20 Şubat 2013 Çarşamba

Affetmenin sınırı yoktur

Affetme daima toplumda hep tartışılan bir konu olmuştur. “Onu affetmem mümkün değil”, “bu sefer affetmeyi başaramayacağım”, “artık bu konuda affedemem” gibi ifadelerle insanlar affetmeyi birbirlerine hep çok zor gösteriyorlar. Oysa insanın nefsine ağır da gelse sanılanın aksine affetmek öyle başarılması olağan üstü bir çaba gerektirmiyor. Kişi karşısındakini affeder affetmez hemen ruhu huzura kavuşuyor ve adeta üzerindeki ağır zincirler kırılıyor. İnsan hemen bir hafifleme hissediyor.

Rabbimiz bir ayetinde “... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.

Ayettende anladığımız gibi affetmek Allah’ın emri yani farz. Bu bir kere çok önemli bir konu. Oysa başlarda da belirtiğim gibi Kuran ahlakından uzak yaşayan bazı kimseler için affetmek son derece zordur. Yapılan bir hata karşısında hemen öfkeye kapılırlar. Birbirlerine karşı kolaylıkla kızgınlık duyabilir, hemen kinlenebilirler. Kendilerine ufacık bir zarar veren birine karşı dahi hemen nefret duymaya başlayabilirler. Çok küçük nedenlerden dolayı dostluğunu bitiren, 'en yakınım’ dediği dostuna bir anda düşman kesilen birçok insan vardır. Bunun nedeni, Kur’an ahlakı yaşanmadığında, insanların affedicilik gibi, sabır, sevgi ve üstün bir ahlak gerektiren özelliklerden uzak bir yaşam sürmeleridir.

Oysa müminler çok sabırlı ve affedicidirler. Küçük hatalardan ya da insani kusurlardan dolayı karşılarındaki kişiye kızgınlık duyup bir anda onlarla olan ilişkilerini bitirmezler. Ona her defasında bir fırsat daha verir, doğru olanı hatırlatır ve davranışlarını düzeltmesi için yardımcı olurlar. Sevdikleri dostlarının eksiklerini ortaya çıkarıp onlara kızgınlık ve kin duymak yerine, onların hatalarını, eksiklerini telafi etmeye çalışır, Kuran ile öğüt vererek onlara destek olurlar. Gerçek sevgide, dostlar arasında büyük bir anlayış ve hoşgörü hakim olur. Her sorun sevgi ve anlayışla, huzur içinde çözülür.

Allah Kur’an’da insanlara affedici olmaları gerektiğini şöyle öğütlemektedir:

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Allah’ın müminleri yükümlü kıldığı Kur’an ahlakında affediciliğin sınırı yoktur. Nitekim Peygamberimiz (sav)’ın Hz. Vahşi’yi affemesi bu konuda çok güzel bir örnektir. Hz Vahşi Peygamber Efendimizin çok sevdiği amcası Hz. Hamza’yı şehit etmiş, çiğerini çıkartan bir kişidir. Tövbe edip müslüman olunca Peygamberimiz kendisini hemen affetmiştir.

Rabbimiz Kur’an’da insanlara affedici olmada sınır tanımamak gerektiği ile ilgili şöyle bildirmiştir:

... İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)

Yukarıdaki ayette müminlere, sürekli ihanet gördükleri kişileri dahi affetmeleri emredilir. Bu inanca sahip olan bir kişi, bir insanın hatası yüzünden büyük zararlara uğrasa bile, bu insanı kolaylıkla affedebilir. Arkasından olumsuz konuşan, kendisine kötülük yapmaya çalışan veya maddi zarara girmesine sebep olan bir insanı affederek, ahlakıyla onun için güzel bir örnek olabilir, onu kendisi için yakın bir dosta dönüştürebilir. Nitekim önemli bir hata yaptıktan sonra affedildiğini görmek, müminin ruhunda kendisini affeden kişiye karşı büyük bir muhabbet ve bağlılık meydana getirir. Allah affediciliğin gerçek sevginin oluşması için gereken özelliklerden biri olduğunu Kuran’da şöyle bildirmektedir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

13 Şubat 2013 Çarşamba

Tek dostumuz ve yardımcımız Allah

Allah’a gönülden yönelen, O’nun yolunda olan her insan Rabbimiz’in kendisini koruduğuna, O’nun sıcak ve yakın takibine her an şahit olur. Allah, samimi olarak yapılan, haramdan sakınılan ve helale uygun olan her işte müminlerin yolunu açar; onlara kolaylık verir. Allah, Kur’an’ın birçok ayetinde müminlere mutlaka yardım edeceğini, onları koruyacağını ve daima üstün konuma getireceğini vadetmektedir. Allah bu ayetlerden birinde şöyle buyurmaktadır:

... İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır. (Rum Suresi, 47)

Allah’ın her an yardımıyla desteklediği müminlere dair en güzel örneklerden biri Hz. Musa’nın hayatıdır. Hz. Musa, yaşadığı şehirden uzaklaştıktan sonra, Allah’a “Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.” (Kasas Suresi, 24) diyerek dua etmiştir. Allah onun duasını kabul etmiş ve onu bir toplulukla karşılaştırmıştır. Bu şekilde Hz. Musa, güvenilir insanların yanında kalma ve çalışma imkanı bulmuştur.

