25 Eylül 2013 Çarşamba

Sahte Dünyanın Allah Sevgisi



Allah, pek çok duygu gibi insanların kalplerine sevgi hissini de yerleştirmiştir. İnsanın yapması gereken, bu özelliğini Allah’ın Kur’an’da verdiği öğütler doğrultusunda en doğru şekilde yönlendirmesidir. Müminler Kur’an’ı rehber edindikleri için sevgilerini; kendilerini ve sahip oldukları tüm nimetleri yaratan Rabbimize ve O’nun rızasını hedefleyen müminlere yöneltirler.
Dünya hayatının süsüne kapılanlar ise Allah’ın kendilerine imtihan için verdiği nimetlere tutkulu bir sevgi ile bağlanırlar; örneğin insanları “Allah’ı sever gibi severler”. Allah, Kur’an’da inkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışını şöyle bildirmektedir:
İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
İnkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışlarını yönlendirdikleri konulardan biri de dünya malıdır. Mala olan sevgilerinin şiddetiyle bu geçici metaya hırsla bağlanmış, nefislerinin cimri ve bencil tutkularına yenik düşmüşlerdir. Kur’an’da inkar edenlerin bu tavırları şöyle bildirilmiştir:
Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır. (Adiyat Suresi, 8)
Oysa Allah Kur’an ayetleriyle insanlara malın yalnızca dünya hayatına ait bir deneme konusu olduğunu bildirmiş ve bu tutkuya karşı insanları uyarmıştır:
Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır. (Enfal Suresi, 28)
Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten ‘tutkuya kaptırarak-alıkoymasın’; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)
Bu gerçeklerden haberdar olan müminler mal sevgisine kapılmazlar. Sahip oldukları nimetleri kendilerine lütfedenin Rabbimiz olduğunu bildikleri için, bu onların Allah’a şükretmelerine vesile olur. Kendilerine verilen maddi imkanları Allah’ın rızasını kazanabilecekleri hayırlı işler için kullanır, daha fazlasına sahip olmayı da hayırlarda kullanabilmek için isterler. Kendisine çok büyük hazineler verilen Hz. Süleyman, bu nimetleri hangi amaçla istediğini şöyle dile getirmiştir:
O da demişti ki: “Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.” … (Sad Suresi, 32)


18 Eylül 2013 Çarşamba

Suriyeli kardeşlerimiz bereketleriyle gelirler



Bugün Suriye’deki son duruma hep birlikte bakalım; Kimyasal saldırı nedeniyle 1500’den fazla kişinin hayatını kaybetmesinden sonra, mülteci sayısı gün geçtikçe artmaya başladı. Birleşmiş Milletlerin yaptığı açıklamaya göre, her gün 5 bin Suriyeli ülkesini terk ediyor. Özelikle Suriye’ye müdahale kararı alındıktan sonra, bir hafta gibi kısa bir sürede 1.000.000.000 kişinin ülkeyi terk ettiği söyleniyor. Yine BM’nin bildirdiğine göre; Ağustos ayının sonlarına doğru Irak 168 bin, Mısır 110 bin, Ürdün 515 bin, Lübnan 716 bin ve Türkiye 460 bin Suriyeli sığınmacı kabul etmiş.

BMMYK özel temsilcisi olarak çalışan, dünyaca ünlü sanatçı Angelina Jolie, Suriye’deki mülteci sayısının gittikçe arttığından endişe duyduğunu belirterek  “durum daha kötüleşirse, sığınmacıların sayısı daha da artacak, bu da bazı komşu ülkeleri çökme noktasına getirebilir" dedi.  Dünyanın içinde bulunduğu durum, geçmişte yaşanılan tecrübeler, ekonomik kriz, istatistik veriler ve benzeri bir çok sebeplerle bakıldığında, Angelina Jolie haklı gibi görülebilir, fakat olayları zahir değil de batın gözüyle değerlendirdiğimizde Suriyeli kardeşlerimizin yanlarında bereketleriyle geleceklerini düşünüyorum.

