30 Eylül 2008 Salı

İyilik ve takva konusunda yardımlaşmak

Müminler birbirlerine olan merhametlerini, birbirlerini Allah’ın rızasının en fazlasını kazanacak tavırlara teşvik ederek gösterirler. Gerçek şefkatin karşılarındaki kimseyi cennete en layık olacak şekilde hazırlamak olduğunu bilirler. İşte bu nedenle de bu konuda güçlerinin yettiği oranda yardımlaşır ve birbirlerinin eksiklerini tamamlamaya, yanlışlarını düzeltmeye çalışırlar. Bu yardımlaşma aynı zamanda da Allah’ın bir emri ve Kuran ahlakının gereğidir. Kuran’da bu yardımlaşmanın sınırları şöyle bildirilmiştir:
... İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)

Ayette de açıklandığı gibi, müminler “günah ve haddi aşma” konusunda yardımlaşmazlar. Aslında bu da onların merhamet anlayışının bir sonucudur. Kendilerinden bu yönde bir yardım talep edildiğinde, “hatır kırmamak için” ya da “yardım etmezsem ayıp olur” gibi bir mantıkla hareket etmezler. Çünkü karşılarındaki kişinin, o an için yadırgasa bile, ahirette kesin olarak bu tavırdan razı olacağını ve en güzel merhamet şeklinin günah işlemesine izin verilmemesi olduğunu anlayacağını bilirler.

Yukarıdaki ayette Allah makbul olan yardımlaşmanın “iyilik ve takva” konusunda olması gerektiğini bildirmiştir. Kuran’da bize iyiliğin ne olduğu şöyle açıklanmıştır:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

Görüldüğü gibi gerçek iyilik, toplumda algılanan şeklinden farklıdır. Kuran ahlakını yaşamayan kimseler iyiliği, insanın canı istediği zaman, karşı tarafa bir lütuf olarak bir yardımda bulunması olarak algılarlar. Fakat bu, kişinin sürekli olarak değil, ancak zaman zaman uyguladığı bir tavırdır. Genellikle bu iyilikler yolda görülen bir dilenciye para vermek, yolculukta yaşlılara yer vermek ya da yapılan yemekten komşuya ikram etmek gibi geleneklerle sınırlıdır. Daha da önemlisi bunların hepsi kişinin menfaatlerini fazla zedelememesi şartıyla kabul edilir.
Oysa Bakara Suresi’ndeki ayette gördüğümüz gibi, Kuran’da bildirilen iyilik müminin tüm hayatını kapsayan bir ahlak şeklidir ve sadece kişinin canı istediğinde, aklına geldiğinde değil, tüm yaşamı boyunca uyguladığı bir ibadettir. Ayrıca hiçbir şarta bağlı değildir. Mümin gerektiğinde iyilik yapabilmek ve başkalarını iyiliğe teşvik edebilmek için her türlü fedakarlığı göze alabilir.

Yardımlaşılması istenen bir diğer konu da “takva”dır. “Takva” kelimesinin anlamı ise, “ahirette insana zarar verecek, sonsuz bir azaba yol açacak ve dünyada da sıkıntı, yıkım, felaket gibi şeylere neden olacak şeylerden sakınmak-korkmak, nefsi her türlü günah ve isyandan, bozulma ve sapmalardan korumak” demektir. Kuran’da takva ile ilgili bazı ayetler şöyledir:
... Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının. (Bakara Suresi, 197)
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

Kuran’da bize, Allah Katında asıl değer görecek olanın, yapılan işin mahiyeti değil, ne niyetle yapıldığı ve bir kişinin bu işi yaparken samimi davranıp davranmadığı olduğu bildirilmektedir. Bir ayette bu konuya şöyle bir örnek verilmiştir:
(Kesilen kurbanların) Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır... (Hac Suresi, 37)

Buna günlük hayattan da pek çok örnek vermek mümkündür. Söz gelimi bir kimse fakirlere para yardımında bulunabilir, çok yardımsever, ince düşünceli ve fedakarca tavırlar gösterebilir. Ancak buradaki ölçü şudur; eğer bu kişi tüm bunları yaparken, Allah’ı razı edebilme umuduyla ve sadece Allah’ın takdirini kazanmak amacıyla hareket ediyorsa tavrı takvaya uygundur. Eğer insanların hoşnutluğunu, övgüsünü kazanmak, gösteriş yapmak gibi bir niyeti varsa, bu durumda tüm yaptıklarının boşa gitmiş olma ihtimali vardır. Çünkü, kişi ahirette takvasına göre karşılık görecektir.

