29 Kasım 2005 Salı

Allah'tan yardım dilemenin sağlık üzerindeki olumlu etkileri

“Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamlarına gelen dua, Kur’an’a göre “insanın içten bir kalp ile Allah’a yönelmesi, O’na muhtaç bir varlık olduğunun bilinci ile sonsuz güç sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah’tan yardım dilemesi”dir. Hastalık anları da insanın bu acizliğini daha net hissettiği, Allah’a yakınlaştığı anlardan biridir. Ayrıca hastalıklar Allah’ın takdiriyle gerçekleşen çok hikmetli bir imtihan, dünya hayatının geçici ve kusurlu olduğunu hatırlatan bir uyarı, sabreden ve tevekkül edenler için ahirette bir ecir kaynağıdır.

Allah bir ayette duaya şöyle dikkat çekmektedir:

Rabbiniz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)

İman etmeyen kimseler, bir hastalıkla muhatap olduklarında kendilerini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünürler. Sağlıklıyken vücutlarındaki sistemi çalıştıranın, hastalandıklarında şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru var edenin Allah olduğunu düşünmezler. Pek çok kişi ancak doktor ve ilaçların yetersiz kaldığına kanaat getirince, Allah’a yönelir. Böyle bir durumdaki kişi, içinde bulunduğu zor durumdan onu ancak Allah’ın kurtarabileceğini anlayarak, yalnızca Allah’tan yardım diler. Allah bu ahlakı bir ayette şöyle bildirmektedir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

Halbuki insanın sağlıklıyken ya da bir zorluk, sıkıntı içinde olmadığında da dua etmesi, Allah’ın kendisine verdiği rahatlık, sağlık ve diğer tüm nimetler için şükretmesi gerekir.

Dua ile ilgili çok önemli bir konu da şudur: Sözlü duanın yanı sıra kişinin fiili dua olarak çaba sarf etmesi de son derece önemlidir. Fiili dua, kişinin herhangi bir isteğine ulaşmak için elinden gelen herşeyi yapmasıdır. Örneğin hasta bir kişinin sözlü duanın yanı sıra mutlaka uzman bir doktora başvurması, kendisi için faydalı ilaçları kullanması, gerekli ise hastanede tedavi görmesi, hassas bir bakım altında olması da gerekebilir. Çünkü Allah dünyada meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah’ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Dolayısıyla kişinin de bu sebeplere uygun olarak gerekli tedbirleri alması, ancak bunları etkili kılacak olanın Allah olduğunu bilerek, tevekkül, teslimiyet ve sabırla sonucunu Allah’tan beklemesi gerekir.

İmanın ve duanın hastaların üzerindeki olumlu etkisi ve tedavi sürecini hızlandırması doktorların da dikkatlerini çeken, tavsiye olarak dile getirdikleri bir konudur.

22 Kasım 2005 Salı

Dayanışma Müslümanların özelliğidir

Şeytanın, müminlerin arasındaki tesanüdü bozmak için en çok başvurduğu yollardan biri rekabet duygusudur. Müminler hiçbir zaman makam, mevki gibi konularda rekabet hissine kapılmaz, diğer müminleri geçmeye, kendini onlardan daha ön plana çıkarmaya çalışmazlar. Aynı şekilde kendisinden daha ön plandaki bir mümine karşı da kıskançlık hissetmezler. Allah Kur’an’da bu konuyu şu şekilde bildirmiştir:

“Yoksa onlar, Allah’ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar..?” (Nisa Suresi, 54)

Ayette bildirildiği üzere, insanlara verilmiş olan tüm nimetler Allah’tandır. Bu nedenle müminler, Kur’an ahlakına uygun olmayan kıskançlık, bencillik gibi tavırlardan uzak dururlar. Rabbimiz başka bir ayette, böyle bir tavrın müminlerin gücünü azaltacağını şu şekilde bildirmiştir:

“Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

Bu nedenle bir mümin, diğer müminlerle arasında bir çekişme, rekabet ortamının kesinlikle oluşmamasına dikkat eder. Çekişme veya haset etme gibi duygulara kapılmayıp, her mümini kendisinden üstün kabul eder ve takvanın Allah Katında olduğunu bilir.

