22 Şubat 2011 Salı

Müslüman tebliğ yaparken insan ayırt etmez

Tebliğ yapmak, iyiliği emredip kötülükten men etmek, insanları doğruya davet etmek her Müslümanın yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur. Allah Müslümanları, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermekle sorumlu tuttuğu gibi, tebliğ yapmakla da sorumlu kılmıştır. Ve Müslüman bu sorumluluğu yerine getirirken, karşısındaki kişinin makamına, cinsiyetine, ırkına, konumuna, içinde bulunduğu sosyal çevreye göre ayırım yapamaz. Çünkü Allah Kuran'da, belirli insanlara değil, tüm insanlığa tebliğ yapılmasını emretmiştir. Nitekim peygamberlerin hayatlarını incelediğimizde de, hem devrin önde gelenlerine hem de halkın içinden her türlü insana tebliğ yaptıklarını görürüz.

Peygamberimiz (sav) bu durumun en güzel örneklerinden biridir. Mekke'de kaldığı 23 yıl boyunca, kendisine tabi olan az sayıda insanla birlikte, panayırda dolaşarak dahi olsa Allah'ın dinini insanlara tebliğ etmiştir. Mekke'nin önde gelen müşriklerinin tüm zalimliklerine rağmen, sürekli onlara doğruyu anlatmıştır. Mekke'ye gelen tüm kavimlere dini anlatmıştır. Medine'ye hicretten sonra da akın akın kendisini ziyarete gelen insanları İslam'a davet etmiş, her düşünceden, her ırktan, her inançtan insanla görüşmüştür. Mekke'nin önde gelen yöneticilerine de, kölelere de, Hristiyan ve Musevi din adamlarına da, kadınlara da, Allah inancına sahip olanlara da, ateistlere de tebliğ yapmıştır. Hiç kimseye, "bu kişi ateisttir onunla konuşulmaz", "kadınlara tebliğ yapılmaz", "bunlar önde gelen insanlar, onlarla görüşülmez" dememiş, tüm insanları potansiyel Müslüman görerek hepsine tebliğ yapmıştır. Üstelik karşısındaki kim olursa olsun tebliğ yaparken son derece nezaketli, sevgi dolu, anlayışlı ve sevecen bir üslup kullanmıştır. Allah da Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in bu sevgi dolu üslubunu övmüştür:

Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi... (Al-i İmran Suresi, 159)

Peygamberimiz (sav)'in bu güzel ahlakı, bazı cahil kimselerin Müslüman olmayanlara ve dini yaşamayanlara karşı öfke ve kin dolu üsluplarının ne kadar yanlış olduğunu göstermektedir.

Kuran'da diğer peygamberlerin hayatından verilen örnekler de, tebliğin ayrım yapmadan her kesimden insana yapılması ve bu esnada nezih bir üslup kullanılması gerektiğini göstermektedir. Hz. İbrahim (as)'ın Nemrud'a, Hz. Musa (as)'ın Firavun'a, Hz. Yusuf (as)'ın zindandaki insanlara tebliği bu konudaki örneklerden bir kaçıdır. Peygamberlerin devirlerindeki her insana tebliğ yapmaları gibi, Müslümanlar da kendi devirlerinin Ebu Cehillerine, Firavunlarına, Nemrudlarına tebliğ yapmakla yükümlüdürler. Allah Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)'ı, İsrailoğulları'na akıl almaz işkenceler yapan Firavun'a göndermiş ve ona yumuşak söz söylemelerini emretmiştir:

"İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor."
"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar."
Dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı 'taşkın bir tutum takınmasından' ya da 'azgın davranmasından' korkuyoruz."
Dedi ki: "Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum." (Taha Suresi, 43-46)

Tüm bu örneklerden açıkça görüldüğü gibi, hiç kimse için "bu falanca düşünceye sahip, nasıl bu kişilerle görüşürsün?", "bu kişinin kıyafeti uygun değil, nasıl bununla konuşursun?", "bu kişi falanca camiaya üye, bu kişiye nasıl dini anlatırsın?" denilemez. Eğer Müslümanlar Kuran'a uygun olmayan bir şekilde ayrımcı bir üslup geliştirirlerse bu, İslam'ın menfaatine bir tutum olmaz. İnsanları düşüncelerine, kıyafetlerine, sosyal konumlarına göre ayırıp, dünyanın neredeyse %80'iyle konuşmamak gerektiği iddia edilirse, İslam ahlakının dünyaya hakimiyeti sağlanamaz. İslam ahlakının hakimiyeti demek, kadın erkek, Musevi Hristiyan, ateist, mason, Siyonist tüm insanların dinin güzelliğini yaşaması demektir.

