28 Ağustos 2007 Salı

Gelecekte yaşanacak her olayı Allah bilmektedir. .

O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "Ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 73)

Allah evrendeki tüm canlıları kontrolü altında tutandır; toprağın içine atılan binlerce tohumun ne zaman filizleneceğini, bir kuyrukluyıldızın dünyanın kaç kilometre uzağından geçeceğini, hangi canlının ne zaman doğacağını ve ne zaman öleceğini, atomun çekirdeğinin etrafında durmaksızın dönen elektronların yörüngelerini ve burada sayarak bitiremeyeceğimiz herşeyi bilir. Allah sonsuz büyüklüğü ile yeryüzünde yaşayan tüm insanların aklından geçen düşüncelere, hepsinin bilinçaltına, yaptıkları işlerindeki niyetlerine de hakimdir.

Allah hepsinin kaderini en ince ayrıntısına kadar belirler. Gaybın bilgisi yalnızca Kendisi'ne aittir. Allah'ın sonsuz aklı, ilmi, bilgisi, affediliciliği, merhameti ve azabı insanın kavrayışının çok üzerindedir. Allah dilediği herşeye güç yetirir.

Hiç kimse kaç yıl yaşayacağını, nasıl bir hayat yaşayacağını, sağlığını etkileyecek nasıl gelişmeler olacağını bilmez. Allah insanın ömrü boyunca kaç kere nefes alıp vereceğini, kalbinin kaç kere atacağını, hangi saniyede kalbinin duracağını bilir. Tüm insanlar, bilim adamları biraraya gelseler, tüm teknolojik imkanları kullansalar gaybdan tek bir haber söyleyemezler. Asla vakıf olunamayacak olan bu bilgi insanların acizlizliğini göstermektedir.

Hiç kimse Allah’ın kararlarına en ufak bir müdahalede bulunmaya güç yetiremez. Allah, kainattaki herhangi bir canlı için bir zarar dileyecek olsa onu kaldırabilecek yoktur, bir rahmet dilediğinde de O'nun rahmetini engelleyebilecek olan yoktur. Bir canı almak istediğinde O’na engel olacak hiçbir kuvvet yoktur. Yaşamını ve geleceğini kendisinin kontrol etmekte olduğunu sanan insanlar çok büyük yanılgıdadır. İman eden ve etmeyen tüm insanlar Allah’ın emrindedir. Bu gerçeği yaşarken anlamak istemeyenler, canları kendi isteklerinin dışında alınırken mutlaka anlarlar. Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Eğer doğru söylüyorsanız, onu, (çıkmakta olan canı) geri çevirsenize. (Vakıa Suresi, 87)

Kimse ölüm anı geldiğinde bu anı bir an ileri taşıyamaz. Tıpkı ölüm anı gibi yaşam sırasındaki tüm anları da Allah bilir. Çünkü her konuşmayı, her tavrı O yaratmaktadır. İnsan daha doğmadan hayatı boyunca kaç kelime konuşacağı, kaç kilometre yürüyeceği, kaç kere öksüreceği kaderinde belirlidir. Allah’ın her şeyden haberdar olduğu bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:
Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)

Akıl ve vicdan sahibi her insan kendi yaşamı hakkında ne kadar güçsüz olduğu hemen anlamaktadır ve bu anlayış onu Allah’a teslimiyete iletmektedir. Allah’ın kontrolünde bir kul olduğunu anlayan bir insanın yapması gereken ise, ancak Rabbine karşı saygı dolu bir korku ile secde etmek ve O’nun merhametini istemektir. Çünkü Allah merhamet etmediği sürece insanın kurtuluş bulması mümkün değildir. Allah'ın büyüklüğü ve O'ndan başka ilah olmadığı ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta Kendisi'dir. O'nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, Yücedir, büyüktür. (Hac Suresi, 62)
İşte-böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O'nun dışında taptıkları (tanrılar) ise, batıldır. Şüphesiz Allah, Yücedir, büyüktür. (Lokman Suresi, 30)

