30 Haziran 2009 Salı

Kavmi neden Hz. İbrahim'i ateşe atmak istemiştir?

Allah'ın üstün ahlakıyla övdüğü Hz. İbrahim kendi yaptıkları putlara tapan ve bu putlara tapma konusunda son derece kararlı ve ısrarlı olan bir kavme gönderilmiştir. Ve kavmini yalnızca Allah'a kulluk etmeye çağırmakla görevlendirilmiştir. Ancak kavminin insanları kendi dünyevi menfaatleriyle çatıştığını düşündükleri için hak dini kabul etmek istememiş, Hz. İbrahim'e bir tuzak kurarak onu öldürmeye kalkışmışlardır. Ancak Allah Hz. İbrahim'e kurulan tuzağı bozmuş, onu zalim kavminin elinden kurtarmıştır:

Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun." Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. (Enbiya Suresi, 68-70)

Kavmi Hz. İbrahim'i öldürmek istemelerinin nedenlerinden bazıları şöyledir:

- Hz. İbrahim kavmini Allah'a kulluk etmeye çağırmıştır. Hz. İbrahim de ilk olarak, kavmini doğru yola çağırmış ve onlara putlarını bırakmalarını ve Allah'a yönelmelerini söylemiştir. Kur'an'da pek çok ayette Hz. İbrahim'in babasına ve kavmine bu yönde yaptığı tebliğ anlatılır. Hz. İbrahim putlara tapan bu insanları bir olan Allah'a kulluk etmeye O'ndan korkup sakınmaya davet etmiştir:

İbrahim de; hani kavmine demişti ki: "Allah'a kulluk edin ve O'ndan sakının, eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler." (Ankebut Suresi, 16-17)

- Hz. İbrahim kavmine, birbirlerini ilah edinmemelerini, şirk koşmamalarını öğütlemiştir. Müşrik toplumların en belirgin özelliklerinden biri Allah'tan başka varlıklara Allah'tan daha çok değer vermeleri ve bu varlıklardan Allah'tan korktuklarından daha çok korkmalarıdır. Bu kişilerin değer verdikleri varlıkları, yalnızca tahtadan ve taştan yapılan heykeller olarak düşünmemek gerekir. Bir insanın başka bir insanı Allah'tan daha çok sevmesi, Allah'tan daha çok ona değer vermesi, Allah'ın rızası yerine onun hoşnutluğunu tercih etmesi veya Allah'tan korktuğundan daha çok o insandan korkması da birer müşrik özelliğidir.

- Hz. İbrahim, insanlara Allah'ın büyüklüğünü ve gücünü tebliğ etmiştir.

- Hz. İbrahim tüm varlıkların Allah'ın kontrolünde olduğunu ve tüm olayların Allah'ın izni ile geliştiğini bildirmiştir. Hz. İbrahim kavminin taptıkları putların hiçbir güçleri olmadığını bildirmiş, her şeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu tebliğ etmiştir.

Günümüzde de salih Müslümanlara karşı psikolojik savaş yürüten odaklar, inananların zarar görmelerini istemektedirler. Kalplerinde duydukları kin ve öfke ağızlarından taşmakta ve inanan kişiler için "Keşke Yansa" gibi ifadeler kullanmaktadırlar. Bu kişilerin unuttukları çok büyük bir gerçek vardır ki Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle açıklamaktadır:

Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.(Araf Suresi, 196)

23 Haziran 2009 Salı

İnsan sevgisi ve sözün en güzel olanı

İman eksikliği ile kalplerden ilk eksiklen duygulardan biri 'insan sevgisidir'. İmanda, insanlar Allah'ın birer yaratma sanatı olarak görülür. Allah insanların hem maddelerinde yani bedenlerinde hem de manevi yönlerinde yani ruhlarında mucizeler yaratır. Yeryüzünde insanın tek bir hücresi ile yarışabilecek mükemmellikte bir yapı bulunmamaktadır. Mucizelerle kaplı olan bir bedene sahip insanın manevi dünyası da yine mucizelerle doludur. Allah'ın varlığının sayılamayacak kadar çok delillerine rağmen iman etmeyen bir insan aslında mucizenin ta kendisidir. Veya iman ettikten sonra küfre sapan bir kişi de aslında bize tüm kalplerin Allah'ın elinde olduğunu göstermektedir.

