24 Kasım 2009 Salı

İbadete ve kul olmaya yanaşmayanlar

Bediüzzaman maddeyi ilah edinen felsefecilerin durumunu şöyle anlatmaktadır: "Firavunlaşmış maddiyyun (maddeciler, mâneviyata inanmayanlar felsefeciler) gibi, «Kendi kendine oluyorlar. Kendi kendini besliyorlar. Kendilerine lâzım olan herşeyi yaratıyorlar» mı tahayyül ediyorlar ki, îmândan, ubûdiyetten (ibadet ve kulluktan) istinkâf ederler (çekinirler). Demek kendilerini birer Hâlık (yaratıcı) zannederler. Halbuki birtek şeyin Hâlıkı, herbir şeyin Hâlıkı olmak lâzım gelir. Demek kibir ve gururları onları nihayet (son) derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlûb bir âciz-i mutlakı, bir Kadîr-i Mutlak zannederler. Mâdem bu derece akıldan, insâniyetten sukut etmişler (alçalmışlar). Hayvandan, belki cemadattan (cansız cisimlerden) daha aşağıdırlar. Öyle ise, bunların inkârlarından müteessir olma (üzüntü duyma). Bunları dahi, bir nevi muzır (zararlı) hayvan ve pis maddeler sırasına say. Bakma, ehemmiyet verme." (25.Söz)

İnsanların bir kısmı kendilerinde muazzam bir güç var zanneder ve Allah'a karşı büyüklenirler. Allah'a karşı aczini bilmeyen, O'nun ayetlerinden yüz çeviren herkes şeytanın oyununa kanmış demektir. Çünkü çok açık bir gerçek vardır ki, yeryüzündeki ve insanın bedenindeki tüm sistemlerin üzerinde hiçbir kişinin tasarrufu bulunmamaktadır. İnsanların teknoloji olarak isimlendirdiği, hayatlarını kolaylaştırmak için geliştirdikleri sistemlerin tümünden çok daha üstün sistemler doğada bulunmaktadır. Bilim adamları bu muazzam akılı incelemekte ve tasarımlarını doğaya bakarak geliştirmektedir. Tüm bu gerçekler orta iken tek bir sineğin uçuşundaki mükemmelliğe yetişemeyen, gözle görülemeyen mikroplara karşı yenilen insanlar müthiş bir kibir içine girmektedirler.

İnsan çok az düşünse, bu dünyaya kendi iradesiyle gelmediğini, ne kadar kalacağını bilmediğini, hayatında bir an sonrasından habersiz olduğunu, sahip olduğu fiziksel özelliklerin kendi seçimiyle kendisine verilmediğini rahatlıkla görür. Bu gerçekler karşısında insanın Bediüzzaman'ın belirttiği gibi Allah'a ibadetten çekinmesi büyük bir akılsızlıktır. Bu kişiler ölümlerinin ardından Allah'ın huzuruna çıktıklarında çok küçük düşecekler, dünyada akıl dışı ve mantıksız davranmış olduklarını göreceklerdir.

Kendisi kendisini köreltmeyen her insan Allah'ın büyüklüğünü, her şeyi yoktan var ettiğini, insanlara sahip oldukları bütün imkan ve özellikleri verenin O olduğunu, dilediği anda hepsini geri alabileceğini anlar. Tüm canlılar ölümlüdür, baki (varlığının sonu olmayan) sadece Allah'tır. Yaratıldığını bilen bir insanın kibirli ve azgın bir tavır içinde olması mümkün değildir. Ancak ölümlü olduğunu unutacak kadar akıl zafiyeti yaşayan bir insan yaratılmış olduğunu inkar edebilir.

Allah Kuran'da bizlere yarattığı insanlardan bir kısmının son derece zalim ve kibirli olacağını şöyle bildirmektedir:

"İnsan, bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiştir. Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir." (Yasin Suresi, 77-79)

Allah'ın bilinmesi, tanınması ve sevilmesi vicdan meselesidir. İnsanların bir kısmı karşılarında MUCİZE bile getirilse yine inanmazlar. Bu nedenle yaratılış harikalarını görebilen insanlar bir takım bilim adamlarının veya felsefecilerin iman etmiyor olmalarına bakarak kendi gördükleri gerçekten yüz çevirmemelidirler. Her toplulukta bu tarz bireylerin bulunacağı Allah'ın bildirdiği bir gerçektir:

"İki seddin arasına kadar ulaştı, onların önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu."(Kehf Suresi 92-93)

17 Kasım 2009 Salı

Evrimcilerin en çok tekrarladıkları kelime "Mucize"

Meydan Larousse'da 'mucize' kelimesi "insan aklının ölçülerini aşan tabiat yasalarının dışına çıkan, dini inanca dayanan oluş" olarak tanımlanır.

