde ağırlayacağını müjdelediği, mübarek ve fedakar insanlardır. Onlar hayatları boyunca iyilik ve dürüstlük konusunda gözü kara davranmışlardır. Ancak bugün iyi insanlara düşen, sadece onların hayatlarını anlatmak değil, onları örnek almak ve her an onlar gibi davranmaktır. Her iyi insan, Kuran'da örnek gösterilen peygamberlerin, onlarla birlikte olan salih insanların ahlakına ulaşmak için birbiriyle yarış halinde olmalıdır. Aksi takdirde vicdan sahibi herkes bu dünya hayatında tanık olduğu kötülüklerden, bozgunculuklardan, kavga ve savaşlardan sorumlu olacaktır.

İşte kötülerin bu kadar şiddetlendiği, zayıf bırakılmış kadınların, çocukların bir yardım eden beklediği bu yüzyılda Müslümanların tesanüdü ayakta tutmaları ve her türlü zorlukta, sıkıntıda, her şart ve durumda birbirlerinin yardımına koşmaları gerekmektedir. Allah Al-i İmran Suresi'nde iman edenlerin kardeşliğini ve birbirlerine karşı göstermeleri gereken tavrı şu şekilde tarif eder:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Kötülerin tepkisini çekmemek ve onların kötülüklerinden sakınmak için bazı kimseler, haksızlıklara karşı kayıtsız kalabilmektedirler. Halk içinde kullanılan "suya sabuna dokunmamak", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibi tabirler bu kişilerin tavrını çok açık bir şekilde tarif etmektedir. Oysa vicdan sahibi insanların tavrı kesinlikle bu şekilde olamaz.
İyilik konusunda çekimser kalanlar bilmelidirler ki, onların olaylara karşı suskun ve ilgisiz tavırları kötülerin azgınlıklarını daha da artıracaktır. Örneğin bir yerde zavallı ve masum insanlar hiçbir sebep olmadan katledilirlerse ve iyilerden olduklarını iddia edenler olup bitenler karşısında hiç ses çıkarmaz, sessizce bu zulmü seyrederlerse onlar kötülere ve zalimlere aslında destek çıkmış olurlar.

Şu çok önemli bir gerçektir ki, hiç kimse yardım etmese bile Allah'ın yolunda olan samimi ve salih insanlara Allah mutlaka yardım eder ve onlara yaptıkları işlerde başarı verir. Bu, Allah'ın müminlere vaat ettiği bir müjdesidir. Allah, Peygamberimiz (sav) ve diğer elçilerine yardım edeceğini ayetlerde şöyle müjdelemektedir:
Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Bir zulüm karşısında iyilerden taraf olduğunu söyleyen her insanın elinden gelen her türlü desteği gücünün sonuna kadar vermesi gerekir. Bunun için yapması gereken ilk şey de, hangi tarafta olduğunu açık bir şekilde ortaya koymasıdır. Çünkü sessiz ve seyirci kalan, karşı koymak için elindeki imkanları kullanmayan bir insanın samimiyetinden, dürüstlüğünden şüphe edilir. Baştan beri üzerinde durduğumuz gibi kötülerin ittifakına destek olmak için mutlaka onların yanında olmak gerekmez. Onların yaptıklarına kayıtsız kalmak da bir nevi onlara destek olmak anlamına gelmektedir. Allah Hud Suresi'nde insanları, "Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur..." (Hud Suresi, 113) şeklinde uyarmaktadır. Kayıtsız kalarak destek olmak da zulme eğilim göstermenin başka bir şeklidir. Erdemli olan davranış, bir insanın kötüleri gördüğü anda, kendisine zarar vermiyor olsa bile, o kişinin kötülüğünü engellemek için akılcı bir çaba yürütmesidir. Aksi takdirde kötülerle isteyerek veya istemeyerek de olsa işbirliği yapmış olur; ki, bu da kendi aleyhinedir. Allah hesap günü iyilerin ve kötülerin tarafında olanların durumunu şöyle haber vermektedir:
Kim bir iyilikle gelirse, artık kendisine daha hayırlısı vardır ve onlar, o günün korkusuna karşı güvenlik içindedirler. Kim bir kötülükle gelirse, artık onlar da ateşe yüzükoyun atılır (ve onlara:) "Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz?" (denir). (Neml Suresi, 89-90)