Kur’an ahlakının bir gereği olarak, insanın olabildiğince mütevazı, alçakgönüllü olması da rekabet tehlikesini ortadan kaldıran davranışlardandır. Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmayı isteyen bir insan, mümin kardeşinin nefsini kendi nefsinin üstünde tutmalı, her durumda fedakar davranmalı ve bunu da zevk alarak yapmalıdır. Allah, müminler arasındaki bu dayanışmayı Kur’an’da şu şekilde bildirmektedir:

“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin “cimri ve bencil tutkularından” korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9)

Ayrıca kıskançlık, rekabet, küskünlük ve kin insanlar arasında oluşacak güzel ortamın önündeki en önemli engellerdir. Küçük bir gaflet anında doğabilecek bu davranışlardan biri bile bu dayanışmaya zarar verebilir. Oysa müminler arasında herhangi bir rekabet olmaz. Çünkü herkes bir diğer mümine engel olmadan Allah rızası için dine hizmet edebilir. Kur’an ahlakının hakim olduğu bir toplulukta, rekabetin aksine; tıpkı bir vücutta her bir uzvun diğerinin yardımcısı ve destekçisi olduğu gibi, her mümin de diğerlerinin desteğinden güç alır, Allah yolunda birlikte çaba harcar. Böylece elde edilen başarı da bu ortak çalışmanın sonucudur, hiç kimse bunu kendi başarısıymış gibi görmez ve göstermez. Allah Kur’an’da, müminlerin diğer müminlerle olan kardeşliklerinin artması için yaptıkları bir duayı şu şekilde bildirmektedir:

Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: “Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.” (Haşr Suresi, 10)

Müminler arasında oluşturulacak beraberlik ve dayanışma, Kur’an ahlakınn hakim olması için gösterilen çabaya büyük destek sağlar. Ayrıca aksi davranışların tümü; yani kibir, kıskançlık, kötü söz söyleme, çekişme müminlerin değil, din ahlakından uzak yaşayan kimselerin özelliğidir ve kesinlikle Kur’an ahlakına uygun değildir.

Sonuç olarak unutulmamalıdır ki; müminler Kur’an ahlakının gereği olarak, diğer müminlere karşı son derece merhametli, alçakgönüllü, fedakar ve affedici olmakla yükümlüdürler.

15 Kasım 2005 Salı

Dayanışma mü'minlere güç ve kuvvet verir

Allah rızası için birlik içinde hareket etmek, müminlerin günlük hayatta ve zorluklar karşısında başarı elde etmesinde önemli bir imani sırdır. Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları olaylara baktığımızda da zorluk ve sıkıntıların hep bu şekilde aşılabildiğini görürüz. Başta, Allah’ın tüm insanlara örnek kıldığı Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve sahabeler olmak üzere, Müslümanlar bu ahlakı en güzel şekilde yaşamış, gösterdikleri üstün tesanüd ve fedakarlık örnekleriyle İslamiyet’in ve Kur’an ahlakının tüm dünyaya yayılmasına vesile olmuşlardır.

Müminlerin en önemli vasıflarından biri, kardeşlik, dayanışma ve birliktelik anlamlarına gelen ‘tesanüd’tür. Rabbimiz Kur’an’da tüm müminlerin kardeş olduğunu bildirmiştir. Müminler Allah rızası için yaşayan, O’nun rahmetini ve cennetini umut eden insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma bulunur. Allah, bu güzel ahlak özelliğinden razı olduğunu Kur’an’da şu şekilde bildirmektedir:

“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff Suresi, 4)

Müminler güzel ahlaklı, mütevazı, sevgi dolu ve saygılıdırlar. Bu yüzden tesanüd, müminler arasında doğal bir şekilde oluşur. Allah müminlerin birbirlerine olan bağlılıklarının nasıl olması gerektiğini ise Kur’an’da şu şekilde bildirmiştir:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Âl-i İmran Suresi, 103)

Müminler arasındaki dayanışmanın en önemli özelliklerinden biri de tesanüdü bozucu; kıskançlık, kin veya çıkarcılık gibi tavır bozukluklarından uzak durmalarıdır. Karşılarna nasıl bir olay çıkarsa çıksın, hiçbir zaman tevazu, fedakarlık, hoşgörü ve affedicilik gibi Kur’an ahlakının kendilerine kazandırdığı tavırlardan taviz vermezler.

Yüce Rabbimiz Kur’an’da, müminleri, tesanüdü bozucu tavırlar konusunda uyarmaktadır. Örneğin; bir mümin, başka birinin hoşlanmayacağı ve onu rencide edecek bir üslubu kesinlikle kullanmamalıdır. Allah Kur’an’da bu durumu şu şekilde bildirmiştir: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi, 53)

Ayette bildirilen emir, tesanüdün sağlanması açısından son derece önemlidir. Birincisi, müminlerin birbirlerine karşı daima en güzel hitap şeklini (dikkat edilirse ayette yalnızca güzel değil, “en güzel” sözün söylenmesi bildirilmektedir) kullanmaları emredilmektedir. Ayette ayrıca şeytanın; insanların ve özellikle de müminlerin arasını bozmak için uğraşacağı bildirilmektedir.

