29 Mayıs 2013 Çarşamba

Suriyeli mültecilere sınır kapıları açılsın

Ecdadımızdan bize miras kalan güzel ahlaka sahip bir milletiz. Toplumumuzun zengin fakir her ferdi, bir dilenciye para vermek, yolculukta yaşlılara yer vermek ya da yapılan yemekten komşuya ikram etmek gibi güzel hasletlere sahiptir. Peki güzel ahlak, bu kadar dar bir alanla sınırlı mıdır ? Güzel ahlakta da kolaya kaçmamak, benim bireysel çabamdan ne olur, nasılsa birileri düşünür diye olaylara bakmamak gerekir. Yapabileceğimizin en fazlasını yapmamız Allah’ın bizlere emri ve farz vazifesidir. Sadece Suriye'deki iç savaşta en az 60 bin kişi hayatını kaybedip on binlerce çocuk evlerini terk etmek zorunda kalırken dilenciye para verip, komşuya yemek götürüp, yolculukta yaşlılara yer verdik diye vicdanımızı rahatlatarak sıcak yatağımızda uyuyabilecek miyiz?

Banyas, El Beyda’da hamile kadınların karınları deşildi

Son dönemlerde Suriye'de yaşanan olaylar basının gündeminden düşmüyor. Gelen haberler Suriye'nin kimyasal silah kullanılmaya başladığı yönünde. Esad'a bağlı ordu birliklerinin Sünni köyü olarak bilinen El Beyda’da gerçekleştirdiği katliamın internette yayınlanan görüntüleri yüreklerimizi parçaladı. Bugüne kadar 700 insanın öldürüldüğü köyü kuşatan milisler, evlere tek tek girip hiçbirşeyden haberi olmayan zavallı kadın ve çocukları şehit etti. Bu katliamlarda dikkat çeken en önemli unsur, sivil halkın hedef alınmasıydı. Hamile kadınların karınlarının deşilmesi, kucaklarındaki bebekleriyle kurşuna dizilmiş olmaları, küçük bebeklere işkence yapılıp, boğazlarından kesilmek suretiyle yakılarak öldürülmesiydi. Tüm bu olayların fotoğrafları dünya basınında ve internette yayınlandı.

Peygamberimiz bu olayları 1400 yıl önceden bildirmişti

Bu yaşanılan acı olayların bir de mucizevi bir yönü var. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bundan tam 1400 yıl önce, günümüzde yaşanılan bu olayları hadislerinde bildirmiştir. Peygamberimiz (sav) "Beyda denilen yerde Süfyan'ın çıkacağını, hamile kadınların karınlarının deşeceğini, görülmemiş zülüm yapılarak bebeklerin öldüreceğini" bildirmiştir. Hadislerin aynısı ile tahakkuk etmesi Peygamberimiz (sav)'in bir mucizesidir. Peki ne zaman bitecek bu olaylar? Peygamberimiz (sav) bunu da açıklıyor. "Ta ki evlatlarımdan Hz. Mehdi çıkıncaya kadar..." diyor Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav).

Suriyeli mültecilere sınır kapıları açılsın

Şuan komünist derin devletin yaptığı zulümden yılan Suriyeli vatandaşlar can havliyle Türkiye'ye sığınmaya çalışıyorlar. Müslümanlar kendilerinden "aman" isteyen kişilere yardım etmekle mükelleftirler. Sınırlara kadar gelen Suriyeli vatandaşlara “hayır, sizleri içeri almıyoruz, geri dönün” demek vicdansızlık olur. Katliamlara, cinayetlere seyirci mi kalacağız? Suriye sınır kapıları açılsın, gelenler Türk vatandaşı olsun, geçici değil yerleşik olarak kalsınlar. Hatay'a yerleşebilirler, tarım işçisi olarak çalışabilirler, TOKİ onlara evler yapsın, hem biz vergi olarak öderiz, hem de gelen Suriyeli kardeşlerimiz zaman içerisinde taksit taksit ödemelerini tamamlarlar.