Milli Gazete

15 Temmuz 2008 Salı

Kınayanın kınamasından korkmayanlar

İnkar eden ve din ahlakına karşı olan kimselerin en bilinen özelliklerinden biri, müminleri iftira ve yalanla karalamaya, onları halkın gözünde küçük düşürmeye, itibarlarını yok etmeye çalışmalarıdır. Ancak toplum içinde iyilerin, vicdan ve sağduyu sahibi insanların alacakları tavır, müfterilerin ve şer için yaşayanların bu çabalarını boşa çıkartacaktır. Çünkü eğer müfterilerin karşısında onların sözlerini dinlemeyen, onların sıraladığı iftiralara kulak asmayan ve bunlara inanmadıklarını söyleyen insanlar bulunursa, bu iftiralar mağdur durumdaki kişilere hiçbir zarar getirmez ve kötüler emellerine ulaşamamış olurlar.

Nitekim geçmişte Hz. Muhammed (sav)'in şerefli ve muttaki hanımına da iftirada bulunulmuştur. Allah iftiracılara karşı vicdan sahibi insanların nasıl bir tutum takınmaları gerektiğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:
O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür. Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? (Nur Suresi, 15-16)

Şu kesin bir gerçektir ki, Allah'a inanmayan veya Allah'tan korkup sakınmayan bir insan kolaylıkla yalan söyleyebilir, yanlış haber üretip yayabilir, insanları ne kadar zor durumda bırakacağını, onlara nasıl sıkıntılar vereceğini hiç düşünmeden iftiralar atabilir. Bu nedenle Allah'tan korkmayan, dini inançları zayıf, yaptıklarından dolayı kimseye hesap vermeyeceğini zanneden bir insanın söylediklerine güvenmek, o kişinin sözüne göre hareket etmek doğru ve mantıklı bir tavır olmaz. Allah bir ayetinde bu tür durumlarda müminlerin ne yapmaları gerektiğini şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz. (Hucurat Suresi, 6)

Fasık, günahkar, Allah'ın emirlerine zıt hareket eden kimse demektir. Öyle ise vicdan sahibi, hakkaniyetli ve adaletli insanların bu karakterdeki insanlardan gelen haberleri önce etraflıca araştırıp, sonra karar vermeleri gerekmektedir.

Takva sahibi insanlar sadece Allah'tan korkarlar ve tüm gücün sahibinin Allah olduğunu bilirler. Bu insanlar sürekli hesap gününü düşünürler ve tüm yaşamları boyunca hesap verecekleri bu gün için hazırlık yaparlar. Bu nedenle, iman sahibi insanları dünyevi herhangi bir şeyle korkutmak, onları yıldırmak, onlara korku, hüzün, endişe, ümitsizlik, karamsarlık vermek imkansızdır. Bu insanlar, dünya hayatında her ne olursa olsun, başlarına ne gelirse gelsin tüm bunları, teslimiyetle, neşe ve şevkle karşılarlar. Çünkü onlar Allah'ın dostudurlar, her işlerinde sonsuz merhametli, sonsuz şefkat sahibi ve bağışlayıcı olan Allah'ı kendilerine vekil edinmişlerdir. Her karşılaştıkları olayda, her zorluk anında, kendilerine söylenen her aleyhte söz ve iftirada, aleyhlerine kurulan tuzaklar esnasında Allah'ın yanlarında olduğunu, onları ve kötülük işleyenleri gördüğünü, işittiğini, izlediğini bilmektedirler. Allah Habir (bilendir) olandır. Bu nedenle inanmayanlar için felaket sayılabilecek olaylar iman edenler için korkutucu veya yıldırıcı değildir. Allah, böyle üstün bir ahlaka ve güçlü bir imana sahip olan kullarından Kuran'da pek çok ayetle söz etmiştir. Allah'ın geçmişte yaşamış ve her türlü zorluğa göğüs germiş böyle insanlardan söz ettiği ayetlerden birkaçı şöyledir:
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi. Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Al-i İmran Suresi, 146-148)

Allah'ın sevdiği, dünyada ve ahirette yardımıyla desteklediği bu salih insanların en önemli özelliklerinden biri kınayıcıların kınamalarından korkmamalarıdır. Allah bu konuyu Hz. Nuh'un kavmine verdiği bir cevapla bize şöyle haber vermiştir:
Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: "Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin." (Yunus Suresi, 71)

