30 Ocak 2007 Salı

Yoktan yaratılışı ispata tekrar Nobel Ödülü

Evrenin Kur’an’ın bildirdiği şekilde, yoktan yaratıldığının delilleri bulunmaya devam ediliyor ve bu gerçeği ortaya koyan bilim adamları Nobel ödülü ile ödüllendiriliyor.

2006 Nobel Fizik Ödülü’ne, evrenin oluşumunda Big Bang patlamasının rolünü araştıran ABD’li bilim adamları John C. Mather ve George F. Smoot layık bulundu. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi Daimi Genel Sekreteri Gunnar Oquist ve Nobel Komitesi Başkanı Per Carlson, Mather ve Smoot’a Big Bang teorisine katkılarından dolayı teşekkür etti.

Mather ve Smoot, 1989’da NASA’nın COBE uydusundan gelen verilere dayanarak yaptıkları ölçümlerde, evrenin doğumundan 380.000 yıl sonraki halini gözlemlemeyi başarmıştı. Evrenin tarihinde bu kadar geriye gidilmesi o zaman için büyük bir aşamaydı.

Mather ve Smoot, COBE uydusunun tespit ettiği kozmik arkaplan ışınımından yararlanarak, evrenin doğumuyla ilişkilendirilen Big Bang patlamasıyla ilgili araştırmalar yaptılar. Işığın maruz kaldığı bükülmeyi inceleyen Mather ve Smoot, galaksilerin oluşumuyla ilgili önemli ipuçlarına ulaşmıştı. Mather ve Smoot, evrenin en erken dönemlerinde 3.000 santigrat derecelik bir ısı topuyken çıkardığı mikrodalga radyasyonunu gözlemlediler. Big Bang Teorisi’ne göre evren, zamanla bugünkü - 273 santigrat derece’ye kadar soğuduğunda yaydığı radyasyon da zayıfladı. Nobel Komitesi’nden yapılan açıklamada Mather ve Smoot’un araştırmalarının evren bilimin bugünkü haline dönüşmesine büyük rol oynadığı belirtildi.

1922 yılında ilk olarak Rus fizikçi Alexandre Friedmann ile evrenin durağan bir yapısı olmadığı keşfedildi ve o zamandan günümüze kadar astronomi alanında çok büyük gelişmeler yaşanmaya başladı. Bu gelişmelerin hepsinin evrenin bir başlangıcı olduğu, yani yokluktan ortaya çıkmış olması pek çok bilim otoritesine yaratılışı kabul ettirdi. Bu otoritelerden biri yakın zamanda artık ateist olmadığını açıklayan Anthony Flew idi. Anthony Flew Büyük Patlama teorisinin ortaya koyduğu gerçek ile ilgili şunları söylemiştir:

İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. (Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos. La Salla IL: Open Court Publishing, 1992, s. 241)

Her yeni bilimsel araştırma, bilim adamlarının önüne tek bir gerçeği koymaktadır: Madde ve zaman, sonsuz güç sahibi olan, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri kusursuzca var eden bir Yaratıcı, her şeye kadir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

Bilimin keşfinden binlerce yıl önce, evrenin oluşumuna dair gerçek Allah’ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği mukaddes kitaplarda bildirilmiştir. Tevrat, İncil ve Kur’an gibi İlahi kitapların her birinde, evrenin ve tüm maddenin Allah tarafından yoktan yaratıldığı haber verilmiştir.

Bu İlahi kaynakların içinde tahrifata uğramamış yegane kitap olan Kur’an’da ise, hem evrenin yoktan yaratılışı, hem de bu yaratılışın biçimi konusunda bilgiler verilmektedir. 14 asır önce vahyedilmiş olan bu bilgiler 20. yüzyıl biliminin bulgularıyla tamamen paraleldir.