Bu zalimane sistemin yok edilmesinin tek yolu “Birlik” olmaktır

En etkili ve kesin çözüm İslam Birliğidir. İslam Birliği olunca sadece Suriye'deki sorunlar değil, tüm Ortadoğu ve hatta bütün dünyadaki sorunlar çözüme kavuşacaktır. Bu yüzden İslam Birliği'nin derhal kurulması şarttır. "Birlik istemiyorum" demek zulüm sisteminin devam etmesini istemek demektir. Zulmü engellemek için çalışmamak, çözüme ortak olmamak bir anlamda zalimlerle birlikte hareket etmek demektir. Zulme sessiz kalmak zulme rıza göstermektir.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Affetmenin sınırı yoktur


Affetme daima toplumda hep tartışılan bir konu olmuştur. “Onu affetmem mümkün değil”, “bu sefer affetmeyi başaramayacağım” “artık bu konuda affedemem” gibi ifadelerle insanlar affetmeyi birbirlerine hep çok zor gösteriyorlar. Oysa insanın nefsine ağır da gelse sanılanın aksine affetmek öyle başarılması olağan üstü bir çaba gerektirmiyor. Kişi karşısındakini affeder affetmez hemen ruhu huzura kavuşuyor ve adeta üzerindeki ağır zincirler kırılıyor. İnsan hemen bir hafifleme hissediyor.

Rabbimiz bir ayetinde "... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.

Ayettende anladığımız gibi affetmek Allah’ın emri yani farz. Bu bir kere çok önemli bir konu. Oysa başlarda da belirtiğim gibi Kuran ahlakından uzak yaşayan bazı kimseler için affetmek son derece zordur. Yapılan bir hata karşısında hemen öfkeye kapılırlar. Birbirlerine karşı kolaylıkla kızgınlık duyabilir, hemen kinlenebilirler. Kendilerine ufacık bir zarar veren birine karşı dahi hemen nefret duymaya başlayabilirler. Çok küçük nedenlerden dolayı dostluğunu bitiren, 'en yakınım' dediği dostuna bir anda düşman kesilen birçok insan vardır. Bunun nedeni, Kuran ahlakı yaşanmadığında, insanların affedicilik gibi, sabır, sevgi ve üstün bir ahlak gerektiren özelliklerden uzak bir yaşam sürmeleridir.

Oysa müminler çok sabırlı ve affedicidirler. Küçük hatalardan ya da insani kusurlardan dolayı karşılarındaki kişiye kızgınlık duyup bir anda onlarla olan ilişkilerini bitirmezler. Ona her defasında bir fırsat daha verir, doğru olanı hatırlatır ve davranışlarını düzeltmesi için yardımcı olurlar. Sevdikleri dostlarının eksiklerini ortaya çıkarıp onlara kızgınlık ve kin duymak yerine, onların hatalarını, eksiklerini telafi etmeye çalışır, Kuran ile öğüt vererek onlara destek olurlar. Gerçek sevgide, dostlar arasında büyük bir anlayış ve hoşgörü hakim olur. Her sorun sevgi ve anlayışla, huzur içinde çözülür.

Allah Kuran'da insanlara affedici olmaları gerektiğini şöyle öğütlemektedir:

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Allah'ın müminleri yükümlü kıldığı Kuran ahlakında affediciliğin sınırı yoktur. Nitekim peygamberimiz (sav)’ın Hz. Vahşiyi affemesi bu konuda çok güzel bir örnektir. Hz Vahşi peygamber efendimizin çok sevdiği amcası Hz. Hamzayı şehit etmiş, çiğerini çıkartarak ısırmış bir kişidir. Tövbe edip müslüman olunca peygamberimiz kendisini hemen affetmiştir.

Rabbimiz Kuran'da insanlara affedici olmada sınır tanımamak gerektiği ile ilgili şöyle bildirmiştir:

... İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)

Yukarıdaki ayette müminlere, sürekli ihanet gördükleri kişileri dahi affetmeleri emredilir. Bu inanca sahip olan bir kişi, bir insanın hatası yüzünden büyük zararlara uğrasa bile, bu insanı kolaylıkla affedebilir. Arkasından olumsuz konuşan, kendisine kötülük yapmaya çalışan veya maddi zarara girmesine sebep olan bir insanı affederek, ahlakıyla onun için güzel bir örnek olabilir, onu kendisi için yakın bir dosta dönüştürebilir. Nitekim önemli bir hata yaptıktan sonra affedildiğini görmek, müminin ruhunda kendisini affeden kişiye karşı büyük bir muhabbet ve bağlılık meydana getirir. Allah affediciliğin gerçek sevginin oluşması için gereken özelliklerden biri olduğunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Tek dostumuz ve yardımcımız Allah

