31 Temmuz 2007 Salı

İnsanların zevk almaları için yaratılmış bir nimet(2)

Koku alma duyusu Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının eşsiz tecellilerindendir. İlk anda aklımıza gelen kokuları sıralayalım: güller, karanfiller, leylaklar, yaseminler, lavantalar, çimenler ve değişik bitkilerin bahar aylarında çevreye yaydıkları çarpıcı kokular; çiçek açmış portakal, mandalina ve limon ağaçlarının etrafı çepeçevre saran kokuları; çeşitli parfümlerin hoşa giden kokuları; çeşitli baharatların kokuları; sabah kalktığınızda mutfaktan gelen kızarmış ekmek, çay veya kahvenin cazip kokuları, mangalda pişen etin kokusu ya da sabunun tertemiz kokusu... Bu kokular sonsuz lütuf sahibi ve benzersiz var eden Rabbimiz'in bizlere sunduğu çok büyük nimetlerdir. Koku olarak tanımladığımız şey aslında nesnelerden buharlaşan kimyasal tanecikler, yani moleküllerdir. Söz gelimi, taze çekilmiş kahve kokusu olarak algıladığımız ve hissettiğimizde bize hoş gelen kokunun kaynağı kahveye ait uçucu koku molekülleridir. Buharlaşma ne kadar yoğun olursa, meydana gelen koku da o denli belirgin olur. Fırında pişmekte olan bir kekin bayat bir keke oranla daha çok kokmasının nedeni fırındaki kekten daha çok koku zerresinin ortama yayılmasıdır. Çünkü sıcağın etkisiyle koku molekülleri havada serbest hareket etmeye başlar ve geniş bir alana yayılabilirler. Bu noktada insan yaşamı için düzenlenmiş bazı hassas dengelerin olduğuna dikkat çekmek gerekir. Şu anda bulunduğunuz ortamda taş, demir, cam gibi kokmayan maddeler vardır. Çünkü bu saydıklarımız oda sıcaklığında buharlaşmazlar. Bir anlığına odanızdaki herşeyin koktuğunu var sayalım. Böyle bir durumun ne kadar rahatsızlık vereceğini hiç düşündünüz mü? İlginç olan diğer bir gerçek de, suyun düşük ısılarda buharlaşma özelliğinin olmasına rağmen kokusunun olmamasıdır. Sudaki bu özel tasarım da çok önemlidir. Böylece kuru bir gül ile yeni sulanmış, üzerinde su damlaları bulunan bir gülün kokusu arasında farklılık olmaz. Diğer bir ifadeyle, gülün doğal kokusu bozulmamış olur.

Kokulardaki çeşitlilik de Allah'ın çok büyük bir lütfudur. Halen doğada ne kadar farklı çeşitte koku olduğu bilinmemektedir. Milyonlarca değişik molekülün varlığı dikkate alınırsa, doğada çok çeşitli koku olduğu söylenebilir. Bunları belirli kategorilerde toplamak için çalışmalar yapılmış, fakat kokuların olağanüstü çeşitliliği nedeniyle doyurucu bir gruplandırma elde edilememiştir. Rabbimiz dünya üzerindeki nimetleri insanların ihtiyaçlarını giderecek ve onlara fayda verecek şekilde var ettiği gibi, aynı zamanda onların ruhlarına hitap edecek ve onlara zevk verecek şekilde de yaratmaktadır. Yiyeceklerdeki, bitkilerdeki muazzam kokular da Allah'ın şefkatinin çok güzel delilleridir. Çünkü güzel koku bir ihtiyaç değil, insanın hoşuna giden, ruhuna zevk veren bir güzelliktir. Allah iyiliği bol olan, sonsuz cömertlik sahibi olan ve kullarına güzellikler sunandır.

