31 Ekim 2006 Salı

İman edenler dünyanın çekiciliğine aldanmaz, ahiret için çalışırlar

İman edenler dünya hayatında sahip oldukları tüm nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğunu ve tüm bunları salih amellerde bulunabilmeleri için verdiğini bilirler. Bundan dolayı tüm imkanlarını Allah’a şükrederek ve O’nun rızası için kullanırlar. Rabbimiz, iman edenlerin şükredici tavırlarına karşılık olarak onların üzerindeki nimetini daha da artırarak mükafatlandıracağını müjdelemiştir:

Rabbiniz şöyle buyurmuştu: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.’ (İbrahim Suresi, 7)

Dünya hayatının geçiciliğini kavrayan müminler için bu hayata ait hiçbir şey; ne sahip oldukları maddi imkanlar, ne işleri, ne eş-dostları onları Allah’ı anmaktan ve O’nun rızasını kazanacak işler yapmaktan alıkoymaz. Allah müminlerin bu özelliklerini Nur Suresi’nde şöyle bildirmiştir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Allah bu dünyada kendilerine ne kadar çok nimet ve imkan verirse versin, iman edenler için bunların hiçbiri Allah’ın rızasını kazanmaktan daha önemli değildir. Çünkü Kur’an’da, “De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (Tevbe Suresi, 24) ayetinin hükmüne göre, bunun kendilerini dünyada ve ahirette hüsrana uğratacağının şuurundadırlar.

Yine Kur’an’ın “Eğer insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı (Allah’ı) inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık. Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp- dayanacakları koltuklar, ve (daha nice) çekici-süsler (de verirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Ahiret ise Rabbinin Katında muttakiler içindir.” (Zuhruf Suresi, 33-35) ayetleriyle hatırlatıldığı üzere, dünya nimetlerinin tüm ihtişamının gelip geçici olduğunu, iman edenler için Allah Katında nimetlerin en güzeli olduğunu bilirler.

Rabbimiz, dünya hayatının ahirete kıyasla sahteliğini kavrayarak yaşamlarını Allah’ın rızasını kazanmaya adayan kullarını eşsiz güzellikteki cennetle şöyle müjdelemektedir:

İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. Yapıp- edenlere ne güzel bir karşılık. (Âl-i İmran Suresi, 136)

Hiç şüphesiz Allah, müminlerden-karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip- müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 111)

17 Ekim 2006 Salı

Sizin için belirlenmiş kaderinizi yaşıyorsunuz

Kader, Allah’ın tüm varlıkların yaşayacakları hal ve hadiseleri önceden belirlemiş olmasıdır. Büyük küçük tüm canlıların -küçük bir sinek, büyük bir fil, denizdeki küçük bir balık yavrusu ya da dünyanın herhangi bir yerindeki mikroskobik bir canlıya kadar- ve uçsuz bucaksız kainattaki tüm varlıkların tüm hallerini, başlarına gelecek büyük küçük her olayı Allah’ın takdir etmiş olmasıdır.

İnsanın gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren sahip olduğu hiçbir fiziksel özelliğin seçimi kendine ait değildir. Anne-babasını seçemez, ten rengini, göz rengini, boyunu kendi isteğine göre belirleyemez. Açıktır ki, hiçbir fiziksel özelliğini seçme gücüne sahip olmayan insanın yaşayacaklarını da kendi isteğine göre belirlemesi söz konusu değildir. Kur’an’da, “Hiç şüphesiz, biz herşeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49) ayetiyle bu gerçek insanlara haber verilmiştir.

