25 Mayıs 2010 Salı

Üstün ahlak sahibi İslam halifesi: Hz. Osman

İslamiyeti ilk kabul eden sayılı kişiden biri olan Hz. Osman (ra), hayatı boyunca Peygamberimiz (sav)'e en yakın kişilerden olmuştur. Hilafet makamına getirilmeden önce de İslam ahlakının yaşanmasına ve yayılmasına büyük hizmetleri bulunmuş; Hz. Ömer (ra)'ın şehit edilmesi üzerine şura heyeti tarafından bu makama getirildikten sonra ise, bu hizmetlerine yenilerini eklemiştir. Bedir Savaşı dışında Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in tüm savaşlarına katılmıştır. Hz. Osman (ra)'ın Hilafet makamı için seçilmesine, İslam toplumunda bu göreve layık olduğu düşünüldüğü için kimse itiraz etmemiş, herkes ona biat etmiştir.

Hz. Osman (ra)'ın Halifeliği Öncesinde Yaptığı Hizmetler

Hz. Ebu Bekir (ra)'ın tebliği vesilesiyle Müslüman olan Hz. Osman (ra), üstün ahlakı ve güzel konuşmasıyla tüm müminlere örnek olan değerli sahabelerden biriydi. Çok güzel ve etkili bir hitabete sahip olmasının yanı sıra ezberi çok kuvvetli idi ve Yüce Kuran-ı Kerim'i ezberlemişti. Ayrıca yüksek bir hadis ilmine sahip olan Hz. Osman (ra), vahiy katipliği yaparak da İslam'a büyük hizmet vermiştir.

Yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu ve O'nun sevgisini kazanmayı amaçlayan Hz. Osman (ra), Allah'ın kendisine nasip ettiği maddi gücü tümüyle İslam ahlakının yayılması ve Müslümanların refahı için infak etmiştir. Bulunduğu dönem için büyük bir para olan yirmi bin dirhem ödeyerek Rume kuyusunu satın almış, Medine-i Münevvere'de tatlı su sıkıntısı yaşandığından bu kuyudan parayla su satın alan Müslümanların hizmetine vermiştir. (www.diyanet.gov.tr) Bununla birlikte İslam'ın en kuvvetli ordusunun oluşturulduğu Tebük Seferi'nde ordunun üçte birini Hz. Osman (ra) teçhiz etmiştir. Onun bu yardımından sonra ordunun hiçbir ihtiyacının kalmadığı rivayet edilmektedir.

Ayrıca Medine'de kıtlık olduğu bir dönemde ise Hz. Osman (ra)'ın Şam'dan gelen yüz deve yükü buğday kervanını satın aldığı, daha sonra da bunları Medine'de bulunan fakirlere, Sahabe-i Kiram'a bedava dağıttığı, yüz deveyi de kesip fakirlere yedirdiği rivayet edilmektedir.

Hz. Osman (ra)'ın Halifeliği Süresince Yaptığı Üstün Hizmetleri


Hz. Osman (ra)'ın İslam ahlakının yayılmasında yaptığı en büyük hizmetlerden biri kuşkusuz hilafeti döneminde Kuran-ı Kerim'in çoğaltılıp İslam merkezlerine gönderilmesi olmuştur. Hz. Osman (ra) döneminde, şive farklılıklarından dolayı Kuran ayetlerinin farklı okunması üzerine bir kurul oluşturularak Kuran çoğaltılmıştır. Bir örneği Medine'de bırakılarak Mekke, Şam, Küfe, Basra, Mısır ve diğer eyaletlere gönderilmiştir.

Hz. Osman (ra)'a bu büyük ve şerefli hizmet sebebiyle de, Kuran-ı Kerim'i yayan anlamında "Nâşirü'l-Kur'an" (www.diyanet.gov.tr) htm ünvanı verilmiştir.