Allah'a gönülden yönelen, O'nun yolunda olan her insan Rabbimiz'in kendisini koruduğuna, O'nun sıcak ve yakın takibine her an şahit olur. Allah, samimi olarak yapılan, haramdan sakınılan ve helale uygun olan her işte müminlerin yolunu açar; onlara kolaylık verir. Allah, Kuran'ın birçok ayetinde müminlere mutlaka yardım edeceğini, onları koruyacağını ve daima üstün konuma getireceğini vadetmektedir. Allah bu ayetlerden birinde şöyle buyurmaktadır:

... İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır. (Rum Suresi, 47)

Allah'ın her an yardımıyla desteklediği müminlere dair en güzel örneklerden biri Hz. Musa'nın hayatıdır. Hz. Musa, yaşadığı şehirden uzaklaştıktan sonra, Allah'a "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 24) diyerek dua etmiştir. Allah onun duasını kabul etmiş ve onu bir toplulukla karşılaştırmıştır. Bu şekilde Hz. Musa, güvenilir insanların yanında kalma ve çalışma imkanı bulmuştur.

Allah, Hz. Musa'ya peygamberlik verdikten sonra, Hz. Musa'nın isteği üzerine onu kardeşi Hz. Harun ile destekleyerek güçlendirmiştir. Firavun ve ordusunun Hz. Musa ve Hz. Harun'un peşlerine düştükleri sırada, Allah yine onlara yardım etmiştir. Allah, denizi yararak, Hz. Musa ve yanındakilere geçebilecekleri bir yol açmış, Firavun ve ordusunu ise suda boğmuştur. Allah Hz. Musa ve Hz. Harun'a olan yardımını Saffat Suresi'nde şöyle bildirir:

Andolsun, Biz Musa'ya ve Harun'a lütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık. Onlara yardım ettik, böylece üstün gelenler oldular. (Saffat Suresi, 114-116)

Allah, Hz. Nuh'a da yardım etmiş, kavmine gelecek bir tufandan onu ve diğer inananları korumak için, Hz. Nuh'a bir gemi yapmasını vahyetmiştir. Allah, Hz. İsa'yı ise, çarmıha gerilerek öldürülmek üzereyken, Kendi Katı'na yükselterek korumuştur. Allah, Hz. Yusuf'u zindandan kurtarmış, ona mevki ve makam nasip etmiştir. Rabbimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (sav)’e de daima yardım etmiş, onun üzerindeki yükü hafifletmiştir. Allah, Kuran ayetleriyle Peygamberimiz (sav)'in velisi, koruyucusu ve yardımcısı olduğunu müjdeleyerek müminlerin kalplerine huzur ve güven duygusu vermiştir.

Allah'ın, iman edenlere olan yardımını müjdelediği ayetlerden bazıları şöyledir:

Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Muhammed Suresi, 7)

Her işinde daima Allah'a yönelip dönen, yalnızca Rabbimiz'i vekil edinen bir insanın tek dostu ve yardımcısı Allah'tır. Allah, müminlere dilediği yollardan yardımını ulaştırır. Bu gerçeklerin farkında olan bir insan, hiçbir zaman için insanlardan veya başka güçlerden medet ummaz. Tüm yardımın Allah'tan geldiğini bilir, herşeyi Allah'tan ister. Bir başarı kazandığında, üstün geldiğinde, yararına bir işle karşılaştığında hemen Allah'a yönelip şükreder, yardımından dolayı Allah'a minnet duyar. Hayatı boyunca Allah'ın yardımını ve desteğini gördüğü ve tüm bu olayları yaratanın Allah olduğunu bildiği için asıl olarak Rabbimiz'e minnet duyar ve O'na içten ve coşkulu bir sevgiyle bağlanır. Allah, insanların gerçek dostunun ve yardımcısının ancak Kendisi olduğunu Kuran'da şöyle hatırlatır:

... Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir. (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 106-107)

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Katı yürekli olursan çevrenden dağılıp giderler