Müminler bir başkasına ancak rahatlık ve huzur getirme şartıyla yardımcı olurlar. Örneğin bir insanın sağlığına zarar gelmesine engel olmak, daha rahat yaşaması sağlamak, neşesini artırmak için, imanını güçlendirmek, daha huzurlu bir ortam sunabilmek için, başına gelen sıkıntılı durumdan kurtulmak için yardım ederler. Yani yapılan yardımın sonucunda yardım edilen kişinin iman, sağlık, neşe, huzur, rahatlık, güzellik olarak ilerlemiş olması esastır.
Ancak Kuran’ın merhamet anlayışından yoksun olan kimseler karşı tarafa yardım ederken böyle bir değerlendirme içerisine girmezler. Yapacakları yardımın neticesinde kişinin zarara uğrama ihtimalini dahi düşünmezler. Söz gelimi kumar, fuhuş ya da dolandırıcılık gibi bir amaç doğrultusunda kullanılması için borç para vermek, karşı tarafa büyük bir kötülük etmek demektir. Bu kişi sağlanan bu yardımla hem dünyada büyük sıkıntı içerisine girecek hem de Allah’ın haram kıldığı bir işe giriştiği için ahirette kötü bir karşılık görecektir. Günah konusunda yapılan bu yardımlaşma, yardımı sağlayan kişiye de büyük bir sorumluluk yükleyecektir. Günah işlenmesine vesile olan bir insan da en az bu tavrı gösteren kişi kadar hatalı davranmış demektir. Bu nedenle Allah, bu kimselerin ahirette bu yardımlarından dolayı azapla karşılaşacaklarını, ama artık birbirlerine yardım edemeyeceklerini bildirmiştir:
(Onlara seslenilir:) “Ne oluyor size, birbirinizle (dünyada olduğu gibi) yardımlaşmıyorsunuz?”
Hayır, bugün onlar teslim olmuşlardır. (Saffat Suresi, 25-26)

İyilik ve takva konusunda yardımlaşanlar ise şöyle bir karşılık alacaklardır:
Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Enam Suresi, 160)


Milli Gazete

23 Eylül 2008 Salı

Müminlerin birbirlerine olan duları

Müminlerin Ahireti İçin Dua Etmek
Müminlerin birbirlerine gösterdikleri en güzel merhamet şekillerinden biri birbirlerinin iyiliği için dua etmeleridir. İmanları gereği Allah’ın dilediği an dilediği herşeyi yapabilecek sonsuz bir güç sahibi olduğunu bilirler. Ayrıca Allah, “Kullarım beni sana soracak olurlarsa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad olurlar.” (Bakara Suresi, 186) diyerek müminleri dua ederek Kendisinden istekte bulunmaya çağırmış ve onların bu dualarına karşılık vereceğini bildirmiştir.