Öncelikle evrenin “yok” iken “var” hale geldiği, Kur’an’da şöyle haber verilir:

O (Allah) gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır... (Enam Suresi, 101)

Günümüzden tam 14 asır önce insanların evrenle ilgili bilgilerinin son derece kısıtlı olduğu zamanlarda yine Kur’an’da bildirilen bir başka gerçek de, aynı Big Bang teorisinin ortaya koyduğu gibi, tüm evrenin, çok küçük bir hacimde bir arada iken ayrılıp genişlemesiyle ortaya çıkmış olduğudur:

O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)

Üstteki ayetin Arapça orijinalinde çok önemli bir kelime seçimi vardır. Ayetin “birbiriyle bitişik” olarak tercüme edilen “ratk” kelimesi, Arapça sözlüklerde “birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda, kaynaşmış” anlamlarına gelir. Yani tam bir bütün oluşturan iki madde için kullanılır. Ayetteki “ayırdık” ifadesi ise Arapça “fatk” fiilidir ki, bu fiil ratk halindeki bir nesnenin yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına gelir.

Ayette göklerle yerin ratk durumunda olduğundan bahsedilmektedir. Ardından bu ikisi fatk fiili ile ayrılmışlardır. Yani biri diğerini yararak dışarı çıkmıştır. Gerçekten de Big Bang’in ilk anını hatırladığımızda, kozmik yumurta denilen noktanın evrenin tüm maddesini içerdiğini görürüz. Yani her şey, bir başka deyişle tüm “gökler ve yer” bu noktanın içinde, ratk halindedirler. Ardından bu kozmik yumurta şiddetle patlamış, bu yolla maddeler fatk olmuş, yani yumurtayı yarıp dışarı çıkarak tüm evreni oluşturmuşlardır.

Modern bilimin bulguları bir yandan materyalist dogmayı geçersiz kılarken, öte yandan da Kur’an ayetleri ile haber verilen gerçekleri bir kez daha tasdik etmektedir. Çünkü evren materyalistlerin sandığı gibi, maddenin içindeki birtakım tesadüfler ile değil, Allah’ın yaratmasıyla var olmuştur ve Allah’tan gelen bilgi, kuşkusuz evrenin kökeni hakkındaki en doğru bilgidir.

23 Ocak 2007 Salı

İlaç yapımı için Allah'ın insanların hizmetine verdiği canlılar

Gerek temel, gerek lüks ihtiyaçlarımızın çok büyük bir bölümünün kaynağı canlılardır. Günlük yaşantımızın hemen her anında kullandığımız ürünleri gözümüzün önüne getirelim: Isınmak için kullandığımız yakıtlar, yünlü, pamuklu veya ipekli giysiler, arabamızı çalıştıran benzin, notlarımızı yazdığımız kağıtlar, ağaç veya plastikten yapılmış mobilyalar, endüstrinin bel kemiği olan petrol ve petrol ürünleri, hayvansal ve bitkisel yağlardan yapılmış temizlik malzemeleri... Kuşkusuz, bunlar veya benzeri ürünler günümüz medeniyetinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ve unutulmaması gerekir ki, milyonlarca senedir yaşayan yaratılış mucizesi canlı türleri olmasaydı, söz konusu ürünler de olmayacaktı. Kullandığımız ilaçlar da yine Allah’ın insanların hizmetine verdiği canlılar sayesinde yapılmaktadır.

Günümüzde binlerce mikroorganizma, mantar, bitki ve hayvan türü, hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Pek çok ilaç, canlılardan elde edilen kimyasal maddeler (veya bu maddelerin laboratuvarlarda üretilmesi) ile hazırlanmaktadır. Örneğin, bugün hemen herkesin tanıdığı bir ağrı kesici olan aspirinin kaynağı söğüt ağacının kabuğudur. Yüzlerce senedir sıtma tedavisinde kullanılan kinin, kınakına ağacının köklerinde ve kabuğunda bulunmaktadır. Halen tıbbi amaçlı olarak kullanılan bitki türlerinin sayısı yirmi binden fazladır. (1) Illinois Üniversitesi Profesörü Norman Farnsworth'a göre, yaklaşık dört milyar insanın temel ilaç kaynağı bitkilerdir. (2)
Çoğunun adını bile duymadığınız canlıların, tıpta ve ilaç sanayiinde kullanımı her geçen gün artmaktadır. Göğüs ve yumurtalık kanserine karşı kullanılan "taxol" Kuzey Amerika'daki porsuk ağacının kabuğundan; kanser gelişimini engelleyen "Squalamine" bir köpek balığı türünün karaciğerinden; kalp yetmezliği çeken kişilere destek olan "digitalis" yüksük otundan; Hodgkin hastalığı ve çocuklardaki kan kanserine karşı etkili olan iki kimyasal madde (vinblastine ve vincristine) cezayir menekşesinden elde edilmiştir. Kuzey Amerika ve Batı Hint Adaları'nda rastlanan atnalı yengecindeki pıhtılaştırıcı bir maddenin sayesinde, aşılarda, haplarda ya da tıbbi gereçlerde bulunan ve ölüme yol açabilecek bakteriler saptanabilmektedir. (3) Mikroplarla mücadelede kullanılan antibiyotik maddeler genellikle bakteri ve küf mantarlarından alınmaktadır.

