24 Haziran 2008 Salı

Hz. Yusuf Suçsuz Olduğu Bilinmesine Rağmen Hapsedilmiştir

(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir... Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı... Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı. (Yusuf Suresi, 33-35)

Ayet­ler­de Hz. Yu­suf’un hiç­bir su­çu­nun ol­ma­dı­ğı­na her­ke­sin şa­hit ol­du­ğu, fa­kat bu­na rağ­men hap­se at­ma ka­ra­rı­nın ağır bas­tı­ğı bil­di­ril­mek­te­dir. Hz. Yu­suf’un suç­suz­lu­ğu­nu bil­me­le­ri­ne ve bu­na ait de­lil­ler bu­lun­ma­sı­na rağ­men, onu ha­pis­le ce­za­lan­dır­ma­la­rı­nın ne­de­ni as­lın­da, onun Allah’a olan ima­nı ve gö­nül­den bağ­lı­lı­ğı­dır. Hz. Yu­suf, ima­nın­dan ve gü­zel ah­la­kın­dan do­la­yı bu­lun­du­ğu çev­re­de­ki ba­zı kim­se­le­rin de ay­nı se­bep­ler­le düş­man­lı­ğı­nı ka­zan­mış­tır. Bu kişiler bir şer ittifakı oluşturmuşlar ve Hz. Yusuf’a iftirada bulunmuşlardır. Tüm bu hak­sız suç­la­ma­la­rın, if­ti­ra­la­rın, ce­za­lan­dır­ma­la­rın kar­şı­sın­da Hz. Yu­suf’un gös­ter­di­ği üs­tün ah­lak, te­vek­kül ve ka­rar­lı­lık ise Ku­ran’da şöy­le bil­di­ril­mek­te­dir:
(Yu­suf) De­di ki: “Rab­bim, zin­dan, bun­la­rın be­ni ken­di­si­ne ça­ğır­dık­la­rı şey­den ba­na da­ha se­vim­li­dir. Kur­duk­la­rı dü­ze­ni ben­den uzak­laş­tır­maz­san, on­la­ra (kor­ka­rım) eği­lim gös­te­rir, (böy­le­ce) ca­hil­ler­den olu­rum.” Böy­le­ce Rab­bi, du­ası­nı ka­bul et­ti ve on­la­rın hi­le­li dü­zen­le­ri­ni ken­di­sin­den uzak­laş­tır­dı. Çün­kü O, işi­ten­dir, bi­len­dir. (Yu­suf Su­re­si, 33-34)

Ta­rih bo­yun­ca Allah yo­lun­da olup da, hak­sız if­ti­ra­lar so­nu­cun­da hap­se atı­lan ve­ya çe­şit­li zor­luk­lar­la kar­şı­la­şan mü­min­ler da­ima Hz. Yu­suf’un bu gü­zel tav­rı­nı ör­nek ala­rak, üs­tün ah­lak­la­rın­dan as­la ta­viz ver­me­ye­cek­le­ri­ni gös­ter­miş­ler­dir. İn­kar­cı­la­rın bir ezi­yet ve ce­za ola­rak gör­dük­le­ri hap­si sa­lih mü­min­ler zevk ve ne­şe ile kar­şı­la­mış­lar­dır. Allah’ın rı­za­sı­nı ka­zan­mak için ça­ba gös­te­rir­ken kar­şı­laş­tık­la­rı tüm zor­luk­lar, sı­kın­tı­ ve eza­lar on­la­rın şevk­le­ri­ni ve he­ye­can­la­rı­nı ar­tır­mış­tır.