İşte müminler Rabbimizin bu çağrısına gönülden karşılık verir ve O’ndan dünyadaki ve ahiretteki her türlü güzelliği isterler. Ancak müminlere karşı duydukları merhamet, onların da iyiliği için dua etmelerini gerektirir. Kendileri için Allah’tan ne istiyorlarsa, diğer müminler için de en az bunları, hatta daha da fazlasını isteyecek kadar üstün bir merhamet anlayışına sahiptirler.
Bu merhametlerinin asıl sebebi ise cennet ve cehennemin ve ölümden sonra başlayacak olan sonsuz hayatın varlığından kesin emin olmalarıdır. Müminlerin de sonsuz yaşamlarını Allah’ın rahmeti içerisinde cennetlerde geçirebilmeleri için Allah’a sürekli olarak dua ederler. Allah’tan, kendilerinin ve mümin kardeşlerinin eksiklerini gidermesini, kötülüklerini arındırmasını, hatalarını bağışlamasını ve onlara cennetini nasip etmesini isterler.
Kuşkusuz bu çok üstün bir ahlaktır. Çünkü insanlar genelde hep kendi iyilikleri ve rahatları için çabalar ve hep kendilerine yönelik isteklerde bulunurlar. Müminlerin ayrıca diğer kardeşlerini de gözetiyor olmaları, onların üstün ahlaklarından kaynaklanmaktadır. Kuran’da müminlerin bu ahlaklarını yansıtan dualarına pek çok örnek verilmiştir:
…”Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara Suresi, 286)
“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” “Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez.” (Al-i İmran Suresi, 8-9)

Sonraki Nesillerin Mümin Olması İçin Dua Etmek
Kuran’da, müminlerin, ölümlerinden sonra arkalarında bırakacakları henüz yaşı küçük olan çocuklara karşı derin bir merhamet ve düşkünlükle yaklaşmaları gerektiğine dikkat çekilmektedir. Bu nedenle müminler kendi yaşamlarının sonuna yaklaştıklarında arkalarından yetişecek olan küçük çocukların başıboş, kendi hallerinde kalmalarına razı olmazlar. Onlara imanlı, dürüst, güvenilir, akıllı ve güzel ahlaklı olmanın yollarını gösterirler. Allah’ın bu konudaki emri şöyledir:
Arkalarında bıraktıkları zayıf çocuklardan dolayı korku duyanların, (vasiyetleri altında olanlar için de) içleri ürpertiyle titresin. Allah’tan korksunlar ve onlara doğru söz söylesinler. (Nisa Suresi, 9)

Allah Kuran’da peygamberlerden de bu konuda örnekler vermiştir. Peygamberler gerek çocukları gerekse kendilerinden sonra gelen soyları için dua etmiş, onların da güzel ahlaklı birer Müslüman olmaları için çaba harcamışlardır. Bu konuda Kuran’da bildirilen örneklerden bazıları şöyledir:
Ve onlar: “Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl” diyenlerdir. (Furkan Suresi, 74)
İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin”, “Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin.” (Bakara Suresi, 127-128)

Müminlerin Hataları İçin Bağışlanma Dilemek
Şu halde bil; gerçekten, Allah’tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de. (Muhammed Suresi, 19)

Kuran ahlakını yaşamanın müminlere kazandırdığı merhamet anlayışı, müminlerin birbirlerine karşı olan düşkünlükleriyle kendini gösterir. Müminler ahiretteki azaba karşı hissettikleri korkuyu mümin kardeşleri için de duyarlar. Kendi kurtuluşlarını istedikleri kadar diğer müminlerin de Allah’ın hoşnutluğunu ve cennetini kazanmalarını isterler. Bu nedenle de Allah’ın emrettiği şekilde onların da bağışlanmaları için dua ederler. Kuran’da müminlerin bu üstün merhamet anlayışlarına örnek oluşturan pek çok ayet vardır:
“Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” “Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.” “Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dine muhalefet etmeyensin.” (Al-i İmran Suresi, 192-194)
“Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü’minleri bağışla.” (İbrahim Suresi, 40-41)

Üstelik müminler, gelmiş geçmiş tüm iman edenler için de dua ederler. Allah’a iman eden her insan, hangi dönemde, nerede yaşamış olursa olsun onların kardeşleridir. Müminlerin bu yöndeki duaları bir ayette şöyle bildirilir:
Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: “Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.” (Haşr Suresi, 10)