Allah Kuran’da kıyamet saatine dair bildirdiği gayb bilgileri vardır. O gün O’nun kuvvetiyle yeryüzündeki en sağlam yapılar olan sarsılmaz dağlar yerlerinden oynatılıp yürütülecek, köklerinden savrulup, paramparça edilecektir. O gün meydana gelecek yıkım Allah’ın şanına, kudretine yakışacak şekildedir. Dünyadaki en büyük kütle olan okyanuslar suyun kaynaması gibi kaynayacaktır. İnsanın bildiği alıştığı ve sonsuza dek süreceğini sandığı bütün varlıklar ve düzenler temelinden bozulmaya uğrayacak, darmadağın olacaktır. Böylelikle herşeyin üstündeki tek ve gerçek kuvvet sahibinin Allah olduğu tüm açıklığıyla ortaya çıkacaktır. Kıyamet günü gerçekleşek olaylardan bazıları Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
Artık sur'a tek bir üfürülüşle üfürüleceği.
Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman.
İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vukubulmuş (gerçekleşmiş)tur.
Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.' (Hakka Suresi, 13-16)
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Zümer Suresi, 67)

21 Ağustos 2007 Salı

'Gariplik'

New Scientist Dergisi 3 Şubat 2007 tarihli sayısında evrim teorisinin memelilerin var oluşlarını açıklama konusunda ne kadar mantıksızlık içerisinde olduğunu istemese de ortaya koymuştur. Evrimcilerin memelilerin kökeni konusundaki iddiaları, yeni bulunan bir fosil ile tekrar açığa çıkmıştır. New Scientist dergisinin söz kosunu yazısında, evrimcilerin teorilerini desteklemek için kullandıkları hayali kanıtların karşısında gerçek, maddesel bir kanıt görünce nasıl şaşkınlığa düştükleri açıkça belirtilmiştir.

Dergide Mezozoik dönemde yaşamış olan Repenomamus robustus isimli kunduz benzeri bir memeli, ara geçiş formu olarak duyurulmaya çalışılmış, ancak aynı yazıda bir yandan da bu hayvanın evrimsel sıralamada ne kadar büyük bir problem çıkardığından bahsedilmiştir.

Mezozoik Çağ’da sürüngenler devrinden aniden memeliler devrine geçiş fikri evrimciler için büyük bir sorundur. Burada “aniden” kelimesinden kast edilen evrim teorisinin ölü bir teori olarak doğmasına neden olan ara geçiş geçiş formlarının noksanlığıdır. Repenomamus robustus fosilinin bulunması ile var olan sorunlara yeni ve içinden çıkılamaz bir sorun daha eklenmiştir. Repenomamus robustus Mezozoik Çağ’da dinozorlarla birlikte yaşayan oldukça iri bir memeli hayvandır. Hatta New York Doğa Tarih Müzesinde sergilenen fosilinden bu hayvanın dinazor bebekleri ile beslendiği anlaşılmıştır.

New York Doğa Tarih Müzesi Palaentoloji Bölümü yöneticisi Mark Norell, dinozorlar dünyasında yan yana yaşayan dev memeliler olduğunu açıklamıştır. Bu memelilerin, bu dönemde yaşadığı sanılan fare benzeri canlılardan çok farklı olduğu tespit edilmiştir. Evrimciler bu dönem memelileri için en fazla 1.5 cm boy ve 20-30 gram ağırlık belirlemişlerdir. Evrim teorisinine uygun canlı oluşum sıralaması içerisinde Mezozoik Çağda ancak bu tip canlıların yaşaması uygun görülmüştür. Ancak Repenomamus robustus, kunduz büyüklüğünde yaklaşık 6 kilo ağırlığında olduğundan evrimcilerin ön gördükleri ağırlıktan yaklaşık yüz kat daha ağırdır. Bu büyüklüğünden dolayı “dev memeli” ismi ile New Scientist dergisinde manşet olmuştur. Bilim adamları büyüklük farkını insanlar ve dev dinozorlar arasındaki büyüklük farkı ile kıyaslamışlardır.

Onlarca yıldır sadece fare benzeri yaratıkların dinozorlarla birlikte yaşadıkları sanılırken paleontologlar bu canlı ile memelilerin büyüklüklerini ve çeşitliliğini keşfetmişlerdir. Canlı türleri arasında görülen keskin boşluklar söz konusu canlıda bir defa daha evrimcileri çok büyük sıkıntıya sokmuştur. Bu sıkıntı sonucunda evrimciler arasında çeşitli tartışmalar ve yakınmalar başlamıştır. Bulunan her yeni canlı fosili, tam ve eksiksiz olduğundan dolayı evrimcilerin aradıkları ancak bir türlü bulamadıkları ara geçiş formalarının yerini tutmamaktadır.