İnsanların maddi manevi Allah'ın birer mucizesi olduğunu unutmak insanların birbirlerine saygı duymalarını engeller ve böylece düşmanlık yaygınlaşır. Aynı yörenin insanları, hatta komşular arası kavgalar baş gösterir. Bu sefer insanlar güçlerini durup dururken düşmanlaştırdıkları başka insanlardan kendilerini korumaya harcarlar. İmansızlıklarından dolayı edindikleri düşmanlardan ve düşmanlıktan kurtulmak için kalplerindeki sevgisizlik hastalığına dönüp bakmazlar. Her zaman karşı tarafı suçlarlar. Katı bir gurur ve kibirle üstün olmayı, ezerek galip gelmeyi arzularlar.

Oysa Kur'an ahlakında düşmana bile güzel söz söylemek emredilmiştir. Allah bu emirlerinden birini Hz. Musa'ya bildirmiş ve Firavun'a 'yumuşak söz' söylemesini buyurmuştur.

"İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor."

"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 43-44)

Bu ayetle de dikkat çekildiği gibi yumuşak söz söylemek, dinin tebliğ edilmesinde çok önemli bir üsluptur. Birçok ayette de sözün güzel olanının seçilmesi emredilir. Burada ise karşıdaki kişinin saldırgan bir inkarcı olmasına rağmen yumuşak söz söylenmesi emredilmektedir ki, bu durum bizlere güzel bir üslubun dinin tebliğ edilmesinde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterir.

İman eden kişi karşısındakinin gücü ne kadar olursa olsun asıl hakim olanın Allah olduğunu bilir. Bundan dolayı üslubunu insanlara göre değil, Allah'ın rızasına göre ayarlar. Allah, 'yumuşak söz söyleme' emrine tabi olan inananları tüm tehlikelerden korur. Firavun Hz. Musa'nın güzel ahlaklı olan tavrına karşı şiddetle cevap vermek istemiş olmasına rağmen, Allah Hz. Musa ve beraberindekileri korumuştur. Firavunu ve ordusunu ise suda boğmuştur.

Kur'an'da Firavun'un Hz. Musa karşısında zorbaca kibirlenmesi şöyle bildirilmektedir:

... O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız." Dediler ki: "Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih edip-seçmeyiz. Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin." (Taha Suresi, 71-73)

Tevrat'ta da, Firavunun zalimliğini ortaya koyan bu Kur'an ayetiyle mutabık olan pek çok öğüt bulunmaktadır. Bu öğütlerin her birinde Museviler zorbalık ve haksızlıkta bulunmaktan men edilmektedirler.

Kötüler gururla mazlumları avlıyor, mazlumlar kötülerin kurduğu tuzağa düşüyor. Kötü insan içindeki isteklerle övünür... Kendini beğenmiş kötü insan Allah'a yönelmez... Öyle yücedir ki Senin yargıların, kötüler anlayamaz, düşmanına burun kıvırır. (Mezmurlar, 10:2-5)

... Güçlülerin gururuna son vereceğim... Korku gelince esenlik arayacak ama bulamayacaklar. (Hezekiel, 7:24-25)

Zayıfları güçlendirmediniz, hastaları iyileştirmediniz, yaralıların yarasını sarmadınız. Yolunu şaşıranları geri getirmediniz, yitikleri aramadınız. Ancak sertlik ve şiddetle onlara egemen oldunuz. (Hezekiel, 34:4)

Ne mutlu Rab'be güvenen insana, gururluya, yalana sapana ilgi duymayana. (Mezmurlar, 40:4)

Günahı şuydu: Kendisi de kızları da gururluydu, ekmeğe doymuşlardı, umursamazlardı. Düşküne, yoksula yardım elini uzatmadılar. (Hezekiel, 16:49-50)