Yusuf kıssasında günümüz Müslümanları için ibretler vardır. Her mümin bu konu ile ilgili ayetleri okurken, ayetlerin hikmetlerini fark edebilmeli ve bu ayetlerden sonuç çıkarmalıdır. Ör­ne­ğin kar­deş­le­ri, Hz. Ya­kup’un Hz. Yu­suf’a olan sev­gi­si­ni kıs­kan­mak­ta ve hat­ta bu kıs­kanç­lık­la­rı kar­deş­le­ri­ni öl­dür­me­yi dü­şü­ne­bi­le­cek ka­dar ile­ri git­mek­te­dir. Ay­rı­ca dik­kat edi­lir­se, Hz. Yu­suf’un kar­deş­le­ri sa­lih bir mü­min aley­hin­de tu­zak kur­mak için bir “şer it­ti­fa­kı” oluş­tur­mak­ta ve güç­le­ri­ni bir­leş­tir­mek­te­dir­ler. Tu­zak­la­rı­nın ama­cı ise mü­min­le­ri, ya­ni Hz. Yu­suf ile Hz. Ya­kup’u ayır­mak ve ken­di­sin­de ba­zı üs­tün özel­lik­ler bu­lun­du­ğu­nu an­la­dık­la­rı kar­deş­le­ri­ni öl­dür­mek­tir.
İn­kar eden­le­rin sa­lih mü­min­ler aley­hin­de bi­ra­ra­ya ge­le­rek yap­tık­la­rı iş­bir­li­ği ta­rih bo­yun­ca sık sık tek­rar­lan­mış­tır. Her dö­nem­de kö­tü olan­lar bir­le­şe­rek, iyi­le­re za­rar ver­mek, on­la­rın ha­yır üze­re yap­tık­la­rı ça­lış­ma­la­rı­nı en­gel­le­mek, on­la­rı yurt­la­rın­dan çı­kar­mak ve hat­ta öl­dür­mek için it­ti­fak­lar kur­muş­lar­dır. An­cak Allah her de­fa­sın­da on­la­rın tu­zak­la­rı­nı boz­muş, it­ti­fak­la­rı­nı da dar­ma­da­ğın et­miş­tir. Kuran’da Allah’ın müminlere kurulan tuzakları mutlaka bozacağı ve müminlerin haklılığını ortaya çıkaracağı şöyle bildirilmektedir:
Ey iman eden­ler, Mu­sa’ya ezi­yet eden­ler gi­bi ol­ma­yın; ki so­nun­da Allah onu, de­mek­te ol­duk­la­rın­dan te­mi­ze çı­kar­dı. O, Allah Ka­tın­da ve­cih­ti. (Ah­zap Su­re­si, 69)

Hz. Yu­suf ön­ce zor­luk ve sı­kın­tı­lar­la, iha­net­ ve if­ti­ra­lar­la kar­şı­laş­mış, ar­dın­dan bir ne­vi “med­re­se” olan ha­pis­ha­ne­de de­rin bir ma­ne­vi eği­tim­den geç­miş­tir. So­nun­da da Allah’ın va­adiy­le kar­şı­laş­mış ve Allah onu tüm if­ti­ra­lar­dan te­miz­le­miş, yer­yü­zün­de yer­le­şik kıl­mış, mal­ca ve ilim­ce güç­len­dir­miş­tir. Hz. Yusuf’un sadece hapishaneye atılması değil, aleyhinde kurulan her tuzak, onun lehinde bir hayırla sonuçlanmıştır.

Han­gi dö­nem­de ya­şar­sa ya­şa­sın, salih olan bir mü­mi­nin ka­ra­lan­ma­ya ça­lı­şı­la­ca­ğı ve türlü iftiralarla karşılaşacağı açıktır. Çün­kü bir mü­mi­ni et­ki­siz ha­le ge­tir­me ko­nu­sun­da, hal­kın ik­na edil­me­si ve ya­pıl­ma­sı he­def­le­nen uy­gu­la­ma­nın kit­le­ler­den des­tek bul­ma­sı için bir kı­lıf ha­zır­lan­ma­sı ge­rek­mek­te­dir. Bu kılıf iftiradır.