Hz. Osman (ra) yaptığı çalışmalar sırasında, tayinlerde ehil kişilerin görevlendirilmesine özen göstermiştir. İslam topraklarında yaşayan insanların refah seviyesinin yükseltilmesi için imar ve zirai gelişmelere önem vermiş, bağ ve bahçelerin geliştirilmesine çalışmıştır. "Herhangi bir suç işlemeden, yahut küfrü ortaya çıkmadan hiçbir kimseye had (yasaklama) uygulamayız." sözü, onun yüksek adalet anlayışını en iyi ifade etmektedir. Onun halifeliği döneminde, İslam topraklarında yaşayan çok sayıda insan İslam dinini kabul etmiştir. Bu döneme ait dikkat çekici bir diğer gelişme ise, Müslümanların zenginleşmeleri ve geçmişe kıyasla daha da refah içinde bir hayat sürdürmeleri olmuştur.

Peygamberimiz (sav), Hz. Osman'ın (ra) Şehadetini Haber Vermiştir

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in Hz. Osman (ra) ile ilgili bildirdiği şehadet haberleri Allah Katından bir mucize olarak gerçekleşmiş ve İslam dininin yayılmasında çok büyük bir sorumluluk üstlenen Hz. Osman (ra) şehit edilmiştir.

Bu mübarek şahsın şehadeti ise özellikle Basra, Küfe ve Mısır gibi şehir ve ülkelerde çıkan bazı karışıklıklar sonucunda meydana gelmiştir. Bu karışıklıklar neticesinde Hz. Osman (ra) Hicretin 35. yılında (Miladi 657) bazı isyancılar tarafından evinde şehit edilerek Allah Katında şerefli bir mertebeye ulaşmıştır.

Meydana gelen bu karışıklıklarda dahi hilafet makamından ayrılmaması ise, Peygamber Efendimiz (sav)'in kendisine söylediği bir sözden ileri gelmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) kendisine bir gün; "Ya Osman (ra), Cenab-ı Hakk sana bir gömlek giydirecek, münafıklar onu senden soymak isterlerse sakın sen onu, bana kavuşuncaya kadar çıkarma." buyurmuştu. Bu tehlikeler karşısında dahi Hz. Osman (ra)'ın Peygamberimiz (sav)'in bu sözüne itaat etmesi kendisinin Allah'a ve Peygamber Efendimiz (sav)'e olan bağlılığı ve teslimiyetinin en açık göstergelerinden biridir.

Üstün Ahlak Sahibi Hz. Osman


Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde "yüksek ahlak sahibi" diye vurgulayarak üstün ahlakını övdüğü Hz. Osman (ra), yaklaşık on yıl süren halifeliği süresince tevazulu, adaletli bir yönetim sergileyerek, Peygamber Efendimiz (sav)'in yolunu izlemiştir. İslam topraklarını gerek karadan gerekse denizden yapılan başarılı seferlerle büyüterek, Kuran ahlakının daha geniş bir coğrafyaya yayılmasına vesile olmuştur.

Hilafetinden önce ve sonra Allah'ın izniyle İslam ahlakının yayılmasına hizmet eden Hz. Osman (ra), tüm Müslümanlara Kuran ahlakının kararlılıkla yayılması konusunda örnek, faziletli bir ahlak sergilemiştir. Allah tüm Müslümanların bu konuda göstermeleri gereken çabayı bir ayette şöyle bildirmiştir:

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104)

"Geçmişten ibret alın da hayra çalışın."

"Allah (cc) size dünyayı, onunla ahireti arayasınız diye vermiştir. Ona meyledesiniz diye değil!"

"Ecel erişmeden yapabileceğiniz hayırlı işler için acele ediniz."

"Ey İnsanlar! Allah'ın emirlerine muhalefet etmekten sakının. Zira Allah'ın emirlerine muhalefet etmekten sakınmak bir ganimet"tir… Kul, gözleri gördüğü halde, Allah'ın kendisini kör olarak haşretmesinden korksun, hikmetten anlayan için tek söz kâfidir. Manen, sağır olanlar zaten hakkı duymazlar. Biliniz ki, Allah kiminle beraber ise o, hiçbir şeyden korkmaz."

11 Mayıs 2010 Salı

Yüce Rabbimiz aciz ve yoksulların korunup kollanmasını emretmiştir

İslam ahlakının hakim olduğu dönemler dışında, tarihin hemen her kesitinde insanlar, fakirlik ve fakirliğin getirdiği endişe, hastalık, korku, güvensizlik, hırsızlık, yolsuzluk, kavga ya da zulüm gibi çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır.

