26 Aralık 2006 Salı

İnsan Her An Allah’a Muhtaç Durumdadır

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katı'nda şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Rabbimiz tek hak ve hüküm sahibidir. Tüm kainat, göklerde ve yerde bulunan canlı - cansız herşey; tüm insanlar, hayvanlar, bitkiler, eşyalar Allah'a aittir. Hepsini yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Herşey O'nun emri ile hareket eder ve o dilediği sürece varlığını sürdürebilir. Tüm canlı varlıkları besleyen, onlara gökten ve yerden rızık veren, yeri yeşerten, geceyi karartan, Güneş'i parlak bir ışık kılan, mevsimleri var eden Allah'tır. Dünyanın yaratılışından itibaren yaşamış olan tüm insanları yaratan da Allah'tır. İstisnasız her insan varlığını Allah'a borçludur ve herşeyiyle O'na muhtaçtır. Allah'ın seçip insanların Kendisi'ne iman etmeleri için elçilik görevini verdiği peygamberleri de Allah'ın yarattığı kullardır. Tüm peygamberler O'nun emri ile hareket eden mübarek insanlardır.

Yüce Rabbimiz tüm varlıklar üzerinde mutlak hakimiyete sahiptir. O'nun dışındaki herşey, var olmak ve varlığını devam ettirebilmek için Rabbimiz'e muhtaçtır.

Allah kainatı yokluktan yaratmıştır. Dünyadaki tüm canlılar doğar ve ölürler, herşeyin bir ömrü, sayılı günü vardır. Kainatta, yok olmayacak hiçbir eşya ya da ölümsüz kalacak hiçbir canlı mevcut değildir. Oysa Kuran'da bildirildiği gibi Allah evveldir, ahirdir. (Hadid Suresi, 3) Yani başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. Allah, sonsuzluğun sahibi, zamanın ve mekanın üstünde olandır. O, herşeyden önce de vardır, sonra da olacaktır. Kainatın, canlıların, gezegenlerin, galaksilerin ve evrenin henüz yaratılmadığı, zamanın henüz var olmadığı anda yalnızca Allah vardı. Herşey yok olduktan sonra baki kalacak olan da O'dur. Ömrü ve zamanı yaratan Allah, maddeye ait tüm özelliklerden müstağnidir.

Allah, bu kavramları yaratan ve insanların zamana ve mekana tabi olarak yaşamasını uygun görendir. İnsan hiçbir zaman bir gün sonra, hatta bir saat sonra neler yaşayacağını bilemez. O ise bir işe hükmettiği zaman bir gün sonra, yıllar sonra ve kıyamete kadar o işin neyle sonuçlanacağına hakimdir. Dolayısıyla verdiği hüküm her zaman en doğru, en iyi ve en hikmetli olandır.

Kainattaki bütün varlıkların bir sonu vardır. Bir insan doğar, yaşar ve dünyadaki sınırlı ömrünün sonunda kaçınılmaz bir gerçek olan ölümle karşılaşır. İnsanların ölümü gibi, bitkiler ve hayvanlar aleminin yok oluşu da kaçınılmazdır. Onlar da doğduktan bir süre sonra birer birer ölürler. Canlı olan herşey hayatını tüketip toprağın altına girecektir. Ancak Rabbimiz baki olan, her zaman mutlak varlığını sürdürecek olandır. Sonsuzluk yalnızca O'na aittir.

İnsan acizdir, hayatı boyunca sürekli ilgiye ve bakıma muhtaçtır. Hayatının büyük bir bölümü kendi bedenine bakmakla, onu temiz tutmakla, beslenmesini ve uykusunu düzenlemekle geçer. Canlı cansız tüm kainatın yaratıcısı olan Allah ise Hayy'dır. Daima diridir, her an herşeye hakimdir, herşeyi bilir, herşeye güç yetirir, O'nu uyku ve uyuklama tutmaz, her türlü acizlikten de münezzehtir. O, yarattıklarına çeşitli acizlikler vermiş ve bu eksiklikleri fark edip yalnızca Kendisi'ne yönelerek kulluk etmelerini, herşeyi Kendisi'nden istemelerini emretmiştir. İnsana düşen de, Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini, tek bir saniye bile hayatını devam ettiremeyeceğini bilerek Rabbimize yönelip dönmektir. Allah Kendisi'nden başka hiçbir ilah olmadığını Kuran ayetlerindeki hikmetli örneklerle bizlere şu şekilde haber vermektedir:
Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. O'nun yanında olanlar, O'na ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve yorgunluk duymazlar. Gece ve gündüz, hiç durmaksızın tesbih ederler. Yoksa onlar, yerden birtakım ilahlar edindiler de, onlar mı (ölüleri) diriltecekler? Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir. O, yaptıklarından sorulmaz, oysa onlar sorguya çekilirler. Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: "Kesin-kanıt (burhan)ınızı getirin. İşte benimle birlikte olanların zikri (Kitab'ı) ve benden öncekilerin de zikri." Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 19-24)