Bir olay veya bir varlık için mucize kelimesini kullanan bir kişi doğanın dışında var olan bir güce inanıyor demektir. Çünkü mucize 'doğaüstü' olaylara verilen isimdir. Oysa evrim teorisine göre her şey doğanın eseridir. Evrimciler sahip oldukları bu ön kabul ile gördükleri bilimsel gerçekleri ifade ediş tarzları arasında büyük bir çelişkiye düşerler. Doğanın kendisinden 'doğaüstü' bir olay beklemenin mantıksızlığı çok açıktır. Dolayısıyla evrimciler her mucize kelimesini zikrettiklerinde aslında gerçekte varlık aleminin dışında bir gücün varlığını kabul etmiş olmaktadırlar.

Burada evrimcilerin zihinlerinde yaşadıkları bu ikilemin ifadelerine nasıl yansıdığına kısaca değinmek istiyorum.

NTV'de yayınlanan The Human Body isimli belgeselde insan vücudu ve insanın doğumu hakkında birçok bilgi verilirken, belgeselde en çok tekrarlanan cümlelerden biri "bu evrimin bir mucizesidir" idi.

Rockefeller Üniversitesinde 20 yılı aşkın bir süre iç kulağı inceleyen David Corey işitme duyumuz için şu açıklamayı yapmıştı: "Tüylü hücrelerin mekanikleri inanılmaz. Bir tüy demetinin hareketi "adeta sihirli bir biçimde" duymamıza olanak sağlıyor. Bu hücreler öylesine muhteşem ki onlara bakmaktan asla yorulmuyorum.

Geo dergisinin Ağustos 2008 sayısında Martin Paetsch'in yumurtanın yapısı hakkında yazdığı makalenin başlığı "Yumurta Mucizesi" idi. Paetsch yaptığı araştırmaların sonucunu okuyucularına şöyle aktardı: "Bu dahiyane kapsülün barındırdığı inceliğin güzel bir örneği tavuk yumurtasıdır. Bu günlük besinimiz, mühendislerin çok şey öğrenebileceği biyolojik bir mucizedir. Hem sağlamdır, hem kolay açılır. İçeriğini kurumaya karşı korur ama yeterli gaz alışverişine de izin verir."

Prof Dr. Ali Demirsoy ise gözün müthiş kompleks yapısını tesadüflerle açıklayamadığı için, klasik evrimsel sahtekar üsluba başvurur: "Fakat tam oluşmuş bir gözün meydana gelmesi (memeli gözü gibi) birkaç yüz milyon yıldan eskiye uzanmaz. Bu karmaşık bir organın bu kadar kısa sürede oluşması evrimsel bir mucize kabul edilmektedir." (Kalıtım ve Evrim,s.74)

Evrimci bilim adamları bir yandan evrimin tamamen şuursuz tesadüfler zinciri olduğunu savunurken bir yandan da doğadaki harikalıkları tamamen tesadüf zıttı kelimelerle açıklarlar. Evrimciler tesadüflere dayalı evrimin bilinç sahibi olduğunu, ne yaptığını bildiğini, planlama yaptığını ve bu planları uygulamaya koyduğunu, yaptığı planlara yönelik cansız varlıkları ve atomları kusursuzca organize ettiği, strateji belirlediğini iddia ederler.

Evrimcilerin içinde bulunduğu mantık zafiyetinin farkında olan İngiliz biyolog ve genetikçi C. D. Darlington bu konuda şunları söylemektedir:

"Bize insanoğlunun sanatı kademe kademe geliştirdiği ve sonunda tarihin ışığında ortaya çıktığı anlatıldı. Bu "yavaş yavaş" ve "adım adım" gibi insanın beynini uyuşturmak için kullanılan kelimeler sürekli olarak tekrarlandılar. Amaç büyük bir bilgisizliği örtmekti. Biri şu soruyu sormalıydı: Hangi kademeler? Ancak bu soruyu soran kişi de verilen yavan cevaplarla uyuşturuldu ve vazgeçti. Çünkü hiç kimse medeniyetin bir anda oluştuğunu düşünmek bile istemiyordu."

