30 Kasım 2010 Salı

Demokrasinin ve ifade özgürlüğünün gerçek kaynağı İslam'dır

Günümüzde hangi düşünceden, hangi dinden ve miletten olursa olsun neredeyse tüm insanların en önemli ortak taleplerinden biri özgürlüktür. İnsan bedeni ve zihni özgür olduğu, kendisini rahatça ifade edebildiği, dilediği gibi yaşayabildiğinde sağlıklı olur. Yaşamının herhangi bir alanında baskı altına alınan bir insan kısa bir süre içinde huzurunu, neşesini, üretebilme yeteneğini yitirmeye başlar. Yakın geçmişte Sovyet Rusya'da ve halen Çin'de yaşayan insanların çoğunun yüzlerindeki soğuk, neşesiz ifade, bakışlarındaki donukluk hatırlandığında, özgür düşünmenin ve özgür yaşamanın insan hayatında ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılacaktır.

İnsan hayatının çok önemli bir parçası olan, hayat kalitesini yükselten özgürlük, insana Allah'ın verdiği bir nimettir. Din ahlakını bilmeyen, özellikle de İslam'ı tanımayan veya yanlış kaynaklardan ve örneklerden İslam hakkında bilgi edinen kimi insanların ise, bu konuda birçok önyargısı, yanlış kanaati olmaktadır. Bu insanlar, hiçbir doğruluğu olmadığı halde, İslam'ın yaşam alanlarını kısıtlayacağını, özgürlüklerini engelleyeceğini, düşüncelerini kontrol altına alacağını, sanatı ve bilimi sınırlandıracağını sanmaktadırlar. Oysa İslam insanlara düşünce, ibadet ve ifade özgürlüğü sağlayan, insanların her türlü hakkını koruma altına alan ve daha da önemlisi insanlara gerçek özgürlüğü sunan bir dindir. Elinizdeki broşürün ilerleyen sayfalarında Kur'an ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatından örneklerle bu gerçeği detaylı olarak anlatacağız.

Ama öncelikle şu gerçeğin iyi anlaşılması önemlidir: Allah insanlara kolaylık, rahatlık, mutluluk ve neşe diler. Allah kullarına zulmedici değildir. Allah'ın emri olan din de insanlara en huzurlu, en mutlu, en güvenli, en asil, en kaliteli, en rahat, en zevkli yaşamın nasıl olacağını gösterir. Dinde baskı yoktur. Dinde zorlama yoktur. Bir insan Allah'ın varlığını ve birliğini, aklıyla, vicdanıyla görerek iman eder ve dini yaşar. Din bir gönül kabulüdür. Bir insan dini yaşamaya zorla mecbur bırakılırsa, bu insan dindar olmaz, münafık olur. Münafık ise Allah'ın Kur'an'da bildirdiği üzere, Allah'ın azabını hak eden ve cehennemin en aşağısında olan bir mahluktur. Üstelik münafık sadece kendine zarar vermekle kalmaz, iki yüzlü, samimiyetsiz ve oyuncu yapısıyla tüm toplum için bir tehlikedir. Böyle bir tehlikeyi kendi eliyle meydana getirmek, toplum içinde münafıklar ve münafıkane bir sistem oluşturmak, Müslümanların asla istemeyeceği birşeydir. Her Müslüman Kur'an ahlakının gereği olarak insanlara doğru yolu göstermekle, onları iyiliğe davet etmekle ve kötülükten men etmekle yükümlüdür. Ama bu hiçbir zaman bir insanı kendisi gibi düşünmeye, kendisi gib yaşamaya, kendisi gibi davranmaya, kendisi gibi giyinmeye mecbur etmek anlamına gelmez. Müslüman doğruyu gösterir, seçimi karşısındaki kişiye bırakır. Bu Allah'ın Kur'an'da bildirdiği hükümdür.

Bununla birlikte Müslüman yaşadığı toplum içerisinde, her türlü düşüncenin ve inancın rahatça ifade edilmesini ister. Karşısındakinin hayatına, fikirlerine, yaşantısına saygı duyar. Din ahlakına uygun olmayan, hatta dinsiz, ateist ideolojilerin ve fikirlerin dahi rahatlıkla anlatılabilmesini ister, ki böylece bu fikirlere karşı gereken cevabı ilmi ve fikri olarak tam verebilsin. Düşüncelerin, ideolojilerin baskı altına alınıp yasaklanması Müslüman için bir kolaylık değil, tam tersine tebliğini zorlaştıracak, ilmi mücadelesini daha güç hale getirecek bir durumdur. Herkesin her düşünceyi açıkça ifade edebildiği bir ortamda din daha kolay gelişir ve güçlenir.

