31 Mart 2009 Salı

Toplumda dürüstlüğün azalması, yalanın yaygınlaşması ve müminlere yalanlarla tuzaklar kurulması

Müslümanın en önemli özelliklerinden biri kendini sürekli olarak Allah’ın rızasını kazanmaya adamış olmasıdır. Bundan dolayı etrafındaki insanlardan veya olaylardan etkilenmez, yalnızca vicdanının ona söylediklerini yerine getirir. Bu ahlakı konuşmasına yansıdığında, ağzından dürüst olmayan tek bir söz çıkmaz. Allah Kuran’da kullarına, “Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.” (Hud Suresi, 112) şeklinde buyurmaktadır. Samimiyetsizlik, yalan, iftira Allah’ın beğenmediğini bildirdiği özelliklerdir. Nahl Suresinde yalan söyleyenlerin durumu hakkında şöyle bildirilir:

Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azab ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir." (Taha Suresi, 61)

Allah’tan korkmayanlar, kendilerini insanlara beğendirebilmek, mevki sahibi olmak, makamlarını yükseltmek veya maddi çıkar elde etmek için yalana başvururlar. Yalan sözlerle masumların haklarını ellerinden alma ve iftira, çıkarlarına ulaşabilmek için körleşmiş vicdanlarında hiçbir rahatsızlık meydana getirmez. Bu kişiler yalnızca yakalanmaktan korkarlar. Yakalanma riskini uzak gördükleri takdirde, oyun ve kirli düzenin her türlüsünü çevirirler.
İnsanların gösterdikleri bu ahlak çöküntüsü, Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda görülür. Bu toplumlarda yalan söylemenin zararsız bir davranış olduğuna inanılır. Kimileri bazı yalanların meşru bazılarının da yanlış olduğunu savunur. İnsanları maddi veya manevi anlamda büyük kayıplara uğratmayacak küçük yalanların hayatın bir gerekliliği olduğunu düşünürler. "Yalan söylüyorum, ama kimseye bir zararım dokunmuyor" gibi mantıklar öne sürerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Bu inançlarını hayatları boyunca devam ettirirler. Örneğin telefonla işyerlerini arayan birine "çok meşgulüm şu an seninle ilgilenemeyeceğim" derler, ama aslında o anda hiç işleri yoktur. Ya da işyerindeki bir dosyayı kaybeder, ama kendilerine sorulduğunda "bilmiyorum" derler ya da bir başkasının adını vererek suçu o kişiye yüklerler. Bir yakınları kendilerinden yardım talep ettiğinde bir bahane bulur ve "çok hastayım gelemeyeceğim" derler, ama aslında hasta değillerdir. Bu örnekleri sayfalarca çoğaltmak mümkündür. Çünkü bu ahlakı yaşayan insanlar yalanı bir hayat şekli haline getirmişlerdir.
Mehmed Zahid Kotku yalanın insan ahlakını nasıl kirlettiğini şöyle anlatmaktadır:
“Zira yalan kalbte, ufak da olsa siyah bir nokta, bir iz yapar, sonra kalbi istila eder, kalb simsiyah olur. Ondan sonra da o adamdan elbette bir hayır gelmez.” (Hadislerle Nasihatlar sf.280)
Kuran ahlakına uyan kişiler ise Allah’ın her an her yerde kendilerini gördüğünü, her söyledikleri sözü duyduğunu ve hesap gününde söyledikleri sözlerden kendilerini hesaba çekeceğini bilerek konuşurlar. Allah'tan korktukları için yalan konuşmaktan, sözlerini bir parça bile olsa saptırmaktan, bile bile doğru bir bilgiyi gizlemekten, iftira etmekten, dedikodu yapmaktan ve her türlü kötü sözden sakınırlar. Allah'ın razı olmayacağını düşündükleri bir söz söylemekten Allah'a sığınır, her zaman her yerde dürüst bir üslupla konuşurlar.
Kuran ahlakına uyarak yaşayan bir insan topluluğu ile uymayan bir topluluğun içinde bulunacakları sosyal yapıda tabi ki birbirlerinden çok farklı olacaktır. Birinde masum insanlara suç isnat etmek ve onları karalamaya çalışmaktan hiç çekinmeyen bir zihniyet topluma hakim olurken, diğer ahlak yapısında adalet kendi aleyhine bile olsa doğruyu söylemekte tereddüt dahi etmeyen dürüst insanların mensubu olduğu bir toplum yapısı meydana gelecektir. Çünkü müminler; ''Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” “(Nisa Suresi, 135) ayeti gereği yalandan şiddetle kaçınırlar.
Allah Kuran’da Müslümanlara karşı yalan ile tuzaklar kurmaya çalışan kişilerin var olacağını bildirmektedir. Hz. Yusuf’a karşı hem kardeşleri hem de mensubu bulunduğu topluluğun bir kısım kadınları yalanlara sarılmak suretiyle tuzaklar kurmuşlardır. Önce Hz. Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya atıp babası Hz. Yakub’a yalandan kan sürülmüş gömleği göstererek Hz. Yusuf’un öldüğünü söylemişlerdir. Allah Hz. Yusuf’u kuyudan kurtarmış ve onu “yerinin üstün tutulduğu” bir mekana yerleştirmiştir. Hz. Yusuf daha sonra da bir kadın tarafından iftiraya uğramıştır. Hz. Yusuf’un masumluğunun ve kadının yalancılığının ortaya çıkması ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
“Yok eğer onun gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir." Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi. (Yusuf Suresi, 27-28)
Gerçekten iman etmeyenler inananlara karşı yalana dayalı büyük düzenler kurarlarlar. Ancak bu düzenler Allah tarafından bozulur ve asla başarıya ulaşamaz. Allah bu iftira ve yalanlardan müminleri kurtarır, onların makamlarını dünyada ve ahirette yüceltir. Yalan söyleyenler ise “kendilerinin yalancı olduklarını bilmeleri için diriltildiklerinde” (Nahl Suresi, 39) çok büyük pişmanlık yaşayacaklardır.