Şu şartlarda yapılacak en güzel ve akılcı olan tavır, Suriye’den sivil halkın bir an önce tahliye edilmesidir. Suriyeli kardeşlerimizin sığınma talebini kabul etmeyip kapılarını onlara kapatmak isteyen ülkelere ise iki çift lafım olacak; Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen İsveç bile, isterlerse sığınmacılardan 8.000 kişinin aileleriyle birlikte ülkelerine kabul edeceklerini açıklamışken, diğer ülkelerin de mutlaka bu insani ve vicdanlı kararı alması gerekir.

Türkiye, Suriyeli mültecilere kapılarını açarak ve yaptığı yardımlarla bu konuda çok güzel bir tavır sergiledi. Zaten Ortadoğu coğrafyasının örnek aldığı, ağabey olarak gördüğü, lider ülke Türkiye olarak bize de bu yakışırdı. Peygamberimiz zamanında, Mekke'deki inkarcıların eziyetleri nedeniyle herşeylerini geride bırakıp zor şartlar altında Medine'ye hicret eden Müslümanların, orada bulunan müminler tarafından en güzel şekilde karşılandıklarını hepimiz biliriz. Suriyeli mülteciler, yerlerinden yurtlarından edildikleri için Kuran'da, bahsedilen Muhacir kardeşlerimiz gibidir. Bizim tavrımız Muhacirları en güzel şekilde karşılayan Ensarlar gibi olmalıdır. Biz de Suriyeli mültecileri Allah’ın bizlere emaneti olarak görmeli, çok güzel ağırlamalıyız. Herhangi şart ve koşul gözetmeden, onlara rahatlık verecek bir üslup kullanmalı, sezdirmeden onlara güzellik sunmalıyız. Müslüman, Müslümanın kardeşidir, kardeşine yer açana Allah da genişlik, bereket verir. Ensar, nasıl hicret eden mümin kardeşlerinin rahatına önem vermiş, ihtiyaç içerisinde kalsalar bile hep Muhacirlerin eksiklerini tamamlamış, sahip oldukları herşeyi seve seve onlarla paylaşmışsa, biz de Suriyeli kardeşlerimize aynı candanlığı göstermeliyiz. Bizden şikayetçi bir tavır asla görmemeleri gerekir.


11 Eylül 2013 Çarşamba

Bu fitneyi gömelim...



Bir şehre giriyorsunuz, yerle bir olmuş, koskaca şehir ölüm kokuyor, tamamıyla sessiz, hiç bir hayat belirtisi yok, kuşların sesi duyulmuyor, bahar olmasına rağmen çiçekler solmuş, ağaçlardaki tomurcuklar boynu bükük kalmışlar. Sokaklarda, evlerin avlularında hayvanlar telef olmuş, bebekler annelerinin kucaklarında henüz süt emerken ölümle tanışmışlar, masalarda yemek yiyen aileler, oldukları yere yığılıp kalmışlar. Bu yazdıklarım bir film senaryosu değil, bizzat Halepçe katliamında yaşanan gerçekler...

Yukarıda detaylandırdığım bu vahşet, 1988’de yaşanan ve dünyanın en büyük katliamlarından biri olan, Kürtlerin yaşadığı Halepçe’de 5000 kişinin ölümüne, 7000 kişi yaralanmasına neden olmuştu. Bazı bilim adamları kullanılan kimyasal gazın etkisinin, Hiroşima/Nagazaki’ye atılan atom bombasından, etkisinin 5 kat daha fazla olduğunu söylemişti. Dünya savaşında başlatılan kimyasal silah kullanma çılgınlığı son olarak Şam’ın güneyinde Guta bölgesinde görüldü. Ve benzerleri de kapıda görünüyor.

Hal böyleyken dünya ülkeleri dün olduğu gibi bugün de uzun süre bu vahşeti sessizce izledi. Ne zaman ki Türkiye kükredi, o zaman müdahale için adım atmaya karar verildi. Kimyasal silahların Ortadoğu’daki en büyük payı Suriye’de. Suriye ise Birleşmiş Milletler tarafından silah stoklarını yok etme protokollerini imzalamayan 5 ülkeden biri. Şimdi durum ortada; Karşımızdaki insanlar, konuşarak, demokratik davranarak, ikna metodu kullanarak amaçlarına ulaşmak istemiyorlar. Aksine ahirzaman deccalleri “daha çok öldüreceğim, daha çok vahşet uygulayacağım, daha çok kan istiyorum” diyorlar.

