25 Ocak 2011 Salı

Allah korkusu olmazsa

Allah'a kavuşacağını bilen ve her tavrının bir karşılığı olduğunun bilincinde olan bir insanla, kimseye hesap vermek zorunda olmadığını zanneden bir insanın davranışları arasında büyük farklılıklar vardır. Allah korkusu olmayan bir insan her türlü kötülüğü işleyebilir, çıkarları için her türlü ahlaksızlığa göz yumabilir. Örneğin çok sıradan bir sebepten veya dünyevi bir çıkar için "gözünü bile kırpmadan" adam öldürebilen bir insan, bunu Allah'tan korkup sakınmadığı için yapar. Oysa Allah'tan korkan bir insanın değil bir insanı öldürmesi, en küçük bir kötülüğü bile yapması mümkün değildir.

İnsanların ahlaksızlıklarının ve zalimliklerinin en önemli nedeni dünyaya olan tutkulu bağlılıklarıdır. Bu yapıdaki insanlar dünyada fakir kalma, geleceğini garanti altına alamama endişesi taşırlar. Bu nedenle pek çok insan rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, yalancı şahitlik, fuhuş gibi suçları alışkanlık haline getirir. Oysa Allah'a iman eden bir insan için Allah'ın razı olması herşeyin üzerindedir. Böyle bir insan Allah'ın hoşnutluğunu kaybedeceğini bildiği bir şeyden şiddetle sakınır. Sadece Allah'tan korkar; ne ölüm, ne açlık, ne de başka bir zorluk onu doğru bildiği yoldan ayıramaz.

Allah'tan korkup sakınmayan bir insan diğer insanlara kesinlikle değer vermez. Örneğin çoğu lokanta sahibinin mutfaklarında sıhhi koşullara dikkat etmemelerinin, yaşlı insanlara hürmet edilmemesinin, ilkyardıma kaldırılan acil hastaların yeterli ilgiyi görmedikleri için ölmelerinin, zavallı insanların itilip kakılmalarının, bir avuç toprak için milyonlarca masum insanın katledilmesinin nedeni, insanların Allah korkusuna sahip olmamalarıdır.

Karşılık beklemeden iyilikte bulunmak

Allah korkusu olan bir insan aynı zamanda vicdanına uyan ve daima Kur'an ahlakına uygun hareket eden bir insandır. Kur'an'da tüm insanlara karşılıksız olarak hayır işlemeleri, yardım etmeleri, güzel bir yaşam sunmaya çalışmaları emredilir. Bir ayette "Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma." (Müddessir Suresi, 6) emriyle, insanın yaptıklarında dünyevi bir çıkar gözetmemesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Allah'ın bu emirlerine uyan ve yaptıklarından dünyevi bir karşılık beklemeyen bir insanın tek bir amacı vardır; o da Allah'ın kendisinden razı olması, onu cennete layık bir kul olarak kabul etmesidir.

Ancak dikkat edilirse günümüzde yapılan hayır işlerinin büyük bir kısmı dünyada kazanılacak bir karşılığa dayandırılmaktadır. Örneğin bir işadamı "sözde" yardım için vakıf kurar, ancak asıl amacı harcamalarını vergiden düşmektir. Görünürde maddi bir karşılık elde etmiyor olsa bile, yaptığı yardım tüm halka gazeteler ve televizyon programları aracılığı ile duyurulur. Bunun sonucunda elde ettiği karşılık ise gösteriştir. Buna benzer birtakım çıkarlar uğruna yapılan yardımlar aslında çoğunlukla işe de yaramaz.

Kur'an ahlakı ile gelen çözümler

Dünya üzerinde yaşanan sorunlara çözüm bulabilmek ve her alanda insanlığa fayda sağlayabilmek için akıl, basiret (keskin görüş, özü kavrayış gücü) ve feraset gibi özelliklere sahip olabilmek son derece önemlidir. Ve bu özelliklerin elde edilmesi de yine sadece Kur'an ahlakına uymakla mümkün olabilir.

İnsanlar kimi zaman karşılaştıkları sorunlara çözüm getirmek isteyebilirler. Ama bu kişiler de imanın kazandırdığı kavrayışa, çözüm bulma kabiliyetine, basiret ve ferasete sahip olmadıkları için yeterli bir sonuç elde edemezler. Çoğu zaman imanın şevki olmadığı için aldıkları kararları uygulama konusunda hep erteleme yaparlar veya önemli detayları hesaplayamadıkları için çeşitli aşamalarda tıkanıp kalırlar.

