26 Haziran 2013 Çarşamba

Sadece davet edebiliriz...



Bir insanın İslam dinini seçmesi, yol olarak benimsemesi tamamen kişinin kendi özgür iradesine bağlıdır. Şahısların Kuran'da emredilen ibadetleri uygulaması ya da men edilen yasaklardan sakınması; tamamen kendi vicdanlarına kalmış bir konudur. Tabi ki Müslümanlar, birbirlerini Kuran'da anlatılan iyilikler ve kötülükler konusunda uyarabilir, birbirlerini bu konuda teşvik edebilirler. Fakat zor ve baskı asla olmamalıdır. Kuran’da bu konu şöyle bildirilir:
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”(Bakara Suresi, 256)

Seçimi karşımızdaki kişiye bırakmalıyız
Bir insan dini yaşamaya zorla mecbur bırakılırsa, bu insan dindar olmaz, münafık olur. Münafık ise Allah'ın Kuran'da bildirdiği üzere, Allah'ın azabını hak eden ve cehennemin en aşağısında olan bir mahluktur. Üstelik münafık sadece kendine zarar vermekle kalmaz, iki yüzlü, samimiyetsiz ve oyuncu yapısıyla tüm toplum için bir tehlikedir. Böyle bir tehlikeyi kendi eliyle meydana getirmek, toplum içinde münafıklar ve münafıkane bir sistem oluşturmak, Müslümanların asla istemeyeceği birşeydir. Her Müslüman Kuran ahlakının gereği olarak insanlara doğru yolu göstermekle, onları iyiliğe davet etmekle ve kötülükten men etmekle yükümlüdür. Ama bu hiçbir zaman bir insanı kendisi gibi düşünmeye, kendisi gibi yaşamaya, kendisi gibi davranmaya, kendisi gibi giyinmeye mecbur etmek anlamına gelmez. Müslüman doğruyu gösterir, seçimi karşısındaki kişiye bırakır. Bu Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükümdür.

Hidayeti verecek olan Allah'tır
Müslüman her insanın Allah'ın takdir ettiği kaderi yaşadığını, karşısındaki ateistse onu Allah'ın o şekilde yarattığını, dinsizse Allah'ın ona bu durumu takdir ettiğini, başka bir dine mensupsa bunun da Allah'ın dilemesiyle olduğunu bilir. Bu kimselere karşı şefkatle, anlayışla, sevecenlikle yaklaşır. Kendisi düşüncelerini ifade etmekte ne kadar özgürse, onların da o kadar özgür olmasını ister. Kendisi dinini yaşamakta, ibadetlerini yerine getirmekte ne kadar özgürse, onların da diledikleri gibi yaşamalarında o kadar rahat olmalarını ister. Elbette bu ahlaksızlığa, zulme göz yumması ya da bunları görmezlikten gelmesi anlamına gelmez. Ama buna karşı mücadelesi, karşısındakini ezerek, baskı altına alarak, konuşmasını, yazmasını, anlatmasını engelleyerek değil, ona sabırla, güzel sözle, tevazuyla, sevecenlikle ve saygıyla doğruyu anlatarak olur. Daha önce de belirttiğimiz gibi Müslüman tüm insanların hidayet bulmasıyla değil, onları güzele davet etmekle yükümlüdür. Müslümana düşen görev sadece davettir, hidayeti verecek olan ise Allah'tır.



19 Haziran 2013 Çarşamba

Hedeflenen ileri demokrasinin gerçek kaynağı İslam'dır



Son günlerde yaşadığımız olaylar bize bir kere daha karşılaştığımız problemler her ne olursa olsun, çözümü demokrasi ve hukuk platformunda aramamız gerektiğini gösterdi. Tüm Türk halkı olarak vakar ve sağduyudan ayrılmayıp daha ileri bir demokrasiyi hedef almamız gerektiğini hep birlikte gördük.

Peki daha ileri bir demokrasi nasıl gerçekleşecek ?
Günümüzde hangi düşünceden, hangi dinden ve milletten olursa olsun neredeyse tüm insanların en önemli ortak taleplerinden biri özgürlüktür. İnsan bedeni ve zihni özgür olduğu, kendisini rahatça ifade edebildiği, dilediği gibi yaşayabildiğinde sağlıklı olur. Yaşamının herhangi bir alanında baskı altına alınan bir insan kısa bir süre içinde huzurunu, neşesini, üretebilme yeteneğini yitirmeye başlar. Yakın geçmişte Sovyet Rusya'da ve halen Çin'de yaşayan insanların çoğunun yüzlerindeki soğuk, neşesiz ifade, bakışlarındaki donukluk hatırlandığında, özgür düşünmenin ve özgür yaşamanın insan hayatında ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılacaktır.