Kokuya karakteristik niteliğini veren, moleküller arasındaki mikroskobik değişikliklerdir. Örnek olarak, pişmiş taze bir yumurta ile çürük bir yumurtayı birbirinden ayıran özellik, çevreye yaydıkları taneciklerin yapılarındaki farklılıktır. Çeşitli moleküllerin kimyasal yapıları arasındaki farklılıklar ise oldukça hassas ayrımlara dayanır. Öyle ki tek bir karbon atomu değişikliği bile güzel bir kokuyu itici hale dönüştürebilir. Kakaonun, lavanta çiçeğinin veya çileğin kendilerine has kokuları, koku moleküllerini meydana getiren atomlar ve aralarındaki bağların özel olarak düzenlenmesinin sonucudur. Her molekül belirli bir amaç doğrultusunda, tam olması gerektiği gibi planlanmıştır. Şüphesiz bu muhteşem yaratılış, ayette bildirildiği gibi, "Herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiş" (Furkan Suresi, 2) olan Allah'a aittir. Ve tüm bu detaylar zaruri bir ihtiyaç için değil, insanın nimetlerden daha fazla zevk alabilmesi için var edilmiştir. Sonsuz lütuf sahibi olan Rabbimiz'den kullarına bir lütfudur.

Kainatın her noktasında görülen hassas dengeler, koku alma sisteminde de kendilerini belli ederler. Her canlının koku alma kapasitesi, ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak düzenlenmiştir. İnsanı ele alalım. Eğer koku alma duyarlılığımız daha az olsaydı, bizim için tehlike oluşturan durumları fark edemeyebilirdik. Koku alma duyumuz bir köpekteki kadar güçlü olsaydı, her an dikkatimizi dağıtan ve oldukça rahatsızlık veren durumlar ortaya çıkardı. Söz konusu dengeler koku moleküllerinin yapılarında da görülebilir. Örneğin, normal şartlarda bize güzel gelen bir koku yüksek konsantrasyonda olduğunda hoşumuza gitmez. Bitkilerin kokuları bahçede oldukça etkileyicidir, ancak aynı bitkilerden yapılan ağır bir esans rahatsız edicidir. Bu da onların kokularının insan için ideal oranda yaratıldıklarının bir göstergesidir. Koku ile ilgili her detayın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığı ve Allah'tan bir nimet olduğu açıktır. Gereksinim duyduğumuz yiyecekleri ve bitkileri sahip oldukları çekici kokularla birlikte yaratan Rahman ve Rahim olan Allah'tır. Sınırsız ihsan ve lütuf sahibi olan Rabbimiz, vücudumuzun her sisteminde olduğu gibi koku almayı da bizim zevkimize uygun olarak yaratmıştır. Sonsuz merhameti ve şefkatiyle, bize faydalı olan şeylerin kokularını sevdirmiş, zararlı olanlarınkini çirkin göstermiştir. Bize düşen, kokladığımız güzel kokuları Allah'ın yarattığını ve bunları bizlere lütfettiğini düşünüp şükretmektir.

Milli Gazete

24 Temmuz 2007 Salı

İnsanların zevk almaları için yaratılmış bir nimet(1)

Koku alma duyusu Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının eşsiz tecellilerindendir. İlk anda aklımıza gelen kokuları sıralayalım: güller, karanfiller, leylaklar, yaseminler, lavantalar, çimenler ve değişik bitkilerin bahar aylarında çevreye yaydıkları çarpıcı kokular; çiçek açmış portakal, mandalina ve limon ağaçlarının etrafı çepeçevre saran kokuları; çeşitli parfümlerin hoşa giden kokuları; çeşitli baharatların kokuları; sabah kalktığınızda mutfaktan gelen kızarmış ekmek, çay veya kahvenin cazip kokuları, mangalda pişen etin kokusu ya da sabunun tertemiz kokusu... Bu kokular sonsuz lütuf sahibi ve benzersiz var eden Rabbimiz'in bizlere sunduğu çok büyük nimetlerdir. Koku olarak tanımladığımız şey aslında nesnelerden buharlaşan kimyasal tanecikler, yani moleküllerdir. Söz gelimi, taze çekilmiş kahve kokusu olarak algıladığımız ve hissettiğimizde bize hoş gelen kokunun kaynağı kahveye ait uçucu koku molekülleridir. Buharlaşma ne kadar yoğun olursa, meydana gelen koku da o denli belirgin olur. Fırında pişmekte olan bir kekin bayat bir keke oranla daha çok kokmasının nedeni fırındaki kekten daha çok koku zerresinin ortama yayılmasıdır. Çünkü sıcağın etkisiyle koku molekülleri havada serbest hareket etmeye başlar ve geniş bir alana yayılabilirler. Bu noktada insan yaşamı için düzenlenmiş bazı hassas dengelerin olduğuna dikkat çekmek gerekir. Şu anda bulunduğunuz ortamda taş, demir, cam gibi kokmayan maddeler vardır. Çünkü bu saydıklarımız oda sıcaklığında buharlaşmazlar. Bir anlığına odanızdaki herşeyin koktuğunu var sayalım. Böyle bir durumun ne kadar rahatsızlık vereceğini hiç düşündünüz mü? İlginç olan diğer bir gerçek de, suyun düşük ısılarda buharlaşma özelliğinin olmasına rağmen kokusunun olmamasıdır. Sudaki bu özel tasarım da çok önemlidir. Böylece kuru bir gül ile yeni sulanmış, üzerinde su damlaları bulunan bir gülün kokusu arasında farklılık olmaz. Diğer bir ifadeyle, gülün doğal kokusu bozulmamış olur.

