26 Haziran 2007 Salı

İman etmedikleri halde iman etmiş gibi görünenler

Müminler sadece Allah rızası için yaşarlar. İnsanlara karşı duydukları sevgi ve merhamet de karşılıksız, sadece Allah rızası içindir. Karşılarındaki kişi eğer kendisinin Müslüman olduğunu söylerse ve Müslümanlığın alametlerini gösterirse o kişiye güvenirler ve Allah’ın bir tecellisi olduğu için onu severler. Müminlerle mücadele etmeyi akıllarına koymuş bazı kişiler kendilerini Müslüman gibi gösterip, inananların arkalarından tuzaklar kurabilirler. Gerçekte iman ile hiç alakaları olmadığı halde “iman ettik” diyerek mümin topluluğun arasına sızmak isterler. Kuran’ı hiç benimsemedikleri halde Müslümanların sahip oldukları bazı imkanlardan yararlanabilmek için iman etmedikleri halde iman etmiş gibi gözükürler.
Bu kişilerin kendilerini Müslüman gibi göstermelerinin temel sebebi mümin topluluğuna içten zarar vermektir. Müslümanların zorluk ve sıkıntı çekmelerini arzu ettikleri Kuran ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:
Sizinle birlikte çıksalardı, size 'kötülük ve zarardan' başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. (Tevbe Suresi 47)
Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Ali-İmran Suresi 119)

Peygamberimiz’de (sav) önce İslam’ı kabul ettiklerini söyleyen, fakat sonra İslam’ı terk edenlerle mücadele etmiştir. Bu kişiler İslam’ı terk ettikten sonra yeni bir mescid kurmuşlardır. Tarihi bilgilerde bu mescidin ismi “Dırar Mescidi” olarak geçmektedir. Bu dinsiz çatı altında toplananlar Müslümanlara karşı her türlü iftira ve tuzağı tasarlamışlardır. Ancak bilmedikleri gerçek, kendileri bu tuzakları kurarken Allah’ın da kendileri için bir tuzak kurmuş olduğudur.
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

O gün Peygamberimiz (sav) ile mücadele edenler İslam’ın yayılmasını engellemek için hiç bir şekilde başarıya ulaşamamışlardır. Bugün İslam tüm dünyaya yayılmıştır ve kendi dinlerini terk edip İslamiyeti seçenlerin sayısı da hızla artmaktadır.
Allah kendilerini Müslüman tanıtan bu insanların, samimi Müslümanlara zarar vermek için her türlü grup ile birleşebileceğini Kuran’da bize bildirmektedir:
... müminleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur,' Allah'ındır. (Nisa Suresi, 138-139)

Bu kişiler, Müslümanlara karşı olan her grup ile birleşebilirler. Allah’tan korkmadıkları için Kuran ahlakına muhalif her türlü ahlaksızlığın içerisinde olan, sapkın görüşlere sahip insanlarla, Müslümanlara karşı birlik olmaktan çekinmezler. Onları biraraya getiren kuvvet Müslümanlara karşı güttükleri kin ve intikam hevesidir. Gerçekte birbirlerinden nefret eden insanlar olmalarına rağmen sırf Müslümanlara karşı mücadele edebilmek için bu birlikteliği sürdürmektedirler.
Peygamberimiz (sav) döneminde de münafıklar bu özelliklerini göstermişlerdir. Müminlere saldıran inkarcılara destek olmuşlar, onlara müminler hakkında bilgi vermiş, onları müminlere saldırmaya teşvik etmişlerdir. Bu şekilde müminlere zarar verebileceklerini düşünmüşlerdir. Topluluklarının ne kadar çok olursa o kadar etkili olacaklarını düşünmüşlerdir. Oysa yeryüzündeki tüm orduları bile toplasalar o orduların sahibi Allah’tır ve Allah müminlerin koruyucusudur.
Bu kişilerin müminlerden intikam almak istemelerinin nedeni, inananların asla Allah’ın gösterdiği yoldan ayrılmamalarıdır. Samimi Müslümanlar insanların ahiretlerinin kurtulması için onlara tavsiyelerde bulunurlar, doğru yola davet ederler. Vicdanlı olan kişiler Allah’tan korktukları için hatalarını düzeltirler. Ancak bu tip insanların sahtekarlıklarının yüzeye çıkması onları Müslümanlara karşı kinlendirir. Ancak bilmedikleri çok büyük bir gerçek vardır. Her ne kadar uyguladıkları yöntemler, kurdukları tuzaklarla müminlere galip geleceklerini düşünselerde, Allah onlar için daha büyük bir tuzak hazırlamıştır. Bütün kuvvet Allah’a aittir ve Allah müminlerin destekçisidir.
Oysa izzet (güç onur ve üstünlük) Allah'ın O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafıkun Suresi, 8)