Bir in­sa­nın if­ti­ra so­nu­cu hap­se gir­me­si, olay­la­rın ha­yır ve hik­met­le­ri gö­re­me­yen ki­şi­ler ta­ra­fın­dan bü­yük bir şans­sız­lık ve be­la ola­rak ni­te­len­di­ri­le­bi­lir. Oy­sa Hz. Yu­suf’un ha­ya­tın­da yaşadığı bu olaylar vesilesiyle tüm şehir halkı onun güzel ahlakına, namusuna, Allah’ın haram kıldıklarına karşı ne derece titiz olduğuna, imanına, dine olan sadakatine, hak yoldan asla dönmemesine şahit olmuşlardır.
Do­la­yı­sıy­la bir mü­min için en gü­zel dav­ra­nış, Rab­bi­mi­zin ken­di­si için be­lir­le­di­ği ka­de­re ta­ma­men tes­lim ol­mak ve Allah’ın olay­la­rın ar­dın­dan ne­ler gös­te­re­ce­ği­ni sa­bır­la ve te­vek­kül­le bek­le­mek­tir. Allah tüm olay­la­rı bi­zim ön­ce­den bi­le­me­ye­ce­ği­miz ku­sur­suz bir plan için­de, en in­ce de­ta­yı ile ve en ha­yır­lı ola­cak şek­liy­le ya­ra­tır. Hz. Yu­suf da bu ger­çe­ği şöy­le di­le ge­tir­miş­tir:
Ba­ba­sı­nı ve an­ne­si­ni tah­ta çı­ka­rıp oturt­tu; onun için sec­de­ye ka­pan­dı­lar. De­di ki: “Ey Ba­bam, bu, da­ha ön­ce­ki rü­ya­mın yo­ru­mu­dur. Doğ­ru­su Rab­bim onu ger­çek kıl­dı. Ba­na iyi­lik et­ti, çün­kü be­ni zin­dan­dan çı­kar­dı. Şey­tan be­nim­le kar­deş­le­ri­min ara­sı­nı aç­tık­tan son­ra, (O,) çöl­den si­zi ge­tir­di. Şüp­he­siz be­nim Rab­bim, di­le­di­ği­ni pek in­ce dü­zen­le­yip ted­bir eden­di. Ger­çek­ten bi­len, hü­küm ve hik­met sa­hi­bi O’dur.” (Yu­suf Su­re­si, 100)


Milli Gazete

17 Haziran 2008 Salı

Müminlerin Allah’ın İkramı ile Ağırlanacakları Cennet Yurdu

Dünyada insanın hoşuna gidecek sayısız nimet vardır. Allah kullarının hoşnut olacağı çeşitli detaylarla dünyayı süslemiştir. Ancak elbette Allah'ın sonsuz kerem ve ihsanını asıl olarak göstereceği yer cennettir. Kuran'da tasvir edilen cennet, O'nun sonsuz ikramını gözler önüne sermektedir.

Cennetin Kuran'da anlatılan en belirgin özelliklerinden biri, 'nefislerin arzuladığı herşeyin' müminlere verilmiş olmasıdır. Cennetin 'altından ırmaklar akar', 'yemişleri ve gölgelikleri süreklidir', 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgelik' vardır. Allah Kendisi'nden bir rahmet olarak salih kullarını cennet bahçelerindeki 'gölgeliklerde ve pınar başlarında' bulunduracaktır. 'Çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip' olan cennette müminlere 'istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol' verilecektir.
Müminler, 'içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler.' Ayrıca cennette inananlar için 'yüksek köşkler bina edilmiştir.' Bu köşklerin altlarından ırmaklar akmaktadır. 'Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerinde' oturur ve etraflarını 'bakıp seyrederler.' Bu arada yapılan ikram da son derece ihtişamlıdır. 'Kendileri için hizmet eden civanlar' 'çevrelerinde gümüşten billur kaplar ve kupalar dolaştırırlar.' Bu hizmetler esnasında müminlerin giyimleri de son derece göz alıcıdır; '... orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri ipek(ten)dir.' (Enbiya Suresi, 23)

Ayetlerde cennet ehlinin en güzel yemeklerle ve çeşitli içeceklerle nimetlendirildikleri bildirilmektedir. Dünyada iman edip salih amellerde bulunan ve çaba harcamalarını Allah'ın şükre değer bulduğu müminler için cennette hazırlanan yiyecekler, dünyadakilere çok benzemektedir. Bir ayette cennet ehlinin bu benzerliği şu şekilde ifade ettiği haber verilir:

(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)

Cennete kavuşabilmek için insanlar dünya hayatında imtihan edilirler. İman edenler de dünyadaki hayatları boyunca Rabbimiz'in rızasını kazanmak için ciddi bir çaba ve üstün bir gayret göstermiş, gönülden O'na yönelip, sürekli şükredip, dua ve tevbe etmişlerdir. Allah da bu çabalarına karşılık olarak onlara cennet nimetlerini ayette haber verildiği üzere, "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere" (Mürselat Suresi, 43) diyerek sunmaktadır.