İslam kısıtlama değil özgürlük getirir.
İnsan hayatının çok önemli bir parçası olan, hayat kalitesini yükselten özgürlük, insana Allah'ın verdiği bir nimettir. Dinde hiçbir şekilde zorlama yoktur. İnsanlar ister dinsiz olur, ister dindar. Herkes özgürce düşündüğünü söyler. Din ahlakını bilmeyen, özellikle de İslam'ı tanımayan veya yanlış kaynaklardan ve örneklerden İslam hakkında bilgi edinen kimi insanların ise, bu konuda birçok önyargısı, yanlış kanaati olmaktadır. Bu insanlar, hiçbir doğruluğu olmadığı halde, İslam'ın yaşam alanlarını kısıtlayacağını, özgürlüklerini engelleyeceğini, düşüncelerini kontrol altına alacağını, sanatı ve bilimi sınırlandıracağını sanmaktadırlar. Oysa İslam insanlara düşünce, ibadet ve ifade özgürlüğü sağlayan, insanların her türlü hakkını koruma altına alan ve daha da önemlisi insanlara gerçek özgürlüğü sunan bir dindir.
Öncelikle şu gerçeğin iyi anlaşılması önemlidir: Allah insanlara kolaylık, rahatlık, mutluluk ve neşe diler. Allah kullarına zulmedici değildir. Allah'ın emri olan din de insanlara en huzurlu, en mutlu, en güvenli, en asil, en kaliteli, en rahat, en zevkli yaşamın nasıl olacağını gösterir. Dinde baskı yoktur. Dinde zorlama yoktur. Bir insan Allah'ın varlığını ve birliğini, aklıyla, vicdanıyla görerek iman eder ve dini yaşar. Din bir gönül kabulüdür.
Müslüman yaşadığı toplum içerisinde, her türlü düşüncenin ve inancın rahatça ifade edilmesini ister. Karşısındakinin hayatına, fikirlerine, yaşantısına saygı duyar. Din ahlakına uygun olmayan, hatta dinsiz, ateist ideolojilerin ve fikirlerin dahi rahatlıkla anlatılabilmesini ister, ki böylece bu fikirlere karşı gereken cevabı ilmi ve fikri olarak tam verebilsin. Düşüncelerin, ideolojilerin baskı altına alınıp yasaklanması Müslüman için bir kolaylık değil, tam tersine tebliğini zorlaştıracak, ilmi mücadelesini daha güç hale getirecek bir durumdur. Herkesin her düşünceyi açıkça ifade edebildiği bir ortamda din daha kolay gelişir ve güçlenir. Çünkü İslam'ın özünde düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü vardır. Hedeflenen ileri demokrasinin gerçek kaynağı İslam'dır.