Semirip parladılar, yaptıkları kötülüklerle sınırı aştılar. Kazanabilecekleri halde öksüzün davasına bakmıyor, yoksulun hakkını savunmuyorlar. (Yeremya, 5:28)

Ülke halkı baskı uyguladı, soygunculuk etti. Düşküne, yoksula baskı yaptı, yabancıya haksız yere kötü davrandı. (Hezekiel, 22:29)

16 Haziran 2009 Salı

İnsan sevgisi ve sözün en güzel olanı

İman eksikliği ile kalplerden ilk eksiklen duygulardan biri 'insan sevgisidir'. İmanda, insanlar Allah'ın birer yaratma sanatı olarak görülür. Allah insanların hem maddelerinde yani bedenlerinde hem de manevi yönlerinde yani ruhlarında mucizeler yaratır. Yeryüzünde insanın tek bir hücresi ile yarışabilecek mükemmellikte bir yapı bulunmamaktadır. Mucizelerle kaplı olan bir bedene sahip insanın manevi dünyası da yine mucizelerle doludur. Allah'ın varlığının sayılamayacak kadar çok delillerine rağmen iman etmeyen bir insan aslında mucizenin ta kendisidir. Veya iman ettikten sonra küfre sapan bir kişi de aslında bize tüm kalplerin Allah'ın elinde olduğunu göstermektedir.

İnsanların maddi manevi Allah'ın birer mucizesi olduğunu unutmak insanların birbirlerine saygı duymalarını engeller ve böylece düşmanlık yaygınlaşır. Aynı yörenin insanları, hatta komşular arası kavgalar baş gösterir. Bu sefer insanlar güçlerini durup dururken düşmanlaştırdıkları başka insanlardan kendilerini korumaya harcarlar. İmansızlıklarından dolayı edindikleri düşmanlardan ve düşmanlıktan kurtulmak için kalplerindeki sevgisizlik hastalığına dönüp bakmazlar. Her zaman karşı tarafı suçlarlar. Katı bir gurur ve kibirle üstün olmayı, ezerek galip gelmeyi arzularlar.

Oysa Kur'an ahlakında düşmana bile güzel söz söylemek emredilmiştir. Allah bu emirlerinden birini Hz. Musa'ya bildirmiş ve Firavun'a 'yumuşak söz' söylemesini buyurmuştur.

"İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor."

"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 43-44)

Bu ayetle de dikkat çekildiği gibi yumuşak söz söylemek, dinin tebliğ edilmesinde çok önemli bir üsluptur. Bir çok ayette de sözün güzel olanının seçilmesi emredilir. Burada ise karşıdaki kişinin saldırgan bir inkarcı olmasına rağmen yumuşak söz söylenmesi emredilmektedir ki, bu durum bizlere güzel bir üslubun dinin tebliğ edilmesinde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterir.

İman eden kişi karşısındakinin gücü ne kadar olursa olsun asıl hakim olanın Allah olduğunu bilir. Bundan dolayı üslubunu insanlara göre değil, Allah'ın rızasına göre ayarlar. Allah, 'yumuşak söz söyleme' emrine tabi olan inananları tüm tehlikelerden korur. Firavun Hz. Musa'nın güzel ahlaklı olan tavrına karşı şiddetle cevap vermek istemiş olmasına rağmen, Allah Hz. Musa ve beraberindekileri korumuştur. Firavunu ve ordusunu ise suda boğmuştur.

Kur'an'da Firavun'un Hz. Musa karşısında zorbaca kibirlenmesi şöyle bildirilmektedir:

...O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız." Dediler ki: "Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih edip-seçmeyiz. Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin." (Taha Suresi, 71-73)

Tevrat'ta da, Firavunun zalimliğini ortaya koyan bu Kuran ayetiyle mutabık olan pek çok öğüt bulunmaktadır. Bu öğütlerin her birinde Museviler zorbalık ve haksızlıkta bulunmaktan men edilmektedirler.