Cennette var olan rızıklardan, Kuran'da belki de en çok söz edileni, meyvelerdir. İstek duyulup arzulanan her türden meyve, orada müminlere ikram edilmektedir. Üstelik bu meyvelerin "gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmıştır." (İnsan Suresi, 14) Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, cennet meyveleri doğal ortamlarında, ağaçlarda bulunuyor ve müminler de bunları oradan kolayca alarak, yiyebiliyorlar. Nitekim Vakıa Suresi'nin 28. ve 29. Ayetlerinde "yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları" ifadeleri kullanılarak, meyvelerin ulaşılmasının kolaylığı, cennetin bereketine ve bolluğuna bağlanmıştır. Meyveler öylesine bol ve bereketlidirler ki, ağaçların dalları onları taşıyamamaktadır. Bükülmüş ve aşağı sarkmış bu dallardan da o meyvelere ulaşmak çok kolaydır.

Cennette meyveler gümüş ya da altın tepsilerde, şık ve estetik kaplarda müminlere tahtlar üzerinde sohbet ederlerken ikram ediliyor olabilir. Şüphesiz bunların dünyada insana rahatsızlık veren çekirdek, çürük, eziklik gibi kusurları da cennete layık bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Hepsi kusursuz ve göz alıcı bir güzelliğe sahip olarak müminlere ikram edilmektedir.

Cennetteki evler de insan gözüne hitap eden çok estetik görünüme sahiptir. Bu görünüm Allah'ın sanat ve kudretinin de bir göstergesi olarak ayrı bir şükür vesilesidir. Allah’ın müminleri içinde yaşatacağı cennet evleri Kuran’da şöyle bildirilmektedir :

Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)

Köşklerin yükseklerde olması karşılarındaki ve aşağılarındaki manzara seyredilirken, görüntüye çok sayıda detay girmesini sağlar. Böylece birçok güzelliği aynı anda algılama imkanı doğar.
Cennette müminlerin diledikleri anında sebepsiz olarak yaratılacak ve Allah’ın nimetleri kusursuz bir hizmet ve ikram içerisinde sunulacaktır. Cennetteki nimetlerin çarpıcı güzellikleri, Allah’ın sonsuz ilminin ve sanatının birer yansımasıdır. Allah Kuran'da cennetle ilgili pek çok detay vermiş, ancak hayalgücünü açık bırakan ifadeler de kullanmıştır. Cennette (En doğrusunu Allah bilir) her müminin kendi zevkine göre özel olarak ayarlanmış türlü nimetler, görüntüler ve çeşit çeşit mekanlar olacaktır. Kuşkusuz celal ve ikram sahibi olan Allah, cennete layık ve ehil kıldığı değerli müminlere, Kuran'da belirttiği nimetlerin dışında daha nice sürprizler hazırlamıştır.

Milli Gazete

10 Haziran 2008 Salı

Mucize Molekül: DNA

Var olan her detayın yaratılışında üstün bir hikmet bulunmaktadır ve her detay bir amaca hizmet etmek için var edilmiştir. Yeryüzündeki milyarlarca insanın her birinin, trilyonlarca hücresinde bulunan DNA’da da milyarlarca detay vardır. Yok denilebilecek kadar küçük bir mekanda milyarlarca detay var olması apaçık Yaratılış Mucizesidir.
DNA kar­bon, hid­ro­jen, ok­si­jen, azot, fos­fat atom­la­rın­dan olu­şan ve hüc­re­nin bü­tün ha­ya­ti fonk­si­yon­la­rın­da rol alan dev bir mo­le­kül­dür. İn­sa­na ait bir DNA mo­le­kü­lün­de bu atom­lar­dan mil­yar­lar­ca bu­lu­nur ve her in­san­da ki­şi­nin ken­di­si­ne özel bir bi­çim­de dü­zen­len­miş­tir. DNA, bu mo­le­kü­lün kim­ya­sal ya­pı­sı­nı ifa­de eden de­ok­si­ri­bo (D), nük­le­ik (N), asit (A) ke­li­me­le­ri­nin kı­sa ya­zı­lı­mı­dır.