Allah'ın sevdiği, hoşnut olduğu, ahirette iyilerle ve salihlerle birlikte cennetinde ağırlayacağı salih insanlardan biri olmak için, iyilikte ve dürüstlükte sebatkar, azimli ve kararlı olmak gerekir. Samimi bir kul, en şiddetli haksızlıklarda veya kötülerin en ağır tehditleri karşısında dahi hakkı ve güzel olanı söylemekten ve savunmaktan kaçınmamalıdır. Allah'ın Kuran'da tüm insanlara örnek olarak gösterdiği peygamberleri üstün kılan özelliklerinden biri, onların en zorlu anlarda dahi hakkı savunmaktan vazgeçmemiş olmalarıdır. Onların bu kararlı ve cesur tavırları güçlü imanları sayesindedir. Hz. Şuayb'ın kendisini ölümle tehdit eden kavmine verdiği cevap müminlerin kararlılığına ve azmine güzel bir örnektir:
"Ey kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz, ben de yapacağım. Kime aşağılatıcı azap gelecek ve yalancı kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim." (Hud Suresi, 93)


Milli Gazete

8 Temmuz 2008 Salı

Bir insanın gerçek niyetini davranışları gösterir

İnsanların büyük bir bölümü, Allah'a ve Kuran'a iman ettiklerini söylemelerine rağmen, yaşantılarıyla ve savundukları değerlerle Kuran ahlakına ters düşmektedirler. Allah, Bakara Suresi'nde Allah'a ve ahiret gününe iman ettiğini söyleyen, ancak gerçekte yeryüzünde fesat çıkaranlardan olan bu insanların gerçek yüzlerini şöyle bildirmektedir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. Kendilerine: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz" derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: "Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz." (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır. İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır. (Bakara Suresi, 8-16)

Ayetlerde de bildirildiği gibi, bu tür insanlar kendilerinin son derece adaletli, dürüst ve erdemli insanlar olduklarını iddia eder ve çevrelerindeki insanların davranışlarını kınayarak, onlara nasihatler verirler. Oysa asıl fesat çıkartanlar, gizli ve sinsi yollarla insanlara zulmedenler, huzursuzluklara ve düşmanlıklara neden olanlar bu kişilerin ta kendileridir. Bu nedenle bir insanın güzel ahlaklı olup olmadığını anlamaya çalışırken önemli bir ölçü insanların yaptıkları ile sözlerinin birbirine uymasıdır. Örneğin bir insan Müslüman olduğunu, Allah'a iman ettiğini söylüyorsa, fakat bir yandan da Müslümanlara karşı sinsi bir mücadele içindeyse, o zaman bu insanın sözlerinin samimiyetinden şüphe etmek gerekir. Sözgelimi bugün milli ve manevi değerlere önem veren bir insan olduğunu, adaleti, güzel ahlakı, dürüstlüğü savunduğunu, herkesin böyle davranması gerektiğini söyleyen bir insan, bir yandan da ahlaksız, iffetsiz, saygısız insanların reklamını yapıyorsa, onları topluma gıpta edilen, ünlü, erişilmesi zor, saygıdeğer insanlar olarak tanıtıyorsa bu insanın samimiyetinden şüphe edilir. Ahlaksızlıkları "cesaret", "modernlik", "sosyetiklik", "marjinallik" olarak gösteren ve bu şekilde birçok insanın ahlaksızlığı, iffetsizliği, dejenere olmayı bir meziyet gibi görmesine ve bu insanların bir kopyası gibi yaşamak istemelerine neden olan insanların gerçek niyetleri ve anlayışları ortadadır.

Allah Kuran'da iyilerin ve kötülerin kimler olduklarını, hangi özelliklere sahip olduklarını, üsluplarını, diğer insanlara ve dünyaya bakış açılarını açıklamıştır. Samimi olarak iyiliği arayan bir insanın ilk olarak yapması gereken şey Kuran'da iyilerin özelliklerini görüp çevresindeki insanlarda bu özellikleri aramasıdır. Aynı şekilde kötülerin Kuran'da bildirilen özelliklerini görmek günümüzdeki kötüleri tanımak için de bir ölçü olacaktır.