Allah, Hz. Musa’ya peygamberlik verdikten sonra, Hz. Musa’nın isteği üzerine onu kardeşi Hz. Harun ile destekleyerek güçlendirmiştir. Firavun ve ordusunun Hz. Musa ve Hz. Harun’un peşlerine düştükleri sırada, Allah yine onlara yardım etmiştir. Allah, denizi yararak, Hz. Musa ve yanındakilere geçebilecekleri bir yol açmış, Firavun ve ordusunu ise suda boğmuştur. Allah Hz. Musa ve Hz. Harun’a olan yardımını Saffat Suresi’nde şöyle bildirir:

Andolsun, Biz Musa’ya ve Harun’a lütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık. Onlara yardım ettik, böylece üstün gelenler oldular. (Saffat Suresi, 114-116)

Allah, Hz. Nuh’a da yardım etmiş, kavmine gelecek bir tufandan onu ve diğer inananları korumak için, Hz. Nuh’a bir gemi yapmasını vahyetmiştir. Allah, Hz. İsa’yı ise, çarmıha gerilerek öldürülmek üzereyken, Kendi Katı’na yükselterek korumuştur. Allah, Hz. Yusuf’u zindandan kurtarmış, ona mevki ve makam nasip etmiştir. Rabbimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e de daima yardım etmiş, O’nun üzerindeki yükü hafifletmiştir. Allah, Kur’an ayetleriyle Peygamberimiz (sav)’in velisi, koruyucusu ve yardımcısı olduğunu müjdeleyerek müminlerin kalplerine huzur ve güven duygusu vermiştir.

Allah’ın, iman edenlere olan yardımını müjdelediği ayetlerden bazıları şöyledir:

Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Muhammed Suresi, 7)

Her işinde daima Allah’a yönelip dönen, yalnızca Rabbimiz’i vekil edinen bir insanın tek dostu ve yardımcısı Allah’tır. Allah, müminlere dilediği yollardan yardımını ulaştırır. Bu gerçeklerin farkında olan bir insan, hiçbir zaman için insanlardan veya başka güçlerden medet ummaz. Tüm yardımın Allah’tan geldiğini bilir, herşeyi Allah’tan ister. Bir başarı kazandığında, üstün geldiğinde, yararına bir işle karşılaştığında hemen Allah’a yönelip şükreder, yardımından dolayı Allah’a minnet duyar. Hayatı boyunca Allah’ın yardımını ve desteğini gördüğü ve tüm bu olayları yaratanın Allah olduğunu bildiği için asıl olarak Rabbimiz’e minnet duyar ve O’na içten ve coşkulu bir sevgiyle bağlanır. Allah, insanların gerçek dostunun ve yardımcısının ancak Kendisi olduğunu Kuran’da şöyle hatırlatır:

... Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir. (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 106-107)

6 Şubat 2013 Çarşamba

Gözardı Edilen Bir Hastalık: Değişken Ruh Hâli

Bazı insanlar, hayatı kendi belirledikleri kurallar doğrultusunda yaşarlar. Bu kişiler, nefislerinin o anki istekleri doğrultusunda, kolaylıkla bu kurallarından tavizler verebilmektedirler. Çünkü hayatlarına yön veren, kişiliklerinde süreklilik göstermelerini sağlayan ve mutlak olarak doğru olduğuna inandıkları bir yol göstericileri yoktur. Bundan dolayı da kişilikleri çoğu zaman değişkenlik gösterebilmektedir. Örneğin beş dakika öncesine kadar oldukça sakinken kişinin kapıları çarpması, taşkınlık dolu hareketler yaparak çevresindeki insanlara çıkışması, bağırıp çağırarak azarlaması ya da biraz önce mutlu olduğunu ifade ederken birden ağlamaya başlaması ve her şeye alınması bu kişilerin en belirgin özellikleridir.

Tüm iman sahipleri tarafından şiddetle kaçınılması gereken bu davranış bozukluğunun temel kaynağı ise, kişinin davranışlarını, konuşmalarını, hareketlerini, düşüncelerini ve olaylara yaklaşımını Kur’an ahlâkına göre şekillendirmemesidir.

