18 Ekim 2011 Salı

Farklı ırkların varlığı yaratılış delilidir

Farklı ırkların varlığı bazı evrim taraftarları tarafından evrim teorisine delilmiş gibi gösterilmeye çalışılır. Ancak bu tür iddiaların altında yatan problem, genetik bilimi hakkındaki bilgi eksikliği ya da genetik kuralların göz ardı edilmesidir. Çünkü bilimsel olarak da kanıtlanmıştır ki insan ırklarının zengin çeşitliliği evrimcilerin iddia ettiğinin aksine, Allah'ın insanı bir anda yoktan var ettiğini gösteren yaratılış delillerinden biridir.

Farklı ırkların varlığının sözde evrime delil olduğunu savunanların öne sürdükleri tez, "eğer canlılık İlahi kaynaklarda yer aldığı gibi, tek bir erkek ve kadınla başlamışsa birbirinden farklı ırkların nasıl meydana çıkmış olabileceği" sorusuna dayanır. Diğer bir ifadeyle, "Hz. Adem ve Hz. Havva'nın boy, ten ve diğer fiziksel özellikleri toplamda yalnızca iki kişiyi kapsadığına göre her biri farklı özelliklere sahip olan ırklar nasıl ortaya çıktı?" demektedirler.

Bugün yeryüzündeki insanlar arasında var olan ırk çeşitliliğinin nedenini anlamak için önce bu soruyla yakından ilgili olan "varyasyon" konusu hakkında genel bir bilgi sahibi olmak gerekir. Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeşitlenme" anlamına gelir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların, birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Varyasyonların kaynağı ise o türün içindeki bireylerin sahip olduğu genetik bilgidir. Bu bireylerin aralarındaki eşleşmeler sonucunda bu genetik bilgi yeni nesillerde değişik kombinasyonlarda bir araya gelir. Anne ve babanın kromozomları arasında genetik madde alışverişi olur. Böylece genler birbiriyle karışır. Bunun sonucu da bu bireyin fiziksel özelliklerinde bir çeşitlenme meydana gelmesidir.

İnsan ırkları ve insanlar arasındaki birbirinden farklı fiziksel özellikler de insan türüne ait 'varyasyonlar'dır. Yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.

Varyasyon potansiyelini anlamak için, sarışın ve mavi gözlü bireylere sahip bir toplum ile esmer ve siyah gözlü bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumu ele alalım. Her iki toplumun zaman içinde birbirine karışmaları ve aralarında evlilikler yapmaları sonucunda, ortaya esmer ve mavi gözlü yeni nesillerin çıktığı görülecektir. Yani her iki toplumun belli fiziksel özellikleri yeni nesillerde birbiriyle eşleşerek farklı görünümlü bireyler ortaya çıkacaktır. Diğer fiziksel özelliklerin de birbirleriyle karıştıkları düşünüldüğünde ortaya çok büyük bir çeşitlenmenin çıkacağı açıktır.

Fiziksel özelliği belirleyen iki gen vardır. Bunlardan biri çekinik, diğeri baskın ya da her ikisi de eşit derecede baskın olabilir. Örneğin kişinin göz rengini belirleyen iki gen vardır. Bunlardan biri anneden diğeri ise babadan gelir. Baskın olan gen hangisi ise çocuğun göz rengi o gen tarafından kontrol edilir. Çoğunlukla koyu renkler açık renklere baskındır. Buna göre, bir kişide yeşil ve siyah göz renklerine ait genler varsa o kişinin gözü, siyah renk geni daha baskın olduğundan siyah olur. Fakat çekinik olan yeşil renk daha sonraki nesillere aktarılarak ileriki bir jenerasyonda ortaya çıkabilir. Yani annesi ve babası siyah gözlü olan bir çocuğun gözü yeşil olabilir. Çünkü bu renk genleri anne ve babada çekinik olarak bulunmaktadır.

Bu kural diğer bütün fiziksel özellikler ve bunları belirleyen genler için de geçerlidir. Kulak, burun, ağız şekli, boy uzunluğu, kemik yapısı, uzuvların ve organların yapısı, şekli, özellikleri, vs. gibi yüzlerce hatta binlerce özellik bu şekilde kontrol edilir. İşte bu özellik nedeniyle, genetik yapıda yer alan sayısız bilgi o bireyin dış görünümüne yansımadan sonraki nesillere aktarılabilir.

