22 Kasım 2011 Salı

Ehli Sünnet kimdir?

Ehl-i Sünnet demek, Kur'an ve sünnetin öğrettiği şekilde inanan ve yaşayan Müslümanlar demektir. Ebedi kurtuluşa vesile olacak imanı bilmek ve Allahu Teala'yı tanımak, ancak Ehl-i Sünnet itikadına sahip olmakla mümkündür. Sünnete uymak için Peygamberimiz (sav)'in Kur'an'a dair uygulamalarını ve Ashab-ı Kiram'ı tanıyıp, takip etmek gerekir. Çünkü onlar, bizimle sünnet arasında bir köprü vazifesi görmektedir.

İman ve İslam konusunda Ashab'ın yerini ve gereğini Allah Resulü (sav) Efendimiz şöyle belirtmiştir:

"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak; birisi hariç diğer hepsi Cehennem'de olacak" Oradakiler, hayretle: "O kurtulacak grup hangisidir Ya Resulullah" diye sordular, Efendimiz (s.a.v): "Benim ve Ashabımın yolunda olanlar." buyurdu. (Tirmizi, İman; 18)

Bu kurtulan fırkaya "Fırka-i Naciye" (selamete kavuşanlar) denir. Bu fırkanın bir diğer ismi de "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat" (Peygamberin ve onun Ashabının yolunda olanlar) fırkasıdır.

İtikad ve amelde bütün hak mezheplerin buluştuğu nokta Kur'an ve sünnetin çizdiği noktadır. Bu mezheplerin bütün çabaları Allahu Teala'nın ve Resulünün (sav) muradını anlamak, anlatmak ve yaşamaktır.

Ehl-i Sünnet anlayışını anlatırken Selefiliği de anlatmak gerekir. Selefilik adı, halef-seleften gelir ve selef, Hz. Peygamber (sav)'e en güzel şekilde uyan ilk nesle ve onları güzelce takip edenlere verilen genel bir isimdir. Selef akidesi itikadi mezheplerin ortaya çıkmasından önceki Müslümanların akidesidir. Yani Ashab-ı Kiram'ın ve Tabiin (Ashabı görüp onlardan feyz alan) neslinin akidesidir. Bu mezhebin temel anlayışı, ayet ve hadislerin verdiği haberleri olduğu gibi kabul etmektir. Daha sonraları Müslümanların arasında itikat alanında iki hak mezhep doğmuştur. Bunlar, Maturidiyye ile Eş'ariyye mezhepleridir.

Maturidiyye mezhebinin kurucusu İmam Maturi'dir (rah). Tam adı Muhammed b. Muhammed'dir. Künyesi Ebu Mansur olup, daha çok Ebu Mansur Maturidi diye anılır. Hicri 238, Miladi 852 tarihinde Semerkand'ın Maturid köyünde doğmuştur. Doğduğu yere nisbet edilerek "Maturidi" diye anılmaktadır. Hicri 333, Miladi 944 tarihinde yine Semerkand'ta vefat etmiştir. Genel usulü, vahiyle birlikte aklı da kullanmak ve gerektiğinde ayet ve hadisleri akılla yorumlamaktır. Hanefiler ve Türklerin çoğu itikatta Maturidi mezhebini benimsemişlerdir.

Eş'ariyye mezhebinin imamı Ebu'l-Hasen el-Eş'ari'dir. Asıl adı Ali b. İsmail olup, Hicri 260, Miladi 873 tarihinde Basra'da doğmuştur. Nesebi, Ashab-ı Kiram'dan Hz. Ebu Musa el-Eş'ari'ye ulaştığı için ona nisbetle "Eş'ari" diye anılmıştır. Hicri 324, Miladi 936 tarihinde Bağdat'ta vefat etmiştir. Amelde şafii mezhebine bağlı olduğu için itikadi görüşleri daha çok şafiiler arasında benimsenip yayılmıştır. Malikiler de itikatta bu mezhebi benimsemişlerdir. Maturidiler ile Eş'ariler, çok az konuda farklı görüşlere sahiptirler.

Maturidiyye ve Eş'ariyye mezhepleri Ehl-i Sünnet inancını temsil etmektedir. Bunlardan başka bir çok itikadi görüş ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Bunların başında Hariciyye, Mu'tezile, Mürcie, Cebriyye ve Müşebbihe grupları gelir. Bunların da bir çok kolları mevcuttur. Bu gruplar Ehl-i Sünnet'i temsil etmemektedir.