8 Kasım 2005 Salı

Daima olumlu düşünmek ve ümitvar olmak

Karamsar olan insanlar genellikle yalnız başlarına, bunalımlı, neşesiz ve mutsuz yaşarlar. Sıkça hastalanır, bitkin görünür ve halsizlikten şikayet ederler. Halbuki olumsuzluk insanın kendi nefsine eziyet etmesinden başka bir şey değildir. Gerçekte, hayatın hiçbir anında ya da hiçbir olayda olumsuzluk yoktur. Çünkü Allah herşeyi hayırlı, güzel ve hikmetli olarak yaratır. Olumsuz gibi gözüken olayların ardında hep bir güzellik saklıdır. Bu nedenle karamsarlığa kapılmak son derece yanlış ve İslam ahlakına uygun olmayan bir tavırdır.

Kur’an ayetlerine bakıldığında Allah’ın bizleri sürekli olumlu düşünmeye ve olumlu hareket etmeye yönlendirdiğini görürüz. Bu ayetleri okumak müminlerin ruhunda şevk, neşe ve canlılık meydana getirir. Ayetlerde bildirilen “Üzülmeyin, gevşemeyin, korkmayın, ümitsizliğe kapılmayın, müjdeleşin, tevbe edin, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin...” gibi ifadeler Müslümanlar için bir şevk ve neşe vesilesidir. Allah Kur’an’da insanları sevince, neşeye, ümitvar olmaya, güçlü ve şahsiyetli olmaya teşvik etmektedir. Bu nedenle bir müminin ruh halinde hiçbir zaman olumsuzluk veya karamsarlık olmaz.

Kur’an ayetlerindeki bu müjde verici üslup, her Müslüman için örnektir. Müslümanların da Kur’an’ın bu üslubuna uygun konuşması, yazması veya düşünmesi gerekir. Allah’ın makbul gördüğü düşünme ve düşündüklerini dile getirme şekli budur. Bu nedenle öncelikli olarak dikkat edilmesi gereken husus, hiçbir konuda çözümsüzlüğe sürüklenmemek ve herşeyin kolay bir çözümü olduğunu bilmektir. Allah herşeyi çözümüyle birlikte bize sunmuştur. Olaylara çözüm getirmek, insanların yaşantılarını kolaylaştırmak ve hiçbir konuyu zora sokmamak, bir mümin özelliğidir.

Kur’an’a bakıldığında çözümcü olmanın nasıl olması gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin Allah ayetlerde orucu bir ibadet olarak tüm iman edenlere farz kılmıştır. Ancak hastalar ve tutamayacak durumda olanlar bu farziyetten sorumlu tutulmamıştır. Ya da Allah kör, topal ya da hasta olanların sorumluluklarını diğer sağlıklı müminlere oranla kolaylaştırmıştır. Allah savaş zamanlarında tehlike anlarında namazın kısaltılabileceğini bildirmiştir. Firavun gibi tehlikeli insanların karşısında ölüm tehdidi altında imanı gizleme izni vermiştir. İman edenlere, yaşadıkları yerlerde zor bir durumda kaldıkları takdirde, başka ülkelere hicret etme izni vermiştir.

Görüldüğü gibi tüm bunlar Allah’ın insanlara zor duruma düştükleri anlarda getirdiği kolaylıklar ve çözümlerdir. Hayatta çözümü olmayan hiçbir sorun yoktur. Allah her zorluğu bir kolaylıkla ve her sorunu çözümüyle birlikte yaratmıştır. Bu nedenle Müslümanların kullandıkları üslupta kolaylaştırıcı, olumlu ve çözümcü olmaya mutlaka dikkat etmeleri gerekir. “Geleceğimiz karanlık gözüküyor, yapacak bir şey kalmamış gibi, her geçen gün daha kötü duruma düşüyoruz, sürekli eziliyoruz, artık gücümüz kalmadı, yapacak bir şey kalmadı” gibi olumsuz ifadeler, Kur’an üslubuna uygun değildir ve hiçbir şekilde mümine yakışmaz. Elbette dinsizliğin getirdiği sorunları veya dünya üzerinde meydana getirdiği tahribatları dile getirmek doğrudur. Ancak varolan sorunları dile getirirken mutlaka bunları çözümünün ne olduğunu ve nasıl uygulanması gerektiğini de beraberinde belirtmek gerekir. İnsanlar ancak bu şekilde doğru yolu görebilir ve şevkle, heyecanla doğruya yönelebilirler.

Halis iman sahipleri için gelecek her zaman aydınlıktır. Çünkü Allah iman edenleri zaferle, fetihle, mutlak bir galibiyetle müjdelemektedir. İman edenler her ne kadar zor dönemlerden geçerlerse geçsinler, dünya, sonu “İslam ahlakının hakimiyeti” olan bir kaderle yaratılmıştır. Bu gerçeği bilmek ve Allah’a güvenmek, Allah’ın vaadinin hak olduğuna iman etmek, insanı karamsarlıktan ve her türlü olumsuzluktan uzak tutar.