İnsanın fıtratında vardır herkes tarafından sevilmek ister. Gerçek sevginin oluşması için ise öncelikle sevginin önündeki bencillik, çıkarcılık, samimiyetsizlik gibi engellerin kaldırılması gerekmektedir. Kibir, sevginin oluşmasını engelleyen en önemli sebeplerden biridir. Tevazu ise sevginin en önemli şartlarındandır. Çünkü tevazu sahibi olmayan ve kendisini diğer insanlardan üstün gören birinin, hayatta en değer verdiği varlık kendi nefsi olur. Diğer insanları kendinden daha değersiz, daha aşağı görür. En akıllı, en vicdanlı, en saygın insanın kendisi olduğuna inanır, bir anlamda nefsini ilahlaştırmış olur. Dolayısıyla, bu bakış açısına sahip olan bir insanın, kendisinden daha değersiz gördüğü bir kişiye bağlanması, onun için fedakarlıkta bulunması, onun nefsini kendisinden önde tutması, diğer bir deyişle kalbinde ona karşı gerçek bir sevgi oluşması pek mümkün olmaz. Bu nedenle sevgi ve kibir birbirine tamamıyle zıt iki özelliktir. Kibirli bir insan ne başkaları tarafından sevilebilir, ne de kendisi insanlara karşı derin bir sevgi duyabilir.

Kibirli insanların sevgisiz bir hayat yaşamalarının birçok sebebi vardır. Kibirli insanlar, nefislerindeki kendilerini yüceltme isteğinden dolayı genellikle alaycı bir karakter sergilerler. Çevrelerindeki insanların kusurlarını dile getirdiklerinde, kendi üstünlüklerini daha iyi vurgulayabileceklerini düşünürler. Sürekli alay eden ve konuşmalarıyla çevresindekileri küçük düşürmeye çalışan birine karşı ise, hiç kimse kalbinde samimi bir sevgi duyamaz.

Tevazulu insanlar ise, bu kimselerin aksine çok sevilirler. Tevazulu insanın karşısındaki kişiye değer verdiği hissedilir, bu nedenle bu ahlakı gösteren kimselerin yanında herkes rahat eder. Böyle bir insan, kendisine verilen tavsiyeleri can kulağıyla dinler, hiçbir konuda “en iyiyi ben bilirim” iddiasında olmaz, gurur yapmadan hemen en güzel olan tavrı gösterir. Doğruya karşı direnmez, yanlışa karşı öfkeyle yaklaşmaz. İnsanların sorunlarına karşı duyarlı davranır ve ince düşünceli olur. Hiçbir konuda bir üstünlük iddiası olmadığı için, “önce o sevgi göstersin, önce o selam versin, önce o benimle konuşsun” gibi kibirden kaynaklanan hesaplar içine girmez. Karşısındaki insan katı ve kibirli olsa bile, alçakgönüllü davranır. Herkesin fikrine önem verir, herkesin selamına en güzeliyle cevap verir, herkese karşı sevgi ve saygı dolu olur. Kısacası Kuran ahlakının getirdiği tevazu, çok uyumlu, her fikre açık, hiçbir konuda kibir yapmayan, her zaman karşısındaki insanları onore eden, onlara ihtimam gösteren ve değer veren bir insan modeli oluşturur. Bu nedenle tevazulu insanlar çok sevilen insanlardır.

Allah müminlerin bu güzel özelliğini Kur’an’da şöyle bildirir:

O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçakgönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman “Selam” derler. (Furkan Suresi, 63)

Allah bir başka ayetinde de, alçakgönüllü olan kullarını sonsuz cennet hayatıyla müjdeler:

... İşte sizin İlahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O’na teslim olun. Sen alçakgönüllü olanlara müjde ver.” (Hac Suresi, 34)

Allah Al-i İmran Suresi’nde, insanların, tevazulu ve yumuşak huylu olması nedeniyle Peygamberimiz (sav)’in çevresinde toplandıklarını belirtmektedir:

Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159)

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Darwinistlerin Bencil Gen çarpıtması