Milli Gazete

19 Aralık 2006 Salı

Müslümanların etki ve başarısı Allah'ın takdiridir

İslâm tarihi incelendiğinde, inananların Allah’ın varlığını inkar edenlere karşı sürekli mücadele ettikleri görülür. Bu mücadelelerinde baskı, zulüm ve engellemelere maruz kalsalar da asla hak olanı tebliğ etmede gevşekliğe kapılmazlar. Aynı Peygamberlerin başına gelen zorluk ve sıkıntılar gibi, kendi yaşadıkları olayların da Allah’ın bir denemesi olduğunun farkındadırlar.

İnkar edenler, hayatlarını Allah’ın rızasını aramaya adamış müminleri kendi çarpık yaşam biçimleri için her zaman bir tehdit olarak görmüşlerdir. İnkarcıların önde gelenlerinin sürekli gözetim ve takibi altında olmak, onlar tarafından hapsedilmek tarih boyunca Allah yolunda mücadele eden insanların karşılaştıkları olaylardır.

Müminler Allah’a olan tevekküllerinden dolayı, inkarcıların bu tehditlerine karşı son derece cesur, son derece güvenli bir tavır sergilemektedirler. Resullerin ve müminlerin bu özelliğini haber veren ayetlerden bazıları da şunlardır:

“… De ki: “Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın. Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.” (Araf Suresi, 195-196)

Resulün inkarcılardan korkup-çekinmesi asla söz konusu olamaz. Çünkü Resuller Kur’an’da haber verildiği üzere, “Allah’ın Risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır.” (Ahzap Suresi, 39)

Resulün ve müminlerin inkarcılara karşı bu denli kararlı ve cesur davranmalarının nedeni, olayların iç yüzünü ve sırrını kavrayabilmeleridir. Bu sır, hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin kendisine belirlenen kaderin dışına çıkamayacağı gerçeğidir. İnkar edenler kuşkusuz bu metafizik gerçekten habersizdirler ve müminlere dilediklerini yapabileceklerini zannederler. Oysa müminler bilmektedirler ki, hiç kimse Allah’ın izni dışında hiçbir şey yapamaz. Herkesin kaderini belirleyen, ne kadar yaşayacağını, nerede nasıl öleceğini tespit eden Allah’tır.

Dolayısıyla inkar edenlerin müminlere kurdukları tuzaklar, düzenledikleri saldırı ve iftiralar, Allah’ın bilgisi ve izni dışında gerçekleşemez. Bu nedenle de, müminlerin bu saldırılardan korkmalarını, çekinmelerini gerektirecek bir durum yoktur. Kur’an’da haber verilen; “Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez” (Maide Suresi, 105); “Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez” (Nisa Suresi, 141) ve “Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır” (Âl-i İmran Suresi, 120) ayetleri, bu konuyu açıklamaktadır.

Mümin, her zaman olduğu gibi, inkar edenlerle muhatap olurken de dua halindedir. Çünkü onu başarılı kılacak, küfür üzerindeki heybet ve etkiyi yaratacak olan, maddi imkanları, dış görünümü ya da zekası değil, ancak Allah’tır. Allah’ın başarı vermesi ise, sebeplere değil, doğrudan doğruya niyete ve duaya bağlıdır. Allah, duaya verdiği önemi “De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?..’“ (Furkan Suresi; 77) ayetiyle de açıkça bildirmiştir.

Gerçekten de güzellik, zenginlik ve ihtişam yalnızca birer vesiledir. İhlaslı, dürüst, Allah rızası için bir hareket olduğu takdirde Allah bu fiziksel üstünlüklere bir de manevi güzellik ve üstünlük katar. O zaman da metafizik ve ezici bir üstünlük ortaya çıkar. Bu üstünlük, müminin yalnızca dış görünümüne değil, tavrına ve İslâm için yaptığı hizmetlere de yansır. Tüm çalışmaları son derece akılcı olur. Bu teknik konularla ilgisi olmayan Allah’ın, Kendisini razı eden kullarına karşı nimet olarak verdiği ve yenilemez bir başarıdır. Allah’ın vaadleri kesin gerçekleşen kanunlardır. Bir ayette müminlerin mutlaka zafere kavuştukları şöyle haber verilir:

Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır. (Saffat Suresi, 171-173)