Kokulardaki çeşitlilik de Allah'ın çok büyük bir lütfudur. Halen doğada ne kadar farklı çeşitte koku olduğu bilinmemektedir. Milyonlarca değişik molekülün varlığı dikkate alınırsa, doğada çok çeşitli koku olduğu söylenebilir. Bunları belirli kategorilerde toplamak için çalışmalar yapılmış, fakat kokuların olağanüstü çeşitliliği nedeniyle doyurucu bir gruplandırma elde edilememiştir. Rabbimiz dünya üzerindeki nimetleri insanların ihtiyaçlarını giderecek ve onlara fayda verecek şekilde var ettiği gibi, aynı zamanda onların ruhlarına hitap edecek ve onlara zevk verecek şekilde de yaratmaktadır. Yiyeceklerdeki, bitkilerdeki muazzam kokular da Allah'ın şefkatinin çok güzel delilleridir. Çünkü güzel koku bir ihtiyaç değil, insanın hoşuna giden, ruhuna zevk veren bir güzelliktir. Allah iyiliği bol olan, sonsuz cömertlik sahibi olan ve kullarına güzellikler sunandır.

Kokuya karakteristik niteliğini veren, moleküller arasındaki mikroskobik değişikliklerdir. Örnek olarak, pişmiş taze bir yumurta ile çürük bir yumurtayı birbirinden ayıran özellik, çevreye yaydıkları taneciklerin yapılarındaki farklılıktır. Çeşitli moleküllerin kimyasal yapıları arasındaki farklılıklar ise oldukça hassas ayrımlara dayanır. Öyle ki tek bir karbon atomu değişikliği bile güzel bir kokuyu itici hale dönüştürebilir. Kakaonun, lavanta çiçeğinin veya çileğin kendilerine has kokuları, koku moleküllerini meydana getiren atomlar ve aralarındaki bağların özel olarak düzenlenmesinin sonucudur. Her molekül belirli bir amaç doğrultusunda, tam olması gerektiği gibi planlanmıştır. Şüphesiz bu muhteşem yaratılış, ayette bildirildiği gibi, "Herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiş" (Furkan Suresi, 2) olan Allah'a aittir. Ve tüm bu detaylar zaruri bir ihtiyaç için değil, insanın nimetlerden daha fazla zevk alabilmesi için var edilmiştir. Sonsuz lütuf sahibi olan Rabbimiz'den kullarına bir lütfudur.

Kainatın her noktasında görülen hassas dengeler, koku alma sisteminde de kendilerini belli ederler. Her canlının koku alma kapasitesi, ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak düzenlenmiştir. İnsanı ele alalım. Eğer koku alma duyarlılığımız daha az olsaydı, bizim için tehlike oluşturan durumları fark edemeyebilirdik. Koku alma duyumuz bir köpekteki kadar güçlü olsaydı, her an dikkatimizi dağıtan ve oldukça rahatsızlık veren durumlar ortaya çıkardı. Söz konusu dengeler koku moleküllerinin yapılarında da görülebilir. Örneğin, normal şartlarda bize güzel gelen bir koku yüksek konsantrasyonda olduğunda hoşumuza gitmez. Bitkilerin kokuları bahçede oldukça etkileyicidir, ancak aynı bitkilerden yapılan ağır bir esans rahatsız edicidir. Bu da onların kokularının insan için ideal oranda yaratıldıklarının bir göstergesidir. Koku ile ilgili her detayın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığı ve Allah'tan bir nimet olduğu açıktır. Gereksinim duyduğumuz yiyecekleri ve bitkileri sahip oldukları çekici kokularla birlikte yaratan Rahman ve Rahim olan Allah'tır. Sınırsız ihsan ve lütuf sahibi olan Rabbimiz, vücudumuzun her sisteminde olduğu gibi koku almayı da bizim zevkimize uygun olarak yaratmıştır. Sonsuz merhameti ve şefkatiyle, bize faydalı olan şeylerin kokularını sevdirmiş, zararlı olanlarınkini çirkin göstermiştir. Bize düşen, kokladığımız güzel kokuları Allah'ın yarattığını ve bunları bizlere lütfettiğini düşünüp şükretmektir.