Her in­san hüc­re­si­nin çe­kir­de­ğin­de­ki DNA mo­le­kü­lü, 5 mik­ron (mik­ron: mi­li­met­re­nin bin­de bi­ri) ça­pın­da, mi­nik bir top ha­lin­de sa­rı­lı du­ran "nük­le­ik asit"ten olu­şur. Nük­le­ik asit­ler, vü­cu­du­mu­zun sa­de­ce %2'si­ni oluş­tu­ran an­cak son de­re­ce önem­li bi­le­şik­ler­dir. Nük­le­ik asit­le­rin te­mel ya­pı bi­ri­mi ise "nük­leo­tid"ler­dir. Nük­le­otid­ler­den 6.000.000.000 (mil­yar) ka­da­rı kim­ya­sal ola­rak çif­te sar­mal şek­lin­de bir­le­şe­rek DNA'yı mey­da­na ge­ti­rir­ler.

Sar­mal şek­lin­de bir mer­di­ven ya­pı­sı­na sa­hip olan DNA mo­le­kü­lü, bi­lim adam­la­rı­nı şa­şır­tan bir mi­ma­ri dü­ze­ne sa­hip­tir. Mer­di­ve­nin yan ta­raf­la­rı, fark­lı tür­de­ki "şe­ker" ve "fos­fat"tan olu­şan DNA mo­le­kü­lü­nün omur­ga­sı­dır. Ba­sa­mak­lar ise "baz" adı ve­ri­len ve bir­bi­ri­ne bağ­la­nan dört kim­ya­sal mad­de çif­tin­den mey­da­na gel­mek­te­dir: Ade­nin, ti­min, si­to­zin ve gua­nin. Baz­lar kar­bon, ok­si­jen, hid­ro­jen ve nit­ro­jen içe­ren 12 ila16 atom­dan mey­da­na ge­len mo­le­kül­ler­dir. Bu kim­ya­sal­lar da DNA sar­ma­lı üze­rin­de özel bir di­zi­li­me sa­hip­tir. Bun­la­rın di­zi­li­mi sa­de­ce iki tür­de eş­leş­me ile müm­kün­dür: Ade­nin (A) dai­ma ti­min­le (T) ve si­to­zin (C) dai­ma gua­nin­le (G) bağ­lan­mak­ta­dır.
Bi­lim adam­la­rı DNA'yı oluş­tu­ran atom­la­rın, nük­le­otid­le­ri mey­da­na ge­tir­mek üze­re na­sıl özel bir di­zi­lim­le bir­leş­tik­le­ri­ni tes­pit et­miş­ler­dir. An­cak can­lı­lı­ğın ya­pı­taş­la­rı­nın ya­pı­sı­nı bil­mek­le, bun­la­rı mey­da­na ge­tir­mek bir de­ğil­dir. Ni­te­kim bi­lim adam­la­rı el­le­rin­de doğ­ru mal­ze­me­ler -atom­lar ve bun­la­rı bi­ra­ra­ya ge­ti­re­cek tek­no­lo­ji- ol­ma­sı­na kar­şın, hiç­bir şe­kil­de can­lı­lı­ğın DNA mo­le­kü­lü­nü oluş­tu­ra­ma­mak­ta­dır­lar. Ku­ran'da Rab­bi­miz şöy­le bil­dir­mek­te­dir:
Di­ril­ten ve öl­dü­ren O'dur. Bir işin ol­ma­sı­na hük­met­ti mi, ona yal­nız­ca: "Ol" der, o da he­men olu­ve­rir. (Mü­min Su­re­si, 68)
Si­zin İla­hı­nız yal­nız­ca Al­lah'tır ki, O'ndan baş­ka İlah yok­tur. O, ilim ba­kı­mın­dan her­şe­yi ku­şat­mış­tır. (Ta­ha Su­re­si, 98)