14 Ağustos 2007 Salı

Teknolojinin bir benzerini üretemediği sistem: Gözleriniz

Bu cümleyi siz okuyup bitirinceye kadar gözünüzde yaklaşık yüz milyar (100.000.000.000) işlem yapıldı. Belki inanması güç, fakat dünyanın en muhteşem aygıtlarından bir çiftine sahipsiniz. İnsanoğlu halen bir benzerini üretemedi. Üretmek şöyle dursun, bu sistem hakkında bilinenler bilinmeyenlerin yanında hiç kalmaktadır. Yaşamınızda sahip olduğunuz herşey gözleriniz sayesinde bir anlam kazandı. Ailenizi, dostlarınızı, evinizi, işinizi, kısaca yaşamınız boyunca karşılaştığınız herşeyi gerçek anlamıyla gözleriniz sayesinde tanıdınız. Onlarsız dış dünyayı hiçbir zaman tam olarak bilemezdiniz. Gözleriniz olmasaydı bir rengin, bir şeklin, bir manzaranın, bir insan yüzünün, güzellik denen kavramın nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman hayalinizde canlandıramazdınız. Fakat, gözleriniz var, bu sayede etrafınızı görüyor, şu anda da önünüzdeki yazıyı okuyorsunuz. Dahası, görmek için hiçbir çaba harcamıyorsunuz; sadece görmek istediğiniz şeye doğru bakıyorsunuz. Gözünüze, gözün içindeki organellere, gözden beyne giden sinirlere ve beyninize "bakın, görün, şu işlemleri yapın" emri vermiyorsunuz. Tıpkı yeryüzünde yaşayan ve yaşamış milyarlarca insan gibi sadece bakıyor ve görüyorsunuz. Bir cisme odaklanıp onu net görmek için göz merceğinizin cismin uzaklığına göre alması gereken yarıçapın optik ölçümlerini, merceğe bağlı kasların çok hassas kasılma oranlarını hesaplamıyorsunuz. Yalnızca o cismi net görmek istiyorsunuz, gerisi saniyenin çok küçük bir diliminde sizin için otomatik olarak hallediliyor. Bunun ne kadar büyük bir mucize olduğu bazı insanların aklına dahi gelmiyor olabilir. Ancak iman sahipleri görmenin Allah'ın çok büyük bir lütfu olduğunun farkında olan insanlardır.

Göz, oldukça karmaşık bir yapıya ve çok özel bir işleve sahip olmasına rağmen bedenimizde çok küçük bir yer işgal eder. Tıpkı değerli bir mücevherin kutusunda saklanması gibi kafatasımız içinde dış etkilerden korunacak bir biçimde saklanır. Sahip olduğu görevin önemi ile doğru orantılı olarak, üstün bir tasarım sayesinde korunur. Gözler, altı kemik uzantısı ile kafatasına bağlanan, etrafları özel dokularla çevrelenmiş göz yuvaları içinde, koruyucu bir yağ yastıkçığı üzerine yerleştirilmişlerdir. Burun kemeri, kaşlar ve elmacık kemikleri tarafından dış etkenlere karşı korunurlar. Gözleri çevreleyen tüm bu kemik ve dokular hep birlikte "göz çukuru" olarak adlandırılır. Gözler, çok iyi korunmalarının yanısıra vücutta, görmeyi en rahat ve en ideal biçimde sağlayacak bir bölgeye yerleştirilmişlerdir. Bu bölge, vücudumuzu ve uzuvlarımızı en mükemmel şekilde kontrol ve idare edebilmemizi sağlayacak bir konuma sahiptir. Gözlerimizin şu anki yerleri dışında vücudumuzun herhangi başka bir yerinde bulunmalarının doğuracağı sakıncalar saymakla bitmez. Dahası gözlerin başımızda bulunması, onların her an sağlık ve emniyetini sağlama bakımından da en uygun durumdur. Boynun, küçük ve hızlı bir refleks hareketiyle, gözün ona zarar verebilecek herhangi bir cisimle teması engellenmiş olur.