Ayrıca unutmamak gerekir ki tebliğ, herşeyden önce Allah'ı gereği gibi tanımayan, Allah'ı sevmeyi bilmeyen, Allah'ın dininin güzelliklerini yaşamayan insanlara yapılır. Dolayısıyla tebliğ yapılan kişinin, Kuran'a ve dine tam uygun bir düşünce, kıyafet ve üslup içinde olması beklenmez. Hatta tebliğ yapılan kişi ilk başta çok olumsuz gibi görülen tepkiler de gösterebilir. Ama bunların hiçbiri o kişiye tebliğ yapmaktan vazgeçmeyi gerektirmez. Müslüman Allah'ın lütfuyla iman ettiğinin, kendisinin de eskiden cahilce tutumlar içinde olabildiğinin farkında olan bir olgunluk, itidal ve anlayış içinde olur. Hz. Nuh (as) kıssasında bildirildiği gibi her imkanı değerlendirerek, gerektiğinde farklı farklı üsluplar, örnekler ve teknikler kullanarak tebliğe devam etmekle yükümlüdür:

"Sonra onları açıktan açığa davet ettim."
"Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim."
(Nuh Suresi, 8-9)

Müslüman tebliğ yaparken, hidayeti verecek olanın Allah olduğunu bilerek karşısındaki kişiye zorlayıcı bir üslup içinde olamaz, dini kabul etmesi için baskı da yapamaz. Sadece doğruyu anlatır. Allah lütfederse karşısındaki kişi İslam'la şereflenir, Allah takdir etmezse karşısındaki kişi bu sevinci yaşayamaz. O zaman da Müslüman, "sizin dininiz size benim dinim bana" hükmü gereği karşısındaki kişiden güzellikle yüzçevirir. Ama bu karşısındaki kişiye hakaret etmesi, ona kırıcı sözler söylemesi, çirkin tavırlarda bulunması anlamına gelmez.

Dolayısıyla tüm Müslümanların, Allah'ın Kuran'da bildirdiği ve Peygamberimiz (sav) döneminde mükemmel şekilde yaşanan İslam ahlakı içerisinde olmaları, bu güzel ahlakla insanlara yaklaşmaları gerekmektedir. Kuran'a ve Resulullah (sav)'e tam tabi olunduğunda, Allah'ın izniyle, İslam ahlakı dünyaya hakim olacak ve neşenin, sevincin, huzurun, sevginin insanları tam kuşattığı, güzellik dolu bir ortam meydana gelecektir.

15 Şubat 2011 Salı

''Günaydın'', ''afiyet olsun'', ''çok yaşa'', ''geçmiş olsun'' gibi iyi niyet dileklerinde müminin üslup farklılığı

Toplumda alışkanlık haline gelmiş bazı konuşma kalıpları vardır. Bu, tüm insanların kullandığı ortak bir dildir. Sabah kalkıldığında “Günaydın”, akşam karşılaşıldığında “İyi akşamlar”, gece yatarken “İyi geceler, iyi uykular”, yemek yerken “Afiyet olsun”, hastalanıldığında “Geçmiş olsun”, bir iş yaparken “Kolay gelsin”, hapşurulduğunda “Çok yaşa” gibi...

Hemen her insan, çocukluk yıllarından itibaren çevresinden gördüğü bu kalıplaşmış üsluba düşünmeden uyum sağlar. Oysa ki insanın tüm bu sözleri söylerken, bu güzel dilekleri gerçekleştirecek olan yegane gücün Allah olduğunu unutmaması gerekir.

İşte müminin farkı da burada ortaya çıkar. Mümin attığı her adımda, söylediği her sözde, aklından geçen her düşüncede şuurludur. Hayatı boyunca yaşadığı her olayın yalnızca Rabbimiz’in dilemesiyle gerçekleştiğini asla unutmaz. Bir insana gününü ya da gecesini güzel geçirtecek, hastalandığında sağlık ve şifa verecek, uykusuna huzur ve rahatlık verecek, yediği yemeği lezzetli ve faydalı kılacak ya da yaptığı işi kolaylaştırıp sonuçlandıracak olan yalnızca Yüce Rabbimiz’dir.