Üstelik bir Müslüman her insanın Allah'ın takdir ettiği kaderi yaşadığını, karşısındaki ateistse onu Allah'ın o şekilde yarattığını, dinsizse Allah'ın ona bu durumu takdir ettiğini, başka bir dine mensupsa bunun da Allah'ın dilemesiyle olduğunu bilir. Bu kimselere karşı şefkatle, anlayışla, sevecenlikle yaklaşır. Kendisi düşüncelerini ifade etmekte ne kadar özgürse, onların da o kadar özgür olmasını ister. Kendisi dinini yaşamakta, ibadetlerini yerine getirmekte ne kadar özgürse, onların da diledikleri gibi yaşamalarında o kadar rahat olmalarını ister. Elbette bu ahlaksızlığa, zulme göz yumması ya da bunları görmezlikten gelmesi anlamına gelmez. Ama buna karşı mücadelesi, karşısındakini ezerek, baskı altına alarak, konuşmasını, yazmasını, anlatmasını engelleyerek değil, ona sabırla, güzel sözle, tevazuyla, sevecenlikle ve saygıyla doğruyu anlatarak olur. Daha önce de belirttiğimiz gibi Müslüman tüm insanların hidayet bulmasıyla değil, onları güzele davet etmekle yükümlüdür. Hidayeti verecek olan Allah'tır. Müslüman davette bulunur, baskıda değil. Görüldüğü gibi İslam'ın özünde düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü vardır.

23 Kasım 2010 Salı

Boş konuşmamak mümin vasfıdır

Boş konuşma, içinde Allah'ın anılmadığı, Allah'ın rızasının gözetilmediği, insanın ahiretine bir fayda sağlamayan konuşmalara denir. Hiçbir faydası olmadığı ve ruha da sıkıntı verdiği halde cahiliye insanı, vaktinin büyük bir kısmını boş konuşmalar ile geçirir. İnsanları biraraya geldiklerinde boş konuşmalarla oyalamak, şeytanın en büyük hilelerinden biridir. Bu yöntemle şeytan, insanları Allah'ı anmaktan alıkoymak, Allah'ın etrafta Kendi varlığının delilleri olarak yarattığı sayısız ayet ve mucizeyi görmelerini, tefekkür etmelerini, yaratılış amaçlarını düşünmelerini engellemek ve ahiret için kullanmaları gereken değerli zamanlarını boşa harcatmak ister.

Şeytan insanları, sosyal sınıflarına, kültür ve zeka seviyelerine göre, onlara nefs ve hevalarına en çok hitap eden konuları telkin ederek, sürekli boş konuşmalara sevk eder. Örneğin alt bir kültür seviyesine sahip olan insanlar arasında daha çok, kendi terimleriyle, "maç muhabbeti", "delikanlılık muhabbeti", "çocuk, yemek, ev muhabbeti" adını verdikleri konular rağbet görür. İş dünyasını kapsayan diğer bir kesimde de gerekli gereksiz her türlü ticari, ekonomik konu, borsa, faiz gibi konular insanların günlük hayatlarının tamamını meşgul eder. Kendini aydın, entelektüel, kültürlü olarak göstermek isteyen bir grup da kendi aralarında, çeşitli siyasi ve sosyal konularda, bugüne kadar hiçbir somut faydası görülmemiş tartışma ve konuşmalarla zamanlarını boşa harcarlar. Çok önemli sorunları çözdüklerini sanırlar. Çoğu zaman televizyonlardaki açık oturumlarda saatlerce, hiçbir zaman çözüme varamayacaklarını, bunların bir işe yaramadığını bildikleri halde, sırf kendilerini göstermek, toplumu ve çevresini düşünen, problem çözücü kişi imajı vermek çabasıyla tartışırlar. Üste çıkmaya, öne geçmeye çalışarak çeşitli komplekslerini tatmin etmeye uğraşırlar. Kimi zaman konu din olduğunda da, bazıları, bu boş ve amaçsız konuşma ortamını din ahlakına saldırma, kin ve nefretlerini ortaya koymak için fırsat bilirler. Allah ayetinde bu insanların tavırlarından şöyle bahseder:

İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Lokman Sûresi, 6)

Boş konuşma nasıl inkarcıların belirleyici özelliğiyse, boş konuşmalara itibar etmemek, bundan rahatsız olmak da müminlerin özelliğidir.