Evrim konusunda müthiş bir çıkmazın içinde olan Darwinistlerin mantığı, Kuran'da mucizeler görseler bile inanmayacakları bildirilen insanların mantığına benzer.

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)

Evrimciler inceledikleri, araştırdıkları varlıkların harikalığını görüp bu harikalığı kendi dilleri ile 'mucize' olarak yorumlamalarına rağmen hala tesadüfün doğayı meydana getirdiklerini savunmaları , günümüzde de mucize gördüğü halde iman etmeyen insanlar bulunduğunun bir göstergesidir.

10 Kasım 2009 Salı

Bilim dünyasının hayran olduğu 0.5 gr'lık hücre topluluğu

Bu et parçasının ismi Hipofiz bezidir. Nohut büyüklüğündedir. Beynin hipotalamus bölgesine küçük bir sap ile bağlıdır. Bu bağlantı sayesinde hipotalamustan doğrudan emir alır. Bu emir doğrultusunda gerekli hormonu üretir ve vücutta ihtiyaç duyulan düzenlemenin yapılmasını sağlar.

Hipofiz bezi insan vücudu üzerinde o kadar etkilidir ve o kadar harika işler başarır ki, bu sebeple uzun yıllar bilimsel araştırmaların konusu olmuştur ve halen de olmaktadır. Hatta bu küçük et parçası bir anlamda bilim dünyasının "saygısını" kazanmıştır. Birçok kaynakta hipofiz bezine, sahip olduğu olağanüstü yetenekler göz önünde bulundurularak, ilginç "yakıştırmalar" yapılmaktadır. Örneğin kimi kaynaklarda hipofiz bezi "hormon orkestrasının şefi" olarak tanımlanmaktadır. Bazı kaynaklarda da hipofiz bezine hormonal sistemin "şahı" yakıştırması yapılmaktadır. Aynı zamanda hipofiz bezi "olağanüstü biyolojik harika" olarak da tanımlanmaktadır.

Hipofiz bezi, 12 farklı hormon üretmektedir. Hipofiz bezi yalnızca belirli doku hücrelerini etkileyen hormonlar üretmekle kalmaz, aynı zamanda kendisinden çok uzakta bulunan diğer hormonal bezlerin çalışmalarını da düzenler. Bir anlamda yöneticilerin yöneticisi gibi çalışır. Burada öncelikle üzerinde durulması gereken konu, bir nohut büyüklüğündeki hipofiz bezinin nasıl olup da kendisinden çok uzakta bulunan bir başka hormonal beze emir verebildiğidir. Örneğin böbrek üstü bezindeki hücreler, hipofiz bezinden kendilerine ulaşan emri nasıl anlayıp yorumlarlar ve bu emre niçin itaat ederler?

Hipofiz bezinin ürettiği hormon, tam olarak hedeflenen hücrenin üzerinde bulunan alıcı antenlere uygun olarak tasarlanmıştır. Oysa hiçbir hipofiz hücresi mesaj gönderilen hormonal bezi görmemiştir. Hipofiz hücreleri böbrek üstü bezini oluşturan hücrelerin alıcılarının nasıl bir yaratılışa sahip olduğunu bilemezler. Bu, bir insanın kendisinden binlerce kilometre uzakta, başka bir ülkede bulunan bir evin, hiç görmediği kapısının üzerinde bulunan kilide uygun bir anahtarı, bir seferde hatasız bir şekilde yapmasına benzer. Hipofiz bezini oluşturan hücreler hiç görmedikleri bu kilitlere uygun anahtarı yapmayı nereden bilirler?

Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta, bu sistemde hataya yer olmadığıdır. Eğer üretilen anahtar hedeflenen kapıyı açmazsa, yani üretilen hormon hedeflenen bölgede görevini yapmazsa bunun sonucu ölümdür. Örneğin eğer hipofiz bezinin ürettiği hormon böbrek üstü bezini hareket geçirmezse sonuç ölüm olur.