Canlılardaki bu çeşitlilik olmasaydı, tıp ve ilaç endüstrisinden söz etmek mümkün olmayacaktı. Açıktır ki, pek çok canlı türü insanlardaki bazı hastalıkları ve sağlık sorunlarını ortadan kaldıracak özelliklere sahiptir. Buna rağmen henüz doğadaki canlıların çok küçük bir bölümü tanımlanabilmiş; tanımlananların da küçük bir kısmı kapsamlı olarak incelenebilmiştir. Örneğin, California Üniversitesi Profesörü Peter Bryant yağmur ormanlarındaki bitkilerin yaklaşık %1'lik bir bölümü tıbbi açıdan araştırıldığını belirtmektedir. Görünen odur ki insanların hastalıklardan kurtulmasına vesile olacak harika proteinler, moleküller ve kimyasal bileşimler, canlılarda mevcuttur.
Bunların yanı sıra, yeni ilaçların ve aşıların denenmesinde ve tıbbi araştırmalarda, bakteriler, kuşlar, maymunlar, fareler, kediler, köpekler, tavşanlar, domuzlar, böcekler ve daha birçok canlı kullanılmaktadır. Örneğin, Drosophila meyve sineği genetik araştırmalarda yoğun olarak kullanılan bir laboratuvar deneğidir. Armadillo, cüzzam araştırmalarında kullanılan birkaç hayvan türünden biridir. Sadece ABD'deki bilimsel çalışmalarda faydalanılan hayvan sayısı yılda 18-22 milyondur.

Pek çok bitki ve mikroskobik canlının, kendilerinden tamamen farklı yapıdaki bir canlı olan insanın sağlığına yarar sağlayacak bir yaradılışa sahip olmaları, evrim teorisi ile zihinlere yerleştirilmeye çalışılan çarpık anlayışın ne kadar zafiyet içerisinde olduğunu göstermektedir.

Canlılar arasındaki bu harika uyum, asla tesadüflerle açıklanamaz. Söz konusu canlılar, özel olarak yaratılmış ve eşsiz birer nimet olarak bizlerin hizmetine verilmişlerdir. Gereksinim duyduğumuz herşeyi yaratan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah'tır. Bu gerçek Yasin Suresi’nde şöyle bildirilmektedir:
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. Biz onlara kendileri için boyun eğdirdik; işte bir kısmı binekleridir, bir kısmını(n da etini) yiyorlar. Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 71-73)

Unutulmamalıdır ki hastalığı da şifayı da yaratan Allah'tır. Hastalığın iyileşmesi için uygulanan tedaviler, kullanılan ilaçlar birer vesiledir. Aynı şekilde, tedavilerde ve ilaçların yapımında kullanılan mikroorganizmalar, hayvanlar ve bitkiler de birer vesiledir. Bu canlıları ve bunların hastalık ve rahatsızlıklara çare olan özelliklerini yaratan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimizdir.