Ki onlar, yalan şahitlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir. (Furkan Sûresi, 72)


'Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler. (Kasas Sûresi, 55)

Şeytan, her türlü sapkın konuda olduğu gibi, Kur'an ahlakına uygun olmayan bu cahiliye alışkanlığını da meşru kılıflar altında müminlerin yaşamına sokmak için çalışacak, müminlerin boş bulundukları anı kollayacaktır. Bu yüzden mümin her zaman uyanık olmalı, bu tür ortamlarla karşılaştığında kendini kaptırmadığı gibi, derhal müdahale ederek Allah'ın anıldığı bir ortam sağlamalıdır. Mümin, inkarcıların, cahillik, akılsızlık, boş konuşma gibi, küçük ve basit olmanın göstergesi olan alışkanlıklarını ve ahlak özelliklerini hiçbir zaman kendine yakıştırmamalıdır.

Cennette, müminin ruhunu sıkan her türlü azap gibi, boş konuşmanın da olmaması çok büyük bir nimettir:

Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. Onda 'boş bir söz' işitmezler; sadece selam(ı işitirler). Sabah akşam, onların rızıkları orda (bulunmakta)dır. (Meryem Sûresi, 61-62)

16 Kasım 2010 Salı

Kınayanın kınamasından korkmamak

Müminler her devirde, Allah'a kulluk etmeleri, O'nun emirlerini yerine getirmeleri, insanların değil de yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeleri nedeniyle içinde yaşadıkları toplumlar tarafından yadırganmışlardır. İnkar edenlerin kendi içinde oluşturduğu çarpık yaşam biçimini ve felsefesini reddetmeleri, Kur'an'da bildirilen ahlakı benimsemeleri nedeniyle çeşitli tepkilerle karşılaşmışlardır. İnkarcı toplumunun bu tepkisi, karşı tavır alma, manevi baskı, kınama, fiziksel saldırı ve eziyet şeklinde gerçekleşmiştir.

Ancak, Allah'a karşı tam bir güvene ve sarsılmaz bir imana sahip olan müminler, bu baskı ve kınamalar karşısında dinlerinden en ufak bir taviz vermemişlerdir. Bu güzel ahlaklarından dolayı da Allah'ın yardım ve desteğini kazanarak, inkarcılara karşı zafer elde etmişlerdir.

Mümin, İslam'ı yaşarken her zaman fiziksel bir saldırıyla karşılaşmayabilir. Fakat Allah'ın emirlerini yerine getirmedeki titizliği ve inkarcıların batıl fikir sistemini ezmedeki kararlılığı yüzünden etrafını saran kişiler tarafından çeşitli eleştiri ve kınamalara maruz kalabilir. Ancak bu kişiler kısa zamanda bu tür kınamalara taviz vermeyen, güçlü şahsiyete sahip, Allah'a ve kendine güveni tam olan müminleri yolundan saptıramayacağını anlarlar. Müminler yalnızca Allah'tan korkarlar ve kendilerini kınayanlardan korkmazlar. Tam tersine, akılları, sabırları, dirayetleri, kararlılıkları ve ilmi mücadelelerindeki başarılarıyla kınayıcılar üzerine büyük korku salarlar. Bu tür kınamalar müminleri daha da motive eder.

Kınayanın kınamasından korkmak aynı zamanda da Allah'a karşı şirk koşmak demektir. Çünkü Allah ayetlerinde 'yalnızca Kendisi'nden korkulması gerektiğini' bildirmektedir. Böyle bir kişi ise İslam'a değil, yalnızca kendine zarar verir. Allah onun yerine kınayanın kınamasından korkmayan ve aşağıdaki ayette sıralanan üstün vasıflarla donatılmış müminleri getirir:

Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cehd eden (çaba harcayan) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)

9 Kasım 2010 Salı

Kıskançlık ve hasetten sakınmak

İnsan iman etmekle diğer insanlardan çok daha üstün bir tavır içerisine girer. Fakat bu, onun imtihanının sona erdiği anlamına gelmez. Mümin de tüm insanlar gibi bir nefse sahiptir.