Milli Gazete

16 Eylül 2008 Salı

İnkar edenlerin Cehennemi gördüklerinde yaşadıkları pişmanlık

Hesap günü tüm insanlar biraraya toplanacak ve hesaplarının belli olmasının ardından inkar edenler bölükler halinde cehenneme sevk edileceklerdir. Bu kalabalığın arasında tarih boyunca Allah'ın varlığını ve dinini inkar etmiş, Allah'ın ayetlerine karşı büyüklenmiş ve yüz çevirmiş olan herkes bulunacaktır. Aralarında dünyada kendilerince zenginlik ya da itibar sahibi olan kişiler de olacaktır. Ama bu insanlar, dünyada kendilerini kurtarabileceğini sandıkları şeylerin, o gün hiçbir fayda sağlamadığına şahitlik edeceklerdir. Rabbimiz Kuran'da tüm inkarcıların horlanarak ve aşağılanarak cehenneme doğru sürükleneceklerini haber vermiştir. Cehennemin kapısına geldiklerinde bekçiler suçlarını kendilerine bir kez daha itiraf ettirdikten sonra tüm inkarcıları içeri alacak ve cehennemin kapılarını üzerlerine kapatacaklardır. Allah Kuran'da inkarcıların cehenneme sevk edilişlerini şöyle anlatır:
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azab kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür. (Zümer Suresi, 71-72)
İşte bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarıp-azmanız ve azgınca ölçüyü taşırmanız dolayısıyladır. İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Artık mütekebbirlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Mü'min Suresi, 75-76)

Bu insanların arasında dünya hayatında Allah'ın azabıyla ve cehennemle karşılaşacaklarını bilmediğini söyleyebilecek tek bir kişi bile yoktur. Çünkü Allah sonsuz adaleti ile her insana dünyada iken uyarıcı göndererek onlara Kendi varlığını, hesap gününü, cenneti ve cehennemi hatırlatmıştır. Bu nedenle inkarcıların tümü cehennem azabını hak olarak yaşadıklarını ikrar edeceklerdir.

Dünyadayken uyarıldıkları halde büyüklenmişler ve kendilerini yaratan Allah'a, bile bile kulluk etmemişlerdir. Buna karşılık olarak da Allah bu kişilerin cehenneme boyunları bükük gireceklerini bildirmiştir. Rabbimiz'in bu gerçeği haber verdiği bir ayet şöyledir:
... Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)

Bu insanların bir kısmı dünyada kendilerini çok güçlü görmüşler ve bundan dolayı baş kaldırmışlardır. Güçlerinin kendilerini her türlü tehlikeye karşı koruyacağını sanmışlardır. Ne zaman kendilerine cehennemin varlığı, bu dünyada Allah'ın rızası için yaşamaları, ahirette cennet yurdunu istemeleri ve Allah'ın Kahhar (kahreden) sıfatı hatırlatılsa, şöyle demişlerdir:
Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azab etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)

Bu baş kaldırışlarına karşılık olarak cehennemin kapılarından içeriye alınacaklardır ve bir daha da Allah dilemedikçe dışarıya çıkmalarına izin verilmeyecektir. İşte ateşi gördükleri bu an inkarcılar yaptıklarından dolayı bir kez daha büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, cehennemden hiçbir kaçış yolu olmadığını anlayacaklardır:
Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)

Dünya hayatında anlamazlıktan geldikleri her şeyi artık açıkça görecek ve kavrayacaklardır. Bütün hayatlarını boş bir amaç uğruna tükettiklerini, çok az ve geçici bir menfaat uğruna ahiret yaşamlarını azap içinde geçireceklerini anlayacaklardır. Dünyada yaşadıkları birkaç on seneyi çok uzun zannetmiş ve bu yüzden ahireti düşünmemişlerdir. Burada acizlikler ve eksiklikler sebebiyle hiçbir zaman tatmin olmayan bir ruh halini yaşamayı, cennetteki kusursuz, hiçbir eksikliği olmayan, yorgunluk, açlık gibi fiziksel eksikliklerin de bulunmadığı, mükemmel nimetlerle dolu cennette büyük bir mutluluk içinde yaşamaya tercih etmişlerdir. Ama cehennemin kapılarından girdikten sonra artık geri dönüş imkanları olmadığını anlayacaklardır. Bu yüzden dünya hayatında sahip oldukları her şeyi fidye olarak vererek azaptan kurtulmaya çalışacaklardır. Kuran'da onların bu sonuçsuz çabaları şöyle bildirilmiştir:
...O'na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o! (Rad Suresi, 18)

