27 Mayıs 2008 Salı

İnsan, Allah'a muhtaç olarak yaratılmıştır

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katı'nda şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Rabbimiz tek hak ve hüküm sahibidir. Tüm kainat, göklerde ve yerde bulunan canlı - cansız herşey; tüm insanlar, hayvanlar, bitkiler, eşyalar Allah'a aittir. Hepsini yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Herşey O'nun emri ile hareket eder ve o dilediği sürece varlığını sürdürebilir. Tüm canlı varlıkları besleyen, onlara gökten ve yerden rızık veren, yeri yeşerten, geceyi karartan, Güneş'i parlak bir ışık kılan, mevsimleri var eden Allah'tır. Dünyanın yaratılışından itibaren yaşamış olan tüm insanları yaratan da Allah'tır. İstisnasız her insan varlığını Allah'a borçludur ve herşeyiyle O'na muhtaçtır. Allah'ın seçip insanların Kendisi'ne iman etmeleri için elçilik görevini verdiği peygamberleri de Allah'ın yarattığı kullardır. Tüm peygamberler O'nun emri ile hareket eden mübarek insanlardır.

Yüce Rabbimiz tüm varlıklar üzerinde mutlak hakimiyete sahiptir. O'nun dışındaki herşey, var olmak ve varlığını devam ettirebilmek için Rabbimiz'e muhtaçtır.

Allah kainatı yokluktan yaratmıştır. Dünyadaki tüm canlılar doğar ve ölürler, herşeyin bir ömrü, sayılı günü vardır. Kainatta, yok olmayacak hiçbir eşya ya da ölümsüz kalacak hiçbir canlı mevcut değildir. Oysa Kuran'da bildirildiği gibi Allah evveldir, ahirdir. (Hadid Suresi, 3) Yani başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. Allah, sonsuzluğun sahibi, zamanın ve mekanın üstünde olandır. O, herşeyden önce de vardır, sonra da olacaktır. Kainatın, canlıların, gezegenlerin, galaksilerin ve evrenin henüz yaratılmadığı, zamanın henüz var olmadığı anda yalnızca Allah vardı. Herşey yok olduktan sonra baki kalacak olan da O'dur. Ömrü ve zamanı yaratan Allah, maddeye ait tüm özelliklerden müstağnidir.

Allah, bu kavramları yaratan ve insanların zamana ve mekana tabi olarak yaşamasını uygun görendir. İnsan hiçbir zaman bir gün sonra, hatta bir saat sonra neler yaşayacağını bilemez. O ise bir işe hükmettiği zaman bir gün sonra, yıllar sonra ve kıyamete kadar o işin neyle sonuçlanacağına hakimdir. Dolayısıyla verdiği hüküm her zaman en doğru, en iyi ve en hikmetli olandır.

Kainattaki bütün varlıkların bir sonu vardır. Bir insan doğar, yaşar ve dünyadaki sınırlı ömrünün sonunda kaçınılmaz bir gerçek olan ölümle karşılaşır. İnsanların ölümü gibi, bitkiler ve hayvanlar aleminin yok oluşu da kaçınılmazdır. Onlar da doğduktan bir süre sonra birer birer ölürler. Canlı olan herşey hayatını tüketip toprağın altına girecektir. Ancak Rabbimiz baki olan, her zaman mutlak varlığını sürdürecek olandır. Sonsuzluk yalnızca O'na aittir.

İnsan acizdir, hayatı boyunca sürekli ilgiye ve bakıma muhtaçtır. Hayatının büyük bir bölümü kendi bedenine bakmakla, onu temiz tutmakla, beslenmesini ve uykusunu düzenlemekle geçer. Canlı cansız tüm kainatın yaratıcısı olan Allah ise Hayy'dır. Daima diridir, her an herşeye hakimdir, herşeyi bilir, herşeye güç yetirir, O'nu uyku ve uyuklama tutmaz, her türlü acizlikten de münezzehtir. O, yarattıklarına çeşitli acizlikler vermiş ve bu eksiklikleri fark edip yalnızca Kendisi'ne yönelerek kulluk etmelerini, herşeyi Kendisi'nden istemelerini emretmiştir. İnsana düşen de, Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini, tek bir saniye bile hayatını devam ettiremeyeceğini bilerek Rabbimize yönelip dönmektir. Allah Kendisi'nden başka hiçbir ilah olmadığını Kuran ayetlerindeki hikmetli örneklerle bizlere şu şekilde haber vermektedir:


Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun yanında olanlar, O'na ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve yorgunluk duymazlar. Gece ve gündüz, hiç durmaksızın tesbih ederler. Yoksa onlar, yerden birtakım ilahlar edindiler de, onlar mı (ölüleri) diriltecekler? Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir. O, yaptıklarından sorulmaz, oysa onlar sorguya çekilirler. Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: "Kesin-kanıt (burhan)ınızı getirin. İşte benimle birlikte olanların zikri (Kitab'ı) ve benden öncekilerin de zikri." Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 19-24)


Milli Gazete

20 Mayıs 2008 Salı

Kutlu Peygamberimizin üstün ahlakı

Peygamber Efendimiz, Allah'ın "… ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için son peygamber olarak gönderilen, Allah'ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı, Allah'ın dostu, Rabbimizin katında üstünlüğü olan, müminlerin de dostu, en yakını ve velisidir.

Peygamberimiz (sav)'i görmemiş olsak bile, Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden, güzel tavırlarını, konuşmalarını, gösterdiği güzel ahlakı tanıyabilir, ona benzemek, ahirette onunla yakın bir dost olabilmek için elimizden gelen çabayı en fazlasıyla gösterebiliriz. Günümüzde insanlar, özellikle de gençler birçok insanı kendilerine örnek almakta, onların tavır ve konuşmalarına, üsluplarına, giyim tarzlarına özenmekte, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu insanların büyük bir çoğunluğu doğru yolda olmadığı gibi, tavır ve ahlak güzelliğine de sahip değildirler. Bu nedenle insanları doğru olana, en güzel ahlak ve tavıra özendirmek önemli bir sorumluluktur. Bir Müslümanın, tavrına ve ahlakına özenmesi, benzemek için çaba göstermesi gereken kişi, Hz. Muhammed (sav)'dir. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)

Müslümanlar Peygamberimiz (sav)’in ahlakını çok iyi bilmeli ve onun ahlakını örnek alan insanlardan oluşan bir topluluğun ne kadar üstün özelliklere ve güzellliklere sahip olacağını göstererek insanları Peygamberimiz (sav)’in ahlakına özendirmelidirler.

Peygamber Efendimiz, sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hiçbir çıkar veya dünyevi bir kazanç düşünmeden, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çaba göstermiştir. Peygamberliği boyunca türlü zorluklarla karşılaşmıştır. Kavminden inkar edenler ve müşrikler ona karşı son derece incitici sözler söylemişler, hatta büyücü veya delidir demişler, bazıları da Peygamberimiz (sav)'i öldürmek dahi istemiş ve bunun için planlar kurmuştur. Buna rağmen, Peygamberimiz (sav) her kültürden ve karakterden insanı eğitmeye, onlara Kuran'ı, dolayısıyla güzel ahlakı, güzel tavrı öğretmeye çalışmıştır.

Peygamberimiz (sav)'in nelere sabır göstererek üstün bir ahlak sergilediğini düşünen müminlerin karşılaştıkları olaylarda kendilerine onu örnek almaları gerekir. Nefislerine ters düşen en küçük bir olayda ümitsizliğe kapılanlar, en küçük bir itirazda tahammülsüzlük gösterenler, Allah'ın dinini anlatmaktan vazgeçenler ya da yaptıkları ticarette başarısız olunca mutsuz olanlar, bu tavırlarının Allah'ın Kitabı'na ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uygun olmadığını bilmelidirler. İman edenler, her olayda sabır gösterip, Allah'ı vekil tutup O'na hamd ederek, Peygamberimiz (sav) gibi üstün bir ahlak göstermeli ve Rabbimizin rızasını, rahmetini ve cennetini ummalıdırlar.