Milli Gazete

24 Haziran 2007 Pazar

Evrim Teorisinin Temeli Propaganda

Biyoloji, kimya, fizik ve diğer tüm bilimlerde, elde edilen deliller incelenir ve bu delillere bağlı olan gerçekler tereddütsüz açıklanır. Evrim teorisinin bilimsel bir temeli olmadığı için tek temeli propagandadır. Yanlış bir mantık ne kadar çok tekrar edilirse edilsin bu tekrarlar o mantığı doğrulamaz. Yalanların pek çok ağızdan aynı anda söylenmesi de bu yalanları doğrulayamaz. Ancak evrimciler bu kadar basit bir mantığı kabul etmez ve ne kadar yüksek sesle evrim propagandası yaparlarsa o kadar çok insanın inanacağını düşünürler.

Charles Darwin’in 19. yüzyılın ortalarında ortaya attığı evrim teorisi, 150 yıldır propaganda yöntemiyle savunulmaktadır. Bu propagandada temel amaç insanlara canlılığın kökeninin tek bilimsel açıklamasının tesadüfler zinciri olduğunu benimsetmektir. Evrim teorisi tarihin gördüğü en büyük safsatalardan biridir. Hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen, ideolojik anlamı nedeniyle, yoğun propaganda yöntemleri ile korunmaya ve insanlara kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu ideolojik anlam ise, evrim teorisinin tüm evreni ve canlıları Allah’ın yarattığı gerçeğine karşı bir alternatif olarak sunulmasından kaynaklanmaktadır.

Ateist, materyalist ve pozitivist fikir akımları, bu nedenle Darwin’in teorisini hemen sahiplenmişler ve bunu dine karşı bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya başlamışlardır.

20. yüzyılda, bu teorinin bilimsel olmadığı anlaşıldı, ancak evrimci propaganda buna rağmen devam etti. Evrimci “bilim” dergileri, gazete ve televizyonlar bu propagandanın en önemli aracı haline geldi. Hiçbir bilimsel değeri olmayan hayali yarı maymun yarı insan çizimlerle, her bulunan insan fosili ile birlikte “kayıp halka bulundu” diyen haberlerle, “atamız mikropmuş”, “maymundan bir farkımız yok”, “uzaydan mı geldik?”, “deney tüpünde evrim”, “HIV virüsünün evrimi”, gibi büyük puntolu başlıklarla, evrim teorisi sürekli delilleri bulunan, insan hayatının her yönünü açıklayabilen bir teori gibi yansıtılmaya çalışılmıştır.

Aslında herkes canlılığın tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kompleks olduğunu; yıldırımların, radyasyonun, güneş ışığının, cansız, bilinçsiz atomları tesadüfler sonucu çiçeklere, portakal ağaçlarına, karacalara, tavşanlara, rengarenk tüylere ve kusursuz kanat yapıları ile kuşlara, mis gibi kokusuyla ve son derece estetik görünümüyle çileklere, devasa çınar ağaçlarına, papatyalara, günümüzde modacılara esin kaynağı olan kelebeklere, kaplanlara, zeytin ağaçlarına dönüştürmeyeceğini bilir. Ayrıca bu cansız bilinçsiz atomların düşünen, konuşan, sevinen, heyecanlanan, köprüler, barajlar, uzay gemileri inşa eden, sanat eserleri meydana getiren, kendisini meydana getiren atomları, molekülleri, hücreyi inceleyen, üniversiteler kuran, devletler yöneten insanları meydana getiremeyeceği açıktır.