Fakat bu insanların cehenneme gireceklerini anladıklarında gösterdikleri bu çabanın hiçbir karşılığı yoktur. Allah onların bu girişimden bir sonuç alamayacaklarını şöyle haber vermiştir:
Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve inkar edenlerden de. Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş yeridir. (Hadid Suresi, 15)

Elbette inkarcıların bu çabalarının sonuç vermemesinin önemli bir nedeni vardır. Allah onları dünyada iken cehennem azabını hatırlatarak uyarmıştır. Ve o gün hiçbir insanın bir diğerine yardım edemeyeceği, onu kurtarmak için hiçbir şey vermeyeceği, ayrıca verse bile bunun kabul edilmeyeceği konusunda onları uyarmıştır. İnsanları bu konuda uyarmak için Rabbimiz'in gönderdiği bir ayet şöyledir:
Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 48)

Ama onlar kendilerine yapılan her türlü uyarıya rağmen inkarda diretmiş ve bile bile kendilerine böyle bir son hazırlamışlardır. O gün kavrayacakları en büyük gerçeklerden biri kendi yaptıkları dolayısıyla cehennemi hak ettikleri olacaktır.
Bunu anladıklarında hissettikleri pişmanlık ise -Allah'ın dilemesi dışında- sonsuz hayatları boyunca hiçbir zaman kurtulamayacakları bir azap olacaktır. Çünkü artık çok önemli bir gerçekle yüzyüze gelmişlerdir. Eğer hayatlarını boş amaçlar yerine kendilerini ve herşeyi yaratan Rabbimiz'i razı etmeye adamış olsalar, bugün cehennemin kapısında değil cennetin yanında olacaklardır. Ama onlar doğru olanı yapmamışlardır ve bu yüzden de hüsranla karşılaşmışlardır.
Onlar için Allah'ın bir ayette bildirdiği gibi "kapıları kilitlenmiş bir ateş" (Beled Suresi, 20) vardır.
Yani cehennemin kapısından içeri girdikten sonra artık bu kapı üzerlerine kilitlenecektir. Ve bu kapının ardında Allah dilediği sürece yaşayacakları, sonu belli olmayan ateş azabı vardır. İnkarcılar için bu ateş azabından hiçbir zaman kaçma ya da kurtulma imkanı olmayacaktır. Allah onların atıldıkları bu ateşi "Hutame" olarak isimlendirmiştir. Hümeze Suresi'ndeki ayetler şöyledir:
Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir?
Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir.
Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar.
O, onların üzerine kilitlenecektir;
(Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır)."(Hümeze Suresi, 5-9)


Milli Gazete

9 Eylül 2008 Salı

Yapılan hatalara karşı affedici ve bağışlayıcı olmak

Merhametin önemli göstergelerinden biri kişinin affedici ve bağışlayıcı olabilmesidir. Allah Kuran’da iman eden kullarını “affedici ve bağışlayıcı” olmaya şöyle çağırmaktadır:
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)

Bu, insanın nefsine zor gelebilen, ama Allah Katında güzel karşılığı olan bir tavırdır. İnsan yapılan bir hata karşısında öfkeye kapılabilir ya da onu affetmek istemeyebilir. Ama Allah müminlere affetmenin daha güzel olduğunu bildirmiş ve onları bu ahlaka teşvik etmiştir:
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir... (Şura Suresi, 40)

Bir başka ayette Allah “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir” (Şura Suresi, 43) şeklinde bildirerek bunun üstün bir ahlak olduğuna dikkat çekmiştir.