Hipofiz bezi ve böbrek üstü bezi iki hücre topluluğudur. Hücrelerin kendi aralarında haberleşmeleri, birbirlerinin dilinden anlamaları, bu haberleşme sonucunda üretime geçmeleri insanların gözlerinin önüne serilmiş gerçek bir mucizedir.

İnsan eğer biyoloji eğitimi almadıysa vücudunda meydana gelen bu muazzam olaydan haberdar dahi olmaz. Günlük yaşamda gördüğünüz insanların çoğu "hipofiz"in ne olduğunu bilmezler bile. İnsanı kuşatan bu bilgisizlik içinde onun yaşamı için gerekli olan tüm fonksiyonları hücrelere yaptıran Allah'tır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:

Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15)

Hipofiz bezinin yaptığı işlemlerin yapay ortamda gerçekleşebilmesi için insan bedeninin bir çok noktasında hassas termometreler, damarların içine kanın yoğunluğunu ölçen özel aletler, damarların yüzeyinde kan basıncını ölçen alıcılar ve hücrelerin çalışma hızlarını kontrol eden mini laboratuvarlar yerleştirilmedir. Ardından vücudun her noktasına yerleştirilen bu binlerce mikro aletten gelen bilgiler çok gelişmiş bir bilgisayara aktarılmalı ve gerekli değerlendirmeler her saniye yapılmalıdır.

Bu değerlendirmelerin yapılması da tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda, mevcut verilere göre hangi tedbirlerin alınacağının belirlenmesi ve alınacak tedbirlerin uygulamaya konulması için hangi hücrelere, nasıl bir emir verilmesi gerektiğinin de bilinmesi gerekir. Şüphesiz günümüz teknolojisi ile insan bedeninin derinliklerine binlerce termometre, mini laboratuvar, basınç ölçer gibi aletler yerleştirmek henüz imkansızdır. Ancak mümkün olan en mükemmel tasarıma sahip özel bir sistem, insan vücudunun derinliklerine doğuştan yerleştirilmiştir.

Allah Kuran'da insanları 'gerçekleri araştırıp bulmaya' davet etmektedir (Cin Suresi,14). Bilim dünyasında yapay bir modeli üretilememiş olan hipofiz bezi hakkında daha detaylı araştırma yapmak, yaratılış hakkında gerçekleri görmek bakımından pek çok insan için çok faydalı bir başlangıç olacaktır.

3 Kasım 2009 Salı

Anne sütü yaratılış mucizesidir

Her yıl bebek maması üreten büyük şirketler milyonlarca dolar harcayarak anne sütünü incelemektedirler. Bu sütün yerini alabilecek yapay bir ürün henüz keşfedilememiştir. Ulaştıkları son noktada bebeğin değişen ihtiyaçlarına göre her aşamada özel bir beslenme şekline gereksinim duyduğunu görmüş ve bu ihtiyaçların tümünü an an karşılayabilecek tek besin maddesinin de anne sütünde hazır olduğunu bulmuşlardır.

Anne sütünün en ilginç özelliği, bebeğin yaşına (daha doğrusu ayına) göre karışımının değişmesidir. Sütün kalori miktarı ve besin dengesi, bebeğin erken veya zamanında doğmuş olmasına göre de değişiklikler gösterir. Bebek erken doğumla (prematüre olarak) dünyaya gelmişse, anne sütünün içerdiği yağ ve protein miktarı normal olgunluktaki bebeğe göre daha fazladır. Çünkü erken doğan bebeğin yüksek kaloriye ihtiyacı vardır. Bu oran bebeğin gelişimine göre, emzirme süresince farklılıklar göstererek en mükemmel birleşimleri içerir. Bu hassas değişiklikleri hesaplamak ve buna göre sütün içeriğini ayarlamak, en gelişmiş teknolojiyi kullanan bilimadamları tarafından bile yapılamamaktadır.

Peki bebeğin gelişimine paralel olarak anne sütünde meydana gelen besin değişimini kim ayarlamaktadır? Erken doğum sonucunda dünyaya gelen bir bebeği koruyan ve ihtiyaçlarını karşılayan güç nedir? Bu merhameti ve şefkati anne göğsünde bulunan hücreler ve proteinler mi sağlamıştır? Yoksa şuursuz tesadüfler mi bebeğin üzerine tecelli eden merhametin kaynağıdır?