Allah, imtihan ortamının bir gereği olarak, nefse fücurunu (kötü huylarını) ve ondan sakınmayı ilham ettiğini Kur'an'da bildirmiştir. (Şems Suresi, 8) Kıskançlık, haset gibi negatif ahlak özellikleri de bu "fücurlar" arasında yer alır ve bütün insanların nefislerinde vardır:

... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)

Kıskançlık, başkasında olan bir şeyin kendisinde olmamasından, başkasının başardığı bir işi kendisinin başaramamasından, başkasının aldığı takdir ve övgüyü kendisinin almamasından ve buna benzer durumlardan kaynaklanan olumsuz bir duygudur. Mal, mülk, güzellik, zenginlik, dünyevi ya da uhrevi makamlar ve bunlara benzer Allah'ın kulları arasında dağıtmakta olduğu her türlü maddi ve manevi nimet kıskançlık nedeni olabilir.


Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)

Müminler, nefislerine imtihan maksadıyla ilham olunan bu tür kötü huylardan sakınmak için sürekli mücadele eder, nefislerini arındırıp temizlerler. Mümin, kıskançlık hissine sebep olacak her türlü olay karşısında Kur'an'a uygun bir tutum ve davranış sergiler. Yani, herşeyin Allah'a ait olduğunu, herşeyin Allah'ın dilemesi ile gerçekleştiğini, Allah'ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O'na ait olduğunu bilir. Rabbimizin herşeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah Katında değer ölçüsünün takva ile olduğunu kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder.

Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse cahilce ilahlık vermenin (Allah'ı tenzih ederiz) bir sonucudur. Bu yüzden şeytanın en karakteristik özelliğidir. İblis'in, Allah'a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Allah'ın Hz. Adem (as)'a verdiği üstünlüğü kıskanmasıdır.

Şeytan'ın bu vasfı, onun izinden giden müşrikler ve münafıklar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık müşriklerde günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Bütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Şeytan'ın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir. Bu yüzden Allah hasetçilerin kötülüklerinden korunmaları için müminlerin Kendisi'ne sığınmalarını bildirmiştir:

De ki: "Sabahın Rabbine sığınırım..." (Felak Suresi, 1)


Hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden. (Felak Suresi, 5)

2 Kasım 2010 Salı

Allah’ın ayetlerine karşı mücadele yürüten insanlara sevgi beslememek

Müminin bütün değer yargıları Kur'an ve sünnet üzerine kuruludur. Sevgi de bunlardan biridir. Mümin ancak Allah'ı ve Allah'ın sevdiklerini sever. Allah'ın ve müminlerin düşmanlarına karşı ise asla sevgi beslemez. Bu, Kur'an'da Allah'ın belirlediği net ve kesin bir ölçü olmakla birlikte, samimi bir mümin zaten imanının doğal bir sonucu olarak başka türlü hissedip davranamaz. Bunu içinden gelerek samimi bir şekilde yapar. İmanının şiddeti ölçüsünde, Allah'a ve müminlere duyduğu sevginin şiddeti de artar. Bu yüzden, isterse en yakınları için olsun, müminin bu ölçünün dışında bir bakış açısına sahip olması mümkün değildir. Ayette bu durum şöyle açıklanır:

Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendi'nden bir ruh ile desteklemiştir... (Mücadele Suresi, 22)

Ancak herşeye rağmen, zaman zaman, Kur'an'ın hükümlerini yeni öğrenen, imanla, İslam'la yeni tanışmış kişilerde geçmişlerindeki hatalı sevgi ve dostluk anlayışını sürdürme eğilimi olabilir. Genelde bilgi eksikliğinden ve imani bakış açısının henüz tam olarak kalbe yerleşmemiş olmasından kaynaklanan bu tutumun ne derece yanlış olduğu Kur'an'da şöyle bildirilir:

Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cehd etmek (çaba harcamak) ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur. (Mümtehine Suresi, 1)

Ayetteki bu açık ve net uyarıdan sonra hâlâ eski sevgi anlayışını sürdüren, Kur'an'a uygun değer yargılarını benimsemeyen bir kimsenin, yolun ortasından şaşırıp-sapacağı bildirilmiştir. Eğer kişi bu sapkın ruh halini gizleyip de birtakım çıkarlar doğrultusunda müminlerin arasında tutunmaya çalışırsa da, Allah bunu er ya da geç ortaya çıkaracaktır. Bir ayette şu şekilde bildirilmektedir:

Yoksa siz, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) ve Allah'tan ve resulünde ve müminlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Tevbe Suresi, 16)