Ayrıca Allah, “Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur Suresi, 22) ayetiyle müminleri bu konuda kendi durumlarını düşünmeye de teşvik etmiştir. Çünkü gerçekten de her insan Allah’ın kendisini bağışlamasını, esirgemesini ve rahmet etmesini ister. Yine aynı şekilde bir hata yaptığı zaman, çevresindeki insanların kendisini mazur görmesini ve affetmesini diler. İşte Allah müminlere bu durumu hatırlatarak kendilerine yapılmasından hoşlandıkları bir tavrı, başkalarına da göstermelerini bildirmiştir. Elbette bu, müminler arasında merhameti teşvik eden önemli bir emirdir.

Müminler diğer müminlere karşı, hataları her ne olursa olsun, affedici bir tutum izlerler. Ancak onların affetmeleri, cahiliye ahlakını yaşayan kimselerin affetmesinden çok farklıdır. Din ahlakını yaşamayan insanlar, çoğu zaman dilleriyle karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler bile, yapılan hataya karşı kalben duydukları kin ve kızgınlıktan kurtulmaları oldukça uzun sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak bir sitemkarlık içerisindedir. Nitekim ellerine ilk fırsat geçtiğinde de zaten kalplerinde biriktirdikleri bu kin ve öfkelerini dile getirirler.

Müminlerin affetme şekli ise tamamen samimiyet içerir. İnsanın hata yapabilecek bir yapıda yaratıldığını bildikleri için, daha en başından karşı tarafa hoşgörü ile yaklaşırlar. Zira Kuran’da yer alan tevbe ile ilgili ayetler, insanın hata yapmaya açık bir varlık olduğunu, ancak önemli olanın bu hatayı fark eder etmez bir daha tekrar etmeme gayretiyle hemen vazgeçmek olduğunu bildirmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi, 17)

Kişinin samimiyetini ifade eden bu şartlar oluştuğu sürece müminler de birbirlerine karşı son derece bağışlayıcı ve merhametli bir tavır gösterirler. Tevbe ettiği, pişmanlık duyduğu, düzeltmeye çalıştığı hatalarından dolayı bir mümine karşı içlerinde kin beslemezler. Samimi olarak vazgeçmişse kimseyi geçmişte yaptıklarından dolayı yargılayamayacaklarını ve asıl önemli olanın kişinin son anda gösterdiği ahlak olduğunu bilirler.

Müminlerin affediciliğinin bir farklılığı da şudur: Onlar, kendileri tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedebilirler. Çünkü Allah bunun güzel bir ahlak özelliği olduğunu bildirerek müminlere tavsiye etmiştir:
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

Allah’ın bu hükmünü göz önünde bulundurarak kendi haklarından kolaylıkla vazgeçer ve alttan alarak karşı tarafa güzel ahlakları ile örnek olurlar.
Bu konuda yine Kuran ahlakının getirdiği büyük bir farklılık daha söz konusudur; müminler affetme konusunda hataları büyük ya da küçük diyerek ayırmaz ve hataya göre farklı bir affedicilik anlayışı geliştirmezler. Hatayı yapan kişi istemeden büyük bir can ya da mal kaybına neden olmuş ve bu da karşı tarafın menfaatlerine büyük ölçüde zarar vermiş olabilir. Ancak meydana gelen her olayın Allah’ın izni ile ve bir kader dahilinde geliştiğini bilen mümin, bu tür bir olayı tevekkülle karşılar ve şahsi bir kızgınlık içerisine girmez.
Yine bu kişi cehalet sonucu Kuran’ın bir hükmüne karşı gelmiş ve Allah’ın koyduğu sınırları aşmış olabilir. Ancak bu tavırlarından dolayı kişiyi yargılayacak olan yalnızca Allah’tır. Bu nedenle bu konuda bir yargılama yapmak ve kişiyi affetmemek gibi bir tavır müminlerin sorumluluğunda değildir. Kişinin samimi olarak tevbe edip bu tavrından pişman olması durumunda alacağı karşılık Allah Katındadır. Nitekim Allah pek çok ayetiyle “Allah’a ortak koşma” dışında müminlerin samimiyetle vazgeçtikleri hatalarını affedebileceğini bildirmiştir. Müminler bunu bilemeyecekleri için onlar ancak Allah’ın bildirdiği şekilde affeder ve eğer bu konuda Kuran’da bildirilen bir açıklama varsa, hata yapan kişiye bu doğrultuda davranırlar.
Ancak şunu bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, mümin için affetmede ölçü karşı tarafın samimiyeti ve iyi niyetidir. Bunu da mümin, vicdanı ve aklıyla teşhis eder. Kötülüğü bir alışkanlık haline getirmiş olup karşı tarafın merhametinden ve güzel ahlakından istifade etmeye çalışan birine elbette izin verilmez. Böyle bir durumda karşı tarafa gösterilecek asıl merhametin sadece affetmek olmadığını bilir ve onu samimiyete, dürüstlüğe ve Allah’tan korkmaya davet ederek merhametini farklı bir şekilde ifade eder.