Bu sorunlarla mücadele etmeye çalışmışlar ancak çareyi hep yanlış yöntemlerde aradıkları için mücadeleleri bir sonuç vermemiştir.

Oysa her konuda olduğu gibi bu konuda da en doğru ve en güzel çözüm Rabbimiz tarafından Kuran’da bildirilmiştir.

Dünyanın pek çok yerinde yaşanan sosyal adaletsizlikler; bencillik, kendi çıkarlarını düşünme ve yardımlaşma ile dayanışma duygularının yok olması gibi ahlaki dejenerasyonların sonuçlarıdır. İnsanların bir bölümü sefaletle mücadele ederken, diğerleri zenginliklerinin verdiği ayrıcalıkları kullanmaktadır. Buna göre zenginler her türlü imkandan daha fazla yararlanmakta, fakirlerden üstün tutulmayı kendilerinde bir hak gibi görmektedirler. Kuran’da bu insanların gösterdiği kötü ahlak şöyle bildirilmektedir:

“Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı bir yığma tutkusu ve hırsıyla seviyorsunuz.” (Fecr Suresi, 17-20)

Oysa Allah Kuran’da fakirlerin korunup kollanmalarını emretmiş, onların haklarının verilmesini, doyurulup gözetilmelerini ve onlara güzellikle davranılmasını bildirmiştir. Tüm samimi iman sahiplerinin yapması gereken, Rabbimiz’in bu emirlerine uyarak ihtiyaç sahiplerine güzel davranmak ve imkanları dahilinde yardımcı olmaktır.

Toplumsal Yardımlaşma Allah’ın Emridir

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda bu konuda da son derece çarpık bir ahlak anlayışı vardır. İnsanın ruhundaki bencil tutku ve hırsların bir ürünü olan bu ahlak anlayışı, insanları kibirli, bencil, alaycı, küstah, acımasız, kaba ve zalim olmaya yöneltir. Herkes, kendi çıkarlarını elde etmek için, başkalarına zarar vermek pahasına da olsa her türlü yola başvurur. Fakirler, düşkünler ve kimsesizler, haberlerde izlemedikçe ya da gazetede ilgili haberleri okumadıkça bu tip kimselerin akıllarına dahi gelmezler. Hatta Kuran ahlakından uzak yaşayan bu kimseler, toplumda daha da yükselmek için gerekirse fakirleri ezmekten ve hor görmekten bile kaçınmazlar. Oysa Allah, her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere en güzel, en adil çözümleri Kuran’da bildirmiştir. Yüce Rabbimiz bu soruna bir çözüm olarak insanlara “toplumsal yardımlaşmayı” yani durumu iyi olanların düşkünlere ve yoksullara yardım etmelerini emretmiştir. Konuyla ilgili bir ayet şöyledir:

“(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Bakara Suresi, 273)

Allah varlıklı kimselerin infak ederek (ihtiyaçtan arta kalanı verme) fakirlere yardımcı olmalarını da Kuran’da şu şekilde emretmiştir:

“Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22)

Allah Kuran'da İhtiyaç Sahiplerinin Doyurulmasını Emretmiştir

Yüce Rabbimiz toplumdaki varlıklı insanların fakirlere yiyecek yardımı yapmalarını da emretmiştir. Allah’ın tüm emirleri gibi bu emrini de uygulayan güzel ahlaklı insanların oluşturacağı bir toplumda aç kimsenin kalması Allah’ın izniyle mümkün olmayacaktır. Konuyla ilgili bazı ayetler şöyledir:

“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan Suresi, 8)

Allah İhtiyaç Sahiplerine Adaletle Davranılmasını Emretmiştir

Bazı insanlar adaletin gerekliliğine inansalar dahi, kendi çıkarları söz konusu olduğunda adaleti gözardı edebilmektedirler. Adaletin yeryüzünde gerçekten uygulanabilmesi için, adalet uğruna insanların kendi çıkarlarını bir kenara bırakabilecekleri bir ahlaka ihtiyaç vardır. Bu ahlak, Allah'ın bizlere bildirdiği Kuran ahlakıdır. Çünkü Kuran ahlakı insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sadece haktan ve doğrulardan yana, koşulsuz bir adaleti emretmektedir.