Milli Gazete

24 Mart 2009 Salı

Dawkins'in kafasını karıştıran sorunlar ve İngiltere'de Darwinizm'in yıkılışı

Evrimci görüşleriyle tanınan Richard Dawkins, Darwin’in doğumunun 200. yıldönümünde, Guardian gazetesinde yer alan yazısında aklını karıştıran sorulara yer verdi. Halen fizikte ve kozmolojide ‘derin sorunsallar’ olduğunu belirten Dawkins, neden kusursuz bir evren olduğu, neden fizik yasalarının mükemmel işlediği, hatta neden fizik yasalarının var olduğu konularının halen açıklanamadığını belirtti.

Aslında Dawkins, takipçisi olduğu Charles Darwin’in günümüzden 150 yıl önce Türlerin Kökeni isimli kitabında yazdığı düşüncelerine biraz dikkat verse içinde bulunduğu çelişkili, kafası karışmış ruh halinden kurtulabilir. Çünkü Darwin kitabında şunları söylemişti:

- Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz?
- Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde?
- Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz...
- Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil?
- Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.

Günümüzde Darwin’in 19 yüzyılda söylediği gibi gerçekten de ara fosil diye bir şey olmadığı ortaya çıktı. Yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında 100 milyondan fazla fosil bulundu. Fakat bunların tek bir tanesi bile ara fosil değildi. Bulunan 100 milyon fosil tam da Darwin'in öngördüğü gibi doğanın bir karmaşa içinde olmadığını, tam, mükemmel, kusursuz ve tüm parçaları yerli yerinde olan canlılardan oluştuğunu ortaya çıkardı.
Darwin'in söylediği gibi, hiçbir jeolojik yapıda ve hiçbir tabakada canlıların birbirine sözde bağlantısını gösteren hiçbir ara canlı fosili olmadığı görüldü. Bütün bunların üstüne, yeni bilimler hücrenin, kromozomların, proteinlerin olağanüstü komplekslikte olduğunu gösterdi.
DNA’nın içinde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgi olduğu ve böyle muhteşem bir yapının tesadüfen meydana gelmesinin imkansız olduğu keşfedildi.
Her şeyin en temel yapıtaşı olan atomların kusursuz bir düzene ve muhteşem bir kompleksliğe sahip olduğu anlaşıldı.
Ve yeryüzündeki bu muhteşem düzen, eşsiz, kusursuz sanat, yine tam olarak Darwin'in söylediği gibi teorisine karşı öne sürülecek en önemli itiraz olarak ortaya çıktı.
Günümüzde yaşayan pek çok Darwinist bilim adamı evrim teorisinin canlılığın oluşumunu açıklayamadığını itiraf etmektedir. Guardian gazetesinde cevaplayamadığı pek çok soru bulunduğunu yazan Richard Dawkins, bu itirafçı ekibe yakın bir zamanda katılacak gibi gözükmektedir. Çünkü Dawkins’in morali geçen hafta İngiltere’de gerçekleştirilen bir anket ile iyice bozulmuştur. Yaratılışı belgeleyen delillere karşı ‘Darwin’i Kurtarma’ isimli proje kapsamında yapılan ankette Darwinizm’e inananların oranının sadece %25 olduğu ortaya çıkmıştır. Bu oran evrim teorisinin Darwin’in ana yurdu İngiltere’de bile ne kadar büyük bir yenilgi almış olduğunu açıkça göstermektedir. Ve bu anket ile anlaşılmıştır ki, İngilizler artık hurafelere değil, bilimin kendilerine kanıtladığı yaratılış gerçeğine inanmaktadırlar.

