4 Ekim 2011 Salı

Adı konmamış bir hastalık Kıskançlık ve çözümü

Kıskançlık, birçok insan üzerinde şiddetli tahribata neden olan ve Allah'ın Kur'an'da yasakladığı bir tavır bozukluğudur. Bu nedenle iman edenler kıskançlıktan şiddetle sakınır ve Allah'ın kendilerine verdiklerinden hoşnut bir yaşam sürerler.

Kıskançlık, insanların dünyaya olan bağlılıklarından kaynaklanan önemli bir tavır bozukluğudur. Allah Kur'an'da "... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır..." (Nisa Suresi, 128) ayetiyle insanların nefsinde böyle bir özellik olduğunu bildirmiştir. "Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 9) ayetiyle de insanın kurtuluşu için nefsini kötülüklerden arındırması gerektiğini bildirmektedir. Aksinde ise Kur'an'da, "Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır." (Şems Suresi, 10) ayetlerinden de anlaşılacağı gibi nefsindeki bu kötülükler insanı yıkıma sürükler. Kıskançlığın insanlar üzerinde meydana getirdiği tahribat ve verdiği azap, ayette bahsedilen yıkımın dünyada ne şekilde gerçekleşebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Cahiliye toplumunda insanların kıskançlığa olan bakış açıları Kur'an'da bildirilenlerden çok farklıdır. Bu kimseler kıskançlığın her insanda az çok olması gereken insani bir özellik olduğunu düşünürler. Hatta hiç kıskanç olmadığını söyleyen kimseleri garip karşılarlar. Kendileri ise yaşamları boyunca iç içe yaşadıkları insanların hemen hemen herşeylerini; daha başarılı, daha güzel ya da daha yetenekli olmalarını, servetlerini, hatta çocuklarını dahi kıskanırlar.

Kıskançlık Kur'an ahlakına aykırıdır

Kıskanç insanlar başkalarının iyiliğinden, güzelliğinden ya da başarısından zevk almak, mutlu olmak yerine bunlardan sıkıntı duyarlar. Çoğu zaman kıskandıkları insanların nimete kavuşmaları onları hoşnutsuzluğa sürükler, hırslandırır. Hatta içlerindeki bu hırs onları karşılarındaki insanlara zarar verme isteğine kadar götürebilir. Allah Kur'an'da müminlere, "haset edenlerin şerrinden Allah'a sığınmalarını" bildirmektedir:

"De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığın çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfüren-kadınların şerrinden ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden." (Felak Suresi, 1-5)

Müminler ise cahiliye insanlarının normal karşıladığı, hatta övdüğü bu özelliğin aslında çirkin bir tavır olduğunu bilirler. Kıskançlığın tersine birbirlerinin güzel özellikleri ile iftihar eder, birbirlerinin iyiliği, güzelliği ve daha fazla nimete kavuşmaları için Allah'a dua ederler. Kur'an ahlakını yaşayan bir insanın bunun aksi şekilde davranması düşünülemez. Ancak buna rağmen, iman ettiklerini söyledikleri halde, bu ahlakı gereği gibi hayatlarına geçirememiş kimseler de vardır. Bu kimseler cahiliye toplumlarında olduğu gibi kıskançlığı makul görmez ve açık açık bu ahlakı savunmazlar ancak kimi zaman nefislerinin bu yöndeki telkinlerine kapılabilirler. Kimi zaman da kendilerince meşru gördükleri bazı durumlarda bu hisleri yaşamalarının Kur'an'a muhalif olmayacağını düşünerek kendilerini kandırırlar. Örneğin meşru ve Kur'an'a uygun bir istek olarak, müminler arasında sevgi, dostluk, güvenilirlik gibi konularda en önde olmak isterler. Ancak burada Kur'an ahlakına uygun davranış eğer bir başkası kendisinden daha güzel bir ahlak gösterebiliyorsa, bu durumda onunla iftihar etmek ve ona ancak gıpta gözüyle bakmaktır. Kıskançlığın mümin ahlakında yeri yoktur. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz insanlar gıpta etme duygularını kıskançlıkla karıştırabilmektedirler.

Aslında bu insanların her biri din ahlakını yakından tanımaları dolayısıyla iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı çok açık bir şekilde ayırt edebilecek bir anlayışa sahiptirler. (Harun Yahya, Kur'an Ahlakı)

Kur'an ayetleri ve vicdanları, neyin kıskançlıktan neyin ise meşru isteklerden kaynaklandığını kendilerine göstermektedir. Buna rağmen kendi kendilerini kandırırlar. Kendilerini kandırırken kullandıkları yöntemler ise tümüyle samimiyet eksikliğinden kaynaklanır. Bunun sonucunda mümin ahlakının getirdiği huzuru yaşamak varken, farkında olmadan bu cahiliye ahlakının sıkıntısını yaşamak zorunda kalırlar. Allah'ın kendilerine verdiği nimetlerle yetinmeyi, bunlara şükredip mutlu olmayı bilmedikleri için azap çekerler.

İçten içe yaşanan bu gizli azaptan kurtulmanın tek yolu herşeyi Kur'an ayetleri ile değerlendirmektir. Böyle bir insan tüm güzelliklerin, malın, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu, Rabbimiz'in tüm bunları dünyada insanlara farklı şekillerde vererek onların ahlaklarını denediğini bilecektir. Bu gerçeğe göre hareket etmesi nedeniyle de her güzellik kendisi için zevk alınacak birer nimete dönüşecektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

"Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan O'nun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir." (Nisa Suresi, 32)

Elbette her insanın özellikleri birbirinden farklıdır ve herşeyi takdir eden, insana sahip olduğu tüm özellikleri veren, ona nimetler bahşeden alemlerin Rabbi Allah'tır. Gerek eksikliklerimiz, gerekse de üstün kılındığımız özellikler dünya hayatındaki imtihanımızın birer parçasıdır. Eksikliklerimiz Allah'a karşı dua etmemizi, içli ve samimi olarak cenneti talep eden insanlar haline gelmemizi sağlayacaktır. Üstün yönlerimiz ise Rabbimiz'e olan şükrümüzü artıracak ve nankörlükten kaçınacak bir hal için çaba göstermemizi hatırlatan birer nimet haline dönüşecektir.