Kuşkusuz bu umursamaz tavrın temelinde de yine Allah korkusunun eksikliği ve bundan kaynaklanan bir akılsızlık yatmaktadır. Doğruyu yanlıştan ayırma konusunda yeterli kavrayışa sahip olmayan insanlar karşılaştıkları sorunlara da çözüm bulamamaktadırlar. Böyle insanların çoğunluğu ise, genellikle eksiklikleri göremezler veya görmezlikten gelirler. Vicdanlarını rahatsız etse bile ne yapacaklarını bilemezler veya harekete geçmeye üşenirler. Çünkü hayatlarının büyük bir bölümünü bu konuya ayırmak zorunda kalacaklarını düşünür ve rahatlarını kaçırmak istemezler. Olaylara vicdanlarını ve akıllarını kullanarak sahip çıkan insanlar ise, çok hızlı bir şekilde eksikleri ve ihtiyaçları tespit ederek, çözüm için yöntemler üretebilirler.

Oysa Kur'an ahlakına tabi olan insanların, sahip oldukları akıldan kaynaklanan çözüm bulma, kaynak oluşturma, organizasyon yapma kabiliyetleri son derece gelişmiştir. Bu kişilerin yönlendirmesiyle yapılacak organizasyonlar ile imkan sahibi birçok insanın maddi olanakları bu yönde kullanılabilir. Öncelikle insanlar mevcut sorundan haberdar edilebilir ve çözüm için öneriler sunulabilir. Allah bu konuda söyle buyurmuştur:

"Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22)

18 Ocak 2011 Salı

Şevk ve heyecan içinde olmak

Allah Kur'an'ın pek çok ayetinde şevkin önemine dikkat çekmiş ve müminlerin şevkte sınır tanımadan birbirlerini teşvik edip güçlendirmelerini tavsiye etmiştir. "... Müminleri hazırlayıp-teşvik et..." (Nisa Suresi, 84) ayetiyle de emredildiği gibi, inananları şevklendirmek Kur'an ahlakını yaşayan insanlar için önemli bir ibadettir.

Şevk ve heyecan, aslında herkesin çok yakından tanıdığı ve çoğu zaman yaşadığı duygulardır. Ancak toplumun genelinde yaşanan şevk anlayışıyla, Kur'an ahlakının kişiye kazandırdığı şevk arasındaki belirgin bazı farklılıklar bulunmaktadır.

Müminlerin yaşadığı şevk ve heyecan, cahiliye toplumunda hakim olan "çıkarlara dayalı şevk" anlayışından çok farklıdır. İnananların şevkleri Allah'a olan sevgilerinden ve bağlılıklarından kaynaklanmaktadır. Onlar sevgilerini cahiliye toplumu gibi tutkuyla dünyaya değil, kendilerini yoktan var eden, rızıklandıran, yaşatan, sonsuz merhametli ve şefkatli olan Allah'a yöneltmişlerdir.

Allah'a duydukları sevgi ve bağlılığın neticesi olarak da, hayatları boyunca Allah'ı hoşnut etmek için çaba harcarlar. Allah'ın rızasını kazanma isteği müminlerin en önemli şevk ve neşe kaynaklarıdır. Allah'ın rızasını kazanabilme ve Allah'ın müminler için hazırladığı cennete kavuşabilme arzusu, onlara bitmez tükenmez manevi bir güç ve şevk kazandırır.

Zira her ne olursa olsun, bir ömür süresince hem de hiçbir kuşkuya kapılmadan inandıkları değerler uğrunda çaba harcamaları ancak imanın kazandırdığı şevkle mümkün olabilmektedir. Allah'a karşı beslenen saf ve kuşkusuz iman, müminin Rabbimizin rızasını kazanmak için var gücüyle gayret göstermesine neden olmaktadır.

Müminler, Allah'ın rızasını kazanmayı yaşamlarının asıl amacı edinerek, tüm güçleriyle bu uğurda çaba harcayan kimselerdir. Allah Kur'an'da onlardan "Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd eden", yani "çaba harcayan, gayret eden" kimseler olarak bahsetmektedir. Çünkü tüm hayatlarını Allah'a adamış, Allah'ın rızasına, cennetine karşılık sahip oldukları maddi manevi herşeylerini ortaya koymuşlardır.

Tek Vekil Allah'tır

İnananların Allah'a karşı güçlü ve kararlı bir teslimiyet gösterebilmelerini ve her ne zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar yılgınlığa kapılmadan "Rabbimiz bize yeter" (Al-i İmran Suresi, 173) diyebilecek bir ruha sahip olabilmelerini sağlayan çok önemli bir özellikleri vardır: Allah'ın rızasını kazanma şevki.