Günahkar, haram yiyen, Allah'a ortak koşan, anne ve babalarına karşı saygısız ve vefasız, kolaylıkla kendi çıkarı için masum bir insanı öldüren, kötülüğü emreden, iyilikten alıkoyan, cimri, Allah'ı unutmuş, aşağılık, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), hayrı engelleyen, saldırgan, zorba-saygısız, Allah'ın ayetleri okunduğunda veya dinden söz edildiğinde "(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır" diyen, bir avuç toprak veya su için insanları katleden, çocuk, yaşlı, kadın, erkek ayırmadan insanları yurtlarından çıkaran, işkencelere uğratan ve bunları yapanlara ses çıkarmayan, Kuran'ın bir bölümüne inanıp bir bölümüne inanmayan, bozgunculuk çıkaran, dirlik ve düzeni bozan, diğer insanlarla veya topluluklarla alay eden, insanlara kötü lakaplar takan, dedikodu yapan, iftira atan, insanların gizli yönlerini araştıran, zanda bulunarak insanlar ve olaylar hakkında kesin hükümler veren ve bunları insanlar arasında yayarak kışkırtıcılık yapan, zalim, cahil, bencil, keskin diliyle insanları eleştirerek inciten, hain, fasık, büyüklük taslayan, gafil, yalan düzüp uyduran, azgın, akıl erdirmeyen, laf dinlemeyen, umutsuz, inatçı, kendini beğenmiş, şımarık, böbürlenen, kibirli, hak karşısında direten, nankör ve şüpheci…

Yukarıda sayılan sıfatlar Allah'ın Kuran'da kötüleri anlatmak için kullandığı tanımlamalardan bazılarıdır.

Allah'ın Kuran'da iyiler için bildirdiği özelliklerden bazıları ise şöyledir: Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden, iyiliği emredip kötülüklerden sakındıran, zekatı veren, Allah'ın sınırlarını koruyan, mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene veren, namazı dosdoğru kılan, bir söz verdiğinde sözüne vefa gösteren, zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabreden, sadık, dürüst, samimi, şefkatli, esirgeyici, ihlaslı, müminlere düşkün, kerim, sevgi duyarlılığı olan, güvenilir, temiz, itaatli, alçakgönüllü, vaadinde doğru, yumuşak huylu, gönülden Allah'a yönelen, azim sahibi, sabırlı, teslimiyetli, basiretli, ferasetli, hikmetli konuşan, saygın, onurlu, kınayanın kınamasından korkmayan, cesur, itidalli, hoşgörülü, merhametli, şerefli, müjde veren, mutlu ve bahtiyar, efendi, daima güzel söz söyleyen, iffetli, salih…

Kuran'da Allah'ın bildirdiği bu güzel ahlaka ait özelliklere sahip olmayan, hatta bu özelliklerin tam aksi yönünde hareket eden insanların "iyilik" adına ortaya çıkmaları, insanlara zulmederken, zulme karşı olduklarını iddia etmeleri, iftira atanları kınarken, kendileri başkalarına iftiralarda bulunmaları, suçlu ve sahtekar olmalarına rağmen insanlara karşı masum ve dürüst bir kişi rolünü üstlenmeleri onların ne kadar samimiyetsiz ve ikiyüzlü insanlar olduklarını göstermektedir.

Tüm bu nedenlerden dolayı iman edenlerin tüm hayatlarında olduğu gibi, insan ilişkilerindeki tek ölçüleri de sadece Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünneti olmalıdır.


Milli Gazete

1 Temmuz 2008 Salı

Darwinistlerin DerinCehaleti

Darwin teorisini ortaya attığı dönemdeyeryüzünün en gelişmiş bilgi bankasının hücrenin içerisinde bulunduğunubilmiyordu. Bu dönem de­ğil DNA gi­bi bir mo­le­kü­lün sar­malya­pı­sı ve bil­gi ka­pa­si­te­si­nin in­ce­len­me­si,hüc­re­nin te­mel ya­pı­sı­nın da­hi an­la­şı­la­ma­dı­ğıson de­re­ce ge­ri bir bi­lim dü­ze­yi­ne sa­hip­ti.Ja­mes Wat­son ve Fran­cis Crick, DNA'nın sar­mal ya­pı­sı­nı,Dar­win'in Ori­gin of Spe­ci­es (Tür­le­rin Kö­ke­ni)ad­lı ki­ta­bı­nın ya­yın­lan­ma­sın­dan ne­re­dey­se100 yıl son­ra or­ta­ya çı­kar­dı­lar. O za­man­danbu ya­na mo­le­kü­ler bi­yo­lo­ji­de kay­de­di­leniler­le­me­le­ri Dar­win'in ken­di dö­ne­min­deön­gör­me­si­ne ola­nak yok­tu. Bu ba­kım­dante­mel­den ge­çer­siz bil­gi ve var­sa­yım­larüze­ri­ne ku­ru­lan ev­rim te­ori­si­nin, DNAgi­bi, bi­lim adam­la­rı­nı ha­len hay­ran­lıkiçin­de bı­ra­kan bir ya­pı­nın var­lı­ğı­nıaçık­la­ya­ma­ya­ca­ğı or­ta­da­dır.