Yani farklı ırkların varlığı, insanın genlerinde var olan zengin çeşitlilik nedeniyledir. İlk insan olan Hz. Adem ve eşi de genetik yapılarındaki zengin bilgiyi, kendi dış görünümlerine bunların ancak bir kısmının yansımasına rağmen, sonraki nesillere aktarmışlardır. İnsanlık tarihi içinde ortaya çıkan coğrafi izolasyonlar da çeşitli insan gruplarında belirli özelliklerin birikmesine uygun ortam oluşturmuştur. Bu süreç, uzun zaman içinde insan gruplarının kemik yapısı, ten rengi, boy, kafatası hacmi gibi özelliklerinin birbirinden farklılaşması sonucunu getirmiştir. Bu farklılaşma ile ırklar ortaya çıkmıştır.

Görüldüğü gibi insan ırklarının zengin çeşitliliği, modern bilimin ispatladığı bir gerçektir ve Allah'ın insanı bir anda yoktan var ettiğinin delillerindendir. Evrim teorisinin "ırkların varlığı, evrimi kanıtlar" iddiası ise cehaletin bir ürünüdür. Farklı ırkların varlığı, Allah'ın varlığını ve üstün yaratma sanatını göstermektedir. Bir ayette şöyle buyrulur:

" O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)

11 Ekim 2011 Salı

Şakalar ve espriler şefkat, merhamet ve saygı içermelidir

Gaflet içerisindeki bazı insanların yaptığı gibi, engelli insanları hedef alan, insaniyetten uzak, basit ve rencide edici espri ve şakalar yapmaktan şiddetle kaçınmak tüm salih Müslümanlar için önemli bir ibadettir.

Herhangi bir fiziksel eksikliğe sahip olmak örneğin görme veya yürüme engelli olmak, doğuştan olabileceği gibi daha sonra çeşitli hastalıklar ya da kazalar neticesinde herkesin başına gelebilir. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu durum, o kişi için Allah (cc)'tan bir imtihandır. Şayet insan bu eksikliğe güzel bir sabır gösterir, Allah (cc)'tan razı olur ve her koşulda Allah (cc)'a şükrederse ahirette güzel bir karşılık umabilir.

Elbette ki görememek veya hareket edememek ciddi birer zorluktur. Kişinin hem günlük işlerini yapabilmesi hem de hayatını rahatça sürdürebilmesini kısıtlayan bir durumdur. İnsanın pek çok güzellikten mahrum kalması da bir imtihan vesilesidir. Ancak Allah Kur'an'da, "... Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz..." (Araf Suresi, 42) buyurmaktadır. Dünya hayatının kısalığı düşünüldüğünde inançlı bir insan için gözleri görmeden veya hareket edemeden Allah'a teslimiyetini göstermek için önemli bir imkandır. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah bu zorluğu güzellikle karşılayan inançlı kullarını ahirette ödüllendirecektir.

Bu tür bir durumla karşı karşıya olan kişiler bunları bir güzellik, ahiretteki sonsuz yaşamları için bir hayır olarak düşünmeli ve buna göre davranmalıdırlar. Ancak bu konuda toplumdaki diğer bireylere de büyük bir görev düşmektedir. Tüm özürlü insanlara karşı şefkat, merhamet, saygı ve yardımseverlik duygularıyla hareket edilmelidir. Bu kişilere karşı, onları rencide edecek her türlü espriden ve alaycı tavırdan şiddetle kaçınmak gerekir. Aksi tarzda saygıya uygun olmayan davranışlar çok çirkin bir ahlakın göstergesidir. Allah'tan korkan, salih bir Müslüman bu gibi kötü bir espri anlayışına asla tenezzül etmez ve bunları bir eğlence vesilesi olarak görmez. Alaycılık Kur'an'da çirkin görülen bir karakter özelliğidir. Bu çirkin özelliği andıracak tüm davranışlardan sakınılmalıdır. Allah Kur'an'da alayla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline. (Hümeze Suresi, 1)

Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar... (Tevbe Suresi, 11)

Ayrıca vicdanlı bir insan, Allah'ın her an kendisini de böyle bir imtihanla deneyebileceğini düşünmelidir. İnsan, kaderinde kendisini nelerin beklediğini bilemez. Bu nedenle sahip olduğu nimetler insanın kendisine ait olan, değişmeyecek özellikler gibi görülmemelidir. Allah küçük bir kazayı ya da bir hastalığı vesile edip insanın görme yetisini veya hareket kabiliyetini elinden alabilir. Bunda da elbette ki teslimiyetli, Allah'tan korkan bir Müslüman için büyük hayırlar olur.