Peygamberimiz (sav)'in en güzel örnek olduğu konulardan biri sadece Allah'ın rızasını gözeten tavrıdır. Peygamberimiz (sav) sadece Allah'tan korkup sakındığı ve hiçbir zaman insanların hevalarına uymadığı için daima en doğru yolda olmuştur. Kuran ahlakının bu özelliği insan için büyük bir kolaylık ve güzelliktir. İnsanları memnun etmeye, kendini onlara beğendirmeye çalışan, hem Allah'ın hem de insanların rızasını arayarak, takdir ve övgü peşinde koşan kişiler için her yaptıkları iş büyük bir ağırlıktır. Böyle insanlar hem içlerinden geldiği gibi, samimi, özgür düşünüp davranamazlar, hem de her insanı aynı anda memnun edemeyecekleri için aradıkları övgü ve takdiri de bulamazlar. En küçük bir hatalarında bile paniğe kapılır, gözüne girmeye çalıştıkları kişilerin hoşnutsuz olduklarını gördüklerinde onların saygı ve güvenini kaybetme korkusunu taşırlar.

Oysa, sadece Allah'ın rızasını gözeten, sadece Allah'tan korkup sakınan Müslümanlar hiçbir zaman başaramayacakları ve onlara dünyada ve ahirette sıkıntı ve kayıp getirecek bir yükün altına girmezler. Hiçbir zaman insanların hoşnutluğu, ne düşündükleri, ayıplayıp kınamaları gibi konularda hesap yapmazlar. Bu nedenle her zaman rahat ve huzurludurlar. Bir hataları olduğunda da bunun hesabını sadece Allah'a vereceklerini, sadece Allah'tan bağışlanma dilemeleri gerektiğini bildikleri için yine bir sıkıntı ve endişe içinde olmazlar.

İşte Peygamber Efendimiz hem sözleri hem de hali ile müminlere ihlasla yaşamayı öğretmiş ve bütün insanlık için ağır bir yük olan "insanların rızasını gözetmeyi" onların sırtından almıştır. Elbette bu, Peygamberimiz (sav)'in inananların üzerinden kaldırdığı zorluklardan yalnızca biridir. Hz. Muhammed (sav), bu şekilde dünyada ve ahirette hayır ve güzellik getirecek pek çok konuda tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Peygamberimiz (sav)'in izinden giden Müslümanların da, hem tüm insanlığa güzel ahlakları ve iyi huyları ile örnek olmaları, hem de sözlü ve yazılı olarak onları güzel ahlaka davet etmeleri gerekir.


Milli Gazete

13 Mayıs 2008 Salı

İslam ahlakının güzelliği

Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uyan Müslümanlar çok üstün bir ahlaka sahiptirler. Tavırları, tepkileri, sohbetleri, estetik zevkleri, sanat anlayışları, görgüleriyle diğer insanlara örnektirler. Birarada olunmaktan hoşlanılan, insanlara fayda sağlayan, her zaman güzelliklere vesile olan kişilerdir. En dikkat eken özellikleriyse sevgi dolu, yumuşak huylu, ılımlı ve mütevazi olmalarıdır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), üstün ahlakı, aklı, feraseti, basireti, tevazusu, sevgisi ve merhametiyle tüm müminlere örnek olmuş, bulunduğu ortamlar en güzel ve hikmetli sohbetlerin olduğu, coşkulu, muhabbetli, temiz, ferah, huzur ve güven veren ortamlar haline gelmiştir. Tüm Müslümanların da bu gerçeğin bilinciyle kendilerini sürekli geliştirmeleri, ahlaklarını daha da güzelleştirmek için gayret etmeleri ve bulundukları her ortamın mübarek Peygamberimiz (sav)'in bulunduğu ortamlar gibi olmasına özen göstermeleri gerekir.

Sevgi, merhamet, anlayış ve tevazu imanın en önemli alametlerindendir.
Sevgi tüm insanlar için çok büyük bir nimet, hayatlarını güzelleştiren bir lütuftur. Gerçek sevgiyse derin bir iman ve içli bir Allah korkusuyla yaşanır. Müminler, gördükleri güzel bir manzarayı, rengarenk çiçekleri, çeşit çeşit hayvanları, birbirinden lezzetli meyveleri ve sebzeleri, ihtişamlı bir evi, gösterişli bir arabayı, estetik bir sanat eserini, etkileyici bir müziği Allah'ın tecellileri ve eserleri olarak beğenip severler. Bu nedenle de bu güzellikler karşısındaki duyguları coşkulu ve içtendir. Sevgileri, Rabbimiz'e şükürlerinin samimi ifadesidir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in hayatıyla Müslümanlara öğrettiği sevgi, müminlerin kalplerini yumuşatır, merhametli ve ılımlı olmalarına vesile olur.