Evrim teorisini savunanlar da bu gerçeği aslında görmekte ancak yanlış olduğunu söyleyememektedirler. Çünkü söyledikleri takdirde, materyalist dünya görüşlerini terk etmek zorunda olduklarının, tüm canlılığı yaratan Üstün ve Güçlü, sonsuz Akıl ve İlim Sahibi bir Yaratıcı’nın, tüm alemlerin Rabbi olan Allah’ın var olduğunu kabul etmeleri gerektiğinin farkındadırlar. Bu gerçeği kabul ettiklerinde ise, tüm hırslarını, kibirlerini bir kenara bırakıp, kendilerini yoktan var eden, kendilerine can veren, sayısız nimetle ve rahmetiyle kendilerini koruyup yaşatan Allah için yaşamaya başlamaları gerektiğini bilmektedirler. İşte, körü körüne dünyaya bağlı, putperestler gibi maddeyi ve kendi zekalarını ilah edinen bu insanlar, bu gerçeği kabul edemedikleri için, evrim aldatmacasını anlatmaya devam etmektedirler.

21. yüzyıl inşaallah evrim teorisinin, dolayısıyla materyalist felsefenin yıkıldığı, insanların Allah’a ve dine yöneldikleri, barışın, huzur ve güvenliğin, güzel ahlakın -fedakarlığın, dayanışmanın, sevgi ve şefkatin- hakim olduğu aydınlık bir yüzyıl olarak tarihe geçecektir.

19 Haziran 2007 Salı

Allah’tan Korkmayanların Görecekleri Kötü Bir Karşılık Vardır

Allah Kendisi'nden korkup sakınmayan insanlara dünyada gerek fiziki gerekse manevi sıkıntılar yaşatır. Her ne kadar onlar açıkça görülen bir musibet bekleseler de, aslında farkında olmadan maddi manevi sayısız musibetle içiçe bir yaşam sürerler. Onları en çok yanıltan sebeplerden biri de herşeye rağmen birtakım nimetlere hala sahip olabilmeleridir. Örneğin böyle bir kişi zengin olabilir ya da güzel bir görünüme sahip olabilir. O, tüm bunlara aldanarak herşeyin yolunda gittiğini zanneder ve taşkınlıklarına devam eder. Halbuki kendisi farkında değildir, ama yaptığı herşeyin Allah katında an an hesabı tutulmaktadır. Cehennemde ise tüm bunlar karşısına sonsuz bir azap kaynağı olarak çıkacaktır. Allah insanları bu konuda şöyle uyarmıştır:
Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun Suresi, 54-56)

Ama elbette bu insanların hepsinin durumu bir değildir. Kimisinin de azabı dünyada başlar. Hastalıklar, kazalar, sakatlanmalar, büyük maddi kayıplar, sevdiklerini kaybetme gibi sürekli bir kayıp içindedirler. Başlarına gelenlerin Allah'tan bir deneme olduğunu düşünmedikleri ve tevekküllü olmadıkları için, karşılaştıkları her sıkıntı onlar için azap olur. Allah hiçbir yönden işlerini rast getirmez. Daima bir bereketsizlik ve terslik olur. Küçük büyük ne ile ilgilenseler, hangi işe yönelseler hep maddi veya manevi zararla sonuçlanır. Nitekim Allah Kuran'da onların bu durumlarını geçim sıkıntılı bir hayat olarak nitelendirmiştir:
"Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz." (Taha Suresi, 124)