İmanın kazandırdığı bu şevk insanın hem bedensel hem de zihinsel kapasitesini olabilecek en yüksek seviyeye çıkartan ve böylece kişinin, hayatını her an, hep en güzel ve en huzurlu şekilde yaşamasını sağlayan bir güçtür. Allah sevgisinden kaynaklanan bu heyecan, inananlara büyük bir manevi kuvvet ve yine şiddetli bir dayanıklılık ve direnç verir. Çelik gibi bir irade, gözüpek ve yiğit bir karakter kazandırır. Müminler bu imani güç sayesinde her zorluğu en güzel şekilde göğüsleyebilir ve şartlar her ne olursa olsun tüm güçleriyle Allah'ın rızasını kazanmak için gayret sarf etmeye devam ederler.

Allah Kur'an'ın pek çok ayetinde şevkin önemine dikkat çekmiş ve müminlerin şevkte sınır tanımadan birbirlerini teşvik edip güçlendirmelerini tavsiye etmiştir. "... Müminleri hazırlayıp-teşvik et..." (Nisa Suresi, 84) ayetiyle de emredildiği gibi, inananları şevklendirmek Kur'an ahlakını yaşayan insanlar için önemli bir ibadettir.

Bu ayetin işareti doğrultusunda müminler hayatlarının sonuna kadar her an daha da artan bir şevke sahip olmalıdırlar. Müminin amaçlarından birisi de, tüm inananlara şevkin ne kadar büyük bir nimet ve müminlerin gücüne nasıl güç katan bir özellik olduğunu göstererek onları daha da şevklendirmektir. Aynı zamanda da şevkin, şartlar her ne olursa olsun müminleri başarılı kılan önemli bir sır olduğunu açıklamak, sabırla ve tevekkülle zorluklara göğüs gerip şevklerini yitirmeyenlere vaat edilen güzellikleri müjdelemektir. Allah'ın çağrısına uyarak müminleri hazırlamak, teşvik edip şevklendirmek ve onlara "eni göklerle yer kadar olan cennete kavuşmak için yarışmalarını" (Al-i İmran Suresi, 133) bir kez daha hatırlatmak şüphesiz Allah'ın razı olduğu işlerdendir. (Harun Yahya, Kur'an'da Şevk ve Heyecan)

Ayrıca Allah'ın bildirdiği gibi "yarışıp öne geçenlerden" olmak varken, kendilerine "orta bir yol" tutan ve dinini bu şekilde yaşamayı yeterli gören kimseleri de, böylesine büyük bir nimetin varlığını hatırlatarak harekete geçirmek çok önemlidir.

Aşağıdaki ayet müminlerin kalplerinde yaşadıkları şevki çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır:


"Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir." (Hucurat Suresi, 15)

11 Ocak 2011 Salı

Gizli kimliğiniz Samimiyet

"Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbinize icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan)." (Muhammed Suresi, 47).

Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini karşısındaki insana olduğu gibi yansıtması, alabildiğine dürüst, açık ve net olmasıdır. Kişinin gerçek düşüncelerini ve gerçek kimliğini hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan açıkça ortaya koymasıdır. Samimiyetin önemli bir özelliği ise, kalpte yaşanmadığı takdirde hiçbir şekilde taklidinin yapılamamasıdır. Samimi insanın tüm tavırları doğal ve içinden geldiği şekildedir ve bu doğallık da insanlar üzerinde çok derin ve olumlu bir etki oluşturur. Samimi insanın bakışları, konuşması, üslubu, mimikleri çok doğal ve etkileyicidir.

Samimiyetin gücü

Pek çok insan samimiyetin bu gücünden ve etkisinden habersizdir. Bu nedenle de, ancak samimiyet ile kazanılabilen bu özellikleri çok farklı tavırlarda ararlar. Kimi insanlar karşılarındaki kişileri etkilemek için yapmacık tavırlara başvururlar. Karşılarındaki kişinin en çok hangi tavırlardan, hangi düşüncelerden etkileneceğini düşünüyorlarsa, içlerinden gelmediği ya da o şekilde düşünmedikleri halde, karşı tarafı hoşnut edebilmek için o şekilde görünmeye çalışırlar. Her insanın birbirinden çok farklı karakter özelliklerine sahip olması nedeniyle de, herkesin yanında farklı bir kişiliğe bürünmeye, farklı tavırlar sergilemeye, farklı düşünceleri savunuyormuş gibi görünmeye çalışırlar. Oysa bu samimiyetsiz yaklaşım onları ikiyüzlü davranmaya yöneltir. Öte yandan içten gelmeyen bu yapmacık tavırlar, kişinin gerçek karakterini yansıtmadığı için karşı taraf üzerinde de beklenilen etkiyi oluşturmaz.