Ne herhangi bir insan -ister büyük güce sahip bir işadamı ister Afrika kıtasında yaşayan bir kabile üyesi olsun- ne de herhangi bir varlık -ister denizin derinliklerinde yaşayan bir canlı, ister dev bir ormanda yaşan küçük bir böcek olsun- Allah’ın kendisi için belirlediği kaderin dışına çıkamaz. İnsanın yaptığı herşey de kendisi için belirlenmiş olan kader doğrultusunda gerçekleşmektedir. Bu durum Kur’an’da insanlara şöyle bildirilmektedir:

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahitler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

İnsanın yaşadığı ve yaşayacağı her anın kaderde belirlenmiş olduğu bu ayetlerde bildirilmiştir. Kur’an’da bildirilen bu gerçekleri göz ardı eden insan uçsuz bucaksız evrende, dünya üzerindeki milyarlarca insanın arasında rastlantılar içinde yaşayıp gittiğini sanır. Bu durumda kendini, dilediği gibi davranma özgürlüğüne sahip başıboş bir canlı gibi görür. Böyle bir bakış açısı da insanın kendini müstakil ve Allah’tan bağımsız bir varlık sanarak derin bir gaflet içine dalmasına sebep olur.

Hareket etmeye karar verdiğiniz ve ayağa kalktığınızda, siz daha bu kararı vermeden yapacaklarınız belli idi. Ya da gazeteyi açıp bu yazıyı okuyacağınız an siz doğduğunuzdan beri belli. Kaderinizin dışında hiç bir adım atamaz, hiç bir kelime söyleyemezsiniz. Bugün ve bugüne kadar yaşadığınız olaylar gibi, bundan sonra da yaşayacaklarınız bellidir. Yaşadığınız fakat henüz haberinizin olmadığı olaylardan her bir saniye geçtikçe haberdar oluyorsunuz. Hangi başarıları elde edeceğiniz, hayatınızda kimlerle karşılaşacağınız, yakalanacağınız hastalıklar ve nerede-nasıl öleceğiniz kaderinizde bellidir. Siz yaşanmış ve tamamlanmış olan hayatınızı yaşıyorsunuz.

İnsanlar genelde ölümle hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri bir yerde karşılaşırlar. Allah bu gerçeği, “... Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır.” (Lokman Suresi, 34) ayetiyle bildirilmektedir.

Şu anda yaşayanların ve doğacak olan tüm insanların ne zaman ölecekleri bellidir. Bu gerçek Kur’an’da, “Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’dur. Adı konulmuş ecel, O’nun katındadır...” (Enam Suresi, 2) ayetiyle haber verilmektedir.

Ölüm vaktinin bilinmemesi insanın dünyadaki imtihanının bir sırrıdır. Bunun bilincinde olan mümin her an ölecekmiş gibi ahiret yurdu için hazırlık yapar. Allah’ın tüm emir ve yasaklarını samimi bir şekilde hayatının her anında yerine getirir.

Kadere tabi olduğunun bilincinde olan insanın yapması gereken, sahip olduğu herşeyi ve karşılaştığı her olayı Allah’ın rızası ve rahmetine yönelerek Allah’ın istediği şekilde değerlendirmektir. Allah’ın sonsuz aklı ve ilmi ile takdir edilmiş olayları yaşadığı için Yüce Rabbine tam bir teslimiyet duymalı ve şer gibi görünen olaylarda da hayır olduğunu bilerek tevekkül etmelidir. Çünkü Allah bu dünyada kullarını imtihan etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de insanların dünya hayatları süresince denendikleri şöyle bildirilmiştir:

Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)