Milli Gazete

2 Eylül 2008 Salı

Mübarek Ramazan ayına girerken+İslam dünyasını çok aydınlık bir gelecek bekliyor

İnsanları karanlıklardan nura, hüküm ve hikmet sahibi Rabbimiz’in yoluna çıkaran, tüm Müslümanlara bir hidayet, müjde ve rahmet, içi titreyerek korku duyanlara bir öğüt ve hatırlatma olan Kuran-ı Kerim, Ramazan ayında indirilmiştir. Ramazan ayı, aynı zamanda içinde "bin aydan daha hayırlı" (Kadir Suresi, 3) olduğu bildirilen Kadir gecesi'nin bulunduğu bir bereket ayıdır. İşte bu nedenle Ramazan ayının dünya üzerindeki tüm Müslümanlar için ayrı bir önemi, kudsiyeti ve güzelliği vardır. Bu ay boyunca müminler birlik ve beraberlik içinde oruç ibaretlerini yerine getirir, Allah’ın ayetlerinde ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetinde bildirdiği sınırları korur, Rabbimiz’in bahşettiği tüm nimetlerine şükreder, dua ve ibadetle O’ndan yardım dilerler.

Bu mübarek ay vesilesiyle tüm Müslümanların birliğe, beraberliğe ne kadar ihtiyaç duydukları, eğer bir birlik oluştururlarsa dünya barışı için çok büyük bir kuvvet haline gelecekleri bir kez daha anlaşılmaktadır. Irak’ta, Filistin’de, Doğu Türkistan’da ve diğer İslam topraklarında yaşananlar, tüm Müslümanları “birlik içinde hareket etmelerinin, farklılıkları bir kenara bırakıp İslam ahlakını yaygınlaştırmak için çaba sarf etmenin” önemi üzerinde düşünmeye sevk etmelidir.

Birlik, beraberlik, dayanışma, dostluk, fedakarlık, yardımlaşma ve benzeri özellikler Kuran ahlakının temelini oluşturan güzelliklerden bazılarıdır. Çünkü, birlik ve beraberlik sağlandığında, insanlar güç ve enerjilerini tartışmalara, kavgalara, sürtüşmelere, çatışmalara, savaşlara değil, hep hayır ve güzellik dolu işlere yönlendireceklerdir. Ayrıca herkesin emeğini, gücünü, şevkini kattığı, birbirine maddi ve manevi yönden destek sağladığı işlerde büyük bir bereket ve güzellik oluşacaktır. Ancak herşeyden önemlisi birlik ve beraberlik içinde hayır için çalışan iman sahiplerine Allah katından bir yardım, bir destek ve güç verileceği müjdelenmiştir. Bu nedenle Allah bazı ayetlerinde müminlere birbirleriyle çekişmemelerini, yoksa güçlerinin gideceğini ve zayıf düşeceklerini hatırlatmıştır. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