Bunun yanı sıra müminin hayatta en derin ve en yoğun sevgiyle sevdiği, en bağlı, en sadık olduğu varlık Rabbimiz’dir. Sevdiği bir çok insan, olay ya da nesne aklından zaman zaman çıkabilir. Ama Allah'a olan sevgisi o kadar güçlüdür ki, 24 saat her an her saniye Rabbimiz’in varlığının, gücünün, sevgisinin, dostluğunun, merhametinin, adaletinin şuurunda olarak yaşar. Aklında Allah'ın varlığının ve hakimiyetinin olmadığı tek bir an bile olmaz.


Ve mümin için Allah'ı zikretmek, Allah'ı anıp yüceltmek çok büyük bir ibadettir. Aynı zamanda da bu müminin ruhunun en lezzet aldığı nimetlerden biridir. Bu nedenle hemen her fırsatta Allah'ı anmak, Allah'ın şanını yüceltmek, Allah'ın büyüklüğünü dile getirerek Allah'ı övmek ister. Kullandığı her üslupla Allah'a olan sevgisini, bağlılığını, teslimiyetini dua mahiyetinde ifade etmek ister.

Dolayısıyla müminin her hali ve tavrı gibi, günlük hayattaki üslubu da diğer insanlardan çok farklıdır. Mümin her sözü söylerken, o eylemi gerçekleştirecek olanın mutlaka Allah olduğunu belirtir. Her iyi niyet dileklerinde, o güzelliği Allah'tan dilediğini dile getirir. Örneğin “Günaydın”, “İyi akşamlar”, “İyi geceler”, “iyi uykular”, “Afiyet olsun”, “Geçmiş olsun”, “Kolay gelsin”, “Çok yaşa” gibi sözler yerine; “Allah gününü aydın etsin”, “Allah hayırlı, iyi akşamlar versin”, “Allah güzel geceler versin”, “Allah güzel uykular versin”, “Allah afiyet versin”, “Allah hastalığına şifa versin”, “Allah işinde kolaylık versin”, “Allah uzun ömürler versin” gibi, Allah'ı anarak ve bu dilekleri yerine getirecek olan Yüce Rabbimiz'in adını zikrederek karşılık verir.

Bunun yanı sıra bir kişi kendisine, Allah'ın ismini anarak bu şekilde bir iyi niyet sözü söylediğinde de, yine imandaki şuurunu gösteren bir üslupla cevap verir. Örneğin kendisine *Allah hayırlı günler versin” diyen bir kişiye sadece, “Sana da” diyerek cevap vermez. Yine mutlaka Allah'ın adını zikredip Rabbimiz’i yüceltir. “Allah sana da hayırlı günler versin” diyerek cevap verir. Ya da kendisine “Allah rahatlık versin” diyen bir mümine, -Allah'ı tenzih ederiz- “Sana da rahatlık versin” gibi bir söz söylemez. “Allah sana da rahatlık versin” der. Allah'ı düşünerek de olsa, Allah'ın ismini söylemeden bu tarz bir ifade kullanmaz. Üslubundaki ufacık bir eksikliği dahi, Allah'a duyduğu sevgisine, bağlılığına ve dostluğuna yakıştırmaz.

Bu müminin güzel ahlakındandır. Yalnızca Allah'ın yaratacağını bildiği bir olaydan Allah'ın adını anmadan behsetmeyi vicdanen kabul edemez. Karşısındakişi kişinin üslubu her nasıl olursa olsun, onun vereceği karşılık mutlaka Allah'ın ismini anarak, Rabbimiz’i yücelterek olur.

... Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkara) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır. (Araf Suresi, 180)

8 Şubat 2011 Salı

Hayatınızı neye göre belirliyorsunuz?