Gözler vücudun dış dünyaya açılan pencereleridir. Bu pencerelerin korunması ve bakımı özel bir sistem sayesinde sağlanır. Göz kapakları, mükemmel bir şekilde işleyen bu sistemin en önemli parçalarından birisidir. Göz kapaklarının görevi, göz küresini korumakla birlikte "konjonktiva" ve "kornea"yı her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan konjonktiva adlı katmanın damarları, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını besler. Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir, kan bu bölgede kolay toplanır. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu. Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir. Bu temizlenme otomatik olarak yapılmasaydı ne olurdu? Böyle bir durumda insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda kirlilik oluştuğunda hatırlardı. Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamamen temizlenemediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi. Göz kırpmak büyük bir külfet olur, insan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya konsantre olmak zorunda kalırdı. Her birkaç saniyede bir göz kırpıldığında göz kapakları tıpkı araba camı silecekleri gibi gözleri sulandırır, kirleri temizler. Uyku sırasında ise göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur.

Göz, sahip olduğu bütün özellikleri ile insanın Allah'ın yarattığı bir varlık olduğunu ispatlayan bir delildir. İnsan vücudundaki bu uyum, simetri ve estetik görüntü Allah'ın bizlere sunduğu bir güzelliktir. Çünkü Rabbimiz ihsanı çok bol olandır. Allah bir ayette insanlara bu nimetini bildirirken onlara bunun için şükredici olmaları gerektiğini şöyle bildirir:
Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 9)

Milli Gazete

7 Ağustos 2007 Salı

Doğada zayıf ve güçsüzlerin elendiği iddiası, gerçek dışıdır

Dünyaya yeni gelmiş her canlı güçsüz ve çaresizdir. Çevresindeki tehlikelerden tümüyle habersizdir. Beslenebilmek, büyüyüp güçlenebilmek ve hayatta kalabilmek için kendisini gözetip-koruyacak birine muhtaçtır. Tek başına yaşama ihtimali neredeyse yoktur. Ancak doğduğu andan itibaren yanında hep ebeveynleri olur. Annesi veya babası onu tehlikelerden korur, besler ve gerekirse kendi hayatını onun için feda eder.

Zayıf ve güçsüz yavrular ancak yetişkin ve güçlü olanlar tarafından bakılıp korunurlarsa hayatta kalabilirler. Ebeveynleri, hiçbir bıkkınlık göstermeden, onları hiç ihmal etmeden bu güçsüz yavruların bütün sorumluluğunu üzerlerine alırlar. Hatta birçoğu bunu, onlar daha yumurta halindeyken yaparlar.

En yırtıcı hayvanlar yavrularına karşı çok büyük bir şefkat gösterir, onları yedirir, her türlü tehlikeye karşı kendi canları pahasına korurlar. Yavrularını ağızlarında taşıyan timsahlar, yavrularına yuva yapmak için günlerce çalı çırpı toplayan, sürüsünü tehlikeden korumak için çığlık atarak veya yaralı taklidi yaparak düşmanın dikkatini kendi üzerlerine çeken kuşlar, kendilerini düşmanları ile genç zebraların arasına atarak ölümü göze alan yetişkin zebralar, aylarca yumurtalarını ve yeni doğan yavrularını hiç kıpırdamadan, kar fırtınalarının altında bir kez dahi yemek yemeden ayaklarının arasında taşıyan penguenler...

Bu hayvanların davranışlarının birçoğunda, insanın hayret ve şaşkınlıkla karşıladığı fedakarlık örnekleri vardır. Ancak hayvanlar akıl, vicdan, bilinç gibi özelliklerden yoksun varlıklardır. Onlar bunları Allah'ın ilhamı ile yaparlar. Rahman ve Rahim olan Allah vahşi hayvanları yavrularına hizmetçi etmiştir. Tüm hayvanlar eşsiz fedakarlık örnekleri göstererek, büyük bir görev bilinciyle yavrularına yiyecek temin etmektedirler. Bütün hayvanlar aleminin rızkı, Allah'ın merhameti sayesinde eksiksiz temin edilmektedir. Canlıların hayatlarını incelediğimizde milyonlarcasını göreceğimiz bu delillerden bazıları şunlardır:

