22 Mayıs 2007 Salı

İman Müslüman’a Şevk Getirir

İnsanın emek sarfettiği her şeyde kararlı olması gerekir. Kararlılık ise ancak imandan kaynaklanan şevk ile oluşabilir. Kuvvetli bir imanı olmadığı zaman insan çabuk yılgınlaşabilir, emek sarfettiği işinden pes edebilir. Önüne çıkan ve engel gibi görünen olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu unutur ve başarıyı Allah’tan isteyip tevekkül etmek yerine, gücünü kendi eliyle zayıflatır.

İman eden bir insanın şevkli olması ise Allah’a olan bağlılığından kaynaklanmaktadır. Allah’ın kendisini yaratması, iman vermesi, sayılamayacak kadar nimet içerisinde yaşatması mümin kişiyi Allah’a ve dinine sadık olmaya yöneltir. Bu sadakati de hiç bir şekilde zayıflamaz. Karşısına hayrını bilemediği olumsuz gibi görünen hangi olay çıkarsa çıksın Allah’a dayanıp güvenir. Allah’ın kulları için daima hayır yarattığını bilir. Allah’ın sonsuz merhametli ve sonsuz şefkatli olduğunu bilen bir kişinin umutsuzluğa düşüp şevkini kaybetmesi mümkün değildir. Olayları açık bir şuurla değerlendiren müminler kendilerinin nefes alıp vermesini sağlayan, her an yeryüzündeki tüm varlıkları koruyan Allah’ın her olayı pek çok hikmetlerle yarattığının farkındadırlar. Allah’a duydukları sevgi ve bağlılıklarının neticesi olarak hayatları boyunca asla şevkleri azalmadan Allah’ı hoşnut etmek için çaba harcarlar. Bu istek müminlerin en önemli neşe kaynağıdır.

Allah müminlere, “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran Suresi, 139) ayetiyle her zaman şevkli olmalarını bildirmiştir. Şeytan insanın Allah’a kulluğunu eksiksiz yapmasını istemeyeceği için kalbine vesveseler verip azmini, heyecanını azaltmaya çalışır. Oysa müminler en başta Allah’ın rızasını kazanıp cennete kavuşabilme umudu ve arzusu ile bitmez tükenmez bir heyecan ve güce sahiptirler. “O’na umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır” (Araf Suresi, 56) ayetinde bildirildiği gibi Allah müminleri dünya hayatlarında müjdelemektedir.

Müminler korku ve umut hissini aynı anda yaşadıkları için hiçbir zaman gösterdikleri çabayı
yeterli bulmazlar. Kendilerini hiçbir zaman eksiksiz ve üstün görmezler. Kendilerini peygamberlerin ahlakı ile kıyaslarlar. Her zaman daha mükemmel bir ahlaka sahip olabilmek için çaba gösterirler.
İnsan şeytanın etkisi ile cansızlaşıp, güçsüzleşir. Gözünün ve yüzünün görünümüne donukluk hakim olur. Sanki bedenini bile taşıyamıyormuş gibi bitkin bir duruşu olur. Şeytanın dünyadaki hedefi boş kuruntular fısıldayarak insanları aldatmaktır. Kuran’da şeytanın bu özelliği kendi ifadesi ile şöyle bildirilmiştir:
“Onları –ne olursa olsun- şaşırtıp saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim...” (Nisa Suresi, 119).

Şeytan hayırlı ve güzel olan şeyleri onlara şer gibi göstermeye çalışır. Bazı olayları çözümsüz gibi göstererek, insana fayda sağlayacak kararlar almasını engeller. Özellikle Allah’a yakınlaşmasını ve Allah’ın rızasını kazanmasını istemediği için sürekli olarak ümitsizliğe düşürme, tembelleştirme, geleceğe erteletme, ağırdan aldırtma gibi yöntemlerle vesvese verir. İnsanın iradesini kıran da yine şeytanın etkisidir. Allah yolunda fayda getirecek bir çalışma yapmasını istemediği için her şeyin Allah’ın kontrolü altında olduğunu unutturarak iradesini zayıflatır.
Kuran’da şeytanın tüm bu çabalarının iman edenlerin üzerinde etkisinin olmayacağına dikkat çekilmektedir.
Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiç bir zorlayıcı-gücü yoktur. (Nahl Suresi 99)
... Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa Suresi, 76)

Allah’ın rızasını sürekli arayan bir müminin gevşemesi mümkün değildir. Hastalık veya yaşlılık vesilesiyle bedenen zayıf hale gelseler bile ruhları her zaman çok güçlü olur. Şevklerini kıracak şekilde kalplerinde hiç bir kuşku, akıllarında hiçbir vesvese olmamasının nedeni, ömürleri süresince inandıkları değerler uğruna çaba harcamaya kesin olarak niyet etmelerindendir. Müminler yaşadıkları her olayda Allah’ın kendilerini imtihan ettiğini bilirler. Verdikleri tepki her zaman Kuran’a uygun olur.
İman sahibi olan müslümanların şevki Allah’ın izni ile asla kırılmaz. Bu şevkin anlamı geçici heyecan yada çıkarlarına uygun olduğu zaman hissedilen bir duygu değildir. İman sahiplerinin kalplerinde olan Allah inancına dayalı sürekli bir coşkudur.