Bazı insanlar hayatı kendi belirledikleri kurallar doğrultusunda yaşarlar. Bu kişiler nefislerinin o anki istekleri doğrultusunda, kolaylıkla bu kurallarından tavizler verebilmektedirler. Bu insanların hayatlarına yön veren, kişiliklerinde süreklilik göstermelerini sağlayan mutlak olarak doğru olduğuna inandıkları bir yol göstericileri yoktur. Bundan dolayı kişilikleri zaman zaman değişkenlik gösterebilmektedir. Tavırlarında belirli bir istikrardan bahsedebilmek mümkün olmaz. Bu kimselerin tavırlarındaki değişkenliği belirleyen güç genellikle nefisleridir.


Nefislerinin isteklerinin peşinden gidenler

Allah, Kur'an'da nefislerin bencil tutkulara yatkın olarak yaratıldığını bildirmektedir. İnsan eğer nefsinin kendisini yönlendirmesine izin verecek olursa, tüm tavırları bu bencil tutkuları doğrultusunda şekillenecektir. Bu bencil tutkular ise sabit, tutarlı ve dengeli bir kişilik sergilemesini etkileyecektir. İnsan nefsinin telkinleri sonucunda bir anda öfkelenebilecek, duygusallaşabilecek, küsüp darılabilecek, kıskançlık hissine kapılabilecek ve bunlara bağlı olarak da ani kararlar alabilecektir. Dolayısıyla kişiliği, çevresindeki insanlar için her zaman bir sürpriz olacaktır. Bir anı bir diğer anına uymayacaktır. Her an ruh hali, düşünceleri, duyguları, kararları ve bakış açısı değişebilecektir. Böyle bir insan ise, tutarsız ve dengesiz davranışlarıyla her zaman için çevresindeki insanlar üzerinde tedirginlik ve güvensizlik hissi oluşturacaktır.

Bu kişilik yapısına, dinden uzak yaşayan toplumlarda sık olarak rastlamak mümkündür. Bu karakteri taşıyan insanlar Kur'an ahlakının kazandırdığı bakış açısından uzak oldukları için, cahiliye tavırlarının tüm hayatlarını yönlendirmesine izin verirler. Bu da onları akılcılıktan uzaklaştırır ve bazı dengesiz tavırlar içerisine sürükler. Böyle bir durumda Müslüman'ın rehberi ise Kur'an'dır. Allah Kur'an'da nefsin kişiyi daima kötülüğe çağıracağı ve şeytanın da insanı tutarsızlığa, akılsızca hareket etmeye ve hırslarının, tutkularının gerektirdiği şekilde hareket etmeye zorlayacağı konusunda insanları uyarmıştır. Tüm bunlara karşılık, kendisine Kur'an'ı rehber edinen, vicdanının sesi doğrultusunda hareket eden insanların ise ideal bir kişilik kazanacaklarını, hem dünyada hem ahirette üstün konuma geleceklerini hatırlatmıştır.

İman eden kişi Allah'ın gösterdiği yola uyması sebebiyle bu güçlü ve üstün kişiliği kazanmıştır. Rehberi Kur'an olduğu için olaylar karşında göstereceği tavırlar, vereceği tepkiler hep İslam ahlakına göre olur.

Bu da ona itidalli ve dengeli bir kişilik kazandırır. Nasıl hareket edeceği, olayları hangi bakış açısıyla, nasıl bir mantık örgüsüyle değerlendireceği çevresindekiler için hiçbir zaman sürpriz olmaz. Aklı, vicdanı, tavırları, konuşmaları hep Kur'an ahlakının getirdiği istikrarı yansıtır. Bundan dolayı da güvenilir bir karaktere sahiptir.

Duygularıyla hareket edenler

Duygusallık, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda çok olumsuz bir tavır olarak algılanmaz. Hatta duygusallığın aslında her insanın karakterinde az çok olması gereken önemli bir özellik olduğuna inanılır. Bu düşünceye göre duygusallığın neden olduğu tavırlar, yaşanması gereken insani duygulardır. Bu nedenle duygusallıktan kaynaklanan alınma, yakınma, darılma, ağlama, içine kapanma, durgunluk, kıskançlık, kızgınlık 'gibi tavır bozukluklarının, insanın içinden gelen duygular' olduğu öne sürülerek olabildiğince teşvik edilir.