İnkar edenlerin tüm güçlerini, imkanlarını sarfederek ve hatta yıllar boyunca uğraşarak Müslümanlar aleynine kurdukları tüm düzenlerin boşa çıkması Allah’ın bu vaadi dolayısıyladır. Yine Müslümanların el attıkları her işin altından, kimsenin o güne kadar güç yetiremediği kadar mükemmel bir sonuçla kalkmaları da Allah’ın yardımı dolayısıyladır. Bir ayette Allah iman edenlere yardımını şöyle bildirmiştir:

Sonra biz, elçilerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü’minleri kurtarmamız bizim üzerimize bir haktır. (Yunus Suresi, 103)

12 Aralık 2006 Salı

Sizden Daha Çok Bilgi Sahibi Olan Vücudunuz

Vücudunuzun her bir hücresi içerisine birer bilgi bankası olan DNA yerleştirilmiştir. DNA'da zaman zaman dış etkiler sonucu bazı hatalar meydana gelebilir. Ancak bu hatalar DNA kontrol mekanizmaları tarafından hiç vakit kaybetmeden düzeltilir. Düzeltme işlemini gerçekleştirenler de yine DNA'daki bilgiler doğrultusunda üretilmiş olan enzimlerdir.

Önce hasar gören DNA şedinin hatalı kısmı TESPİT EDİLİR. Daha sonra tespit edilen bu HATALI KISIM kopartılır. Böylece DNA sarmalında bir boşluk oluşur. Yine bir enzim tarafından sağlam bir kopyadan DOĞRU BİLGİ alınır ve boş yere doğru bilgi yerleştirilir. Ancak düzeltme işlemi bununla bitmez. Düzeltmenin gerçekleştiği yerdeki şeker-fosfat şeridi üzerinde bir kopukluk meydana gelmiştir. Bu kopukluk ise yine başka bir enzim tarafından tamir edilir.

Yaptıkları işlerden de anlaşıldığı gibi, DNA'daki hataların düzeltilmesinde görev alan enzimler hataları tespit edebilmektediler. Doğru bilgiyi yanlış bilgiden ayırtedebilmektedirler ve DNA’yı çok iyi tanımaktadırlar. Öyleki, doğru bilgiyi nereden almaları ve açılan boşluğu nasıl kapatmaları gerektiğini de bilmelidirler. Bunları yapan gen mühendisi uzmanlar değildir. Bunları gerçekleştiren şuuru olmayan, çoğu kişini vücudunda varlığından bile haberdar olmadığı veya ne işe yaradığını bilmediği enzimlerdir.

İşin en ilginç yönü de, DNA'nın hem üretimini sağlayan hem de yapısını denetleyen bu enzimlerin, yine DNA'da kayıtlı olan bilgilere göre ve DNA'nın emir ve kontrolünde üretilmiş proteinler olmasıdır. Ortada içiçe geçmiş öyle muhteşem bir sistem vardır ki, böyle bir sistemin kademe kademe oluşan tesadüflerle bu hale gelmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü enzimin olması için DNA'nın olması, DNA'nın olması için de enzimin olması, her ikisinin olması içinse hücrenin de, zarından diğer bütün kompleks organellerine kadar eksiksiz olarak var olması gerekir.

Burada anlatılanlar, hücrenin içinde gerçekleşen milyonlarca olaydan sadece bir tanesinin, küçük bir ara aşamasıdır. Bu şuuru, bilgiyi, aklı, beceriyi, sorumluluk hissini ve işbirliği gerektiren davranışları şuursuz atomların göstermeleri kesinlikle mümkün değildir.

Canlıların birbirini izleyen "yararlı tesadüfler" sonucunda "aşama aşama" geliştiklerini öne süren evrim teorisi, söz konusu DNA-enzim paradoksu tarafından kesin biçimde yalanlanmaktadır. Çünkü DNA'nın ve enzimin de aynı anda var olması gerekmektedir. Bu ise bilinçli bir yaratılışın varlığını gösterir.
"Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar." (Rum Suresi, 26)

Siz 3 miylar haflik kusursuz mükemmellikte ve doğrulukta yazılmış bir eser elinize alsanız, bu eserin mutlaka bir yaratıcısı olduğunu düşünürsünüz. DNA’nızdaki 3 milyar harf’in hiçbiri tesadüf sonucu oluşmamıştır. DNA daki işlemleri gerçekleştiren yapılar o kadar dikkatli, titiz ve hassastırlarki hiçbir zaman okumada, doğru hafleri seçme konusunda bir hata yapmazlar. Her seferinde milyarlarca harf arasından doğru olanları seçerler. Doğru haflerin üretimi için ulaştırdıkları organeldede yine aynı titizlikle, dikkatle üretim başlar.