Et­ra­fı­mız­da­ki can­lı­la­raait bil­gi­ler, her can­lı­nın ken­di hüc­re­le­rin­denher bi­ri­nin için­de­ki "DNA" de­ni­len bubil­gi ban­ka­sın­da sak­lı­dır. Bir gü­lün, birpor­ta­ka­lın, bir ser­çe­nin, bir kap­la­nın ya dabir in­sa­nın tüm ya­pı­sal özel­lik­le­ri, on­la­rıoluş­tu­ran hüc­re­le­rin çe­kir­dek­le­rin­debu­lu­nur.
Geli­şenbi­li­min or­ta­ya çı­kar­dı­ğı ger­çek, can­lı­la­rınas­la te­sa­düf­ler­le or­ta­ya çı­ka­ma­ya­cakka­dar ku­sur­suz bir dü­zen­li­li­ğe ve son de­re­cekomp­leks ya­pı­la­ra sa­hip ol­duk­la­rı­dır.Bu ise can­lı­la­rı üs­tün güç ve ilim sa­hi­bi olanRab­bi­miz'in ya­rat­tı­ğı­nın apa­çık bir de­li­li­dir.Ya­ra­tı­cı­mız olan Al­lah'ın var­lı­ğı­nı red­de­rekte­sa­düf­le­re bel bağ­la­yan ev­rim te­ori­side, or­ta­ya atıl­dı­ğı ta­rih­ten bu ya­na, en sar­sı­cıdar­be­ler­den bi­ri­ni mo­le­kü­ler bi­yo­lo­jiala­nın­da­ki ge­liş­me­ler­le bir­lik­teal­mış­tır. Çün­kü mo­le­kü­ler bi­yo­lo­ji,can­lı­lı­ğın kö­ke­ni­nin söz­de ba­sit ya­pı­la­rada­yan­dı­ğı­nı öne sü­ren Dar­wi­nizm'in id­di­ala­rı­nıtar­tış­ma­sız de­lil­ler­le te­me­lin­dençü­rüt­mek­te­dir. Bi­lim adam­la­rı, hüc­reiçin­de, "mo­le­kü­ler ma­ki­ne" ola­rakifa­de et­tik­le­ri komp­leks ya­pı­lar keş­fet­tik­çe,bun­la­rın rast­lan­tı­lar so­nu­cu olu­şa­ma­ya­ca­ğı­nıaçık­ça gör­müş­ler­dir.

DNA1950’lerde elektron mikroskobunun icadıyla keşfedilmiştir. DNA, her hüc­re­debu­lu­nan, muh­te­şem bir dü­ze­ne sa­hip, dev birmo­le­kül­dür. Bu uzun mo­le­kül zin­ci­ri üze­rin­de,o hüc­re­nin -ve hüc­re­nin ait ol­du­ğu can­lı­nın-tüm fi­zik­sel ve kim­ya­sal ya­pı­sı­na ait bil­gi­lerşif­re­len­miş şe­kil­de bu­lun­mak­ta­dır.An­cak hüc­re­nin için­de böy­le bir bil­gi ban­ka­sıbu­lun­ma­sı tek ba­şı­na bir şey ifa­de et­mez. Bubil­gi ban­ka­sı­nın için­de­ki bil­gi­le­ringe­rek­ti­ği şe­kil­de okun­ma­sı ve el­de edi­lenbil­gi­ye gö­re üre­tim ya­pıl­ma­sı zo­run­lu­dur.Can­sız mad­de­le­rin şif­re yaz­ma­sı, şif­reçöz­me­si, aşa­ma­lı ted­bir­ler al­ma­sı, elin­de­kibil­gi­ye za­rar gel­me­me­si için sis­tem kur­ma­sımüm­kün de­ğil­dir. Bun­la­rı, top­rak­ta­kiele­ment­ler­den mey­da­na ge­len mo­le­kül­le­rinken­di ken­di­le­ri­ne yap­ma­sı bek­le­ne­mez.An­cak Dar­wi­nist­ler, ev­rim te­ori­si­ne öy­le­si­neke­sin bir tu­tu­cu­luk­la bağ­lı­dır­lar ki,de­tay­la­rı­na ile­ri­ki bö­lüm­ler­de de­ği­ne­ce­ği­mizbu ger­çe­ği in­kar eder­ler. Her­şe­yin te­sa­dü­fenol­du­ğu­na ken­di­le­ri­ni ve di­ğer in­san­la­rıinan­dır­mak uğ­ru­na, akıl ve man­tık­la çe­li­şen,bi­lim­sel­lik­ten ta­ma­men uzak id­di­ala­rı­nııs­rar­la sa­vu­nur­lar. An­cak No­bel ödü­lüsa­hi­bi bi­yo­kim­ya­cı ve DNA'yı keş­fe­denbi­lim adam­la­rın­dan bi­ri olan Fran­cis Crick, ken­di­side ev­rim­ci ol­ma­sı­na rağ­men, Li­fe It­self (Ha­ya­tın Ken­di­si)ad­lı ki­ta­bın­da ger­çek­le­ri şöy­le ka­bulet­mek­te­dir:
“Bu­günsa­hip ol­du­ğu­muz bil­gi­ler ışı­ğın­da dü­rüstbir adam an­cak şu­nu söy­le­ye­bi­lir: Bir an­lam­daha­yat mu­ci­ze­vi bir şe­kil­de or­ta­ya çık­mış­tır.”(Fran­cis Crick, Li­fe It­self: Its Ori­gin and Na­tu­re, Si­mon & Schus­ter,New York, 1982, s. 88.)