Allah'tan korkmayan bir insanın, sahip olduğu karanlık ruh hali yüzüne yansır. Yüzündeki nursuz ifade, konuşmasındaki bozuklukla birleşince son derece tedirgin edici bir görünüme bürünür. Kuşkusuz bu, manevi bir pisliğin ve çirkinliğin fiziksel görünüme yansımasıdır. Allah ayette bunu "zillet" olarak tanımlamıştır:
Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 27)

Bu insanların uğradıkları gizli kayıplardan biri de akıllarının ve kavrama kabiliyetlerinin ellerinden alınmasıdır. En basit gerçekleri bile kavrayamazlar. Örneğin içinde bulundukları mutsuzluğun, huzursuzluğun, korku ve sıkıntı dolu ruh halinin sebebini göremezler.
Kuşkusuz Allah'tan korkmayan bir insanın başına gelebilecek azap türleri burada sayılamayacak kadar çeşitlidir. İnsanı Allah yaratmıştır ve ona en acı verecek şeyleri de yine O bilir. İnsanın hiç tahmin edemeyeceği yönlerden sıkıntılar yaratarak onu cezalandırabilir. Allah'ın gazabı bir ayette şöyle haber verilmiştir:
... Allah'ın gazablanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana çağrıldığınız zaman inkar ediyordunuz. (Mümin Suresi, 10)

Hiç kuşkusuz şuuru açık hiçbir insan, sonsuz güç ve kuvvet sahibi Allah'ın gazabını üzerine çekecek bir ahlakı benimsemez. Kaldı ki insan o kadar zayıf yaratılmış bir varlıktır ki çoğu zaman çok küçük ve sıradan sıkıntılara bile katlanamaz. İnsanın hem ruhu hem de fiziği acıya, korkuya, gerilime son derece tahammülsüz bir şekilde yaratılmıştır. Biraz dar ve sıkışık bir mekanda bulunmaya, tiksinti verici bir kokuya, biraz mide bulantısı ya da diş ağrısına bile tahammülü yoktur. Üstelik bunlar bir azap çeşidi değil, dünyada karşılaşılabilen son derece sıradan eksikliklerdir.
Kişisel azapların yanı sıra Kuran, Allah'ın kendi katından gönderdiği azaplarla helak olmuş insan topluluklarının örnekleri ile de doludur. Bu insanlar Allah'ın sınırlarını tanımayarak başkaldırdıkları için onlar hiç şuurunda değillerken ansızın büyük felaketlerle yok edilmişlerdir. Allah kimine evlerini yerinden söken kasırgalar göndermiş, kimine içinde oturdukları şehirleri yerle bir eden sağanaklar isabet ettirmiştir. Kimini suda boğmuş, kimini de püsküren lavların altında bırakarak taş haline getirmiştir.

Dünyadayken Allah'a karşı büyüklenmekten korkup çekinmeyenler, kıyamet günü yüzüstü sürüklenerek azap yerlerine götürülürler. Artık sonsuza dek hem fiziksel hem manevi olarak akıllarının alamayacağı kadar şiddetli acılar yaşayacaklardır. Bir ayette şöyle buyrulur:
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)

Milli Gazete

12 Haziran 2007 Salı

Dünya Hizmet Yurdudur

İnsanların çoğunun dünya hayatına ilişkin yanlış bir bakış açısı bulunur. Dünya’da Allah’a kulluk etmek için yaratıldığını unutan bir insan, Allah’ın kendinisi denemek için yarattığı olaylara kendini kaptırır ve yaşamının amacını unutur. Her insanın yaratılış amacı bulunmaktadır. Bu amaç Allah’ın kullarına rehber olarak indirdiği Kuran’da bildirilmiştir.
Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? (Müminun Suresi, 115)
… insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

İnsan imtihanın gereği olarak özel yaratılmış zamana bağlıdır. Her insanın ne kadar yaşayacağı kaderinde bellidir, ancak Allah’ın yaratma kanunu gereği belli bir sınırı vardır. Ağaçların bile Allah’ın dilemesiyle beş yüz yıla kadar ömrü olabilmektedir, ancak insan son derece zayıf bir varlıktır. Ortalama ancak altmış yetmiş yıllık kısa bir ömrü vardır. Bu ömür tıpkı bir kum saatinde olduğu gibi hiç durmadan akmakta; insan, ahirete doğru sürekli bir geri sayım içinde yaşamaktadır. Herkes kendisi için belirlenmiş olan bu ömrü, yaratılış amacına uygun olarak yaşamalıdır; Allah’a kulluk görevini yerine getirmeli ve dinine hizmet etmelidir.

Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde dünya hayatının geçici bir mekan olduğunu ve insanın bu dünyada ahiret için ciddi bir çaba harcaması gerektiğini şöyle dile getirmiştir:

Dünya bir misafirhanedir. İnsan onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde ebedi hayatına lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.

Bu dünya Müslümanlar için Allah yolunda, O'nun rızasını kazanmak için çaba harcanması, hizmet edilmesi gereken bir mekandır. Bediüzzaman Said Nursi de dünya hayatının sadece bir hizmet yeri olduğunu, insanın zorluk ve güzelliklerle denemeden geçirileceğini ve musibetlere, sıkıntılara sabretmenin mükafatının da çok büyük olacağını şu şekilde bildirir:

Şu dünya hayatı, imtihan meydanıdır ve hizmet yurdudur; lezzet, ücret ve mükafat yeri değildir. Madem hizmet yurdudur ve kulluk mahallidir; hastalıklar ve musibetler dini olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve kulluğa çok başarı ve kuvvet verir. Ve her bir saati, bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden şikayet etmek değil, şükretmek gerekir. Evet ibadet iki kısımdır: Birinci kısım olumlu diğeri ise olumsuz. Olumlu kısmı malumdur. Olumsuz kısmı ise, hastalık ve musibetlerde, musibetzede, za'fını ve aczini hissedip, Rahman olan Rabbin'e yönelip, O'nu düşünüp, O'na yalvarıp halis bir kulluk yapar. Bu kulluğa riya giremez, halistir. Eğer sabretse, musibetin mükafatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kısmı var ki bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer.

Said Nursi'nin bu hikmetli anlatımı üzerinde düşünmek son derece önemlidir. Dünya hayatı çok kısadır. Dünyada gösterilen her tavrın karşılığı ahirette görülecektir. Allah rızası için gösterilen her tavır ahiret için bir sermayedir. Kuran’da bu gerçeği Allah şöyle bildirmektedir:
Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının. (Bakara Suresi, 197)

Ahiret yurdu için hazırlık yapan ve azık hazırlayan bir insan vaktini boşa geçirmez. Aklını sürekli olarak Allah’ın rızasını nasıl kazanacağı konusunda kullanır. Bu nedenle yaptığı her türlü iş Allah yolunda bir hizmettir. Gereksiz bir düşünceden kurtulup hayırlı bir tefekkür ömür boyu güzel hizmetinin gücünü artıracak bir bilgiye insanı ulaştırabilir. Allah, kulunun Kendi rızası için yaptığı bir düşünceyi ahirette karşısına çıkartır.
Bu konuda Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğüt Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)

Allah kendi rızası için çaba sarfetmek isteyen herkese güç ve imkan verir. Tıkanan yollarını açar ve başarıya ulaştırır, ahirette’de cennetle ödüllendirir. Bu Allah’ın samimi Müslümanlara olan bir vaadidir.
Küçük, büyük infak ettileri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)
Şüphesiz Rabbin, onlardan tümüne yapıp ettiklerini(n karşılığını) onlara tastamam ödeyecektir. Çünkü O, yapıp-ettiklerinden haberdar olandır. (Hud Suresi, 111)

Milli Gazete

5 Haziran 2007 Salı

Evrim teorisinin temeli; Propaganda

Biyoloji, kimya, fizik ve diğer tüm bilimlerde, elde edilen deliller incelenir ve bu delillere bağlı olan gerçekler tereddütsüz açıklanır. Evrim teorisinin bilimsel bir temeli olmadığı için tek temeli propagandadır. Yanlış bir mantık ne kadar çok tekrar edilirse edilsin bu tekrarlar o mantığı doğrulamaz. Yalanların pek çok ağızdan aynı anda söylenmesi de bu yalanları doğrulayamaz. Ancak evrimciler bu kadar basit bir mantığı kabul etmez ve ne kadar yüksek sesle evrim propagandası yaparlarsa o kadar çok insanın inanacağını düşünürler.