Yüce Allah Kur’an’da nefislerin bencil tutkulara yatkın olarak yaratıldığını bildirmektedir. İnsan eğer nefsinin kendisini yönlendirmesine izin verecek olursa, tüm tavırları bu bencil tutkuları doğrultusunda şekillenecektir. Bu bencil tutkular ise; insanın sabit, tutarlı ve dengeli bir kişilik sergilemesini engelleyecektir. İnsan nefsinin telkinleri sonucunda bir anda öfkelenebilecek, duygusallaşabilecek, küsüp darılabilecek, kıskançlık hissine kapılabilecek ve bunlara bağlı olarak da ani kararlar alabilecektir. Dolayısıyla kişiliği, çevresindeki insanlar için her zaman bir sürpriz olacaktır. Bir anı bir diğer anına uymayacaktır. Her an ruh hâli, düşünceleri, duyguları, kararları ve bakış açısı değişebilecektir. Böyle bir insan ise, tutarsız ve dengesiz davranışlarıyla her zaman için çevresindeki insanlar üzerinde tedirginlik ve güvensizlik hissi oluşturacaktır.

Duygusallık, din ahlâkının yaşanmadığı toplumlarda çok olumsuz bir tavır olarak algılanmaz. Hatta duygusallığın aslında her insanın karakterinde az çok olması gereken önemli bir özellik olduğuna inanılır. Bu düşünceye göre duygusallığın neden olduğu tavırlar, yaşanması gereken insani duygulardır. Bu nedenle duygusallıktan kaynaklanan “alınma, yakınma, darılma, ağlama, içine kapanma, durgunluk, kıskançlık, kızgınlık” gibi tavır bozukluklarının, “insanın içinden gelen duygular” olduğu öne sürülerek olabildiğince teşvik edilir. Oysa bu kanaat tümüyle yanlıştır.

Kuran ahlâkına göre yaşamayan toplumlarda yaygın olarak yaşanan duygusallık, insanın zayıf bir kişilik göstermesine neden olur. Kişi olaylar karşısında, duygularının kendisini yönlendirmesiyle hareket ettiği için akılcılıktan büyük ölçüde uzaklaşır. Mantıklı ve doğru düşünemeyecek, isabetli çıkarımlar yapamayacak hâle gelir. Bu da kişinin değişken bir ruh haline sahip olmasına, kendisine ve çevresine hem maddi hem de manevi olarak zarar vermesine neden olur.

Mümin ise tüm hayatına ve kişiliğine Kur’an ahlâkı hakim olduğu için, nefsin bu özelliği ve ona karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiği konusunda en doğru bilgilere sahiptir. Duygusallığın, insanın aklını perdelediğini, doğru düşünebilmesini, gerçekleri olduğu gibi görebilmesini engellediğini, insanı zayıf, dirençsiz ve güçsüz hâle getirdiğini bilir. Ayrıca cahiliye ahlâkının getirdiği bu zayıf karakterle özdeşleşen duygusallaşmak, üzüntüye kapılmak, ağlamak, söylenmek, öfkelenmek, kıskançlığa kapılmak, içine kapanmak gibi tavırların, iman sahibi bir insanın karakteriyle bağdaşmayacak, ona yakışmayacak özellikler olduğunun da şuurundadır. Çünkü tüm bu tavırlar, Allah’ın beğenmediği ve sakınılması gereken davranışlardır.

Değişken Ruh Halinin Çözümü Güçlü Allah Sevgisidir


Allah’a gönülden bir bağlılık, içten bir teslimiyet, her olayın Allah’ın kontrolünde olduğunu bilerek ve herşeyi hayır gözüyle değerlendirmek, insanın duygularına kapılıp olumsuz tavırlarda bulunmasını engeller. İman eden bir insan, Allah’a olan güçlü sevgisi ve derin Allah korkusu nedeniyle duygusallığın neden olabileceği tüm tavır bozukluklarından titizlikle sakınır. Allah’ın Kur’an’da bildirdiği şekilde, tüm tavırlarıyla, kişiliğiyle, yüksek ahlâkıyla insanlara örnek olmayı hedefleyen bir insandır. (Furkan Suresi, 74) Bu da Allah’ın izniyle ona hiçbir olay karşısında yıkılmayan güçlü bir kişilik kazandırır.

Müminler tüm hayatlarını Kuran ahlâkına uygun olarak düzenlerler. İman etmeyen toplumlarda yaygın olarak görülen tavır bozukluklarından sakınıp güçlü bir kişilik sergilemenin, tüm insanlar için güzel bir örnek olacağını bilir ve bu şuur ve sorumluluk bilinciyle hareket ederler. Allah’ın Kuran’da, “... Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından ' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9) ayetiyle bildirdiği gibi, nefislerini kötülüklerden arındırmak için çalışırlar. Bu çabalarına karşılık, Allah iman edenleri dünyada ve ahirette nimete, huzura kavuşturacağını ve mutluluğu en güzel şekilde onların yaşayacaklarını müjdelemektedir. (Nahl Suresi, 96-97)