10 Ekim 2006 Salı

"“Yanlarında kitabın ilmi bulunanlara" düşen sorumluluk

İnkâr edenler şöyle derler: ‘Sen gönderilmiş (Allah’ın bir elçisi) değilsin.’ De ki: ‘Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter ve yanlarında kitabın ilmi bulunanlar da (bu gerçeği bilir).’ (Rad Suresi, 43) Ahir zamanın tüm alametleriyle yaşandığı bu dönemde, kendilerini Müslüman olarak kabul eden, Allah’a iman eden ve O’nun dinine teslim olan her insanın önünde çok önemli bir sorumluluk vardır: Allah için birlik olmak. Allah, tarih boyunca elçileriyle kavimleri uyarmış, onların kendi üzerlerinde ve çevrelerinde ayetlerini görebilmeleri için öğüt ve hikmet yüklü bir çok olay var etmiştir. Günümüzde yaşanan olaylar da tüm İslam âlemi için çok önemli işaretler ve hikmetler içeren önemli gelişmelerdir. Özellikle Ramazan ayının yaklaştığı ve maneviyatımızın Rabbimiz için tutacağımız oruç ibadetiyle daha da güçleneceği bu müjdeli günlerde, tüm iman edenlerin Allah’ın bizlere bildirdiği bu emrini yerine getirmesi farzdır: “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...” (Ali İmran Suresi, 103) Cinayetlerin arttığı, zulmün ve işkencenin yoğunlaştığı, inkar edenlerin dinsizlik akımlarını iman edenlerin arasında yaygınlaştırmak için açık ve gizli ittifak ettiği böyle bir dönemde, hangi mezhepten, tarikattan ya da cemaatten olursa olsun, Allah’a iman ettiği, Allah için namaz kıldığı ve oruç tuttuğu, Allah’ın dinine uygun hayat sürdüğü için tüm Müslümanların birbirlerini sevmeleri, birbirlerini gözetmeleri ve iyilikleri için yardımlaşmaları gerekir. Allah’ın ayetinde bildirildiği gibi iman edenlerin birbirlerine sımsıkı sarılmaları, saygı ve sevgiyle, iman coşkusuyla birlik olmaları esastır. Allah, Kur’an ayetlerinde Müslümanların birbirleriyle kardeş olduklarını, mümin erkeklerin ve kadınların birbirlerinin velileri olduklarını bildirmiştir. Bu yüzden Müslümanlar için tanıdığı veya tanımadığı, fakat Allah’a iman ettiğini, Kur’an’ı hak kitap olarak kabul ettiğini, kadere ve ahirete inandığını, Allah’a teslim olup Müslüman olduğunu, Allah’ın meleklerine ve elçilerine iman ettiğini söyleyen herkes dinde kardeşleridir. Allah için yaşayan Müslümanlar için bu büyük bir müjde olduğu gibi aynı zamanda önemli bir sorumluluktur. Bu demektir ki, dünya üzerinde bulunan bir buçuk milyar Müslüman, birbirlerinin kardeşleridir. Allah’ın emrettiği gibi dağılıp ayrılmadıkları ve Kur’an ahlâkını yaşamakta kararlı oldukları takdirde, tüm dünya şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir dayanışmaya şahit olacaktır. Böylece Allah’ın bildirdiği güzel ahlâkın yaşanmasıyla Müslümanlar kötülüğü iyilikle uzaklaştıracak, en güzel sözü söyleyecek, birbirlerini affederek ve hoşgörerek yeryüzünde belalara sebep olan fitnelerin kaldırılması için çok önemli bir ibadeti yerine getirmiş olacaklardır.

3 Ekim 2006 Salı

Ramazan Ayı'nı karşılarken

Ramazan ayı, Kur’an-ı Kerim’in indirildiği “bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi”nin içinde bulunduğu, yeryüzündeki tüm Müslümanların birlik halinde Allah’ın rızasını kazanmaya çalıştıkları, ibadet ve maneviyatla geçen mübarek bir aydır. Bu kutlu ayın, İslam alemine ve tüm insanlığa hayır ve bereket getirmesini Cenab-ı Haktan niyaz ediyorum.