Timsah en vahşi hayvanlardan biridir. Ancak yavrularına gösterdiği ihtimam son derece hayret vericidir. Yavruları yumurtadan çıktıktan sonra onları ağzında suya kadar taşır. Bundan sonra yavrular büyüyüp kendi başlarının çaresine bakana kadar timsah onları ağzında veya üzerinde taşıyacaktır. Doğan yavrular için en güvenli yer, annelerinin ağzında bulunan ve özel olarak bu iş için yaratılmış olan ve yaklaşık yarım düzine yavruyu barındırabilecek kapasitedeki koruyucu kesedir. Yavru timsahlar herhangi bir tehlike sezdiklerinde hemen annelerinin ağzındaki korunaklı barınaklarına kaçarlar. Oysa timsah hem vahşi, hem de bilinci olmayan bir hayvandır; dolayısıyla kendisinden beklenen yavrularını koruması değil aksine onları da beslenmek için ayrım gözetmeden yemesidir. Ancak böyle bir şey olmaz ve Allah'ın ilhamıyla hareket eden timsahlar büyük bir özenle yavrularını taşırlar. Allah yarattığı her canlıya karşı merhametli olandır, koruyandır.

İnsanlar için oldukça tehlikeli olabilen piton yılanı bile yumurtalarına karşı son derece düşkün ve koruyucudur. Dişi piton bir seferde yaklaşık 100 yumurta yumurtlar ve daha sonra kendisini yumurtalarının üzerine sarar. Bu hareketinin amacı hava çok sıcak olduğunda yumurtaların üzerine gölge yaparak onları serinletmek, hava sıcaklığı çok fazla düştüğünde ise vücudunu titreterek onları ısıtmaktır. Yumurtalarına sarılı olduğu sürece onları diğer tehlikelerden de korumuş olur.

Peki bu canlılar neden yavruları için bu kadar çok çaba harcarlar? Neden onları kendi hallerine bırakmak yerine her türlü ihtiyaçları ile bıkmadan usanmadan ilgilenirler? Bunları kendileri bilinçli olarak mı yaparlar? Örneğin bir kuşun kendi bilinci ve iradesi ile yavrusunu korumak için ölümü göze aldığını iddia etmek akla ve mantığa uygun mudur?

Elbette değildir, çünkü söz konusu olan akılsız, bilinçsiz, şefkat, merhamet gibi duygulara kendi iradesiyle sahip olması mümkün olmayan hayvanlardır. Burada karşımıza tek bir gerçek çıkar: Bu canlılara yavru sevgisi, anne şefkati gibi mucizevi duyguları Allah ilham eder. Yetişkin hayvanların yavruları için gösterdikleri fedakarlıklar, Allah'ın Rahman sıfatının herşeyi kuşattığının delillerinden sadece biridir.

Bazı anneler yavruları sütten kesilene kadar kendi yaşadıkları toplulukları terk etmek zorunda kalırlar ve böylece kendilerini büyük bir riske atarlar. Doğumdan veya yumurtadan çıktıktan sonra birçok hayvan türü yavrularına günlerce, aylarca hatta kimi zaman yıllarca bakar. Onlara yiyecek, yuva, sıcaklık sağlar, yırtıcı hayvanlardan korur. Gün boyunca birçok kuş, yavrularını saatte ortalama dört ile yirmi kere arasında besler. Memelilerde ise annelerin daha farklı sorunları olur. Süt verme döneminde daha iyi gıda almalıdırlar ve bunun için daha çok avlanmalıdırlar. Buna rağmen bu süre içerisinde yavru kilo alırken anne sürekli kilo kaybeder.

Bilinci olmayan bir hayvandan beklenen yavrusunu doğurduktan sonra bırakıp gitmesidir. Çünkü hayvanlar bu küçük canlıların ne olduklarının bile şuuruna varamazlar. Ancak buna rağmen bu yavruların bütün sorumluluğunu üzerlerine almaları ancak Allah'ın ilhamıyla ve Rahman sıfatının tecellisiyle mümkün olur.

Milli Gazete