FrancisCrick gibi evrimci bilim adamlarının tüm itiraflarına rağmen, Darwin’in köhneteorisi hala ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Darwin’in varisliğini yapanbilim adamları bu teorinin temeline hiçbir bilimsel bir gerçek koyamadıklarıiçin, teoriyi “tesadüf” kavramı üzerine temellendirmişlerdir. Özellikle son 50yıl içinde moleküler genetik alanında kaydedilen olağanüstü ilerlemelersonucunda elde edilen bulgular göz önüne alındığında, Darwin’in tesadüf temellibilim dışı iddialarının varlığını halen sürdürebilmiş olması son dereceşaşırtıcıdır. Bu du­rum, ken­di­si de bir ev­rim­ci olanHar­vard Üni­ver­si­te­si'nden bi­yo­log ve ge­ne­tik­çiDr. Ric­hard Le­won­tin'in bir iti­ra­fın­da da yeralır:
“… ev­rimbir ger­çek de­ğil, bir fel­se­fe­dir. Ön­ce­lik­liola­rak ma­ter­ya­lizm ge­lir (a prio­ri) ve de­lil,bu de­ğiş­mez fel­se­fi bağ­lı­lı­ğın ışı­ğın­dater­cü­me edi­lir…” (Phil­lip E. John­son, De­fea­tingDar­wi­nism By Ope­ning Minds, In­ter­Var­sity Press, Il­lio­nis,1997, s. 81.)

Ev­rimte­ori­si­nin va­ris­le­ri, ma­ter­ya­liz­meolan bağ­lı­lık­la­rı se­be­biy­le, bi­li­minger­çek­le­rin or­ta­ya koy­du­ğu ger­çek­le­riço­ğu za­man ka­bul ede­me­mek­te­dir­ler. Bune­den­le 19. yüz­yı­lın köh­ne­miş bi­lim an­la­yı­şı­nı,ha­len ıs­rar­la gü­nü­mü­ze ta­şı­ma­ya ça­lış­mak­ta­dır­lar.An­cak ger­çek­ler hiç­bir ba­tıl fel­se­fe ile ör­tü­le­me­ye­cekka­dar açık­tır. Ku­ran'da Al­lah "hak­kı, ba­tılile ge­çer­siz kıl­mak için mü­ca­de­le eden­ler"(Kehf Su­re­si, 56) ola­ca­ğı­nı bil­dir­mek­teve bir aye­tin­de şöy­le bu­yur­mak­ta­dır:
Ha­yır,Biz hak­kı ba­tı­lın üs­tü­ne fır­la­tı­rız, oda onun bey­ni­ni dar­ma­da­ğın eder. Bir de ba­kar­sınki, o, yok olup git­miş­tir. (Al­lah'a kar­şı) Ni­te­len­di­re­gel­dik­le­ri­niz­dendo­la­yı ey­vah­lar si­ze. (En­bi­ya Su­re­si,18)


Milli Gazete