Müminlerin Allah'ın tecellisi olarak görüp en çok sevgilerini yönelttikleri varlıklar ise mümin kardeşleridir. "Mü'minler ancak kardeştirler..." (Hucurat Suresi, 10) ayetiyle Rabbimiz, Müslümanların birbirlerinin kardeşleri olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle Müslümanlar arasındaki ilişki, aynı öz kardeşler arasında olduğu gibi, derin sevgiye dayalı, birbirini koruyucu ve kollayıcıdır. Müminler arasındaki kardeşlik, derin sevgi ve bağlılık cennetin de özelliklerinden biridir. Rabbimiz, Kuran'da şöyle buyurmuştur: "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47)

Müslümanlar birbirlerinin velisi, yardımcısı, gerçek dostlarıdırlar. Her Müslüman, diğer Müslüman kardeşine hürmetle, saygıyla, sevgiyle yaklaşmalı, onun için her türlü fedakarlığı severek yapmalı, vefa göstermelidir. Kardeşlerine merhamet duymalı, hatalarına karşı hoşgörülü olmalı, kusurlarını en güzel şekilde telafi etmeye çalışmalı, kırıcı ve üzücü her türlü tavır ve üsluptan şiddetle kaçınmalıdır. Peygamberimiz (sav)'in, "Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız..." hadis-i şerifiyle Müslümanlara bildirdiği ahlakın gereği de budur. (Harun Yahya, İslam Birliğine Çağrı)

Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)'in yumuşak ahlakını, "Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir." (Tevbe Suresi, 128) ayetiyle övmüştür. Mübarek Peygamberimiz (sav)'in yoluna uyan ve O'na gönülden itaat edenlerin de diğer müminlere karşı ilgili, düşkün, şefkatli ve esirgeyici olmaları gerekir. Peygamberimiz (sav) ile birlikte yaşama şerefine erişmiş olan müminlerin birbirlerine olan sevgileri, düşkünlükleri ve fedakarlıkları da tüm Müslümanlar için bir örnektir. Allah, Kuran'da Peygamberimiz (sav)'le hicret eden Müslümanların, Medine'deki müminler tarafından en güzel şekilde karşılanışlarını ve gösterilen fedakarlığı tüm Müslümanlara örnek vermiştir:
"Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)

Hz. Muhammed (sav)'in iman edenlere öğütü; "Hediyeleşin, birbirinizi sevin..." hadis-i şerifiyle bildirildiği gibi, Müslümanların birbirlerini sevmeleri ve dost olmalarıdır. Çekişme, ihtilafa düşme, farklılıkları birer ayrılık konusu kılma Müslümanların sakınmaları gereken durumlardır. Müslüman bireyler ve toplumlar arasındaki farklı anlayışlar ve uygulamalar birer kültür zenginliği olarak değerlendirilmelidir. Hz. Muhammed (sav)'in müminlere vasiyet ettiği ahlaka eksiksiz uymak iman edenlerin yükümlülüğüdür. Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:
....Birbirinize hased (çekememezlik) etmeyiniz. Birbirinize buğz (düşmanlık) etmeyiniz. Birbirinizle iyi ilişkileri kesmeyiniz. Birbirinizden yüz çevirip küsüşmeyiniz ve ey Allah'ın kulları,
kardeşler olunuz.

Unutmamak gerekir ki, Allah Kuran'da müminlere "çekişip birbirlerine düşmemelerini" (Enfal Suresi, 46) emretmekte ve bunun Müslümanları zayıflatacak bir durum olduğunu bildirmektedir. Müslümanlar, Rabbimiz'in "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın..." (Al-i İmran Suresi, 103) buyruğuna göre birlik ve beraberlik ruhu içinde olmalı, "birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak" (Saff Suresi, 4) yakınlık kurmalıdırlar. Müminlerin dostluk ve kardeşlik duygularından uzaklaşıp birbirlerini veli edinmemeleriyse, Rabbimiz'in bildirdiği gibi yeryüzünde karmaşaya ve kötülüğe sebep olabilecek büyük bir hata olur. Hiçbir Müslümanın bu sorumluluğun vebalini üstlenmek istemeyeceği açıktır. Allah, bu tehlikeyi şöyle bildirmiştir: "İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73)