Milli Gazete

17 Temmuz 2007 Salı

Evrimciler, Teorilerini Desteklemeyen Bilimsel Bulguları 'Gariplik' Olarak Nitelendirirler I

New Scientist Dergisi 3 Şubat 2007 tarihli sayısında evrim teorisinin memelilerin var oluşlarını açıklama konusunda ne kadar mantıksızlık içerisinde olduğunu istemese de ortaya koymuştur. Evrimcilerin memelilerin kökeni konusundaki iddiaları, yeni bulunan bir fosil ile tekrar açığa çıkmıştır. New Scientist dergisinin söz kosunu yazısında, evrimcilerin teorilerini desteklemek için kullandıkları hayali kanıtların karşısında gerçek, maddesel bir kanıt görünce nasıl şaşkınlığa düştükleri açıkça belirtilmiştir.

Dergide Mezozoik dönemde yaşamış olan Repenomamus robustus isimli kunduz benzeri bir memeli, ara geçiş formu olarak duyurulmaya çalışılmış, ancak aynı yazıda bir yandan da bu hayvanın evrimsel sıralamada ne kadar büyük bir problem çıkardığından bahsedilmiştir.

Mezozoik Çağ’da sürüngenler devrinden aniden memeliler devrine geçiş fikri evrimciler için büyük bir sorundur. Burada “aniden” kelimesinden kast edilen evrim teorisinin ölü bir teori olarak doğmasına neden olan ara geçiş geçiş formlarının noksanlığıdır. Repenomamus robustus fosilinin bulunması ile var olan sorunlara yeni ve içinden çıkılamaz bir sorun daha eklenmiştir. Repenomamus robustus Mezozoik Çağ’da dinozorlarla birlikte yaşayan oldukça iri bir memeli hayvandır. Hatta New York Doğa Tarih Müzesinde sergilenen fosilinden bu hayvanın dinazor bebekleri ile beslendiği anlaşılmıştır.

New York Doğa Tarih Müzesi Palaentoloji Bölümü yöneticisi Mark Norell, dinozorlar dünyasında yan yana yaşayan dev memeliler olduğunu açıklamıştır. Bu memelilerin, bu dönemde yaşadığı sanılan fare benzeri canlılardan çok farklı olduğu tespit edilmiştir. Evrimciler bu dönem memelileri için en fazla 1.5 cm boy ve 20-30 gram ağırlık belirlemişlerdir. Evrim teorisinine uygun canlı oluşum sıralaması içerisinde Mezozoik Çağda ancak bu tip canlıların yaşaması uygun görülmüştür. Ancak Repenomamus robustus, kunduz büyüklüğünde yaklaşık 6 kilo ağırlığında olduğundan evrimcilerin ön gördükleri ağırlıktan yaklaşık yüz kat daha ağırdır. Bu büyüklüğünden dolayı “dev memeli” ismi ile New Scientist dergisinde manşet olmuştur. Bilim adamları büyüklük farkını insanlar ve dev dinozorlar arasındaki büyüklük farkı ile kıyaslamışlardır.

Onlarca yıldır sadece fare benzeri yaratıkların dinozorlarla birlikte yaşadıkları sanılırken paleontologlar bu canlı ile memelilerin büyüklüklerini ve çeşitliliğini keşfetmişlerdir. Canlı türleri arasında görülen keskin boşluklar söz konusu canlıda bir defa daha evrimcileri çok büyük sıkıntıya sokmuştur. Bu sıkıntı sonucunda evrimciler arasında çeşitli tartışmalar ve yakınmalar başlamıştır. Bulunan her yeni canlı fosili, tam ve eksiksiz olduğundan dolayı evrimcilerin aradıkları ancak bir türlü bulamadıkları ara geçiş formalarının yerini tutmamaktadır.