Milli Gazete

15 Mayıs 2007 Salı

İnananlar Allah'ı herkesten ve herşeyden çok severler

"... Allah bize yeter, O ne güzel vekildir...”
(Al-i İmran Suresi, 173)

Samimi olarak iman edenlerin Allah'a olan sevgileri çok güçlüdür. Kendilerini yoktan var edenin, sayısız nimetleri hizmetlerine verenin, onları her an gözetip kollayan ve koruyanın Allah olduğunu bilirler. Tüm varlıkların ancak O'nun izniyle hayat bulduklarına ve yine O'nun dilemesiyle bir gün mutlaka yok olacaklarına, baki kalacak olanın yalnız Allah olduğuna iman ederler. Bu gerçeği kavradıkları için tüm sevgilerini kendilerini yaratan ve tek sahipleri olan Allah'a yöneltirler. Öyle ki Allah'ı gördükleri, bildikleri, kavradıkları herşeyden ve herkesten çok daha fazla severler. Kuran'da haber verilen, "... O, ne güzel mevladır (sahip) ve ne güzel yardımcıdır" (Enfal Suresi, 40) ayetinde de bildirildiği gibi Allah'tan daha güzel bir veli ve yardımcı olamayacağının bilincindedirler. Üstün bir imana sahip olan Hz. İbrahim'in bir duasında da bu kavrayış çok açık bir biçimde görülür:
Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur; Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur; Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat. (Şuara Suresi, 78-83)
Görüldüğü gibi Hz. İbrahim de kendisine can verenin, yeryüzündeki her olayı evirip çevirenin, rızkı verenin, hastalığı ve ona şifa olacak imkanı yaratanın ve yeryüzünün tek hakiminin Allah olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de Allah'a gönülden bir sevgiyle bağlanmıştır. İşte samimi iman sahiplerinin örnek aldıkları Allah sevgisi budur.
İman edenler, yaratılmış olan diğer tüm varlıkları da, Allah'a olan sevgileri ve bağlılıklarıyla doğru orantılı olarak severler. İnsanlara olan sevgilerindeki ölçü, onların Allah'ın emrettiği ahlakı üzerlerinde ne derece taşıdıklarına bağlıdır. Allah'ın emir ve yasaklarına titizlik gösteren, O'nun emrettiği ahlakı en güzel şekilde yaşayan kimselere karşı derin bir sevgi beslerler. Tüm insanlara zenginlik güzellik gibi dünyevi niteliklere göre değil, takvalarına göre değer verirler. Bu kimseleri sevmelerinin altında yatan asıl neden onların da Allah'ı çok seven, yalnızca Allah'ı dost ve veli edinen kimseler olmalarıdır.
Gerçek iman, müminlere dünyada gördükleri her türlü güzelliğin, aklın ve tüm yeteneğin Allah'a ait olduğunu fark ettirir. Söz gelimi güzel, akıllı ya da yetenekli bir insanla karşılaşan müminler, onun bu özelliklerinden çok zevk alır, ama tüm bunların asıl kaynağının, asıl Yaratıcısı'nın Allah olduğunu da unutmazlar. Bu nedenle bu özelliklerden aldıkları zevk, kişilere karşı müstakil bir sevgi oluşturmaz. Aksine kalplerinde yine Allah'a karşı derin bir saygı ve derin bir sevgi oluşur.
Derin bir imana sahip olmayan kimselerin ise, Allah sevgisinde bir zayıflık olduğu görülür. Bu kimseler, kendilerini yaratan ve hayat verenin, her yerde gözetip kollayanın, sayısız nimetleri kendilerine bağışlayanın Allah olduğunu aslında bilirler. Ancak hayatlarının büyük bir bölümünde bu gerçeği unuturlar veya gözardı ederek yaşarlar. Allah'ın yarattığı varlıkların Allah'tan bağımsız bir güce sahip olduklarını zannederler. Bu nedenle de bu varlıklara Allah'tan bağımsız bir sevgi duyarlar. Kuran'da bu kimselerin durumu şöyle haber verilir:
İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)
İnsanların ancak Allah’ın dilemesiyle yaşamlarını devam ettirebildikleri çok açıktır. İnsan ne kendisine bir yarar sağlamaya güç yetirebilir ne de kendisine dokunan bir zararı değiştirmeye güç yetirebilir. Savunmasızlığını ve acizliğini hissettiği an yardım dileyeceği tek varlık Allah’tır. Güzellik, akıl, yetenek Allah’a aittir. Kendisini görünmeyen bir mikrobun bile getireceği hastalıktan korumaktan aciz olan insana güç atfetmek bir nevi körlüktür. Samimi inanan bir kişi etrafındaki insanları Allah’tan bağımsız olarak düşünmez. Tüm bağı Allah iledir. Sevgisini, iltifatlarını, teşekkürlerini, hayranlığını sunduğu asıl varlık yalnızca Allah’tır.