Bu, son derece ileri teknolojiye sahip bir gökdelenin planının mimar ve mühendisler tarafından oluşturulduktan sonra, inşasının gerçekleştirilmesi için ilgili uzman ve teknisyenlere emanet edilmesi gibi planlı ve organize bir olaydır.

Darwinistler ise, gözle görülmeyecek kadar küçük bir alanda oluşan bu yüksek seviyeli organizasyonun, tesadüfen oluştuğunu iddia ederler. Cansız, kör ve şuursuz atomlardan oluşan moleküllerin sürekli akıl göstererek, kusursuz bir planın ve düzenin yöneticileri ve uygulayıcıları olduğunu iddia ederler.

Darwinizm'in bu iddialarına inanmak, çocuk masallarını gerçek sanmak kadar mantıksız ve inanılmazdır. Ancak Darwinizm büyü ve hipnoz teknikleri kullanarak, birçok insanı kandırmış ve kavrayışını kapatmıştır.

Doğanın böylesine kusursuz bir sistemi, tesadüfen oluşturduğunu iddia edecek kadar mantığa, akla ve bilime karşı gelen evrimciler yanılmaktadırlar. Tüm bu şuurlu ve planlı işlerin düzenleyicisi ve yöneticisi Allah'tır.
Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O'nadır. (Teğabun Suresi, 3)

Milli Gazete

5 Aralık 2006 Salı

Nankörlükten kaçınmak mümin özelliğidir

Kendi kullarından O’na bir parça kılıp-yakıştırdılar. Doğrusu insan, açıkça bir nankördür. (Zuhruf Suresi, 15)

İman edenler, karşılarına çıkan tüm olayların, işittikleri tüm konuşmaların ve kendi yaptıkları tüm hareketlerin Rabbimizin belirlediği bir kader dahilinde gerçekleştiğini bilirler. Bu nedenle kendileri için her şeyde bir hayır yaratan Allah’a tam teslim olurlar ve huzurlu, mutmain bir ruh hali içinde yaşarlar. Rabbimizin her şeyin üzerinde güç sahibi olduğunu ve bir yaprağın bile Allah’ın dilemesi dışında düşmeyeceğini kesin bir bilgiyle bildikleri için, hayatları sırasında her an gösterdikleri ahlâk da iman ettikleri bu gerçek doğrultusundadır.

Dünya hayatı insan için bir denemedir. Bu nedenle iman edenler kendileri için belirlenen ömürleri boyunca Rabbimizin kendilerini imtihan ettiğini unutmazlar. Bu imtihanları sırasında en sakındıkları tavırlardan birisi, Kur’an’da bir çok ayet ile kötü bir ahlâk özelliği olarak tarif edilen nankörlüktür. Nankörlük, dinden uzak ve gaflet içinde olan insanlarda çok yaygın olan bir özelliktir. Bu kişiler Allah’ın yarattığı kaderin hikmetlerini göremedikleri, basiret sahibi olmadıkları, Allah’ın her zorlukla birlikte bir kolaylık yarattığını takdir edemedikleri ve Kur’an ahlâkını yaşamak yerine büyüklenmeleri nedeniyle bu çirkin tavrı sergilerler.

İman edenler ise Kur’an’da bildirildiği gibi temiz akıl sahibidir ve Allah’tan korkup sakındıkları için diğer insanlardan onları ayırt eden bir akla sahiptirler. Vicdanları her zaman açıktır ve bu şuurla her canlıyı alnından tutup denetleyen Rabbimizin kendileri için takdir ettiği kaderde, her detayın hikmetle yaratıldığını görebilirler. Allah’tan gereği gibi korkup sakınmakla ve samimi bir teslimiyetle kazanılan bu akıl sayesinde Kuran ahlâkını yaşama konusunda çok güçlü bir şahsiyete sahip olurlar.

İşte müminlerin gerçek imanla kazandıkları bu güçlü şahsiyet Allah korkusuyla güçlenen, çok üstün bir ahlâktır. Allah tarih boyunca iman edenleri imtihanları gereği zorluklarla, hapis hayatıyla, alay ve incitici sözle, işkence ve zulümle, ölümle, açlık ve korkuyla, hastalıklarla denemiştir. Kendilerine isabet eden her olayda iman edenler Allah’a karşı şükredici bir tavır sergilemişler, Allah’ın kendilerine tarif ettiği güzel ahlâkı yaşamaktan vazgeçmemişlerdir. Rabbimize tevekkül edip sabretmişler, salih davranışlarını sürdürmüşler, ümitvar olmuşlar, Allah’a yalvararak samimiyetle dua etmişler ve Rabbimizin izniyle çok üstün onurlu bir makama erişmişlerdir.