Charles Darwin'in 19. yüzyılın ortalarında ortaya attığı evrim teorisi, 150 yıldır propaganda yöntemiyle savunulmaktadır. Bu propaganda da temel amaç insanlara canlılığın kökeninin tek bilimsel açıklamasının tesadüfler zinciri olduğunu benimsetmektir. Evrim teorisi tarihin gördüğü en büyük safsatalardan biridir. Hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen, ideolojik anlamı nedeniyle, yoğun propaganda yöntemleri ile korunmaya ve insanlara kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu ideolojik anlam ise, evrim teorisinin tüm evreni ve canlıları Allah'ın yarattığı gerçeğine karşı bir alternatif olarak sunulmasından kaynaklanmaktadır.

Ateist, materyalist ve pozitivist fikir akımları, bu nedenle Darwin'in teorisini hemen sahiplenmişler ve bunu dine karşı bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya başlamışlardır.

20. yüzyılda, bu teorinin bilimsel olmadığı anlaşıldı, ancak evrimci propaganda buna rağmen devam etti. Evrimci "bilim" dergileri, gazete ve televizyonlar bu propagandanın en önemli aracı haline geldi. Hiçbir bilimsel değeri olmayan hayali yarı maymun yarı insan çizimlerle, her bulunan insan fosili ile birlikte "kayıp halka bulundu" diyen haberlerle, "atamız mikropmuş", "maymundan bir farkımız yok", "uzaydan mı geldik?", "deney tüpünde evrim", "HIV virüsünün evrimi", gibi büyük puntolu başlıklarla, evrim teorisi sürekli delilleri bulunan, insan hayatının her yönünü açıklayabilen bir teori gibi yansıtılmaya çalışılmıştır.

Aslında herkes canlılığın tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kompleks olduğunu; yıldırımların, radyasyonun, güneş ışığının, cansız, bilinçsiz atomları tesadüfler sonucu çiçeklere, portakal ağaçlarına, karacalara, tavşanlara, rengarenk tüylere ve kusursuz kanat yapıları ile kuşlara, mis gibi kokusuyla ve son derece estetik görünümüyle çileklere, devasa çınar ağaçlarına, papatyalara, günümüzde modacılara esin kaynağı olan kelebeklere, kaplanlara, zeytin ağaçlarına dönüştürmeyeceğini bilir. Ayrıca bu cansız bilinçsiz atomların düşünen, konuşan, sevinen, heyecanlanan, köprüler, barajlar, uzay gemileri inşa eden, sanat eserleri meydana getiren, kendisini meydana getiren atomları, molekülleri, hücreyi inceleyen, üniversiteler kuran, devletler yöneten insanları meydana getiremeyeceği açıktır.

Evrim teorisini savunanlar da bu gerçeği aslında görmekte ancak yanlış olduğunu söyleyememektedirler. Çünkü söyledikleri takdirde, materyalist dünya görüşlerini terk etmek zorunda olduklarının, tüm canlılığı yaratan Üstün ve Güçlü, sonsuz Akıl ve İlim Sahibi bir Yaratıcı'nın, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'ın var olduğunu kabul etmeleri gerektiğinin farkındadırlar. Bu gerçeği kabul ettiklerinde ise, tüm hırslarını, kibirlerini bir kenara bırakıp, kendilerini yoktan var eden, kendilerine can veren, sayısız nimetle ve rahmetiyle kendilerini koruyup yaşatan Allah için yaşamaya başlamaları gerektiğini bilmektedirler. İşte, körü körüne dünyaya bağlı, putperestler gibi maddeyi ve kendi zekalarını ilah edinen bu insanlar, bu gerçeği kabul edemedikleri için, evrim aldatmacasını anlatmaya devam etmektedirler.