Güleryüzlü ve Güzel Sözlü Olmak
Müslümanların sevgilerinin ve tevazularının neticelerinden biri de güleryüzlü ve güzel sözlü insanlar olmalarıdır. Rabbimiz, "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Suresi, 53) ayetiyle iman edenlerin kullanması gereken üslubu bildirmiştir. Bu ayet, Müslümanların tüm insanlara ve birbirlerine karşı kullandıkları üsluba çok dikkat etmeleri, incitici, iğneleyici, alaycı, sert, kınayıcı söylemlerden şiddetle kaçınmaları gerektiğini gösterir.
Allah'ın iman edenlere emrettiği ahlaka uyanlar, kötülüğe dahi iyilikle cevap verir, Allah rızası için sabreder, hoşgörülü olur, öfkeden, katılıktan ve sertlikten sakınırlar. Üslupları ve tavırlarındaki itidal insanlara güven verir. Hz. Ali, Allah'ın seçkin kıldığı mübarek Peygamberimiz (sav)'in bu konudaki güzel tavrını müminlere şöyle örnek verir:
... İnsanları birbirine sevdirecek, birbirlerine kaynaştıracak şeyleri konuşurdu. Onları ürkütmez, kaçırmazdı. Her kavmin liderine önem atfederdi; ikram ederdi...
Görüldüğü gibi Peygamberimiz (sav)'in güzel sözü ve hikmetli tavırları insanların birbirlerini sevmelerine, birbirlerine dost olmalarına vesile olmuş, onların kalplerini İslam ahlakına ısındırmıştır. Hz. Muhammed (sav)'in, toplumların liderlerine önem göstererek ve onlara ikramda bulunarak göstermiş olduğu ince nezaket de müminler için önemli bir örnektir. Peygamberimiz (sav)'in torunu Hz. Hasan da, Hz. Muhammed (sav)'in konuşmalarındaki hikmet ve güzelliği müminlere şöyle anlatmıştır:
Mani kelimelerle (az sözle çok mana ifade edecek şekilde) gayet güzel ve veciz konuşurdu. Sözlerinde ne fazlalık olurdu ve ne de eksiklik.
Tüm bunlar müminlerin konuşmalarının nasıl olması gerektiğini gösteren çok değerli bilgilerdir. Müslümanların sözlerinin yanı sıra tavırlarındaki nezaket ve asalet de son derece önemlidir. Koşullar ne olursa olsun güleryüzlü olmak, müminlerin asilliğinin bir göstergesidir. Bu konuda da her zaman olduğu gibi Kuran ahlakı ve Hz. Muhammed (sav)'in tavrı müminlerin ölçüsüdür. Peygamberimiz (sav)'in hayatına şahit olma şerefine erişmiş olan müminler, kendisinin güleryüzünü, nezaketini, ince düşüncesini ve insaniyetini çok farklı örneklerle ifade etmişlerdir:
Onun güler yüzlü oluşu ve herkese nazik davranışı adeta onu halka bir baba yapmıştı. Herkes onun katında ve nazarında eşit idi.
Allah Resulü daima güler yüzlü, yumuşak huylu idi...
Allah Resulü... halkın en çok gülümseyeni ve en neşelisi idi.
Peygamberimiz (sav) ashabına da güler yüzlü olmalarını tavsiye etmiş ve şöyle demiştir:
Sizler insanları mallarınızla memnun edemezsiniz, onları güzel yüz ve güzel huyla hoşnut edersiniz.
Allah Teala kolaylık gösteren ve güler yüzlü kişiyi sever.

Müslümanların Sohbet Ortamları
Müslümanların güzel ahlaklarının en çok tecelli ettiği ortamlardan biri de birarada bulundukları sohbet ortamlarıdır. Daima Allah'ın adının anıldığı, Rabbimiz'in isminin yüceltildiği, Allah rızası için faydalı ve hayırlı işlerin konuşulduğu bu ortamlar, ferahlığı, temizliği, iç açıcılığının yanı sıra Müslümanların güzel tavırlarıyla da dikkat çekicidir. Müslümanların birarada bulundukları ortamlar, sevginin en güzel şekilde tezahür ettiği, nezaketin ve saygının asıl olduğu, iltifatın, gönül alıcılığın ve güzel sözün hakim olduğu ortamlardır.