Bazı kişiler ise uzun süren sessizliğin ardından cılız çıkan seslerini yükseltip kimyasal silah kullanmanın “insanlık dışı” bir uygulama olduğunu söylüyorlar. “İnsanlık tarihinin en acımasız ve sinsi silahı asla affedilmemeli” diyenler de var. Peki soruyorum sizlere; diğer silahlar, bombalar daha mı güzel? Onları makul mü göreceğiz? Kimyasal silah, atıldığı yerde dost düşman, iyi kötü, kadın erkek, çoluk çocuk, asker sivil dinlemezken diğer silahlar bu ayrımı yapabiliyor mu? Suriye’de kimyasal gazlardan zehirlenen bebeklere yazık oluyor da, Çeçenistan ve Afganistan’da, havadan atılan oyuncak bombalarla oynamaya başladığında, elinde patlayan, kolu, bacağı koparak ölen çocuklara yazık olmuyor mu? Öldürmenin makulü olmadığı gibi ölüm makinalarının da masumu olmaz, Allah haram kılmıştır, Kuran-ı Kerim’de bir insanı öldürmek tüm kainatı öldürmeyle eş tutulmuştur.

Şu şartlarda ağlamak, yakınmak, intikamdan bahsetmek, lanetliyorum demek, protesto eylemleri yapmak elbette çözüm değil. Asıl sorulması gereken; “İnsanlık bu vahşeti daha ne kadar sürdürecek?”, “En kısa yoldan çözüme nasıl ulaşabiliriz?” olmalıydı. Unutmayalım ki gemi su almaya başladığında içindeki herkes boğulur. Yapılması gereken hemen “birlik” olmaktır. O zaman gelin Müslümanın Müslümanı kırıp geçirmesine izin vermeyelim, tüm Müslümanlar “birlik” olup bu fitneyi gömelim.

4 Eylül 2013 Çarşamba

Ey modern çağın Salebeleri, size sesleniyorum...



Bilenler bilirler, Salebe Bedir ashabından, dindar olarak bilinen bir kişiyken, zenginliğe aşırı düşkünlüğü onu gittikçe dinden uzaklaştırmıştır. Salebe, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’den kendisi adına Allah’a dua etmesini istemiş, zengin olma amacının İslam yolunda harcamak olduğunu belirtmiş, zengin olduğu takdirde fakirin hakkını fazlasıyla vereceğini, Müslümanları koruyup kollayacağını belirterek ihlaslı olduğuna dair teminat vermiştir. Fakat Salebe’nin servet sahibi olduktan sonra tavrı değişmiş, mal mülk sevgisi daha ağır bastığı için, Müslümanlarla görüşmeyi kesmiş, fakirin hakkını vermeyi reddetmiştir.

Salebe’nin durumu aklıma Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Dubai ve diğer ülkelerdeki varlıklı Arap şeyhleri ve benzer zihniyetteki zenginleri getirdi. Elbette içlerinde samimi olanlar vardır, ama benim sözüm, parası ve imkanı arttıkça din ahlakından uzaklaşıp, parasını İslam’ın menfaatine değil de nereye saçacağını bilmeyenlere... Benim sözüm birbirinden büyük yatlara, katlara, holdinglere sahip olanlara, milyarlarca dolar harcayıp futbol kulüpleri satın alanlara, Katar'dan uçakla İngiltere'ye sırf bakım için Lamborghini gönderenlere... Siz şaşalı törenler düzenleyebilmek için oluk gibi para harcarken, şu iki günlük fani dünyada gösteriş olsun diye birbirinizle yarış halindeyken, Mısır ve Suriye’deki kardeşleriniz şehit ediliyor. Siz bir günde yüzlerce Müslüman’ın şehit edilmesini hangi vicdanınızla seyrediyorsunuz? Suriye’de, Irak’da, Filistin’de Müslüman kardeşleriniz açlıktan kırılırken ve yokluktan ilaç bulamazken siz hangi vicdanınızla dolarlarınızı yok yere saçıp savuruyorsunuz?