Her insanın bu olasılığı aklından çıkarmaması gerekir. Bu ihtimali unutup engelli insanlara karşı alaycı, çirkin ve incitici espriler yapmak vicdansızlık ve aynı zamanda da akılsızlıktır. Gerek fert gerekse toplum olarak bu çirkin ahlaka hiçbir ortamda ve hiçbir yerde izin verilmemelidir. Bunu yapan kişiler kınanmalı ve utandırılmalıdır. Vicdan sahibi insanlar toplumda İslam ahlakına aykırı bu tarz tavırların yanlışlığını anlatmak ve tüm insanlara saygıyı, sevgiyi, şefkat ve merhameti tebliğ etmekle yükümlüdür. Rabbimiz Kuran'da şöyle buyurmuştur:

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır.Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26-27)

Allah'tan korkan insanlar bu tür fiziksel eksiklikleri olan kimseleri espri malzemesi yapmaktan şiddetle kaçınmalıdırlar. Ayrıca böyle tavırlarla muhatap oldukları takdirde de buna katılmaz ve bu çirkin ahlaka ortak olmazlar. Bu kimselerin içerisinde bulundukları durumun eğlence konusu yapılacak bir yönünün olmadığını bilerek hareket ederler.

Eğer herkes bu ahlaka uygun hareket edip, kesin tavrını ortaya koyarsa toplumumuzda tüm engelli vatandaşlarımıza yönelik incitici tavırlar ortadan kalkacaktır. Bunun yerine Allah'ın izniyle şefkat, merhamet ve saygı hakim olacaktır.

4 Ekim 2011 Salı

Adı konmamış bir hastalık Kıskançlık ve çözümü

Kıskançlık, birçok insan üzerinde şiddetli tahribata neden olan ve Allah'ın Kur'an'da yasakladığı bir tavır bozukluğudur. Bu nedenle iman edenler kıskançlıktan şiddetle sakınır ve Allah'ın kendilerine verdiklerinden hoşnut bir yaşam sürerler.

Kıskançlık, insanların dünyaya olan bağlılıklarından kaynaklanan önemli bir tavır bozukluğudur. Allah Kur'an'da "... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır..." (Nisa Suresi, 128) ayetiyle insanların nefsinde böyle bir özellik olduğunu bildirmiştir. "Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 9) ayetiyle de insanın kurtuluşu için nefsini kötülüklerden arındırması gerektiğini bildirmektedir. Aksinde ise Kur'an'da, "Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır." (Şems Suresi, 10) ayetlerinden de anlaşılacağı gibi nefsindeki bu kötülükler insanı yıkıma sürükler. Kıskançlığın insanlar üzerinde meydana getirdiği tahribat ve verdiği azap, ayette bahsedilen yıkımın dünyada ne şekilde gerçekleşebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Cahiliye toplumunda insanların kıskançlığa olan bakış açıları Kur'an'da bildirilenlerden çok farklıdır. Bu kimseler kıskançlığın her insanda az çok olması gereken insani bir özellik olduğunu düşünürler. Hatta hiç kıskanç olmadığını söyleyen kimseleri garip karşılarlar. Kendileri ise yaşamları boyunca iç içe yaşadıkları insanların hemen hemen herşeylerini; daha başarılı, daha güzel ya da daha yetenekli olmalarını, servetlerini, hatta çocuklarını dahi kıskanırlar.