(1) Anne M. Borland, “Biodiversity Lectures”, 2002
(2) Norman R. Farnsworth, “Screening Plants For New Medicines”, s. 91, Biodiversity, National Academy Press, Washington D.C., 1988
(3) Biyolojik Çeşitlilik Haritası, National Geographic Maps, Ekim 2001; Çağlar Sunay, “Yitirilmekte Olan Cennet Amazon”, Bilim ve Teknik, Nisan 1999, s. 76

Milli Gazete

16 Ocak 2007 Salı

Allah'ın, her bir detayı mucize olan yaratma sanatı

İnsanı yoktan yaratmış olan Allah'tır. Onu ve onun etrafını saran tüm güzellikleri, farkında olduğu veya olmadığı tüm nimetleri, bu nimetlerin en küçüğünü ve en büyüğünü sürekli olarak yaratan ve bunların her birinde hayranlık uyandırıcı detaylar var eden Yüce Allah'tır. Bu, Allah'ın detay sanatıdır. Allah, sonsuz aklı ile insanların kavrayamadıkları, henüz detaylarını keşfedemedikleri sistemler yaratmış, her detayın içinde Kendi Yüceliğini ve kudretini gösteren daha da ince güzellikler var etmiştir. Bir ayetinde Allah şöyle bildirmektedir;
Biz onlara biri ötekinden daha büyük olmayan hiç bir ayet göstermedik... (Zuhruf Suresi, 48)

Yoktan var eden, her şeyi dilediği gibi takdir eden ve onları her an dilediği gibi yaratmaya kadir olan Yüce Allah için kuşkusuz yaratmak son derece kolaydır. Allah dilerse, elbette herşeyi giderip yok edebilir. İnsana düşen, kendisine karşılıksız sunulan bu nimetlere şükretmek, Allah'a muhtaç olduğunu bilmek ve yalnızca O'na yönelmektir.
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür. O, herşeye güç yetirendir.
O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 1-4)

Yeryüzündeki tüm varlıklar mükemmel detaylara sahiptirler. Bir canlıyı incelediğinizde, sahip olduğu her detayın içinde sayısız yaratılış mucizesi görürsünüz. Bir mikroorganizmanın yapısında detaylar vardır, her şeyin temeli olan en küçük parça yani atomlar çok çeşitli detaylara sahiptir. Gökyüzü olağanüstü dengeler ve düzenlerle yaratılmıştır. Evren, insan vücudu, bitkiler, Güneş, çiçekler, dağlar, denizler her biri sayısız ayrıntı ve özellik ile birlikte var edilmiştir.

Örneğin beyindeki kusursuz sistem, bir insanın Allah'ın üstünlüğünü anlaması için tek başına yeterlidir. Beyin, daha önce de belirttiğimiz gibi 100 milyardan fazla sinir hücresi ile donatılmıştır. Algılamak, görmek, hissetmek için bu 100 milyar sinir hücresinin birbirleriyle iletişiminin sağlanması gerekmektedir. 100 milyar hücre, toplam 100 trilyon bağlantı yoluyla iletişim kurmaktadırlar.

Tek bir kar tanesi insanın iman etmesini sağlayabilir. Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında oluşmaya başlayan bir kristaldir. Büyüklüğü sadece birkaç mikron kadardır. Meydana gelen bu mikroskobik şekil altıgendir ve oluşan bu kristal, köşelerinden itibaren küçük kollar uzatarak gitgide gelişir. Hava soğudukça, ortam değiştikçe, kristal büyür, oluşan yapı üzerinde kılcal uzantılar oluşur. Kar tanelerini meydana getiren atomlar, birbirlerine gevşek bir bağ ile bağlanırlar. Bu durum kristallerin birbirlerine farklı şekillerde bağlanmalarına sebep olmaktadır. Bu farklılık o kadar büyüktür ki, yeryüzüne birbirinin aynısı olan bir çift kar tanesinin düşme ihtimali oldukça zordur.