Milli Gazete

17 Mart 2009 Salı

Dünya gençliği gittikçe dindarlaşıyor

Alman Bertelsmann AG firmasının dünya çapında 18-29 yaş grubundaki gençler arasında yaptığı araştırmaya göre gençler arasında dindar yaşamanın önemi gittikçe artmış görünüyor. Timeturk internet sitesinde yayınlanan haberde anket sonuçları şöyle açıklanıyor:

“21 ülkeden 21 bin gencin katıldığı araştırmada gençlerin yüzde 44’ü kendisini “aşırı dindar” olarak tanımlayarak dinin gereklerini yerine getirdiklerini ve düzenli olarak ibadet ettiklerini, aynı zamanda dinin günlük hayatlarını önemli ölçüde etkilediğini söylüyor…
Araştırma bölgelere göre gençlerin dindarlığının arttığını da gösteriyor. Örneğin Müslüman ve gelişen ülkelerde yaşayan gençler daha dindar.Avrupa dışında yaşayan Protestan gençlerin yüzde 80’i “aşırı dindar” yüzde 18’i “dindar” olarak tanımlanıyor.
Benzer durum Katolik gençler için de geçerli. Avrupa kıtası dışında yaşayan Katolik gençlerin yüzde 68’i kendilerini “ aşırı dindar” olarak tanımlıyor. ABD’deki gençlerin ise yüzde 57’si günlük ibadetini aksatmıyor. Aynı araştırma Fas’ta gençlerin yüzde 99’unun Allah’a ve ölümden sonraki hayata inandığını, Brezilya, Türkiye ve Nijerya’da bu oranın yüzde 90, İsrail, Endonezya ve İtalya’da ise yüzde 80 olduğunu ortaya koyuyor. (Timeturk/ 12.07.2008)
Darwin, Marx, Freud gibi materyalist ideologların fikirleriyle şekillenen dinin unutturulmaya çalışıldığı bir dönem olan 19 yüzyılda dünyada en kanlı savaşlar meydana gelmiştir. Son yıllarda dine yönelişin bu dönemin ardından gelmesi son derece önemlidir. İnsanlar dinsizliğin hayatlarına ne kadar acılar getirdiğini bizzat yaşayarak görmüşlerdir. Ayrıca din yerine ortaya konan düşüncelerin hepsi zalim ve adaletsiz olmuştur. Darwinizm savaşı ve insan katlini, insanlığın yücelmesinin vazgeçilmez bir şartı olarak göstermiştir. Darwinizmi politikalarına siyasi temel edinmiş olan 19. yüzyıl despotları her iki dünya savaşında toplam 60 milyon insan öldürmüştür.
Stalin, Darwin’in görüşlerini benimseyen despot diktatörlerden biriydi ve materyalist felsefenin etkisiyle yüzlerce kilise ve camiyi yıktırdı, din adamları toplum dışına itildi, çoğunluk olan dindar kesimin ibadetlerini yerine getirmeleri engellendi, Hıristiyanların kiliseyi gittikleri Pazar gününü devreden çıkarmak için ortak tatil günü kavramı kaldırıldı. Bu uygulamaların ardından din adamlarının ödedikleri vergi on kat artırıldı, yiyecek karneleri ellerinden alındı, tüm sağlık hizmetlerinden mahrum edilmeleri demek olan medeni haklarından yoksun bırakıldılar, sık sık tutuklandılar, yerlerinden edildiler, sürgüne gönderildiler. 1936 yılına gelindiğinde camilerin % 65'i, kiliselerin % 70'i yakılıp yıkılmıştı. Ancak "dinin kökünü kazımaya yönelik" (Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık, s.227) tüm uygulamaların ardından dünyada dine yöneliş hiç bir şekilde hız kesmedi, hatta son zamanda müthiş derecede arttı. Bunun nedeni dinin koruyuculuğunu Yüce Allah’ın yapmasıdır. Allah inkarcılar istemesede dinini hakim edecektir. Bu vaad evreni, tüm canlıları yaratan sonsuz Kudret sahibi Allah’a aittir. Ve Allah vaadini yerine getirendir.
"İnsanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile." (Nasr Suresi, 2-3)
Milli Gazete