12 Haziran 2013 Çarşamba

Bu Dünya Hepimize Yeter



Son günlerde “dünyanın tadı tuzu kaçtı” kelimesini çok sık duyar olduk. İnsanlar sürekli şikayet ediyor, çok sıkıldıklarını söylüyor, kendileri için hayatın bir anlamı kalmadığını ifade ediyorlar. Ekonomik krizin olması, intiharların artması, bilimsel icatların çok olmaması, sanatın gittikçe yozlaşması gibi sorunların hepsinin arkasında aynı neden var: Sevgisizlik...
Bazı insanlar Allah'ı sevmeden, Allah'a candan yakın olmadan, dünyada mutlu olacağını zannederler. Gerçekte durum hiç öyle değildir. Allah esirgesin, Allah sevgisi olmadan insan mahvolur. Kendisine bunca güzelliği sunan, bunca iyiliği veren Allah’ı, hâşâ hiç yerine koyan insan, elbette ki Allah’tan hak ettiği karşılığı alacaktır. Allah, bu bakış açısına sahip insanların özel olarak bir hikmetle canını yakar. Böyle bir durumda Allah insanın üzerinden bereketi kaldırır. Hastalık sıkıntı ve belaları art arda verir. Rabbimiz “... eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım...” (İbrahim Suresi, 7) diye bildirmektedir. Hem Allah’ın her an sunduğu nimetlerden faydalanıp hem de Allah’a dönüp yönelmeyen bir insan adeta 'şükretmiyorum' demiş gibi olur. Bu zihniyet haşa "Allah’ın ,sunduğu nimeti kullanırım ama kul olmayı kabul etmem" demek anlamına gelir. Peki size soruyorum bu nasıl bir ahlak? Allah meyveler, sebzeler yaratacak, arabalar yaratacak, evler yaratacak, teknolojiyi yaratacak, televizyonlar, radyolar yaratacak, ama insan haşa ‘ben hepsini kullanırım, sahibi de beni ilgilendirmiyor' diyecek. İşte bunu diyen insan bir süre sonra büyük bir  bunalıma düşer. Zengin olup ekonomik refaha sahip olması, eğitimli olması, çok geniş bir çevreye sahip olması, her türlü imkanı elinde bulundurması bile kişiyi tatmin etmez, bu bakış açısında olan kişiler bir süre sonra intihar etmeye kadar varabilen korkunç bir bunalıma düşerler.
Allah kulları için en iyisini ister, “akıllı olmalarını, en iyi şekilde, en vicdanlı olarak yaşamalarını ister. Rabbimiz "şükredin, beni sevin, ben de sizi seveyim” der. Cenab-ı Allah'ın teklifi  çok güzel, çok hoş ve çok hikmetli bir tekliftir. Rabbimizin yolundan giden müslümanların hayat kalitesi artar, zenginlik, bolluk bereketi artar. Mesela şu anda Avrupa'yı ekonomik kriz kasıp kavuruyor. Tüm Avrupa halkı Allah'a dönse, Avrupa'nın zenginliği daha da artır. Aynı şekilde Amerika da çok zengin olur, Ortadoğu da. Ama bazı insanlar, “hayır, biz dünyayı yaşayacağız” diyor. "Bizim bilemediğimiz bir nedenden dolayı ekonomi kilitlendi" diyorlar. Oysa ekonomik krizi yaratan Allah’tır. Ekonominin durumu herkesin malumu, bilinmeyecek bir konu değil. Ticaret, Merkez Bankası, dolarlar, paralar hala insanların kontrolünde. Ama Allah, insanların kontrol edemediği metafizik bir hikmetle ekonomik kriz oluşturuyor.
Sonuç olarak çok geç kalmadan, herkesin Allah'a dönmesi ve Allah'ı sevmesi gerekiyor. İnsanlar gaddarlığa ve sevgisizliğe karşı eğilimliler. Hâlbuki sevgi, merhamet, şefkat, affedicilik, cömertlik son derece zevklidir. Mesela birisine, bir çocuğa hediye aldığında, nasıl seviniyor, nasıl mutlu oluyor, ne güzel oluyor yüzündeki ifade. Sadece o çocuğun sevincini görmenin insanı mutlu etmesi gerekir. Fakirlerin evine yiyecek götürüldüğünde çok mutlu olurlar. Gözlerinde müthiş bir mutluluk sevinci belirir. Sadece o gözündeki parıltıyı görmekten haz almak gerekir. Oysa günümüzde televizyonlara, gazetelere, internete, sosyal medyaya bakıyoruz: İnsanlar sevgiye değil kavgaya eğilimliler. Hâlbuki dünya o kadar büyük ki, tüm dünyadaki insanlara bin kere yeter. Dünya’nın bütün arazileri uçsuz bucaksız, çok nadir yerlerde şehirler var ve bomboş... Bu kadar kavgaya boğuşmaya değmez. “Bu dünya hepimize yeter”

6 Haziran 2013 Perşembe

Mülteci kamplarında ölüm kol geziyor

Arakanlı Müslüman kardeşlerimizle ilgili gelen haberler hiç de iç açıcı değil.

Kimlik ve özlük hakları ellerinden alınmış olan Arakanlı Müslümanların istekleri, sadece yüzyıllardır yaşadıkları kendi topraklarında insan gibi muamele görmek... Budistlerle eşit haklara sahip olup dinlerini serbestçe yaşayabilmek....

Dünya basını olayları nasıl yansıtıyor?

Dünya basını iki yıldır katlanarak artan katliamları, budist – müslüman çatışması olarak göstermeye çalışıyor. Oysa olayların perde arkasında Myanmar derin devlet yapılanması var.

Devlet Budist çetelere bizzat destek veriyor.