Ne varki, günümüzde insanların büyük bir çoğunluğu artık evrim teorisinin tarihin en büyük saçmalıklarından biri olduğunu görebilmektedir. Küçük çocuklar dahi, yarı maymun yarı insan yaratıkların hiçbir zaman yaşamadıklarını bilmekte, bunlara bilimsel çizimler olarak değil, "karikatür" gözüyle bakmaktadırlar. Evrimci bilim adamlarının maskesi 20. yüzyılın sonunda düşmüş, ideolojileri uğruna insanları kandırmaya çalıştıkları anlaşılmıştır. Özellikle 21. yy’ın her günü yeni bir yaratılış delilinin ortaya çıkmasıyla evrimin çöküşü çok hızlanmıştır. Ve sonunda bilimsel açıdan temelsizliğini tüm insanlar görebilmiştir.

Allah’ın dinine karşı mücadele edenler her dönem mevcut olmuştur. Hangi dönemde yaşarlarsa yaşasınlar tüm bu insanları ortak özelliği Allah’ın varlığının delillerini görmelerine rağmen ve vicdanen kanaat getirmelerine rağmen yine de inkarda ayak diretmeleridir. Kuran’da bu tip insanların durumu şöyle tarif edilmektedir:
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)

21. yüzyıl inşaAllah evrim teorisinin, dolayısıyla materyalist felsefenin yıkıldığı, insanların Allah'a ve dine yöneldikleri, barışın, huzur ve güvenliğin, güzel ahlakın -fedakarlığın, dayanışmanın, sevgi ve şefkatin- hakim olduğu aydınlık bir yüzyıl olarak tarihe geçecektir.

Milli Gazete

2 Haziran 2007 Cumartesi

Canlılardaki mükemmel sonar sistemi

Ses, havada ve suda dalgalar halinde yayılır ve dalgalar herhangi bir cisme çarparsa geri döner. Sonar teknolojisiyle dönen dalgalardan bu cisim hakkında çeşitli bilgiler edinebilirsiniz: Dalga kaynağının ne kadar uzakta olduğu, büyüklüğü ya da ne yöne hangi hızla hareket ettiği gibi...

Tüm teknoloji ürünü cihazlar için bilim adamları yıllarca araştırmalar yapmaktadırlar. Diğer pek çok teknolojik üründe olduğu gibi sonar sistemi de yüzyılımız içerisinde geliştirilmiştir. Sonar cihazları 1918 yılında Pierre Langevin tarafından icat edilmiştir. 1985 yılından itibaren de sürekli olarak yenilenmiş, sistemi daha iyi işler hale getirilmiştir. Bu teknoloji, her ne kadar savaşta kullanılmak amacıyla geliştirilmişse de, günümüzde batık gemilerin yerlerini belirleme ya da deniz dibi haritalarının çıkarılması gibi amaçlarla kullanılmaktadır.

Sonar sistemini bilimadamlarından çok önce tam 50 milyon yıldır kullanan yeryüzünde canlılar bulunmaktadır. Yunuslar, yarasalar, balıklar ve güveler yaratıldıkları ilk andan beri vücutlarında sonar adı verilen bu sisteme sahip olan canlılardandır. Üstelik bu hayvanların sistemleri bilim adamlarının en ileri seviye olarak kullanıma sundukları cihazlardan daha duyarlı ve kullanışlıdır.

Amerikan Donanması denizaltılarının daha hassas sonar sistemine sahip olabilmeleri için Savunma Bakanlığı özel bir proje oluşturmuştur. Bu projedeki asıl amaç yarasa sonarındaki çalışma prensiplerini incelemek ve denizaltılarındaki söz konusu sistemdeki eksikleri telaffi etmektir.