Ehl-i Sünnet'in içinde farklı mezheplerin hepsi hak dairededir ve doğru yol üzerindedir. Aralarındaki farklılık fitne değil, rahmet olacak şekildedir. Onun için bir mezhebe bağlı mümin, diğer hak mezhebi de tasdik etmelidir.

Fıkıh ve itikad alanında ortaya çıkan hak mezhepler Kur'an ve sünnet çizgisinden ayrılmazlar. Mezhep, yeni bir din değil, dinimizin itikat, ibadet, ahlak ve terbiye alanında hizmet veren kollarıdır. Dinin aslı nasılsa o şekilde bir anlayışla ifade edilmesidir. Hepsi ciddi bir ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Hepsinin kaynağı Kur'an ve sünnettir.

Bir mümin itikadını düşündüğü gibi, fıkhını ve ahlakını da düşünmek zorundadır. Çünkü her birisi diğerinin parçası ve tamamlayıcısıdır. Fıkıh insanın, hayatının her alanında kendi lehindeki ve aleyhindekileri bilmesi demektir. Din; iman, ibadet ve güzel ahlaktan oluşmaktadır.

15 Kasım 2011 Salı

Hanefi Mezhebi ve İmamı Azam Ebu Hanife

İmam-ı Azam, Hicri 80 yılında Küfe'de doğmuştur. Asıl adı Numan b. Sabit'tir. Yaşadığı bölge itibariyle bazı rivayetlerde onun Türk asıllı olduğu söylenmektedir. Ticaretle uğraşan varlıklı bir insan olan babası, Hz. Ali (r.a.)'nin halifeliği sırasında onun hayır duasını almıştır.

İmam-ı Azam genç yaşta Kur'an'ı ezberledi. Arap dili ve edebiyatı, fıkıh, hadis ve kelam ilimlerinde kendisini geliştirdi. Bulunduğu yöredeki sapkın dini görüşlere sahip olan insanlarla tartışarak birçoğunu ikna etmeyi başardı. Böylece Ebu Hanife ismi duyulmaya başladı.

İlmi, zekâsı, zühd ve takvası çok yüksekti. İctihadındaki yükseklik, mezhebindeki kolaylık ve mükemmellik bütün Müslümanlar tarafından benimsenmiştir.

O dönemde fıkıh konusunda büyük bir ihtiyaç vardı. İmam-ı Azam ticareti bırakarak bu konulara yöneldi. Bu arada kendisini daha da geliştirerek Kur'an ve sünnetten hüküm çıkarmaya, hadis rivayetlerini araştırmaya, sahabenin ihtilafa düştüğü konuları öğrenmeye koyuldu.

30 yıllık medrese hayatı boyunca 4.000'den fazla öğrenci yetiştirdi. İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed, Hasan b. Ziyad gibi her biri başlı başına müçtehid olan öğrenciler yetiştirmiştir.

İmam-ı Azam, talebelerine şu esasları tatbik ettikleri takdirde ilimlerinin sağlam temellere oturabileceğini söylemiştir:

1) Bir ilim meclisine devam etmek ve bu meclisin genel havasını teneffüs etmek.

2) Alimlerle birlikte olmak ve bulundukları çağdaki her türlü fikir hareketiyle temasta bulunmak.

3) Kendisine önemli ve üstü kapalı meseleleri açıklayan üstadının yanından ayrılmamak.

İmam-ı Azam, bir çok İslam alimi ile biraraya geldikten sonra, çağın en büyük alimlerinden Hammad b. Ebu Süleyman'a bağlanır. Çok şey öğrendiği hocası vefat edince bütün gözler ona çevrilir.

Irak valisi Yezid b. Hubeyre tarafından İmam-ı Azam'a kadılık teklif edilir. İmam-ı Azam bu teklifi reddedince günlerce süren işkencelerden sonra hapsedilir. Fakat halkın tepkisinden korkulduğu için kısa bir süre sonra serbest bırakılır.

Uzun süre Hicaz'da yaşayan İmam-ı Azam, yönetim Abbasiler'e geçince tekrar Küfe'ye döndü. Fakat Abbasi yönetiminde de değişen pek bir şey olmamıştı. Abbasi Halifesi El Mansur kendisine Bağdat kadılığı teklif ettiğinde, onun cevabı şöyle oldu: "Eğer ben bu vazifeyi kabul etmediğim takdirde Fırat nehrinde boğulmakla tehdit edilirsem, boğulmayı tercih ederim. Sizin etrafınızda ikrama ihtiyacı olan çoktur." Bu cevap üzerine Abbasi Halifesi El Mansur, onu fikirlerinden döndürmek için günlerce işkence yaptırdı. İşkence sırasında sağlığı bozulunca İmam-ı Azam, Hicri 150 yılında Bağdat'ta vefat etti. Türbesi hâlâ her yıl yüzbinlerce Müslüman tarafından ziyaret edilmektedir.