Yeryüzüne sadece bir yıl içinde düşen kar tanelerinin sayısını bir düşünelim. Bunu tahmin edebilmemiz oldukça zordur. Sadece tek bir yağış sırasında tek bir alana düşen kar tanelerinin sayısını bile tahmin etmekte güçlük çekeriz. Her yıl yeryüzüne sayısı belirlenemeyecek kadar çok kar tanesi düşmektedir ve bunların tümü birbirlerinden farklı şekillere sahiptirler. Trilyonlarca minik taneye birbirinden farklı şekil verebilmemiz imkansızdır. Bu durumda, yine Allah'ın yarattığı mükemmel bir detayın, bir olağanüstülüğün sergilenmekte olduğu açıktır. Kainatın Yaratıcısı olan Allah için kuşkusuz birbirinden çeşitli kar tanelerini yaratmak çok kolaydır.

Her insanın vücudunda bulunan 10cm ve 100gr’lık minik ama işlevi dev fabrika da yine insanın imanına vesile olabilir. Böbrekleriniz, yaklaşık 1 milyondan fazla mikro arıtma tesisini bu 10 cm içinde barındırmaktadır. Size hayat veren her şeyi taşıyan kan, bu mikro arıtma tesislerinde sürekli olarak temizlenir. Tüm hücre ve dokularınıza ulaşan suyun da yoğunluğunu ayarlar. Böbrekler, dokularınızda bulunan sıvı miktarını ve bu sıvının yoğunluğunu bilir, vücutta gerekli düzenlemeleri yapar ve Allah'ın dilemesiyle yaşamınızı sorunsuz devam ettirmenize vesile olurlar.

Böbrekler görevini yapmadığında ise nasıl bir durum söz konusu olur herkes az çok bilir. Dev makinelerle haftada birkaç kere gerçekleştirilen diyaliz işlemi yeni bir böbrek nakledilinceye kadar külfetli bir çözümdür hasta için. Cihazın yetersiz kaldığı anda ise ölüm gerçekleşir. Bu olağanüstü arıtma tesisinin önemini ve mucizevi yönünü görebilmek için kuşkusuz bu örnek yeterlidir. Bu mükemmel organ henüz taklit bile edilememişken, evrimciler tarafından bunun tesadüflerle ortaya çıktığının öne sürülmesi kuşkusuz son derece mantıksız ve delilsiz bir iddiadır.

Allah, tüm bu olağanüstü varlıkları yalnızca "Ol" demesiyle yaratmıştır ve her biri O’nun üstün aklının birer tecellisidirler. Bir şeyin, sahip olduğu mükemmelliklerle bir anda olmasını dilediğinde, ona hükmetmesi yeterlidir. Bu gerçek insanlara ayetlerle haber verilmiştir:
Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 81-82)

Milli Gazete

9 Ocak 2007 Salı

İncil’de Hz İsa’nın Peygamberliğini Teyit Eden Pek Çok İfade Bulunmaktadır

Üçleme inancının özünde, Hz. İsa'yı Allah'ın risaletini tebliğ eden bir elçi ya da diğer peygamberler gibi Allah'ın gönderdiği bir kul olarak değil, "Allah'ın oğlu" (Allah'ı tenzih ederiz) olarak görme anlayışı bulunmaktadır. Oysa İncil'de Hz. İsa'nın Allah'ın vahyini tebliğ eden, insanları iman etmeye ve Allah'a teslim olmaya davet eden bir elçi olduğu anlatılır. Hz. İsa da "gönderilmiş bir elçi" olduğunu tebliğlerde sürekli ifade etmektedir. Hz. İsa'nın Allah'a söylediği "Ben onlara Senin sözünü ilettim" (Yuhanna, 17/14) şeklindeki sözü özellikle dikkat çekicidir. O da Hz. Süleyman, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Muhammed gibi bir peygamberdir, Allah'ın risaletini tebliğ eden bir elçidir. Nitekim bir İncil pasajında Hz. Musa'nın; "Tanrı size kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak" (Elçilerin İşleri, 7/37) şeklinde söylediği haber verilmektedir. Hz. İsa'nın peygamberliğini teyit eden İncil açıklamalarından bazıları şu şekildedir:
Beni sevmeyen, sözlerimi tutmaz. İşittiğiniz söz benim değil, beni gönderen Allah'ındır. (Yuhanna, 14/24)
Eğer Rabbimin işlerini yapmıyorsam, bana iman etmeyin. (Yuhanna, 10/37)
Halk, İsa'nın yaptığı mucizeyi görünce, "Gerçekten dünyaya gelecek olan peygamber budur" dedi. (Yuhanna, 6/14)
... Çünkü beni göndereni tanımıyorlar. (Yuhanna, 15/21)
Sonsuz yaşam, tek gerçek Rab olan Seni ve gönderdiğin İsa Mesih'i tanımalarıdır. Yapmam için bana verdiğin işi tamamlamakla Seni yeryüzünde yücelttim. Dünyadan bana verdiğin insanlara Senin adını açıkladım. Onlar senindiler, bana verdin ve Senin sözüne uydular. Bana verdiğin herşeyin Sen'den olduğunu şimdi biliyorlar. Çünkü bana ilettiğin sözleri onlara ilettim, onlar da kabul ettiler. Senden çıkıp geldiğimi gerçekten anladılar, beni Senin gönderdiğine iman ettiler. (Yuhanna, 17/3-8)
Allah'ın gönderdiği kişi Allah'ın sözlerini konuşur... (Yuhanna, 3/34)
... İsa, "Benim yemeğim, beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve O'nun işini tamamlamaktır" dedi. (Yuhanna, 4/31-34)