Oysa bu kanaat tümüyle yanlıştır. Cahiliye ahlakında yaygın olarak yaşanan duygusallık, insanın zayıf bir kişilik göstermesine neden olur. Kişi olaylar karşısında, duygularının kendisini yönlendirmesiyle hareket ettiği için akılcılıktan büyük ölçüde uzaklaşır. Mantıklı ve doğru düşünemeyecek, isabetli çıkarımlar yapamayacak hale gelir.

Mümin ise tüm hayatına ve kişiliğine Kur'an ahlakı hakim olduğu için, nefsin bu özelliği ve ona karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiği konusunda en doğru bilgilere sahiptir. Duygusallığın, insanın aklını perdelediğini, doğru düşünebilmesini, gerçekleri olduğu gibi görebilmesini engellediğini, insanı zayıf, dirençsiz ve güçsüz hale getirdiğini bilir. Ayrıca cahiliye ahlakının getirdiği bu zayıf karakterle özdeşleşen duygusallaşmak, üzüntüye kapılmak, ağlamak, söylenmek, öfkelenmek, kıskançlığa kapılmak, içine kapanmak gibi tavırların, iman sahibi bir insanın karakteriyle bağdaşmayacak özellikler olduğunun da şuurundadır. Çünkü tüm bu tavırlar, Allah'ın beğenmediği ve sakınılması gereken davranışlardır.

Bu olumsuz tavırların her biri, bazı kişilerin temeldeki bazı inanç bozukluklarından ve birtakım gerçeklerin yeteri kadar şuuruna varılamamış olunmasından kaynaklanmaktadır. Kolaylıkla hüzne kapılan, ağlayan, öfkesine yenik düşen, kıskançlığa kapılan, durgunlaşıp sessizleşen, içlerine kapanan insanlar, Allah'ın gücünün, herşeyi hayır, hikmet ve adaletle yarattığının, istediği an istediği herşeyi gerçekleştirebileceğinin, insanların dualarına karşılık vereceğinin bilincinde değillerdir. Olaylar karşısındaki tüm üzüntüleri, öfkeleri, kıskançlıkları hep bu bakış açısındaki yanlışlıklardan ve inanç bozukluklarından kaynaklanmaktadır.

Müminler tüm hayatlarını Kur'an ahlakına uygun olarak düzenlerler. Cahiliye ahlakında yaygın olarak görülen tavır bozukluklarından sakınıp güçlü bir kişilik sergilemenin, tüm insanlar için güzel bir örnek olacağını bilir, bu şuur ve sorumluluk bilinciyle hareket ederler. Allah'ın Kur'an'da, "... Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından 'korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9) ayetiyle bildirdiği gibi, nefislerini kötülüklerden arındırmak için çalışırlar. Bu çabalarına karşılık Allah onları dünyada ve ahirette nimete, huzura kavuşturacağını ve mutluluğu en güzel şekilde yaşayacaklarını müjdelemektedir.

1 Şubat 2011 Salı

Allah arınanları sever

Yüce Allah'a gönülden iman eden Müslümanları diğer insanlardan ayıran en önemli fark, her ortam ve şartta Rabbimiz'in Kur'an'da bildirdiği güzel ahlaka uymalarıdır. Kuşkusuz bunun sonucunda ortaya üstün bir ahlak modeli çıkmaktadır. Çünkü insan güzel ve değerli olan tüm vasıflara ancak Allah'ın bildirdiği din ahlakına uyduğunda sahip olabilir. Sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, Kur'an'da doğruluğu, adaleti, sabrı, fedakarlığı, vefayı, sadakati, kararlılığı, itaati, alçakgönüllülüğü, hoşgörüyü, şefkati, merhameti, öfkeyi yenmeyi ve daha birçok üstün ahlak özelliğini emretmektedir. Bunlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışan müminleri diğer insanlardan üstün kılan önemli ahlak özellikleridir. Rabbimiz'in hoşnut olacağını bildirdiği bu önemli özelliklerden biri de "temizlik"tir.

Yüce Allah insanlara yol gösterici olarak indirdiği Kur'an'da iman eden kullarını "temiz akıl sahipleri" olarak isimlendirmiştir. Müslümanlar vicdanlarına ve Kur'an ahlakına uydukları, Allah'ın rızasını aradıkları ve O'na gönülden boyun eğdikleri için, düşünceleri berrak, samimi ve daima Hak'tan yanadır. Her türlü kirli düşünce ve niyetten uzak olmak, Müslümanların samimi imanlarının bir göstergesidir.