İnkar edenlerin şiddetle ittifak halinde olduğu, zavallı insanlara, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara zulmedildiği bir ortamda, bu mazlum insanlar vicdan sahibi kimselerden medet ummaktadırlar. O halde samimilerin, vicdanlıların, dürüstlerin, akıl sahibi, salih insanların güçlerini birbirlerine karşı kullanmalarının Allah Katında büyük bir sorumluluğu olabilir. Müminlerin birbirleriyle ittifakı, yardımlaşmaları, aralarındaki dostlukları, tesanütleri, muhabbetlerini artırmaları ve hiçbir an ittifaklarını zayıflatacak bir ihtilafa düşmemeleri son derece önemlidir. Hiç unutmamak gerekir ki, hiçbir dünyevi hırsı bulunmayan, hayır olarak gördüğü her davranışı, her eseri, her faaliyeti kendisine bir pay çıkarmadan, benim senin ayırımı yapmadan hayır için kullanan, kıskançlık, rekabet gibi nefsin kirlerinden sakınan insanların dayanışmaları kötü niyetli şer ittifakını mutlaka yenilgiye uğratacaktır.

İslam Dünyasını Çok Aydınlık Bir Gelecek Bekliyor
Şu anda içinde bulunulan durum, ilk bakışta bazı olumsuzluk içeriyor gibi görünebilir. Oysa olumsuzluk gibi görünen bu gelişmelerin her biri aslında kutlu bir dönemin habercisidir. Savaşlar, yokluklar, kıtlıklar, dünyanın farklı köşelerinde Müslümanların ezilip zulüm görmesi gibi olaylar, büyük çoğunluğu Peygamberimiz (sav) tarafından 1400 yıl öncesinden haber verilen ahir zaman alametleridir. Bu alametlerin gerçekleşiyor olması, yine Peygamber Efendimiz (sav)'in müjdelediği İslam ahlakının dünyaya hakimiyetinin de yakınlaştığına işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bu yeni dönemde, Allah'ın izni ile, İslamiyet tüm dünya üzerinde çok büyük bir önem kazanacak, Kuran ahlakı insanlar arasında dalga dalga yayılacaktır. Rabbimiz ayetlerinde şöyle buyurmuştur:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)

Nur Suresi'nin 55. ayeti de İslam ahlakının tüm dünyaya yayılacağına işaret eden ayetlerden biridir. Ayette şu şekilde buyurulmuştur:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Görüldüğü gibi İslam ahlakının yayılması Allah'ın iman edenlere bir vaadidir. Bu ayetlerle birlikte Peygamber Efendimizin pek çok hadisinde de Kuran ahlakının dünyaya hakim olacağı bildirilmiştir. Buna göre ahir zaman olarak adlandırılan kıyamet öncesindeki dönemde, insanlar önce haksızlığın, adaletsizliğin, yalanın, sahtekarlığın, savaşların, çatışmaların, kavgaların, ahlaki dejenarasyonun yaygınlaştığı bir dönemi yaşayacaklardır. Bu dönemin ardından ise, Kuran ahlakının dalga dalga insanlar arasında yayılmaya başladığı ve en sonunda tüm dünyaya hakim olduğu Altınçağ gelecektir. Altınçağ adaletin, bolluğun, bereketin, huzurun, güvenliğin, barışın, kardeşliğin hakim olacağı insanlar arasında sevgi, fedakarlık, hoşgörü, şefkat, merhamet, sadakat gibi duyguların yoğun olarak yaşanacağı bir dönem olacaktır.

Peygamberimiz (sav) hadislerinde bu kutlu dönemin Hz. Mehdi'nin ortaya çıkması ve Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelişi vesilesi ile yaşanacağını belirtmiştir. Bu iki mübarek şahıs, tüm dünyayı içinde bulunduğu kaostan, adaletsizlikten ve ahlaki çöküntüden kurtaracaklardır. Onlar, inkarcı ideolojileri ortadan kaldıracak, dünyanın dört bir yanında devam eden adaletsizlikleri, zulümleri, terörü sona erdirecek, dinin Peygamberimiz (sav)'in dönemindeki şekliyle yaşanmasını sağlayacak, Kuran ahlakını insanlar arasında hakim kılacak, tüm dünyada huzuru ve barışı tesis edeceklerdir. Temennimiz Allah'ın bizleri de bu kutlu döneme şahit kılmasıdır.


Milli Gazete