Kıskançlık Kur'an ahlakına aykırıdır

Kıskanç insanlar başkalarının iyiliğinden, güzelliğinden ya da başarısından zevk almak, mutlu olmak yerine bunlardan sıkıntı duyarlar. Çoğu zaman kıskandıkları insanların nimete kavuşmaları onları hoşnutsuzluğa sürükler, hırslandırır. Hatta içlerindeki bu hırs onları karşılarındaki insanlara zarar verme isteğine kadar götürebilir. Allah Kur'an'da müminlere, "haset edenlerin şerrinden Allah'a sığınmalarını" bildirmektedir:

"De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığın çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfüren-kadınların şerrinden ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden." (Felak Suresi, 1-5)

Müminler ise cahiliye insanlarının normal karşıladığı, hatta övdüğü bu özelliğin aslında çirkin bir tavır olduğunu bilirler. Kıskançlığın tersine birbirlerinin güzel özellikleri ile iftihar eder, birbirlerinin iyiliği, güzelliği ve daha fazla nimete kavuşmaları için Allah'a dua ederler. Kur'an ahlakını yaşayan bir insanın bunun aksi şekilde davranması düşünülemez. Ancak buna rağmen, iman ettiklerini söyledikleri halde, bu ahlakı gereği gibi hayatlarına geçirememiş kimseler de vardır. Bu kimseler cahiliye toplumlarında olduğu gibi kıskançlığı makul görmez ve açık açık bu ahlakı savunmazlar ancak kimi zaman nefislerinin bu yöndeki telkinlerine kapılabilirler. Kimi zaman da kendilerince meşru gördükleri bazı durumlarda bu hisleri yaşamalarının Kur'an'a muhalif olmayacağını düşünerek kendilerini kandırırlar. Örneğin meşru ve Kur'an'a uygun bir istek olarak, müminler arasında sevgi, dostluk, güvenilirlik gibi konularda en önde olmak isterler. Ancak burada Kur'an ahlakına uygun davranış eğer bir başkası kendisinden daha güzel bir ahlak gösterebiliyorsa, bu durumda onunla iftihar etmek ve ona ancak gıpta gözüyle bakmaktır. Kıskançlığın mümin ahlakında yeri yoktur. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz insanlar gıpta etme duygularını kıskançlıkla karıştırabilmektedirler.

Aslında bu insanların her biri din ahlakını yakından tanımaları dolayısıyla iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı çok açık bir şekilde ayırt edebilecek bir anlayışa sahiptirler. (Harun Yahya, Kur'an Ahlakı)

Kur'an ayetleri ve vicdanları, neyin kıskançlıktan neyin ise meşru isteklerden kaynaklandığını kendilerine göstermektedir. Buna rağmen kendi kendilerini kandırırlar. Kendilerini kandırırken kullandıkları yöntemler ise tümüyle samimiyet eksikliğinden kaynaklanır. Bunun sonucunda mümin ahlakının getirdiği huzuru yaşamak varken, farkında olmadan bu cahiliye ahlakının sıkıntısını yaşamak zorunda kalırlar. Allah'ın kendilerine verdiği nimetlerle yetinmeyi, bunlara şükredip mutlu olmayı bilmedikleri için azap çekerler.

İçten içe yaşanan bu gizli azaptan kurtulmanın tek yolu herşeyi Kur'an ayetleri ile değerlendirmektir. Böyle bir insan tüm güzelliklerin, malın, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu, Rabbimiz'in tüm bunları dünyada insanlara farklı şekillerde vererek onların ahlaklarını denediğini bilecektir. Bu gerçeğe göre hareket etmesi nedeniyle de her güzellik kendisi için zevk alınacak birer nimete dönüşecektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

"Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan O'nun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir." (Nisa Suresi, 32)

Elbette her insanın özellikleri birbirinden farklıdır ve herşeyi takdir eden, insana sahip olduğu tüm özellikleri veren, ona nimetler bahşeden alemlerin Rabbi Allah'tır. Gerek eksikliklerimiz, gerekse de üstün kılındığımız özellikler dünya hayatındaki imtihanımızın birer parçasıdır. Eksikliklerimiz Allah'a karşı dua etmemizi, içli ve samimi olarak cenneti talep eden insanlar haline gelmemizi sağlayacaktır. Üstün yönlerimiz ise Rabbimiz'e olan şükrümüzü artıracak ve nankörlükten kaçınacak bir hal için çaba göstermemizi hatırlatan birer nimet haline dönüşecektir.