Zenginliğin, ancak Allah rızası için kullanıldığında, sonsuz hayatınız için hayrı olacağını en iyi siz bilirken, sizin verdiğiniz paralarla alınan silahlarla, Müslümanlar katlediliyor bunun şuurunda mısınız? Ben burada lüks ve ihtişamlı hayatınızı eleştirmiyorum, elbette ki Müslüman en iyi imkanlara sahip olacak, ama alkolün su gibi aktığı, uyuşturucunun elden ele gezdiği partilerinizden biraz kafanızı yukarı kaldırıp, Müslüman ülkelerde ölen siviller ve masum bebekler için harekete geçmeye ne dersiniz? Gücünüz bu fitneleri bastırmaya yeterliyken, dünyevi menfaatleriniz elinizden gidecek endişesiyle kanlı diktatörlere destek vermiyor musunuz?

Soruyorum size Müslüman ülkelerdeki sosyal çöküntü sizi hiç ilgilendiriyor mu? İran, Tunus, Suudi Arabistan gençlerinin çoğu ateizmin pençesine düşmüş, bu sizi hiç kaygılandırmıyor mu ?

Farkında mısınız, sizler modern çağın Salebeleri olmuşsunuz da bundan haberiniz yok. Allah’ı bırakıp mallara ve paraya tapınmaya başlamışsınız. Sadece bir varlıklı Müslüman ülke bile tek başına başka fakir bir Müslüman ülkeyi kalkındırmaya yeter, bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Hatta bugün silaha ayırdığınız paraların onda birini bile Müslüman ülkelere ayırsanız ve yaptığınız israflara karşı tedbir alsanız dünya genelindeki fakirlik nispeten çözülecektir. Ama siz bunu bile bile görmezden geliyor, vicdanınızı kapattıkça kapatıyorsunuz.

 İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Elbette Salebe’nin hikayesinde Müslümanlar için ibret vardır, bunu hepimiz biliyoruz. Siz ne kadar umursamaz, ne kadar gafil olsanız da üzerinizdeki sorumluluğunuzu bertaraf edemezsiniz. Rabbimiz Kuran’da birlik olmayı emretmişken, siz bin parçaya ayrılmış Müslümanların birbirinden kopuk halde yaşamalarını içinize çok rahat sindirebiliyorsunuz. Şeytanın yaptığı ters telkin nedeniyle sırf işimiz gücümüz dağılır, holdinglerimize zarar gelir, kurduğumuz sistem bozulur mantığında hareket ettiğiniz için Müslümanları zulüm görmelerine göz yumuyorsunuz. Müslüman kadınların ırzına geçiliyor, parmakları doğranıyor. İşgale gelen askerler hatıra olarak Müslümanların parmağını, kulağını kesip kurutup memleketlerine götürüyorlar. Siz ise işte bunca zulme seyirci kalıyorsunuz. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak (emr-i bil maruf ve nehyi anil münker), Müslümanların birlik olmalarını sağlamak, İttihad-ı İslamı istemek, ısrarla fitneleri ortadan kaldırmak için gayret etmek, hepimizin üzerine farzdır. Müslümanın önem verdiği şey, fani dünya değil ahiret hayatıdır. Holdingler, para, mal, mülk, itibar değil, Allah rızası olmalıdır.

İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre zulme, haksızlığa karşı çıkmayanın imanı tam değildir!.. Bu gerçeği görmezden gelen, Müslümanların haklarını korumayan, birlik olmak için mücadele etmeyen, katliamlara seyirci kalanlar, yeryüzünde oluşan bu fitne ve bozgunculuğun ortağı olmuş durumdadırlar. Ve elbette ki bu vicdansız, duyarsız, acımasız ve umursuz davranışlarının, hem dünyada hem ahirette hesabını mutlaka vereceklerdir.

Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39)

Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (mücadele edenleri) sever. (Saff Suresi, 4)