Hz. İsa’nın tebliğinin özü, Allah’a iman ve kulluk etmektir. Üçleme inancına göre Hıristiyanlığın öncelikli şartı Hz. İsa'ya imandır ve üçlemeye inanmayan bir kişi gerçek bir Hıristiyan değildir. Oysa İncil'de bu iddiaları çürüten çok net açıklamalar bulunmaktadır. Özellikle de Hz. İsa'nın tebliği, insanları sadece Allah'a iman etmeye davet etmek üzerinedir. Hz. İsa çevresindeki insanların sorularını, şüphelerini, kuşkulu yaklaşımlarını onları Allah'a teslim olmaya davet ederek gidermektedir.
İsa ona şu karşılığı verdi: "Allah'ın Rab'be tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır." (Luka, 4/8)
"Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir. (Yuhanna, 5/24)
"Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Allah'a, hem de paraya kulluk edemezsiniz. (Matta, 6/24)

Yukarıdaki İncil açıklamalarında da görüldüğü gibi Hz. İsa diğer tüm peygamberler gibi Allah'a tüm kalbiyle teslim olmuş mübarek bir kuldur. İnsanlara Allah'ın vahyini aktarmış, onlara Allah'a bir ve tek olarak iman etmeleri için çağrıda bulunmuştur. Yeryüzünde devam eden hayatı boyunca çok zor şartlarla karşılaşmış, tebliğini engellemeye çalışan çok sayıda din karşıtı insan olmasına karşın, çok üstün bir sabır göstererek Allah'ın dinini anlatmaya devam etmiştir. Şiddetli Allah korkusu ile son ana kadar insanları tüm kainatın yaratıcısı olan Allah'a iman etmeye ve O'na kulluk etmeye davet etmiştir. Tüm bunlar Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu değil (Allah'ı tenzih ederiz), kavmine Allah'tan müjdeler getiren, ahiret gününe karşı insanları uyaran, güzel ahlaka davet edip her türlü bağnazlıktan kurtulmaları için onlara çağrıda bulunan bir peygamber olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Tüm insanlar Rabbimiz'in huzurunda aciz ve muhtaçtırlar. Allah tüm kainatı yoktan var eden, tüm varlıklar üzerinde mutlak güç ve hakimiyet sahibi olandır. Canlı cansız herşeyin kontrolü Allah'a aittir. Hz. İsa da Allah'ın yarattığı ve O'na boyun eğmiş bir kul ve Allah'ın elçisidir.

Maide Suresi'nde Hz. İsa'nın kendisi hakkında öne sürülen asılsız iddiaları reddettiği ise şöyle bildirilmektedir:
Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen." (Maide Suresi, 116)

Diğer bir ayette de Hz. İsa'nın, insanlara verdiği gerçek mesaj şöyle bildirilmektedir:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti." (Meryem Suresi, 30-31)

Milli Gazete