Hatta tam tersine iticilik, soğukluk ve uzaklık meydana getirir. Bu kişinin gerçek kişiliğini gizlediğini ve her tavrının yapmacık olduğunu bilmek, karşısındaki kişi üzerinde bir tedirginlik ve güvensizlik oluşmasına neden olur.

Yapmacık tavır, Kuran ahlakının dışında bir yaşam çizildiğinde ortaya çıkar. Bu da kişileri Allah'ın rızasını değil, insanların rızası gözeten dolayısıyla kayıpta olan bir yaşama sürükler. Yüce Rabbimiz Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını affetmeyeceğini Kur'an'da şöyle bildirmiştir:

"Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur." (Nisa Suresi, 48)

Allah, Kur'an'da, kendilerini insanların rızasını ve hoşnutluğunu kazanmaya adamış kişilerin durumunu ise şöyle bir örnekle açıklamıştır:

"Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar." (Zümer Suresi, 29)

Samimiyet Allah korkusu ile kazanılır.

Allah'ın Kur'an'da bildirdiği gerçeklerden uzak yaşayan cahiliye insanları, samimiyetsizliğin Allah katındaki ve insanlar üzerindeki karşılığını gereği gibi düşünmedikleri için yapmacık tavırlara bürünmekte bir sakınca görmezler. Yapmacıklık, Kur'an ahlakını yaşamayan insan karakterinde sık sık görülebilmektedir. Bu tür insanlar, arkalarından konuştukları, aslında hiç hoşlanmadıkları, saygı duymadıkları insanların yüzlerine karşı ortak menfaatleri nedeniyle, sahte bir sevgi ve ilgi gösterebilirler. Çekinmeden birbirlerine yalan söyleyip aldatabilir, bir insan hakkındaki olumsuz kanaatlerini gizleyip, sorulduğunda tam tersi yönde bilgi verebilirler.

Oysa Kur'an ahlakını yaşayan bir insan bu tür tavırlardan titizlikle kaçınır, çünkü kalbinde Allah korkusu vardır. Hiçbir zaman küçük menfaatler uğruna insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaz. Tüm bunların, insanı hem Allah katında hem de insanların gözünde küçük düşürecek seviyesiz tavırlar olduğunu bilir ve buna hiçbir zaman tenezzül etmez. Amacı hayatının her anında Allah'ın rızasını kazanabileceği davranışlarda bulunabilmektir. Allah'ın beğendiği ahlakın ancak samimiyet ile yaşanabileceğini bilir. "... O, sinelerin özünde olanı bilendir." (Şura Suresi, 24) ayetindeki gibi Allah'ın insanların kalplerinde gizlediklerini bildiğinin şuurundadır. Allah bu gerçeği bir başka ayette "Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir." (Taha Suresi, 7) şeklinde bildirmiştir. Bu nedenle insanın, kalbinde olanı çevresindeki insanlardan gizlemesinin kendisine hiçbir faydası olmaz. Allah bunu zaten bilmektedir. İnsanın, bu gerçeğe rağmen, insanları aldatmaya çalışması büyük bir samimiyetsizlik ve akılsızlık olur.

Bunun yanı sıra Kur'an ahlakını yaşayan bir insan, insanların rızasını kazanmanın kişiye ne dünyada ne de ahirette bir fayda sağlamayacağını da bilir. Bu nedenle iman sahipleri şirkten ve insanların rızasını kazanmaya yönelik tüm tavırlardan titizlikle sakınırlar. Bu da, onların samimiyette bir ömür boyu kararlılık göstermelerini sağlar. Çünkü şirkten tamamen arınmış gerçek bir tevhid inancı samimiyeti şart koşar.

4 Ocak 2011 Salı

Müminlerin kuvveti ihlastan gelir

Allah'a ve ahirete inanmayan insanların birlikteliklerinin temelinde, hep dünyevi değerlere verilen önem ve yine dünyevi menfaatlere yönelik beklentiler yatar. Bu kimseler bir araya gelmekle bir anlamda karşılıklı bir menfaat anlaşması yapmış olurlar; taraflar karşılıklı olarak birbirlerine destek olur ve böylece müşterek menfaatler elde etmeye çalışırlar. Kurulan bu ittifak sadece bir güç birliğinden ve menfaat beklentisinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla da beklentiler yok olduğunda birliğin bozulması da son derece doğaldır.