Böyle bir adalet hedeflendiğinde, ne şahsi bir menfaat, ne dostluk, ne düşmanlık, ne kişinin hayata bakış açısı, dili, ırkı, teninin rengi ne de fakir ya da zengin oluşu kararlarında etki edemeyecek, sadece ve sadece haktan yana karar verilecektir. Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda gerçek adaletin, gerçek huzurun ve güvenin de yaşanacağı mutlaktır. Allah zengin ya da fakir ayrımı gözetmeden mutlak adaletin sağlanması konusunda bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi, 135)

“Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı.” (Zariyat Suresi, 19)

Gerçek İyilik, İhtiyaç Sahiplerine Yardım Etmeyi Gerektirir

Allah Kuran’da iyiliğin sadece belli kalıplaşmış davranışlardan oluşmadığını bildirmiş ve gerçek iyiliği tarif ederken fakirlere karşı gösterilmesi gereken ahlakı bir ayette şöyle haber vermiştir:

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.” (Bakara Suresi, 177)

4 Mayıs 2010 Salı

Ülfet perdesi samimi tefekkürle kalkar

Alışkanlık anlamına gelen ülfet, bazı insanların yaşamlarında sahip oldukları veya gördükleri varıklardaki kusursuz detayları, mucizeleri, güzellikleri ve bunların Yüce Allah'ın eşsiz ilmi ve sanatı olduğunu kavramalarını engelleyen bir perde gibidir.

Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanların yaptığı en büyük hatalardan biri, dikkatlerini bir konu üzerinde yoğunlaştırıp derin düşünmeye vakit ayırmamalarıdır. Bunun nedeni ise gün içerisinde tüm dikkatlerini yaşadıkları küçük olaylara vermeleridir. Böylece zihinlerini bunlarla yorarak, zamanlarının büyük bir bölümünü bu düşüncelerle harcamış olurlar.

Çoğunlukla evleri, işleri, okulları ya da aile içi herhangi bir konu ile sınırlı olan düşüncelere tüm vakitlerini harcayan bu kişiler zamanla, yalnızca ilk defa karşılaştıkları bir durum karşısında güzellikleri ve harikalıkları fark edip etkilenebilecek hale gelirler. Kuşkusuz bir insanın evi ya da ailesiyle ilgili herhangi bir konuya vakit ayırarak bu konu üzerinde düşünmesi güzel bir davranıştır. Ancak burada kastedilen bir insanın dünya hayatının aldatıcı temposuna kapılarak çevresindeki yaratılış delilleri ve Allah'ın sonsuz ilminin delilleri karşısında tepkisiz kalmasıdır.

Bu hata içerisinde olan bir insan, ilk defa karşılaştığı bir yaratılış delili karşısında etkilenebilir. Hatta bu, kısa bir süre için de olsa, daha derin düşünmesine ve gördüğü şeyi araştırıp incelemesine vesile olabilir. Ancak bir müddet sonra güzelliklere karşı duyduğu ilk andaki heyecanını ve duyarlılığını kaybederek, gördüğü şeye karşı alışkanlık duymaya başlar. Hatta biraz daha süre geçince bunlar kendisine "sıradan", "monoton" gelmeye başlar. Aynı şekilde yaşamı boyunca şahit olduğu pek çok durumu, her gün gördüğü "olağan" olaylar olarak kabul eder ve bunları "alışılmış", "zaten olması gereken" olaylar olarak değerlendirir. Halbuki insanın yaşamı boyunca gördüğü her şey, şahit olduğu her durum Allah'ın özel olarak yarattığı, son derece hikmetli olaylardır. Allah insanı sayısız güzellikler ve harikalıklarla sarıp kuşatmıştır ve her birinin ardında pek çok hayır ve hikmet gizlidir. Bediüzzaman Said Nursi de bu gerçeği şu sözleri ile dile getirmiştir:

Ülfet ve adat ve yeknesaklık (monoton) perdeleri altında harika hakikatler gizlenir. Şu kainatı idare eden Zat (Allah), her şeyi nizam ve mizan (düzen ve denge) içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür (ortaya çıkmasıdır). Her şeyin sanatında nihayet derecede (en üst derecede) intizam (uyum) bulunması gösterir ki; nihayetsiz (sınırsız) bir hikmet ile iş görülüyor". (Sözler I, sf: 77)

Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi yaşamın her anına hakim olan düzen ve kusursuzlukta büyük bir sanat ve hikmet vardır. Ancak bunu yalnızca iman edenler, Allah'a içten yönelenler ve olaylara hikmet gözü ile bakabilenler gereği gibi takdir edebilirler. Böyle bir kişi, baktığı her şeyi Allah'ın yarattığı nimet olarak gördüğünden, üzerinde ülfet ve gaflet perdesi oluşmaz. Her birine karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecan ve coşku duyar.

Neler Ülfet Oluşturur?

İnsanların olayları ülfetle değerlendirmelerine sebep olan bazı unsurlar vardır. Bunlardan bir tanesi, insanların maneviyata değil, maddeye önem verir hale gelmeleridir. Örneğin bir tıp fakültesi öğrencisinin önüne anatomi dersi için ilk kez ölü bir insan bedeni getirildiğinde oldukça etkilenir. Gördüğü cesedin bir süre önce hayat dolu, neşeli, gözleri ışıl ışıl parlayan, belki de geleceğe yönelik pek çok planı olan, konuşan bir kişi iken şimdi cansız bir beden olarak karşısında yatıyor olmasını hayret ve şaşkınlık ile karşılar. Belki hem kendi hem de yakınlarının ölümlerini düşünür. Dünya hayatının gelip geçici olduğunu, ölümün er veya geç herkesin başına gelecek kaçınılmaz bir gerçek olduğunu anlar. Ölümle beraber bir zamanlar gösterişli ve heybetli olan bedenin, büyük bir hızla çürümeye başlaması, yüzüne bakılamayacak, yanında durulmaya tahammül edilemeyecek bir hale gelmesi onu uzun uzun düşündürür. Ancak eğer kişi tüm bunları iman gözü ile değerlendirmiyorsa, olayın üzerinden geçen süre ve görülen ölü bedenlerin sayısının artması kişide bir alışkanlık ve düşünce zayıflığı oluşturur. Böylesine çarpıcı bir ortam bile, düşünülmediği zaman, bir müddet sonra olağan karşılanmaya başlanır.

Ülfeti oluşturan bir diğer neden ise Allah'ın kullarına olan rahmeti nedeniyle nimetlerini her an aynı mükemmellikte ve kesintisiz yaratmasıdır. Gaflet içindeki bazı insanlar, yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan sayısız nimeti kendilerine bağışlayanın ve kendilerini, tasarladığı eşsiz sistemler vasıtasıyla koruyanın rahmet sahibi Yüce Allah olduğunu gözardı ederler. Çevrelerini tamamen kuşatmış olan yaratılış delilleri üzerinde düşünmezler. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

"Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler." (Yusuf Suresi, 105)

Bazı insanlar her gün yanı başlarında gördükleri bir çiçeğin kapkara, çamurlu bir topraktan, nasıl olup da mis gibi bir kokuyla, rengarenk ve tertemiz çıktığını, yani toprağın her şeyi çürütürken bitkiye nasıl olup da hayat verdiğini hiç düşünmezler.

Ya da insan sokakta yürürken yüzlerce, binlerce insan görür. Hiçbiri bir diğerine benzemez. Hatta parmak uçlarındaki izlerine kadar birbirinden farklıdır. Ülfet içerisinde olan insanlar, Allah'ın binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı yarattığını da hiç düşünmezler.

Tüm bu örnekler Allah'ın varlığını, gücünü, aklını, sanatını gösteren delillerden yalnızca birkaçıdır. İnsanın ise düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir kalple her an Allah'a yönelmesi, Allah'ın yarattığı olay ve varlıkların hikmetleri üzerinde düşünerek üzerindeki ülfet perdesini kaldırması gerekir.