İmam-ı Azam'ın ölümünden sonra talebeleri, onun içtihadlarını, rivayet ettiği hadisleri sistemli bir hale getirerek yeni eserler oluşturdular. İmamlarının görüşlerinin ışığında yeni hükümler çıkararak İslam coğrafyasına dağıldılar. Böylece İmam-ı Azam'ın görüşleri bir mezhep halini aldı. Günümüzde, Türkiye, Balkanlar, Kafkasya, Sibirya, Çin, Pakistan, Arnavutluk, Mısır, Filistin, Suriye ve Irak'ta yaşayan Müslümanlar Hanefi mezhebine göre amel etmektedirler.

İmam-ı Azam'ın günümüze ulaşan eserlerinden bazıları şunlardır: El-Fıkhu'l-Ekber, Kitâbü'l-Âlim ve'l-Müteallim, Kitâbü'r-Risâle, beş tane el-Haşiyye kitabı, el-Kasidetü'n-Nu'mâniyye, Ma'rifetü'l-Mezâhib,.

İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin eserlerinden bazı alıntılar örnek vermek gerekirse;

"Elinden geldiği kadar insanlara sevgi göster. Herkese selam ver, isterse aşağı kimseler olsun. Başkalarıyla bir mecliste toplanır, aranızda bazı meseleler münakaşa edilirse ve senin bildiğine muhalif bir şey söylenirse sen onlara muhalefet etme. şayet sana sorarlarsa onlara bildiğin gibi haber ver, sonra bu hususta şöyle şöyle başka kavil de vardır, delili de şudur, diyerek kendi bildiğini söyle, böylelikle seni dinlerler ve senin ilminden dereceni anlarlar.

Sana gelenlerin hepsine başka başka bilgiler ver, her biri senden bir şey öğrensin. Onlara kıymetli şeyler ver, ehemmiyetsiz şeylerle uğraşma. Onlarla arkadaş gibi ol, hatta şaka yollu latifeler yap. Zira dostluk ve samimiyet ilme devamı sağlar. Onlara yumuşak davran hoş muamele et. Onlardan hiçbirine can sıkıntısı ve bezginlik gösterme. Kendini onlardan biri imiş gibi tut.

Denemedikçe kimsenin dostluğuna güvenme. Alçak ve hasis olan kimseyle dost olma. Güzel ahlaklı geniş yürekli ve derya gönüllü ol. Elbisen temiz ve yeni olsun. Binek atın iyi olsun. Güzel kokular kullan. Yemek yedirmekte cömert ol ve herkesi doyur. Bir fitne fesad duydun mu onu ıslah için koş. Seni ziyaret edenleri de, etmeyenleri de sen ziyaret et. Sana ister iyilik yapsınlar, ister kötülük sen daima iyilik yap. Affet ve bazı şeylere göz yum. Sana eziyet veren şeyleri terket, hakkı yerine getirmeye çalış. Arkadaşlarından hastalananları ziyaret et, göremediklerinin durumunu soruştur. Sana gelmeyenlerle sen alakadar ol." (Ebu Hanife'nin Öğrencisi Yusuf'a vasiyetinden)

Bilmiş ol ki amel ilme uyar. Nasıl ki aza gözün görmesi sayesinde hareket eder. Az dahi olsa amel ile ilim, çok amel ile cehaletten daha faydalıdır. Bu şuna benzer: Çölde bir adamın yanında az miktar azık bulunsa bile doğru yolu biliyorsa kurtulur. Bu adamın durumu yanında çok azık bulunup da yolu bilmeyen adamın durumundan daha hayırlıdır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunu ancak akıllı olanlar anlar.' (Osman Keskioğlu, Ebu Hanife, M. Ebu Zehra, s. 177 )

İmam-ı Azam'ın Ebu Yusuf'a öğütlerinin bir kısmı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin Marifetname isimli eserinde geçmektedir. Aşağıdaki alıntılar bu eserden alınmıştır:

"İnsanların iyiliğini isteyici ol ve onlara nasihat et. Halk, hareketlerini beğenip seninle görüşmek istediğinde onların sohbetlerine git. Meclislerinde insanları ve kendini tevkir ile ilim müzakere edesin.