8 Mayıs 2007 Salı

Kuşlar ilk var oldukları andan itibaren kuş olarak yaratılmışlardır

Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)

Kuşların kemik yapılarından solunum sistemlerine, kanatlarından enerji kullanımlarına kadar tam ihtiyaçları doğrultusunda tüm diğer canlılar gibi özel bir yaratılışları olduğu çok açıktır. Evrimciler kuşların bir şekilde sürüngenlerden evrimleşmiş olmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Ancak kuşun herhangi bir vücut mekanizmasını kademeli evrim modeli ile açıklamak mümkün değildir. Her bir sistem kuşu kuş yapmak için yaratılmıştır. Bu durum evrimciler için büyük bir çıkmazdır.

Mutasyonlarla açıklanamayan kuşların özelliklerinden biri iskelet yapılarıdır. Kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. İçi boş olan kemikler vücut ağırlıklarının çok azını oluştururlar. Örneğin bir güvercin iskeleti, hayvanın vücut ağırlığının sadece % 4.4’ünü oluşturmaktadır. Bu hafifliklerine rağmen son derece kuvvetlidirler. Örneğin 18 cm. uzunluğundaki kocabaş kuşu bir zeytin çekirdeğini kırmak için gagasıyla ona 68,5 kg.lık bir basınç uygulayabilir.

Kuşların solunum sistemlerinin çalışma prensibi kara canlılarınınkinden tamamen farklı prensiplerle çalışır. Bunun sebebi kuşların oksijen ihtiyacının kara canlılarına göre çok daha fazla olmasıdır. Örneğin bir kolibri kuşunun oksijen ihtiyacı bir insanınkinin neredeyse 20 katıdır. Dolayısıyla, bir kara canlısının akciğeri kuşun ihtiyacı olan yeterli oksijeni salayamaz. Bu nedenle kuşların akciğerleri çok farklı bir tasarımla yaratılmıştır. Kara canlılarının akciğerleri çift yönlü bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve küçük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş yoluyla da dışarı atılır. Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca tek yönlü hareket eder. Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve hava daimi olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Böylece kuş, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir ve kuşun yüksek enerji ihtiyacı karşılanmış olur.

Kuşlarla kara canlılarının sonunum sistemlerinin birbirlerinden farklı oluşu evrim iddialarını çürütmüştür. Çünkü kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş, ara geçiş safhasında bulunan bir akciğerin hiçbir işlevselliğinin olması mümkün değildir. Akciğeri çalışmayan bir canlı ise birkaç dakikadan fazla yaşayamaz. Çünkü mutasyonların kendisini tesadüfen kurtarmalarını bekleyecek milyonlarca yılı yoktur.

Kuşların enerji kullanımı da kara canlılarından farklıdır. Uçmak çok fazla güç gerektirir. Bu nedenle kuşlar fazla enerji sarfettikleri için, yedikleri besinleri de çok iyi biçimde sindirecek bir yapıya sihiptir. Kuşların sindirim sistemi, alınan besinin en verimli şekilde değerlendirilmesini sağlar. Örneğin büyümekte olan yavru leylek, yediği 3 kg. besinle 1 kg. ağırlık kazanır. Bu oran, aynı besinle beslenen memelilerde 10 kg.’a karşılık 1 kg. ağırlıktır. Kuşların dolaşım sistemi de, yine yüksek enerji ihtiyacına uygun olarak yaratılmıştır. İnsanın kalbi dakikada ortalama 78 kere çarparken, bu sayı serçede 460, sinek kuşunda 615’tir.
Kuşların yüksek enerji sarfiyatlarının yanı sıra verimlilikleri de çok yüksektir. Örneğin göç sırasında bir kırlangıç her kilometre için 2.5 kilokalori harcarken, bu oran küçük bir memelide 41 kilokaloridir.

Kuşları kara canlılarından ayıran bu özelliklerin hiçbiri mutasyonlarla ortaya çıkamaz. Uçmak için gerekli olan yüksek miktarda enerjiyi sağlayan metabolizmanın oluşması, hava tipi bir akciğer olmaksızın hiçbir işe yaramayacak, aksine yetersiz oksijen alımından dolayı canlının boğularak ölmesine yol açacaktır. Öncelikle hava tipi akciğerin oluşması durumunda ise, canlı gereğinden çok daha fazla oksijen alacak ve bunun sonucunda zarar görecektir. Bir başka imkansızlık iskelet yapısından kaynaklanır. Kuş, bir şekilde hava tipi akciğere ve metabolik adaptasyonlara sahip olsa bile, yine de havalanamayacaktır. Zira canlı ne kadar güçlü olursa olsun, bir kara canlısının ağır ve nispeten ayrık iskelet yapısıyla havalanması mümkün değildir.
Tüm bunlar bizi tek bir sonuca ulaştırır: Kuşların kökenini, tesadüfi bir gelişimle ve dolayısıyla evrim teorisiyle açıklamak imkansızdır. Yeryüzündeki binlerce farklı kuş türü, bugün kuşların sahip olduğu tüm bedensel özelliklere sahip olarak “bir anda” var olmuştur. Bir diğer deyişle, Allah tarafından ayrı ayrı yaratılmıştır.
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)

Milli Gazete