Kötüler gururla mazlumları avlıyor, mazlumlar kötülerin kurduğu tuzağa düşüyor. Kötü insan içindeki isteklerle övünür... Kendini beğenmiş kötü insan Allah'a yönelmez... Öyle yücedir ki Senin yargıların, kötüler anlayamaz, düşmanına burun kıvırır. (Mezmurlar, 10:2-5)

... Güçlülerin gururuna son vereceğim... Korku gelince esenlik arayacak, ama bulamayacaklar. (Hezekiel, 7:24-25)

Zayıfları güçlendirmediniz, hastaları iyileştirmediniz, yaralıların yarasını sarmadınız. Yolunu şaşıranları geri getirmediniz, yitikleri aramadınız. Ancak sertlik ve şiddetle onlara egemen oldunuz. (Hezekiel, 34:4)

Ne mutlu Rab'be güvenen insana, gururluya, yalana sapana ilgi duymayana. (Mezmurlar, 40:4)

Günahı şuydu: Kendisi de kızları da gururluydu, ekmeğe doymuşlardı, umursamazlardı. Düşküne, yoksula yardım elini uzatmadılar. (Hezekiel, 16:49-50)

Semirip parladılar, yaptıkları kötülüklerle sınırı aştılar. Kazanabilecekleri halde öksüzün davasına bakmıyor, yoksulun hakkını savunmuyorlar. (Yeremya, 5:28)

Ülke halkı baskı uyguladı, soygunculuk etti. Düşküne, yoksula baskı yaptı, yabancıya haksız yere kötü davrandı. (Hezekiel, 22:29)

9 Haziran 2009 Salı

Dindarlara ve din ahlâkına karşı gizli mücadele yürütenler

Şeytanın insanlara doğru yolda oldukları telkini vererek onları Allah'ın yolundan saptırma özelliği vardır. Kur'an'da şeytanın bu vasfı şöyle tarif edilmektedir:

Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 36-37)

Şeytan bu kişilerin üzerini bir kabuk gibi bağlar ve onlara Kur'an'ı, din ahlâkını ve kendilerini yaratan ve sahip oldukları tüm nimetleri veren Rabbimiz'i unutturur. Şeytan bu amacına ulaşmak için bir çok oyunla insanın karşısına çıkar. Müslüman bir kişinin Allah'ın varlığını birden inkar etmeyeceğini bildiğinden, çeşitli hilelerle, insanları günlük hayatlarında Kur'an'da emredilen yaşam tarzından uzaklaştırmaya çalışır.

Örneğin insana zamanın şartlarına uyum sağlamanın gerektiğini fısıldayarak, Allah'ın rızasına uygun davranmaktan alıkoymaya çalışır. Oysa zamanı ve şartları yaratan Allah'tır ve Allah'ın dini ahirete kadar ayakta kalacaktır.

Allah'a ve dinine karşı mücadele yürüten bazı insanlar da şeytanın bu mantığını kullanırlar. Bu kişilerin sergiledikleri 'ılımlı' politikanın gerçek amacını kavramak çok önemlidir. Dünyada da Marksist akımlar iktidarda olmadıkları süre boyunca çoğunlukla keskin ve saldırgan din aleyhtarı bir politika izlemezler. Hatta bazen komünistlerin ağzından dine ve dindarlara karşı saygılı gibi gözüken sözler duymak mümkündür.

Lenin bu uygulamayı dini yok etmeye yönelik bir taktik olarak bizzat uygulamıştır. "Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu" başlıklı makalesinde Lenin, dinle açık bir savaşa girilmemesi gerektiğini, bunun gereksiz bir "siyasi kumar" olduğunu yazmıştır. Lenin, dine olan düşmanlıklarını açıkça ilan eden, dine karşı hakaret dolu kampanyalar yürüten diğer bazı materyalistleri ise (örneğin anarşistleri veya "burjuva ateistlerini") acemi ve saf bulmuştur. Bu kişiler tarafından Marksistler'e yöneltilen "ılımlılık ve "bocalama" suçlamalarını reddetmiş ve "Marksizm'in görünüşteki ılımlılığının" özenle düşünülmüş bir taktik olduğunu açıklamıştır.