Bir Ramazan’a daha İslam alemi karışıklıklar içerisinde girmektedir. Ancak İslam dünyası bu kadar karışık bir dönemi sadece birkaç nesildir görmektedir. Şu an sıkıntı, yokluk ve savaşların sürdüğü topraklarda Müslümanlar yüzyıllar boyunca huzur, güvenlik ve refah içerisinde yaşadılar. İslam dininin hakim olduğu Ortadoğu coğrafyasında yaşayanlar, Ramazan Ayı’nı nesiller boyunca güven içinde karşılamışlardır. Bugün bir çok ülkede baskı altında tutulan mazlum Müslüman kadın, erkek, yaşlı ve çocuklar tekrar bu dönemin kapanıp, İslam tarihinin o adalet, huzur ve barış dolu günlerine dönmek için dua etmektedirler. Bu dönem de Allah’ın izni ile çok yakındır. Bu Ramazan’da yine, tüm Müslümanlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, seher vaktinden akşam vaktine kadar oruç ibadetlerini yerine getireceklerdir. Çünkü oruç Rabbimizin farz kıldığı bir ibadettir.

Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (Bakara Suresi, 183)

Ayette de bildirildiği gibi oruç tutmanın getirdiği hayırlardan bir tanesi Müslümanın sakınmasıdır. Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmayı amaçlamış bir insan, O’nun rızasını kaybedecek tüm düşünce ve davranışlardan sakınmalıdır. Ramazan ayı boyunca da Müslümanın bu konuda dikkati son derece açıktır. Bu dönemi nefsini terbiye edebileceği, bir ay içerisinde süratlice eğitebileceği ve eskisine göre çok daha güçlü bir imana sahip olabileceği bir dönem olarak görür. Tüm Müslümanlar nefislerini arındırmış, imanlarını ve Allah korkularını kuvvetlendirmiş olarak bu ayı tamamlarlar. Ancak Ramazan Ayı’nda edinilen bu güçlü maneviyatın muhafazasına çok önem verilmelidir. İman etmek ve imanın artması, Allah’ın verdiği en büyük nimetlerden biridir. Müslüman bir kişi bunun kıymetini bilip, bu derinliği korumak için tüm çabasını göstermeli, nefsinin ve şeytanının, kendisini Allah’tan uzaklaştıracak oyunlarına kapılmamalıdır.

Ramazan ayı İslam tarihi boyunca, Müslümanların aç, fakir ve kimsesiz insanlara yardım elini uzatma dönemi olarak benimsenmiştir. Bu mübarek ay vesilesiyle çok özen gösterilen merhamet, fedakarlık, kardeşlik, affedicilik gibi mümin özellikleri, her zaman yaşanmalıdır.

Oruç tutan kişinin sofrasındaki her rızkı Allah yaratmaktadır. İnsan, tek bir tohumu veya tek bir su damlasını bile yaratmaya muktedir değildir. İnsan Allah’a muhtaçtır, aciz bir kuldur. Üzerine yükletilen sorumluluk ise Allah’ın yarattığı tüm bu nimetlere şükretmektir. İnsan, Ramazan ayının şükretme konusunda getirdiği şuur açıklığını da, yine tüm yaşamı boyunca korumalıdır. Çünkü insan, Allah’ın verdiği nimetleri saymaya kalkışacak olsa, ayette bildirildiği gibi “onu bir genelleme yaparak bile” (Nahl Suresi, 18) sayamaz.

İman eden bir kişinin, ömrünün her yılının sadece bir ayında Allah’ı razı edecek tavırlarda bulunup geri kalan on bir ayında bu düşünceden uzaklaşması düşünülemez. Kur’an ahlakına, geçirilen bu bir ayın sonunda daha da yaklaşılmalı ve bütün ömür, kazanılan bu kalp hassasiyetini daha da artırarak yaşanmalıdır. Yine Ramazan ayı vesilesi ile Allah’ın Müslümanlar üzerine indirdiği kardeşlik ve birlik duygusunu kesintiye uğratmadan sürdürmek gerekmektedir. Allah Saff Suresi’nde bildirdiği gibi “... Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlanarak mücadele edenleri” (Saff Suresi, 4) sever. Böyle bir birlik arayışına göre hareket etmek Müslümanların fıtratına da uygun olandır.