Bugünkü yazımda hem dünyada hem de ülkemizde hezimete uğramış bazı evrimcilerin, yenilgiyi kabullenmek istemeyerek ortaya attıkları "Bencil Gen Kuramı" adındaki iddialarından bahsetmek istiyorum.
"Bencil Gen Kuramı" nedir? Öncülüğünü evrim teorisinin günümüzdeki en ateşli savunucularından Richard Dawkins'in yaptığı bu iddia göre, canlıların fedakarlık gibi görünen davranışları aslında "bencillik"lerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu hayvanlar evrimcilere göre fedakarlık yaparken, yardım ettikleri canlı veya canlıları değil, genlerini düşünmektedirler. Yani bir anne yavrusu için canını feda ederken, aslında kendi genlerini korumaktadır. Yavrusu kurtulursa genlerini sonraki nesillere aktarabilme imkanı daha fazla olacaktır. Bu anlayışa göre, insan da dahil olmak üzere, tüm canlılar birer "gen makinası"dır. Ve her canlının en önemli görevi genlerini bir sonraki nesle aktarabilmektir. Özetle "Bencil Gen Kuramı" bir nevi soy koruyuculuğu iddiasıdır.

Bu iddianın teorisyenleri canlıların kendi aralarındaki özverili tavırlarının ilk bakışta maksatlı gibi görünebileceğini, ama canlının bunları bilerek, düşünerek bir amaca yönelik olarak değil, programlanmış olarak yaptığını söylemektedir. Bu noktada sorulması gereken önemli soru şudur: Bu programın kaynağı nedir? Gen dediğimiz şey, kodlanmış bir bilgi paketinden ibarettir. Ama bir bilgi paketinin düşünme gibi bir yeteneği olamaz. Genin de zekası, aklı, yargı yeteneği yoktur. Dolayısıyla, eğer bir canlının geninde, onu fedakarlığa yönelten bir komut varsa, bu komutun kaynağı, genin kendisi olamaz. Bu aciz iddiaların sebebi, bazı evrimcilerin canlılar arasındaki fedakarlık ve dayanışmaya açıklamama getirememeleridir.

İşte bu yüzden evrimciler doğada rastladıkları özverili tavırları açıklamak için bu tip hayali izahların ardına sığınma zorunluluğu hissederler. Rabbimiz, Müminun Suresinin 21. ayetinde “Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır” diye bildirmiştir. Rabbimizin de ifade ettiği gibi hayvanlar arasındaki yardımlaşma ve fedakarlık insanoğluna bile örnek teşkil edecek derecede mükemmeldir.

Canlılar sadece yavrularını tehlikelerden koruyarak özveride bulunmazlar. Birçok durumda kendi toplulukları içinde yaşayan diğer canlılara karşı da son derece "ince düşünceli" ve "çözümcü" davrandıkları gözlemlenmiştir. Bunun bir örneği, çevrede bulunan besin kaynakları azaldığında görülür. Böyle bir durumda güçlü olan hayvanların üstün gelerek diğer hayvanları saf dışı bırakacakları ve tüm kaynaklara el koyacakları düşünülebilir. Ancak olaylar hiç de evrimcilerin hayal ettikleri gibi gelişmez. Ünlü bir evrimci olan Peter Kropotkin kitabında bu konuyla ilgili bazı örnekler verir: Kropotkin bir kıtlık durumuyla karşılaşıldığında karıncaların depoladıkları erzaklarını kullanmaya başladıklarını, kuşların topluca göç ettiklerini; bir ırmakta çok fazla kunduz yaşamaya başladığında genç olanların kuzeye yaşlı olanların güneye doğru gittiklerini anlatır.

Bu bilgilerden de görüleceği gibi doğadaki canlılar arasında kıyasıya bir yiyecek veya yuva mücadelesi yoktur. Aksine en zorlu koşullarda dahi canlılar arasında çok güzel bir uyum ve dayanışma görülebilmektedir. Sanki her biri koşulları kolaylaştırmak için uğraşıyor gibidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta şudur: Bu canlıların hiçbiri bu kararları alacak ve böyle bir düzeni sağlayacak bir akla ve bilince sahip değildir. Öyle ise bir araya gelip ortak bir hedef belirlemeleri ve bu hedefe hepsinin uyması, hatta bu hedefin tüm toplum bireyleri için en sağlıklı karar olması nasıl açıklanabilir? Kuşkusuz tüm bu canlıları yaratan, onlara kendileri için en yararlı olacak tavrı ilham eden ve onları koruyup esirgeyen alemlerin Rabbi olan Allah'tır.