Atom­la­rın di­zi­li­min­de özel bir ya­ra­tı­lış gö­rü­lür. Her bir nük­leo­tid içe­ri­sin­de yak­la­şık 34 atom bu­lun­mak­ta­dır. DNA'da top­lam 6 mil­yar nük­leo­tid ol­du­ğu­na gö­re, (34 x 6.000.000.000) 204 mil­yar ato­mun DNA mo­le­kü­lü­nü oluş­tur­mak için kim­ya­sal ola­rak bir­leş­me­si ge­rek­li­dir. Eğer bir sa­ni­ye­de bir atom üze­rin­de iş­lem ya­pa­bil­sey­di­niz ve gün­de 8 sa­at, yıl­da 350 gün ça­lı­şa­bil­sey­di­niz, sa­de­ce tek bir DNA mo­le­kü­lü­nü üret­me­niz 20.000 yıl­dan da­ha faz­la sü­re­cek­ti. Akıl sa­hi­bi bir in­san bi­le bu­nu ya­pa­maz­ken, DNA mo­le­kü­lü­nün, te­sa­düf­ler so­nu­cu ken­di ken­di­ne oluş­tu­ğu na­sıl dü­şü­nü­le­bi­lir? El­bet­te ki bu im­kan­sız bir du­rum­dur.Ayrıca canlılığın oluşabilmesi için DNA moleküllerinde hatasızlık olması gerekir. Hat­ta DNA'nın ya­pı­sın­da mey­da­na ge­len en ufak bir yan­lış da­hi cid­di so­nuç­lar do­ğur­mak­ta­dır. Ta­nın­mış bi­lim ya­za­rı Ric­hard Mil­ton du­ru­mu şöy­le an­lat­mak­ta­dır:
“… her bir nük­le­ozi­tin [nük­le­oti­din fos­fat bağ­lan­ma­mış ha­li] doğ­ru sı­ra­da "ya­zıl­ma­sı" ve DNA mo­le­kü­lü için­de tam ola­rak doğ­ru yer­de bu­lun­ma­sı ge­re­kir ve da­ha ön­ce ta­nım­lan­dı­ğı gi­bi, in­san­lar, hay­van­lar ve bit­ki­ler­de­ki baş­lı­ca iş­lev bo­zuk­luk­la­rı­na tek bir DNA mo­le­kü­lü, ya da o mo­le­kül için­de­ki tek bir nük­le­ozi­tin yok­lu­ğu ya da yan­lış yer­leş­ti­ril­me­si ne­den ol­mak­ta­dır.” (Ric­hard Mil­ton, Son Tar­tış­ma­lar Işı­ğın­da Dar­wi­nizm'in Mit­le­ri, Ge­le­nek Ya­yın­cı­lık, Ey­lül 2003, çev: İb­ra­him Ka­pak­lı­ka­ya, s. 208.)

DNA şe­ri­din­de bu­lu­nan her baz di­zi­li­mi -ade­nin, ti­min, si­to­zin ve gua­nin nük­le­otid­le­ri­nin di­zi­li­mi- hüc­re çe­kir­de­ğin­de­ki ge­ne­tik met­ni oluş­tu­rur ve ha­ya­ti öne­me sa­hip pro­te­in­le­ri in­şa et­mek için ih­ti­yaç du­yu­lan bil­gi­yi içe­rir. Bu ba­kım­dan DNA'nın bir yan­dan dü­zen­li ya­pı­sı­nı ko­rur­ken, bir yan­dan da bil­gi çe­şit­li­li­ği­ne izin ve­re­cek bir di­zi­li­me sa­hip ol­ma­sı, üstün bir Akıl tarafından yaratıldığının açık delilllerindendir.DNA’daki yaratılış delilleri gök­le­ri ve ye­ri ya­ra­tan Yü­ce Rab­bi­miz'in eser­le­rin­den sa­de­ce bir ta­ne­si­dir. Yu­suf Su­re­si'nin 100. aye­tin­de şöy­le bil­di­ril­mek­te­dir:
... Şüp­he­siz be­nim Rab­bim, di­le­di­ği­ni pek in­ce dü­zen­le­yip ted­bir eden­di. Ger­çek­ten bi­len, hü­küm ve hik­met sa­hi­bi O'dur. (Yu­suf Su­re­si, 100)


Milli Gazete

3 Haziran 2008 Salı

Cahiliyedeki yanlış kader anlayışı

Günümüzde insanlara, 'Kader nedir?' diye bir soru yöneltilse çok az kişiden doğru cevap gelecektir. Bu durum insanların kaderin tam olarak ne anlama geldiğini bilmediklerini göstermektedir. Kaderin gerçek anlamını bize her konuda doğruyu gösteren Kur’an'dan öğrenmemeleri, kaderi kavramanın kendilerine kazandıracağı rahatlık ve huzurdan da mahrum kalmalarına neden olmaktadır.