Müslümanların sohbetleri içten ve samimidir. Yapmacıklık, riya müminlerin sakındıkları kötü davranışlardır. Müminler istişareyle hareket ettiklerinden herkesin sözü ve fikri değerlidir. Müslümanların sohbet ortamları kesinlikle tartışmacı değildir. Çünkü İslam ahlakı, iman edenlerin kendi görüşlerinde ısrarcı olmamalarını, vicdana, adalete ve hayra en uygun olan fikre uymalarını gerektirir. Müminler "benim fikrim kabul edilsin", "benim düşüncem en doğrusu" gibi kibire ve inatçılığa dayalı ısrarcılıktan uzak dururlar. "... Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle de buyurulduğu gibi, bir Müslüman, her zaman için kendisinden daha iyi bilen biri olabileceğini, en isabetli düşünceye kendisinin sahip olduğunu iddia etmenin büyük bir yanlış olduğunu bilir. Kendisi bir konuda bilgi sahibi olsa dahi, karşısındakinin de bir başka konuda derin bilgi sahibi olabileceğini düşünür. Bu nedenle diğer mümin kardeşlerini ilgi ve nezaketle dinler. Öncelikle onların sözlerinden, tecrübesinden birşeyler öğrenmeye çalışır. Müslümanların bu güzel ahlakı, Kuran ayetlerine uymanın bir sonucu ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in ahlakının müminlerdeki bir yansımasıdır.
İmam Gazali, güvenilir hadis kaynaklarına dayanarak Peygamberimiz (sav)'in sohbet ortamlarını şöyle tarif etmiştir:
... Huzurunda oturan herkese mübarek yüzünden nasibini verir, iltifat buyururdu. Bu yüzden huzurundaki herkes onun nezdinde kendisinden daha değerlisi olmadığı düşüncesine kapılırdı. Evet onun oturuşu, dinleyişi, sözleri, güzel latifeleri ve teveccühü hep nezdinde oturanlar içindi. Bununla birlikte onun meclisi haya, tevazu ve emniyet meclisiydi... Kendilerine ikram ve gönüllerini hoş tutmak için sahabelerini künyeleri ile çağırır, künyesi olmayanlara künye bularak onunla hitap ederdi.

Hz. Ali ise bu mübarek sohbet ortamlarını şöyle anlatmaktadır:
(Birlikte) oturduğu kimselerin her biriyle ilgilenir, farklı muamele ettiği izlenimi vermezdi. İhtiyacını gidermesi için onunla oturan veya onu ayakta tutan kimseye karşı sabırlı olur, o kişi ayrılmadıkça kendisi onu terk edip ayrılmazdı.
Kimsenin sözünü kesmez, bitirinceye kadar beklerdi.

Tüm bu bilgiler Müslüman ahlakının ve yaşantısının nasıl olması gerektiğini açıkça göstermektedir. Müslümanlar, tıpkı Peygamberimiz (sav)'in olduğu gibi, sevgileriyle, tevazularıyla, nezaketleriyle, temizlikleriyle, yumuşak huylarıyla, güleryüzleriyle, merhametleriyle, anlayışlı tavırlarıyla, güzel sözleriyle insanlara örnek olmalı, tavırlarıyla Kuran ahlakını ve sünneti en güzel şekilde yansıtmaya özen göstermelidirler. Bu güzel ahlakı gösterenler, Allah'ın izniyle, pek çok insanın İslam ahlakına ısınmasına sözleriyle ve anlattıklarıyla olduğu kadar davranışlarıyla da vesile olabilirler.


Milli Gazete

6 Mayıs 2008 Salı

Maddeci Felsefe Her Türlü Manevi Değere Karşıdır

Maddeci felsefenin özünde Allah'ın varlığını inkar eden, manevi değerleri, dürüstlük, kardeşlik, paylaşma, sevgi, barış gibi güzel ahlaka dair her türlü özelliği reddeden bir toplum özlemi yatmaktadır. Materyalistlerin en büyük amacı Allah'ı ve dini inkar eden, başıboş insan toplulukları oluşturmak ve hiç kimseye hiçbir şey için hesap vermeyen bir insan modeli meydana getirmektir.