10 Mart 2009 Salı

Üstün teknolojiye sahip silahlar üreten ancak kendini görünmez bir mikroba karşı koruyamayan insan

Hiç düşündünüz mü, insan sahip olduğu akla ve bilgiye rağmen neden son derece korunmaya muhtaç bir bedene sahiptir? Neden ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük bakteriler, virüsler bu bedene zarar verebilmektedir? Neden insan yaşamı boyunca sürekli bedenini temizlemek, ona bakım yapmak zorundadır? Ve neden insan bedeni zaman ilerledikçe yıpranmakta, yaşlanmaktadır?

İnsanlar bunları çok "doğal" şeyler sanırlar, oysa bu sayılanların her biri belirli bir amaca göre özellikle yaratılmıştır. İnsanın acizliğine ait her detayı Allah özel olarak var etmiştir. Nisa Suresi'nin 28. ayetinde "...İnsan zayıf olarak yaratılmıştır" hükmüyle bu gerçeğe dikkat çekilir. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır ki, bir kul olarak Yaratıcımız olan Allah'a karşı olan acizliğini anlayabilsin ve dünyanın geçici bir mekan olduğunu fark edebilsin.

Evet insan bedeni, her yönüyle korunmaya ve kollanmaya muhtaçtır. Dünya şartlarında başına ne zaman ne geleceği belli değildir. Yaşadığı yer ister dünyanın en gelişmiş şehri olsun, ister en yakın medeniyete kilometrelerce uzaklıkta, elektrikten, sudan mahrum bir dağ köyü olsun; kişi, hayatının hiç beklemediği bir anında bir tehlike ile karşılaşabilir. Ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, sakatlanabilir. Karşılaştığı olay, hiç kaybetmeyeceğini sandığı bedensel gücünü, güzelliğini ya da övündüğü fiziksel bir özelliğini alıp götürebilir. Bu konuda yaşadığı yer gibi kişinin kim olduğu da bir istisna yaratmaz; dağ başında sürülerini otlatan bir çoban ya da bütün dünyanın tanıdığı bir yıldız olsa da, söz konusu olaylardan herhangi biri hayatını hiç tahmin edemeyeceği yönde değiştirebilir.

Allah insanları en güzel surette ve en mükemmel sistemlerle yaratmıştır. Ancak dünyanın geçiciliğini göstermek ve hırslara kapılmalarını engellemek için, bedeni et ve yağ gibi çok çabuk bozulabilen maddelerden oluşturmuştur. Eğer insanın farklı maddelerden oluşturulmuş, zırh sağlamlığında bir bedeni olsaydı, o zaman hiçbir virüs ya da mikrop, soğuk ya da herhangi bir kaza bu zırhı delip geçmeye, zarar vermeye güç yetiremezdi. Oysa et ve yağ açıkta bırakıldığında birkaç saat içinde kokuşan, bozulan maddelerdir. İşte, insanın en büyük acizliklerinden biri, "malzeme"sinin bu denli çürük olmasıdır.