Allah'ın "Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akıl etmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir." (Haşr Suresi, 14) ayetiyle insanlara haber verdiği gibi, inkar edenler her ne kadar birlik ya da dayanışma içerisinde gibi görünseler de temelde kalpleri paramparçadır.

Bu nedenle inkar edenler arasındaki bu birliktelikler her zaman için dağılıp yıkılmaya mahkumdur. Dünya üzerinde insanlar arasında gerçek bir birliktelik, gerçek bir dostluk ve ittifak sağlayabilecek güç ise 'iman'dır. Hesap gününden korkan iman sahibi insanlar bir araya gelerek, dünyada başlayıp ahirette de sonsuza kadar devam edecek sağlam bir ittifakın temellerini atmış olurlar. Birbirlerini araya hiçbir çıkar beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah'ın rızası için sever, birbirleriyle Allah'ın rızası için dost olur ve Allah'ın rızası için birlik olurlar. Temeli dünya üzerindeki en sağlam kaynağa, Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu birliğin bozulması, yıkılması Allah'ın dilemesi dışında hiçbir şekilde mümkün olmaz. (www.dinsizliginkabusu.com)

İmanın gücü

İman edenler, "Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (Saff Suresi, 4) ayetindeki örnekte olduğu gibi birbirlerine kenetlenip yıkılması mümkün olmayan bir bina gibi aşılması imkansız bir kuvvet oluştururlar. Başka bir ayette "(O zaman) Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249) hükmüyle ifade edildiği gibi kalplerindeki bu iman ve ihlas ile az sayıda bile olsalar, milyonlara galip gelecek bir şevk ve irade kazanmış olurlar. İhlası daima ayakta tutmalarından dolayı Allah'ın desteğini kazanmış olurlar ki, Allah'ın "mutlak galip olan" olması nedeniyle işlerinde her zaman üstün gelip, başarı kazanırlar. (Harun Yahya, Kuran'da İhlas)

Allah'ın "eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz." (Al-i İmran Suresi, 139) ayetinin sırrına vakıf oldukları için kimsenin delip geçemediği, nifak sokup dağıtamadığı, birbirine düşürmeyi başaramadığı, şüphe verip gücünü kıramadığı olağanüstü bir direnç ve kuvvet gösterirler. Bu birliği oluşturan kişilerin her biri Allah'a karşı içli bir korku duyup O'ndan sakınır. Kuran ayetlerine kayıtsız şartsız teslimiyet gösterirler. Allah'tan başka hiç kimsenin rızasını aramaz, Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar.


Tesanütlerinin nedeni ihlaslarıdır

Müminler, kendi içlerinde büyük bir ihlasla Allah'ın rızasını aradıkları için hiçbir zaman bir kargaşa, anlaşmazlık ya da ihtilafla karşı karşıya gelmezler. Çünkü Kur'an ayetleri son derece açıktır. Tüm inananların Kur'an'a kayıtsız şartsız uyduğu ve her zaman Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik hareket ettiği bir ortamda müthiş bir uyum ve düzen meydana gelir. Herkes ihlasla Allah'a ve Kur'an'a itaat ettiği için tüm işleri akıcı bir düzen içinde kolaylıkla hallolur. Kendi menfaatleriyle çatıştıklarında her biri de dinin ve inananların menfaatlerinden yana tavır koydukları ve her zaman için kardeşlerinin nefislerini kendilerinkinden üstün tuttukları için müthiş bir tesanüt, birlik ve dayanışma ortamı oluşur. Bu birliğin oluşması için Müslümanların her zaman bir arada olmaları da gerekmez. Önemli olan birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşuyor ve hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsunlar iman edenlerin sarsılmayacak bir manevi birlik oluşturmalarıdır.

Bu kişiler, sonsuz ahiret arkadaşları olmaya niyet etmiş olmalarından dolayı derin bir sevgi, saygı ve sadakatle birbirlerine bağlanmışlardır. Bundan dolayı da asla rekabete, çekişmeye ya da ihtilafa imkan tanımazlar. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, Allah korkularından ve ihlaslarından dolayı asla yılgınlığa, gevşekliğe ya da iradesizliğe kapılmazlar. Birinde bir kusur olacak olsa, bir diğerinin imanı ve ihlası onu o durumdan çekip çıkarır. Sürekli birbirlerine iyiliği emredip, kötülükten menettikleri için giderek imanları güçlenir, ihlasları ve dolayısıyla da kuvvetleri artar.