10 Temmuz 2007 Salı

Merhametsizliğin yaygınlaşmasının tehlikeleri

İnsanlar arasında merhametsizlik ve gaddarlık yaygınlaştıkça toplum olarak huzur ve güvenlik içerisinde yaşanması mümkün değildir. Merhametsizlik dinden uzak toplumlarda makul gösterilmeye çalışılır. Bu amaç doğrultusunda özel telkin cümleleri kullanılır. Bunlardan biri “büyük balık, küçük balığı yutar” bir diğeri de “kimsenin gözünün yaşına bakmayacaksın” gibi son derece zalimce mantıklardır.

Etrafınızı biraz dikkatli incelerseniz, bu gibi telkinlerin çok yoğun ve sistemli bir biçimde yapıldığını görebilirsiniz. Dünyanın pek çok ülkesinde; bazı basın, televizyon, reklamcılık, sinema, edebiyat, mizah gibi kültürel araçlarda, bu temalar ısrarla ve hep benzer mesajlarla işlenir. Merhametsizlik bazı durumlarda yapılabilecek bir tavır olarak insanlara telkin edilmektedir. Bu propagandanın mimarları, din ahlakının insanlara öğrettiği gerçekleri ve değerleri göz ardı etmeye, buna karşılık inançsızlık ve ahlaksızlığı ön plana çıkarmaya çalışırlar. Bu telkinlerle dinsizliğin yaygınlaşmasını amaçlamaktadırlar.

İman eden insanlar ise Allah sevgilerinden dolayı merhametlidirler. Kişinin Allah’a olan sevgisi, O’nun yarattığı varlıklara karşı kalbinde bir sıcaklık hissetmesine neden olur. Allah’ı seven insan, O’nun yarattıklarına karşı doğrudan bir muhabbet, şefkat hisseder. Kendisini ve tüm insanları yaratan Rabbimize karşı duyduğu bu güçlü sevgi ve bağlılıktan dolayı, Kur’an’da emredildiği doğrultuda insanlara karşı güzel ahlaklı davranır. Allah’ın kendisine merhamet konusunda emrettiklerini yerine getirir. Bir insanın Kur’an’ın bu emirlerini tümüyle yerine getirmesiyle gerçek merhamet ortaya çıkar.

Allah, “... müminler için de (şefkat) kanatlarını ger” (Hicr Suresi, 88) ayetiyle müminleri merhameti yaşamaya davet etmiştir.

Allah müminlerin merhametini “şefkat kanatlarını germek” olarak tanımlamıştır, çünkü onlar merhameti sadece belirli olaylar karşısında değil, hayatın her anını kapsayan bir ahlak modeli olarak yaşarlar.

Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır. (Beled Suresi, 17-18)

Allah’ın, ahiret günü kurtuluşa erenlerden olmaları, rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri için kullarına emrettiği hükümlerden biri ayette görüldüğü gibi “merhameti birberlerine tavsiye edenlerden olmak”tır. Dinden uzak toplumun Kur’an’da tarif edilen bu ahlakı yaşamamasından dolayı genele yaygın bir ahlaki çöküntü görülür. Toplumsal çöküntünün önemli göstergelerinden olan rüşvet olayları, yolsuzluklar, hırsızlıklar, sahtekarlıklar, haksızlıklar, iftiralar, katliamlar sevgi ve merhametin ortadan kalkması ile görülür. Birbirlerine tam anlamıyla tahammülsüz olan insanlar öfke, nefret duyguları içerisinde yaşarlar. Merhamet ve sevgiden uzaklaşmak, hiç kuşkusuz topluma hem maddi hem de manevi olarak büyük zarar vermektedir.

Merhametsizlik ve tahammülsüz nedeniyle en küçük olaylar birer faciaya dönüşebilmektedir. Örneğin dünyada çok fazla adaletsizlik, zulüm yaşanıyorken, aynı milletin insanları bir futbol maçı gibi küçük bir konudan birbirlerine daha da düşman hale gelebilmektedir. Bu durumun her maçta olağan görülmesi ve toplumda kabul görmesi durumun vehametini gözler önüne sermektedir.

Kur’an ahlakı ile zıt olan bir ahlakın yaşanması topluma bu örnekte görüldüğü gibi büyük zararlar verebilmektedir. Bu zararların ortadan kaldırılabilmesi, ancak din ahlakının insanlara öğrettiği erdemlerin toplum tarafından benimsenmesiyle olabilir. Bir Kuran ayetinde Allah şöyle bildirmektedir:

... İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)