Katliam ve yağmalamaları devlet açıkça destekliyor. Son günlerde Myanmar devlet başkanı uluslar arası baskı görmemek adına siyasi bir manevra yaparak: "ülkedeki bu olaylar imajımıza zarar veriyor, Budistlerin yaptığı eylemleri gerekirse askeri müdahale ile durdururuz" diye açıklama yaptı. Fakat oraya giden gözlemciler, aslında gerçeğin böyle olmadığı ve bizzat mevcut cuntanın Budist çetelerin katliamlarına açıktan destek verdiğini söylüyor. Hatta bizzat bu olayları devletin kendinin organize ettiği iddia ediliyor. Muhalefet ise müslüman katliamlarına sessiz kalmayı tercih ediyor. Tüm bu yaşanan acıların ardında ise o bölgedeki petrol ve doğalgaz rezervleri olduğu gerçeği yatıyor. Müslümanların yerleşim yerinde olan bu rezervler Amerika, Çin'in bölge üzerindeki iştahını kabartıyor. İddialara göre bu bölge üzerindeki müslüman Arakanlıları bir an önce elimine etmek istiyorlar.

Arakanlı müslümanların şu anki durumları ne?

Kanunlara göre her zaman ve her şartta Budistler haklı. Müslümanların budistlere itiraz etme hakkı yok. Budistlerin isteklerine itiraz eden Arakanlı Müslümanlar ağır cezalara çarptırılıyor. Müslümanlar bir yandan öldürülüyor bir yandan da ölen müslümanların kendi dini usulleri gereğince gömülmesine izin verilmiyor. Ölülerinizi ancak yakabilirsiniz diyorlar. Akşam sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Müslümanlar sokağa çıkamazken Budistler rahatlıkla gezebiliyor. Terör ve yağmalama yapılacak olan yerler önceden işaretleniyor. Yangın çıkartılıyor, çıkartılan yangından kurtulup dışarı çıkan kişilerden ise genç olanları alınıyor. Erkek çocuklarını organ mafyasına, kız çocukları ise fuhuş çetelerine satılıyor. Yaşlı anne ve baba hemen orada öldürülüyor. Tüm bu olaylar olurken güvenlik güçleri hiç müdahale etmiyor. Ancak evi yakılan kişi kendini savunacak olursa o zaman güvenlik güçleri geliyor, Arakanlı Müslümanı tutukluyorlar. Namaz kılmaları, oruç tutmaları, yiyecek almaları engelleniyor. Camiler yakılıyor, evler yıkılıyor. Müslümanlar göçe zorlanıyor. Hasta, yaralı olup da tedaviye ihtiyacı olan müslümanları devlet hastaneleri kabul etmiyor, özel hastanelerde tedavilerinizi yaptırın diyorlar. Ancak evleri ve işleri bile olmayan bu insanların özel hastanede tedavi görecek parayı bulamayacakları ortada olan bir gerçek.

Peki Arakanlı müslümanların haklarını kim arayacak?

Arakanlı Müslümanların haklarını savunmaya çalışan aydın ve okumuş kesim, cunta tarafından üç dört gün içinde katledildi. Şu an mevcut olan kesim ise tamamen eğitimsiz ve savunmasız durumdalar. Haklarını arayabilecek kapasitede insanlar değiller. Hepsinden önemlisi ellerinde ekonomik, sosyal ve siyasal bir güç yok. Arakan’daki Müslüman kadınlara tecavüz edilmesinin, ırzına geçilmesinin önüne nasıl geçilecek? Arakan’daki kimsesiz kalmış çocukları açlıktan nasıl kurtulacak ? Evinden yurdundan atılan yaşlılar, elleri arkalarına bağlanmış şekilde nehirlere itilen erkekler ve açınacak durumda olan kadınlara çare nasıl bulunacak? Arakan’daki diri diri yakılan insanlara bu zulmü yapanlar nasıl bulunacak?

Peki bu mazlum insanların suçu ne ?

Arakan'daki Müslümanların durumu, ortaya çıkan insanlık dışı olaylar, Müslümanların hamiyet-i islamiyelerine ağır gelmesi gerekir. Bir an önce tüm dünyaya barışın birliğin, sevginin, şefkatin hakim olması için çaba sarf etmeleri gerekir. Aslında İslam birliğinin sadece Müslümanların kurtulması için değil, tüm insanlığın kurtulması için bir an önce kurulması gerekir. Müslümanların dünya görüşü ve bakış açıları bu şekilde olmalıdır. Hepsi kurtulsun, hepsine şefkat gösterelim koruyup kollayalım, daha sonra İslamın güzel ahlakını tebliğ ederiz demeleri gerekir. Kısacası Arakan’da yapılan zulme seyirci kalmayalım... Allah’tan bir an önce İttihad-ı İslamın oluşmasını isteyelim.