Lenin, söz konusu "ılımlı" taktiği 1917'ye kadar, yani komünistler iktidara gelinceye kadar devam ettirdi. Ancak bundan sonra söz konusu ılımlılık ortadan kalktı, aksine tüm Sovyet topraklarında dine ve dindarlara karşı büyük bir baskı başladı. Daha öncesine kadar "ateist olduğumuzu açıkça belirtmemeli ve dine inananları bile saflarımıza almalıyız" diyen Lenin, iktidara geldikten sonra çok daha farklı bir yol izlemeye başladı.

Lenin'in "dine karşı ılımlı olmalıyız" taktiği, Bolşevik Devrimi'nden sonra koyu ve gözü dönmüş bir din düşmanlığına dönüşmüştür. Lenin, milyonlarca insanın hayatına mal olan 1920-21 kıtlığını dahi "insanların Allah'a olan inançlarını zayıflatacak" faydalı bir gelişme olarak görmüştür. Komünist dönem boyunca binlerce cami kapattırmış ve çok sayıda din adamını öldürtmüştür.

Günümüzde de kendilerini din düşmanı değilmiş gibi gösterip, bir yandan da insanları dinden uzaklaştıracak her türlü yöntemi telkin eden çevreler vardır. Bu kişileri eylemleri tam anlamıyla ele vermektedir. Sözleri ne olursa olsun eylemlerinde insanları Allah'ın istemediği fiilleri işlemeye ve sözleri söylemeye teşvik ederler. Bir ayette Allah'ın beğenmediği davranışlar şöyle bildirilmektedir:

De ki: "Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." (Araf Suresi, 33)

İnsanların ahlâkî değerlerin dışına çıkmasını, yüzlerce yıllık Türk-İslâm geleneğini terk etmesini isteyenler ve toplumda manevi çöküntü oluşturacak fiilleri destekleyenler dine karşı sürdürdükleri bu sinsi mücadelede kendilerini adeta kırmızı bir ışık gibi belli etmektedirler. Bu kişiler Allah'ın 'kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmeği şeyi Allah'a şirk koşmaya' teşvik ederek, din ahlâkınıa karşı beyhude bir mücadele içine girmişlerdir. Bu kişilerin yürütecekleri çabalara karşın Allah müminleri koruyacağını şöyle bildirmiştir:

Şüphesiz 'gizli toplantıların fısıldaşmaları' (kulis), iman edenleri üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler)dandır. Oysa Allah'ın izni olmaksızın o, onlara hiç bir şeyle zarar verecek değildir. Şu halde mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Mücadele Suresi, 10)

2 Haziran 2009 Salı

Tüm Müslümanlar kardeştir

Tüm insanları yaratan Allah'tır. İnsanlara sahip oldukları özellikleri, eğitimi, zenginliği ve imkanları veren Allah'tır. Belli bir yaşa geldikten sonra kişiler sahip oldukları özellikleri kendilerinin edindiklerini zannederler. Ancak bu büyük bir aldanmadır, çünkü herkesin kaderi daha doğmadan bellidir. Dünyada sahip olunan veya olunamayan maddi imkanların hiçbir önemi yoktur. Çünkü her insan ancak birkaç on yıl yaşayıp bedenini toprağa teslim edecek, ruhunu ise Allah huzuruna alacaktır. İnsanın dünyada sahip olduğu bedeni, malı, mülkü, itibarı, ünü tamamen yok olacaktır.

Tüm insanlar Allah katında eşittir. Üstünlük yalnızca takvadan kaynaklanır. Kur'an'da bu gerçek şöyle bildirilmektedir:

"Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." (Hucurat Suresi, 13)

Irk, soy, kültür, geçmiş medeniyetlerle bağlar üstünlük olmadığı gibi fiziksel özellikler ve kabiliyetler de üstünlük değildir. Bir kişi Allah'a olan imanı, korkusu ve sadakati oranında üstün olabilir. Ayrıca bu üstünlüğü de insanlar tam olarak bilemezler, ancak umut ederler. İnsanlardan kimin kime üstün olduğu Allah'ın izni ile ahirette belli olacaktır.