Geçtiğimiz 20. yüzyılda ve içinde bulunduğumuz dönemde, manevi değerler tarihte belki de ilk defa bu kadar geri plana itilmiş, yerine maddecilik geçmiştir. Materyalizm kişinin insani ve tabi eğilimlerine karşı olduğu için fıtrata aykırı bir düzendir. İnsanın fıtratında sevgi, yardımseverlik, iyilik, merhamet gibi erdemler bulunur. Ancak materyalist toplum bireyleri egoist ve bencil karakterlidirler. Allah’ın tecellileri olan diğer kişilere değer vermezler. Herkes kendi çıkarını korur, başkalarının iyiliği, sağlığı, güzelliği kimseyi ilgilendirmez. Hatta bu gibi olumlu özelliklerin kendisinden başka kişilerde olması materyalist insanı rahatsız eder. Kendisi hep en iyi durumda olmak ister. Üstün olma isteği diğer kişileri ezmesine neden olur. Yardım talep eden bir kişiye, “işime geç kaldım” veya “yardım kuruluşuna gidin” der. Trafik kazası olur yardım etmez. Yoksul, aç olanlarla ilgilenmez.

Modern toplum olarak görülen günümüz toplumu, bu tip zihniyete sahip şahıslarla doludur. Bu ahlak yapısının temeli insanların dinden uzaklaşmalarıdır. Din ahlakından uzaklaşmış toplumlarda, kısa sürede şiddetli bir ahlaki ve manevi yıkım oluşur. Din karşıtı sapkın düşünceler yaygın olarak kabul edilmeye başlar.

Günümüzde çevremize şöyle bir bakarsak, materyalist felsefenin neden olduğu derin ve son derece önemli tahribatların izlerini hemen görebiliriz. İnsanların birbirlerinden kopuk, yardımlaşma, fedakarlık, saygı ve sevgi bağları olmadan yaşamalarının, ilerlemenin, gelişmenin, uygarlaşmanın bir sonucu olduğu toplumlara empoze edilmektedir. Daha fazla üretim ve gelişme için böyle bir sonuca katlanılması gerektiği telkini sık sık verilmektedir. Oysa bu, gelişmenin ve uygarlığın değil, insanların kendilerini "hayvan statüsü"ne getirip tüm manevi değerlerini terk etmelerinin bir sonucudur.

Materyalistlere göre tüm evren, insanlar da dahil olmak üzere kaosun ve rastlantıların eseridir. Bu anlayışın toplumlara telkin edilmesi, başıboş olduğunu zanneden, sorumsuz insanlar oluşturmaktadır. Amacı olmayan bir insan ise düşünmez, kendisini geliştirmeyi hedef edinmez; umursuzdur, alaycıdır, vurdumduymazdır, hiçbir şeyden etkilenmez, vicdanını kullanmaz, hiçbir sınır ve kural tanımaz. Sahip olduğu hiçbir erdem ve güzellik olmaz. Kendi sapkın anlayışına göre, bu dünyada besinini bulabilmeli, üreyebilmeli, bazı ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, mümkün olduğunca zevk ve eğlencesine bakma peşinde koşmalıdır.

Herhangi bir dünya görüşüne, hatta yüzeysel bir bakış açısına dahi sahip olamayacak kadar tecrübesiz olan genç jenerasyonun materyalist düşüncelerden etkilenmesi ruhu anlamda sağlıksız bir neslin yetişmesine neden olur. İstatistiklere göre materyalist zihniyetin yaygın olduğu Fransa’da ortaokullarda okuyan öğrencilerin %60’ı uyuşturucu madde kullanmaktadır. Avrupa’nın genelinde her dört dakikada bir intihar olayı meydana gelmektedir. İsveç sokaklarında yaşanan soygun olaylarından dolayı geceleri yanlız dolaşılmaması tavsiye edilmektedir.

Dünyanın pek çok yerinde maddeci felsefe nedeniyle yaşanan sorunları temelinden ortadan kaldırabilecek olan, yalnıca Kuran ahlakının yaşanmasıdır. İnsanlar hak dine yöneldikleri, Kuran'ın insan hayatına getirdiği güzellikleri, sevgiyi, şefkati, merhameti, adaleti, fedakarlığı, yardımlaşmayı, hoşgörüyü yaygın olarak yaşadıkları zaman bu belalar da son bulacaktır. Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi "hak gelecek" ve "batıl yok olacak"tır:
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)

Milli Gazete