Her taleben kendisini senin oğlun bilsin. İlme çalışma gayretleri her geçen gün çoğalsın. Seni dinlemeyen avamla ve pazardakilerle konuşma. Doğruyu söylemekte kimseden çekinmeyesin. İbadetin avamdan çok olsun, az olmasın. Küfür ve bid'at ehl-i ile oturup konuşma, müsait ortam olursa dine davet et. Bu nasihatleri bizden canı gönülden kabul et. Zira bunları senin ve herkes için vasiyet ettim. Bu yolda gidesin, halkı da Hak yoluna getiresin."

1 Kasım 2011 Salı

Yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu aramanın kazandırdıkları

İnsanların büyük bir bölümü hayatları boyunca hep birilerinin hoşnutluğunu, beğenisini ve sevgisini kazanmaya çalışırlar. Arkadaşlarının, patronlarının, iş arkadaşlarının, site sakinlerinin, izleyicilerinin, çocuklarının... Böyle bir anlayıştaki insanın hayat şeklinden giyimine, konuşma üslubundan dinlediği müziğe kadar herşeyinde beğenisi hedeflenen biri vardır. Bu, birçok yönden çok zor, sıkıcı, yorucu ve yıpratıcı bir hayattır. Herşeyden önce, başka insanların hoşnutluğunu arayan bir insan, vicdanını çoğu zaman baskı altına almak durumunda kalacaktır. Örneğin, yeni tanıştığı bir arkadaş grubundan dışlanmamak, kendisini kabul ettirebilmek için, bu insanlarda gördüğü yanlış tavırları söylemeye, onları uyarmaya çekinir. Yalnız kalma ve çevresindekileri kaybetme korkusu ile hayatı boyunca vicdanının emrettiklerinden tavizler verir. Bu, önceleri onda büyük bir vicdani sıkıntı oluştururken bir süre sonra tamamen vicdanı körelir ve artık doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini ayırt edemeyecek duruma gelir.

Aynı anda birçok insanı memnun etmek için çabalayan bir kişiyi bekleyen diğer bir zorluk ise, birini memnun ederken diğerini kızdırma ihtimalidir. Bir insan arkadaşlarını memnun ederken ailesini, ailesini memnun ederken arkadaşlarını kızdırıp kaybedebilir. Veya patronunun gözüne girmek için elinden geleni yapan bir insan iş arkadaşlarının hoşnutsuzluğunu kazanabilir. Tüm bunların sonucunda ise, böyle bir insanın yaşamında her halükarda huzursuzluk, tedirginlik ve memnuniyetsizlik olacağı açıktır.

Oysa samimi bir Müslüman sadece Allah'ın hoşnutluğunu arar. Onun için çevresindeki insanların ne diyeceği değil, Allah'ın emrettikleri önemlidir. Allah'ın rızasını aramak ve ona göre hareket etmek ise her zaman dosdoğru olan yoldur. Allah bir ayetinde sadece Allah'ın rızasını arayanla, birbiriyle geçimsiz birçok ortaklı sahipleri olan bir adamın durumu arasındaki farkı şöyle bildirir:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)

Ayette belirtildiği üzere insanın yaşayışına uygun olan yalnızca Allah'ın hoşnutluğu üzerine kurulmuş bir yaşamdır. Said Nursi de Allah'ın rızasını kazanmak için gayret etmenin her zaman çok kolay bir hayat getireceğini şöyle açıklamıştır:

"Amelinizde rıza-yı İlahi olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara kabul ettirir. Onları da razı eder." (Lem'alar, s. 154)

Bediüzzaman'ın bu tefekkürü son derece önemlidir; gerçek ihlas ve samimiyetin de anahtarıdır. İnsan ancak Rabbimizin rızasını arayarak gerçek samimi dindar olabilir. Eğer yaptığı işlerde insanların veya başka varlıkların rızasına yöneliyorsa, o zaman muhakkak bu işin içine riya karışmış olur. Riyakar bir yapı ise insanı hem dünyada hem de ahirette zarara sokar. Öncelikle, insanların rızasını arayanlar, bekledikleri karşılığı hiçbir zaman göremezler. Bir insanın gözüne girmek, ona adeta "yaranmak" için çabalayıp dururlar ama karşılarındaki insan onların bu çabalarını takdir edemez. Zaten etse bile kendisi de aciz ve zavallı bir insandır. Herşeyin tek hakimi ve sahibi olan Allah, Kendi rızasını kazanmak için çabalayanları ise sonsuz cenneti ile müjdeler ki, cennet, insanın nefsinin arzu ettiği herşeyin hazır bulunduğu bir mekandır. Allah yalnızca Kendi rızasına uyanların kurtuluşa ereceğini şöyle bildirmiştir:

Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)

Sadece Allah'ın rızasına uymak her insana, dünyada ve ahirette en kolay, en güzel ve en neşe dolu hayatı getirecektir.