Yarasaların, zifiri karanlıkta kolayca yön bulmalarının sahip oldukları sonar sistemi sayesinde gerçekleştiği uzun zamandır biliniyordu. Son olarak araştırmacılar, bu sonar sisteminin yeni bazı sırlarını keşfetmişlerdir. Buna göre, kahverengi böcekçil yarasa (Epesicus fuscus) saniyede 2 milyon üst üste binmiş ses yankılanmasını işleme sokma yeteneğine sahiptir. Hem de bu yankıları sadece 0.3 milimetrelik bir hassasiyet farkıyla algılayabilir. Bu rakamlar ise, yarasa sonarının insan yapımı sonarlardan yaklaşık üç kat daha hassas olduğunu göstermektedir.[1]

Yarasaların sonar sistemli uçuş yetenekleri, bilim adamlarına karanlıkta uçuş hakkında çok şey öğretmektedir. Kızılötesi termal görüntüleme sistemli kameralar ve ses-üstü dalgaları algılayan dedektörlerle yapılan araştırmalar, yarasaların gece av uçuşları hakkında çok daha kapsamlı bilgi edinme fırsatı vermiştir.

Yarasalar yerden havalanan bir böceği havada uçarken kapabilirler. Bazı yarasalar avlarını yakalamak için onları çalılıkların içinde bile takip ederler. Yansıyan ses dalgalarını kullanarak gece gökyüzünde vızıldayan bir sineğin üzerine atılmak oldukça zordur. Bir de böceğin çalılıkların arasında uçtuğunu, etraftaki bütün yapraklardan ses dalgalarının yansıdığını düşünülürse, yarasanın ne kadar büyük bir iş başardığını daha iyi anlaşılabilir. Böyle bir durumda yarasalar sonar seslerini azaltırlar. Bunun sebebi, muhtemelen, çevredeki bitkilerden gelen ses yansımalarının kafa karıştırmasını önlemektir. Yarasalar cisimleri ayrı ayrı algılayabilmekle beraber üst üste gelen ekoların geliş zamanları ve yönlerini de ayırt edebilmektedirler.

Yarasalar su üstünde uçarken su içmek için veya avlarını yerden yakalamak için de sonar sistemini kullanırlar. En usta manevraları ise bir yarasanın diğerini kovaladığı durumlarda gösterirler. Yarasaların bu başarıyı nasıl elde ettiklerinin anlaşılması sonar, uçuşlar ve tespit cihazları başta olmak üzere pek çok teknolojik ürünün üretiminde kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca yarasaların çok yüksek frekanslı sonar sistemleri, bugün mayın arama teknolojisinde de taklit edilmektedir.

Görüldüğü gibi canlılardaki özellikler çok geniş bir alanda insanlara fayda sağlamaktadır. Allah Kuran'daki bir ayette hayvanlardaki faydalara şöyle dikkat çeker:
Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var… (Müminun Suresi, 21)

Bir alligator denizaltısının içinde bulunan Side Scan sonar cihazının silisyum, demir, bakır, rüzgar, su, oksijen birleşimiyle uzun zaman içerisinde oluştuğunu iddia etmek ne kadar mantıklıysa, yarasanın ve sahip olduğu, insan yapımı teknolojiler üstü sonar sisteminin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek o kadar mantıklıdır. Yeryüzündeki tüm varlıkları yaratan yüce Allah’tır. O sonsuz ilim sahibidir. Tüm canlılar yaratıldıkları ilk andan itibaren yeryüzünde aynı halleriyle kalmışlardır. 50 milyon yıl önce yaşamış olan bir yarasa bugün yaşayan ile aynı özelliğe sahiptir. Hiç bir değişim veya gelişme olmamıştır. Yeryüzünde ilk yaşayan yarasa sahip olduğu sonar sistemi ve yapısal mükemmelliği ile Allah tarafından yaratılmıştır.

[1] http://www.godandscience. org/evolution/design. html; The Designing Times, Vol.1, No.8. , March 2000

Milli Gazete