Peygamberlere Bildirilen Temizlik Anlayışı

Belirtilmelidir ki; düşüncelerinin ve kalplerinin temizliği kadar bedenlerinin, giysilerinin, yaşadıkları mekanların ve yedikleri yiyeceklerin temizliği de Müslümanların en belirgin özelliklerindendir. Bir Müslümanın saçı, eli, yüzü, kısacası tüm bedeni daima tertemizdir. Kıyafetleri her zaman temiz, bakımlı ve düzgündür. Çalıştığı veya yaşadığı mekanlar da Müslümanlara yakışır bir şekilde her zaman derli toplu, temiz, hoş kokulu, havadar ve ferahlık verici olur. Şüphesiz müminlerin bu özelliklerine en güzel örnek, Rabbimiz'in insanlar için son peygamber olarak gönderdiği Peygamberimiz (sav)'dir. Allah, Kur'an'da Peygamberimiz (sav)'e şöyle buyurmuştur:

"Ey bürünüp örtünen, Kalk (ve) bundan böyle uyar. Rabbini tekbir et (yücelt) Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş." (Müddessir Suresi, 1-5)

Ayrıca Yüce Allah, Kur'an'da müminlere temiz olan şeylerden yemelerini bildirmiş, Peygamberimiz (sav)'e de temiz olan şeylerin helal olduğunu müminlere bildirmesini emretmiştir:


"Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." (Araf Suresi, 160)

"Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanlarının yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah'ın adını anarak- yiyin. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir." (Maide Suresi, 4)

Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde ise müminlere temiz olmayı şöyle öğütlemiştir:

"Müslümanlık temizdir, kirsizdir. Siz de temiz olun, temizlenin, zira cennete temizler girer." (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 96/2)

Rabbimiz Kur'an'da hem maddi, hem de manevi olarak temizlenenleri sevdiğini ise şöyle bildirmiştir: "Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever." (Bakara Suresi, 222)

Biraz önce de belirttiğimiz gibi, Allah iman eden kullarına yaşadıkları mekanları da temiz tutmalarını emretmiştir. Hz. İbrahim'e vahyettiği bu emir, Kur'an'da şöyle bildirilmiştir:

"Hani Evi (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik." (Bakara Suresi, 125)

Peygamberimiz (sav)'in Temizliği Tüm Müslümanlara Örnektir

Peygamberimiz (sav), müminlere temizliği çokça tavsiye etmiştir. Kendisi de temizliğine çok dikkat ederek müminler için en güzel örneği oluşturmuştur. Hz. Muhammed (sav) bir hadiste şöyle buyurmuştur:

"Şüphe yok ki Yüce Allah temizdir, temizliği sever. İkramı boldur, ikramı sever. Cömerttir cömertliği sever. Artık evlerinizin çevresini temiz tutun." (Et-Tıbbün Nebevi S: 216)

Peygamberimiz (sav) başka bir hadisinde de, çokça temizlenen müminlerin, kıyamet gününde de diğer insanlardan nurlarıyla ayrılacaklarını bildirmiştir:

"Benim ümmetim kıyamet gününde yüzleri parlak, elleri ve ayakları nurlu olarak haşrolunacaktır. Herkes gücünün yettiği kadar bu parlaklığı arttırsın." (www.diyanet.gov.tr)

İlim bakımından her şeyi kuşatan Rabbimiz, her konuda olduğu gibi maddi ve manevi temizlik konusunda da kutlu elçisi Peygamberimiz (sav)'i Müslümanlara örnek kılmıştır. Tüm yaşamları boyunca Allah'a gönülden bağlı olan müminler de her işlerinde Allah'a yönelerek ve Peygamber Efendimiz (sav)'in temiz ahlakını örnek alarak ahiret hayatına hazırlık yapmalıdırlar. Her mümin için elbette tek bir amaç vardır o da Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine kavuşmaktır. Unutulmamalıdır ki, müminler Allah'ın izniyle cennete de dünyadaki gibi tertemiz gireceklerdir. Yüce Rabbimiz bu gerçeği bir Kur'an ayetinde şöyle bildirmiştir:

"Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (Zümer Suresi, 79)