Doğumdan sonra son derece aciz ve güçsüz olan bu canlıyı koruyan, ona rızkını veren Rezzak (bütün canlıları rızık veren) olan Allah'tır.

Dünyaya yeni gelen bebek çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Çevresi farkında olmadığı milyonlarca düşman tarafından kuşatılmıştır. Gözle görülemeyen bu düşmanlar bakteriler ve virüslerdir. Normal bir insan bedeni, sahip olduğu savunma sistemi sayesinde bu düşmanlarla yirmidört saat aralıksız savaşır. İşte yeni doğan bebek için problem burada ortaya çıkar. Çünkü bebeğin vücudunda kendisini bu düşmanlara karşı koruyacak bir savunma sistemi yoktur.

Bu noktada çok büyük bir mucizeyle karşılaşılır. Bebeğin ihtiyacı olduğu savunma sistemi elemanları (antikorlar ve savunma hücreleri) anne sütünün içinde bebeğe verilir. Bu savunma sistemi elemanları, adeta paralı askerler gibi ait olmadıkları bir vücut için savunma yapar ve bebeği düşmanlarından korurlar.

Burada bir mucize daha görülür.

Normal bir insan protein ya da protein yapılı bir besin aldığında, bu proteinler midede parçalanırlar.

Bebeğin anne sütüyle beraber vücuduna aldığı antikorlar ve diğer savunma elemanları da protein yapılıdırlar. Öyleyse bebeğin sindirim sisteminin bu dost askerleri sindirmesi gerekir. Bu da bebeğin yine savunmasız kalması anlamına gelir.

Ancak bebeği de, savunma askerlerini de ve bu askerlerin yerleştirildiği anne sütünü de yaratan Allah, sisteme bir başka mucize eklemiştir. Bebeğin midesi bu dost askerleri sindirmez, bu sayede bebek milyonlarca düşmanına karşı bir savunma ordusu kazanır.

Anne sütünün yapısında bir mucize daha mevcuttur. Bebeğin sindirim sistemi anne sütüyle gönderilen bazı besinleri emebilecek güçte değildir.

Ancak anne sütünün içinde, bebeğin sindirim sisteminin bu besinleri emmesini sağlayacak özel enzimler bulunur. Yani bu besinleri anne sütüne yerleştiren Allah, bu besinlerin emilmesinin sağlanması için gerekli olan yardımcı maddeyi de anne sütüne eklemiştir.

Geçtiğimiz yıllarda anne sütünün, bebeğin hayati ihtiyacı olan D vitamininden yoksun olduğu zannedilmiş ve bu sözde eksik, dış katkı maddeleri ile sağlanmaya çalışılmıştı. Ancak, daha sonraki yıllarda gelişmiş aygıtlarla yapılan incelemeler sonucu, dünyada suda çözülebilen tek D vitamini türünün, anne sütünde bulunduğu ortaya çıkmış ve bu maddenin anne sütündeki diğer maddelerle birleştiği zaman, bebeğin sözkonusu ihtiyacını mükemmel bir şekilde giderdiği tespit edilmiştir. Bu gelişme ile birlikte insanoğlu, anne sütünün kusursuz, benzersiz ve yeri doldurulamaz bir besin maddesi olduğunun farkına varabilmiştir.

Karşımızda gerçek bir mucize bulunmaktadır. Annenin göğsünde bulunan birtakım hücrelerin, hiç görmedikleri ve hiç tanımadıkları dış dünyadaki bir varlığın, yeni doğmuş bir bebeğin bütün ihtiyaçlarını hesaplayamayacağı açıktır. Ayrıca bu hücreler bilim adamlarının laboratuvarlarda yapamadığını başarmakta ve en mükemmel besin karışımına sahip olan anne sütünü üretmektedirler. Unutulmaması gereken en önemli gerçek, annenin göğsünde bulunan süt bezlerini oluşturan hücrelerin, tıpkı diğer hücreler gibi şuursuz ve akılsız varlıklar olduklarıdır. İnsanı annesinin rahminde yaratıp şekillendiren Allah, aynı zamanda onu bu harika karışımla besleyip-büyütmektedir.