Kader, Allah'ın yarattığı her canlının geçmişte yaptığı ve gelecekte yapacağı herşeyi, her hareketi, düşünceyi, konuşmayı en ince ayrıntısına kadar bilmesi ve kontrol etmesidir. İnsanlar daha doğmadan, hayatları boyunca görecekleri ve yaşayacakları herşey Allah katında belirlenmiş ve planlanmıştır. Allah, herşeyi bir kader dahilinde yarattığını "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) ayetiyle bildirmektedir. İnsan hayatı süresince Allah'ın kendisi için dilediği ve istediği olaylarla karşılaştığından, tamamen Allah'ın dilediği bir şekilde hayatını sürdürmektedir. Allah bu gerçeği bize şöyle bildirmektedir: Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılıdır). Küçük, büyük herşey satır satır (yazılıdır). (Kamer Suresi, 52-53)

Allah'ın ayette belirttiği gibi, tüm insanlar tamamen Allah'ın kontrolü ve hakimiyeti altında yaşamaktadırlar. Bir başka ayette ise Allah, tüm insanların Rabbimizin belirlediği kader doğrultusunda bir yaşam sürdüklerini şu sözlerle haber vermektedir: Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 17)

Bu nedenle, insanın dilediklerini değiştirmesi, kaderinin dışına çıkması söz konusu değildir. İnsanların kaderleri, kaderleri dahilinde karşılaştıkları herşey ve verdikleri her tepki, Allah'ın bir 'emri'dir. Allah bu gerçeği "...Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir" (Ahzab Suresi, 38) ayetiyle bildirmiştir. Bu yüzden tüm insanlar kadere teslim olmak durumundadırlar. İnsan dahil tüm canlılar Allah'ın belirlediği kadere göre hayatlarını yaşamaktadırlar. Bu anlattıklarımız, insanın mutlu olabilmesi, her şartta huzurlu ve rahat bir şekilde davranarak, dengeli bir ruh haline sahip olmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Kadere teslim olmanın insana vereceği rahatlık ve ferahlığı daha net görmek için, kadere inanıp teslim olan ve kadere inanmayan iki insanın, önemli bir olay karşısında verecekleri tepkileri karşılaştırarak inceleyelim. Bu önemli olayımız tüm genç insanların, hayatlarının bir dönüm noktası olarak gördükleri üniversite sınavları olsun. Bahsettiğimiz iki kişinin de bu sınava gireceğini varsayalım. Bu iki kişinin de kadere olan bakış açıları birbirlerinden çok farklı olduğu için, yaşayacakları sınav psikolojisinin de bu iki kişi üzerindeki etkisi oldukça farklı olacaktır. Allah'ın kendisi için yarattığı kadere teslim olan kişi, sınav sırasında yapacağı hataların ve sonucun, daha sınava girmeden Allah katında belli olduğunu ve Allah'ın tüm bunları bir hikmet üzerine yarattığını bildiğinden, sınavın neden olabileceği stres ve gerginlikten uzak olacaktır. Çünkü sınav aslında kaderinde olup bitmiştir. Kişi sadece sınava girerek bunun sonucunu görmeyi bekleyecektir. Sınav sonucuna müdahale edebilecek Allah'tan başka bir güç olmadığının bilincindedir. Alacağı sınav sonucu iyi ya da kötü de olsa, Allah'ın herşeyi hayır ile yarattığını bilmesi sınavdan dolayı sıkıntı ya da strese kapılmasını engeller. Allah'a olan tevekkül ve teslimiyeti nedeniyle sınavdan çıkacak iyi ya da kötü her sonuca gönülden razı olur. Çünkü bunu Allah dilemiştir.

Böyle bir insan heyecanlanmayıp, strese girmediği için, tüm bunların kendisine vereceği zarar ve kayıplardan da uzak kalır. Çünkü heyecanlı ve stresli bir insan rahat edemez, dikkatini toplayamaz, bilgisini iyi kullanamaz, kolaylıkla yanlış yapabilir. İnsanın önemli bir sınavda bu gibi bir ruh hali içerisinde olmasının, sınavdaki başarısını da olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Bu kimse kadere olan güveni sayesinde hem sınav psikolojisinin getirdiği olumsuz yükten uzak kalacak, hem de imtihanda başarılı olma ihtimali artacaktır.