Dünyada zahiri anlamda pek çok uğraşı ile insanın ömrü geçebilir. Ancak bir Müslüman'ın asıl amacı nefsini ıslah edebilmek ve Allah'ın rızasını kazanmaya çalışmaktır. Dünyada yaşanan olumlu veya olumsuz gibi görünen tüm olaylar bu nihai sonuca hizmet etmektedir.

Şeytan insana yaratılış amacını unutturup, gerçekte imtihan konusu olan birtakım detay meselelere dikkatini çeker. Irksal çatışmalar da bunlardan biridir. İnsanın takvaya göre üstün olduğu kesin bir gerçek iken şeytan bunu unutturup kardeşi kardeşe katlettirmek için insanların arasını açmaya çalışır.

İman sahibi kişiler şeytanın bu oyununa gelmezler. Bu kişiler Allah'ın farklı ırkları bir güzellik olarak yarattığını bilirler. İnsanların vücut yapılarından, dillerine kadar görülen çeşitlilik Allah'ın yaratma sanatının bir tecellisidir. Şu an yeryüzünde yaşayan hiçbir insan birbirine benzememektedir. Rabbimiz, aynı kemik, deri, göz hücrelerinden milyarlarca farklı insan yaratmıştır. Bizden önce yaşayan insanlar da parmak uçlarına kadar birbirlerinden farklı olarak yaratılmışlardır. Yaratılıştaki bu muazzam çeşitliliğin hikmeti ve üstünlük kavramı ile ilgili olarak Allah Ku'ran'da şöyle buyurmuştur:

Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

Genetik araştırmalarda, ırklar arasında genetik farklılıkların çok küçük olduğu, genlere bakılarak ırkların ayırt edilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Genetik olarak ırklar arasında farklılık yalnızca % 0.012'lik orandadır.

Allah Kur'an'da, şeytanın insanların arasını açmaya, fitne, kin ve düşmanlık sokmaya çalışacağı hakkında inananları uyarmaktadır. Kur'an'dan uzaklaşan topluluklar bu uyarıyı arkalarında bırakır ve Allah'ın yarattığı çok değerli olan diğer insanlara % 0.012'lik genetik farklardan dolayı düşman olurlar. Şeytan bu oyunu insanın önüne çıkıp kulağına fısıldayarak gerçekleştirmez. Şeytan bu oyunu tüm insanlığa Darwinizm ile oynamaktadır. Darwin'in evrim teorisine göre insanlar arasında sözde aşağı ırklar ve sözde üstün ırklar kavramı bulunmaktadır. Ve evrim aldatmacasının bir gereği olarak, zayıf olan ırklar elenip yok olacak, üstün ırklar dünyaya egemen olacaktır. Hiçbir bilimsel yanı olmayan bu düşünce ekonomik açıdan güçsüz durumda olan ülkelerin emperyalizm ile sömürülmesi için kullanılmış ve yeryüzünde milyonlarca insanın ölümüne yol açan savaşlar yaşanmıştır.

Dinimiz ırkı, dili, geçmişi ne olursa olsun tüm insanları uzlaştırmakta ve birbirlerine kardeş kılmaktadır. Kur'an doğrultusunda düşünmek ve şeytani fitnelerinden uzaklaşmak tüm halkımızı selamete çıkaracak ve en ufak bir kavga bile halkımız arasında görülmeyecektir.

Müminler ancak birbirlerinin velisidirler. Doğusuyla batısıyla tüm Türk halkı, İslâmî temellere dayanan Anadolu ahlâkı ile ahlâklanmışlardır. Bu dünyada barışın ve sevginin nasıl yaşanacağını diğer uluslara gösterebilecek tek memleketin Türkiye olduğunu akıllarımızdan hiç çıkarmamamız gerekir.