İnsan, Allah'tan bir hatırlatma olarak bedeninin acizliğini sık sık hisseder. Örneğin, soğuk havanın etkisi insan vücudunun acizliğini bütün gerçekliği ile ortaya koyan bir etkendir. Soğuk hava insanın fizyolojik savunmasını yavaş yavaş felç eder. Vücudun sürekli ayar yaparak koruduğu sabit sıcaklığının (37 oC) ne kadar önemli olduğu böyle bir durumda hemen anlaşılır.
Bu acizlikler insanın Yaratıcı’sının üstünlüğünü kavrayabilmesine ve O’na muhtaç olduğunu anlayabilmesine yardımcı olur. Nitekim Kuran'da insanların Allah'a muhtaç oldukları şöyle bildirilmiştir:

Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15)

Milli Gazete

3 Mart 2009 Salı

Evrim teorisi canlılardaki ortak yaşam mucizesini açıklayamaz

Canlılardaki ortak yaşam örnekleri, insanları hayrete düşüren çok olağanüstü detaylar içerir. Mercanlarda ortak yaşamın çok değişik örnekleri görülmektedir. Resif oluşturan mercanların gıdasını tek hücreli yosunlar karşılar. Mercanlarla yaşayan bu yosunlar, güneş ışığını kullanarak fotosentez yapar ve ortaya çıkan besinlerin neredeyse hepsini mercanın dokularına bırakırlar. Fotosentez yapmaları için yosunlara güneş ışığının ulaşmasını ise mercanlar sağlar. Mercanın sürekli ürettiği mukus, yüzeydeki tortu ve kumu giderir, mercan yüzeyinin sürekli temiz kalmasını sağlar. Bu temizleyici mukus maddesi aynı zamanda küçük deniz canlıları için de iyi bir besin maddesidir.
Çok sayıda böceğin hayatı, bedenlerinde yaşayan bakterilerin varlığına bağlıdır. Yaprak bitlerinin de aynı şekilde hayatlarının bağlı olduğu bir bakteri türü vardır. Yaprak biti, kamış benzeri ağız kısmıyla bitkilerin özsularını emerek beslenir. Ancak bitkilerin özsuyu, hayvan vücudunda sentezlenmeyen, besin yoluyla alınması gereken amino asitler açısından oldukça fakirdir. Yaprakbitlerine, ağustosböceklerine ve bitki özsuyu ile beslenen diğer böceklere ihtiyaçları olan amino asitleri bakteriler üretmektedir.
Yaprak bitlerini, yaşamlarının bağlı olduğu bakterilerle kim buluşturmuştur?
Hiçbir organı olmayan, su üstü dünya ile bağlantısı bulunmayan mercanlar, gökyüzünde bulunan güneş ışınlarının yosunlara ulaşması gerektiğini nereden bilmektedir?

Allah özel olarak yaprak bitinin bedeninde bitki özsuyunu sentezleyecek amino asitleri yaratmaz. İnsanların yaratılış delillerini görmeleri için yaprak bitine gereken amino asitleri üretecek bakterileri yaratır ve bu iki canlıyı ortak yaşamlı kılar. Ortak yaşamda görülen aklın canlıların planladığı davranışlar olduğu iddia edilemez. Bu canlılar, yeryüzünde var oldukları ilk günden beri sonsuz akıl sahibi Allah'ın ilhamı ile hareket etmektedirler. Bir Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

"... Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir." (Bakara Suresi, 116)

Allah pek çok ayetinde “aklını kullanan bir topluluk için” (Rad Suresi, 4) yarattığı varlıklarda ayetler olduğunu bildirmektedir . Yine başka bir ayette insanlar düşünmeye şöyle sevk edilmektedir:

“Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?” (Nahl Suresi, 17)

Bilim adamları dahil tüm insanların Nahl Suresinde bildirilen yukarıdaki ayeti vicdanlarını kullanarak düşünmeleri çok önemlidir. Yüce Allah’ın yarattığı çeşitliliğin bir benzerini oluşturabilecek bir güç var mıdır? ‘Bilim’ kelimesinin amacı Allah’ın yarattığı varlıkların harikalıklarını insanların gözlerinin önüne getirmek değil midir? Bilim adamları araştırdıkları sistemlerin tesadüflerle açıklanamayacak mükemmellikte olduğunu görünce neden üstün bir aklın var olduğunu kabul etmek yerine, akıl ile ilişkisi olmayan kör evrim teorisini seçmektedirler?
Yukarıda anlatılan özelliklerin ancak kimya, biyoloji gibi bilgilerle verilebilecek kararlar olması evrim teorisini yıkıp geçmektedir. Allah’ın yeryüzünde yarattığı olağanüstü sistemlerin altında ezilmiş olan evrim teorisini savunan kişiler sahip oldukları mantıksız inançları terk etmeli ve bilimin ispatladığı gerçeklere bakmalıdırlar.

Milli Gazete