28 Şubat 2006 Salı

Kıyamet günü yaklaşarak gelmektedir

"Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştiği zaman. İnsan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar) yalnızca Rabbinin Katıdır." (Kıyamet Suresi, 8-12)

Çevrenizdeki insanların hayatlarını yönlendiren olaylara genel olarak şöyle bir göz atın. Büyük olasılıkla büyük bir çoğunluğu bir yerlere ulaşmak için uğraşıyor, "yaşam mücadelesi" içinde iyi bir yer almaya çalışıyordur. Hayatlarındaki pek çok şeye yoğun bir dikkat veriyor, bu konular üzerinde derin derin düşünüyorlardır. Bununla birlikte, yaşamları boyunca düşünmekten kesinlikle kaçındıkları konular da vardır. Ölüm bunlardan bir tanesi, belki de en önemlisidir. Ölüm, düşünüldüğünde insanda etki uyandırır, çünkü kaçınılmaz olan kesin bir "son"dur.

Kur’an ahlâkını yaşamayan insanlar kendilerini korkutan bu "son"dan çeşitli yöntemlerle korunmaya çalışırlar. Bunlar arasında en yaygın olarak tercih edileni; korku duymak yerine, böyle bir konuyu akla getirmemek hatta mümkünse unutmaktır. Allah birçok insanın düşünmekten kaçtığı ancak herkese çok yakın olan bu gerçeği, bir ayette şu şekilde bildirmiştir:

"Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir." (Âl-i İmran Suresi, 185)

Ölüm her an herkese çok yakındır. Yaşı kaç olursa olsun geçen her gün, bütün insanları kaderlerinde yazılmış olan sona doğru biraz daha yaklaştırmaktadır. Bu sondan kaçmak, hatta bunu biraz ertelemek için almakta oldukları önlemlerin hiçbiri hiç kimseyi bu dünyada "geçici" olmaktan kurtaramayacaktır.

Şu an yaşayan herkesin hayatı da, önceki tüm insanlarınki gibi bir gün son bulacaktır. Ancak herkesi bekleyen ölümle dünya hayatı bitecek; kıyamet günü yeni bir kalkış ile yeni bir hayat başlayacak ve sonsuza kadar devam edecektir. O gün sadece insanların değil tüm canlıların, yeryüzünün son günüdür. Dünya hayatının son bulacağı kıyamet günü, yalnızca dehşetin yaşandığı, boyutları hiçbir insanın hayal edemeyeceği kadar korkunç, aynı zamanda görkemli bir "son gün" olacaktır.

Yeryüzündeki herşey yerle bir olacak, dağlar bir yün gibi çözülecek. Ardı ardına büyük felaketler meydana gelecek, güneş körelecek, yıldızlar kayıp, yok olacaktır. Ardından, Allah o vakte kadar dünya üzerinde yaşamış tüm insanları canlandıracak, biraraya toplayacak ve her insan bu güne şahit olacaktır. Rabbimiz'in ayette belirttiği gibi, bu "son gün" inkarcılar için zorlu bir gündür. (Müddessir Suresi, 9)

Kıyamet günü, özellikle alametlerinin de art arda çıkmasından dolayı son günlerde insanların çoğunun tahmin ettiği gibi, hiç de uzak değildir, yaklaşarak gelmektedir. O gün dünyaya ait olan herşey de dünyayla birlikte yok olacaktır. Hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, kıskançlıklar, düşmanlıklar ve zevkler sona erecektir. Geleceğe yönelik planların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Allah'a döndürüleceğini unutan herkes için, çok sevdikleri, sonsuz hayata tercih ettikleri dünyanın tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona erdiği gün gelmiş olacaktır. İşte o gün, insanlar Allah'ın varlığına kesin bir biçimde şahit olacak, unutmaya çalıştıkları hesap günü ile karşı karşıya kalacaklardır. Eğer iman etmemişlerse gaflet içinde geçirdikleri kısa ömür sona erecek, azap dolu sonsuz bir başlangıç kendilerini bekleyecektir. İnkarcılara asla mutluluk getirmeyecek bu sonsuz azap dolu yaşam ilk andan itibaren öylesine şiddetlidir ki, "bunu yaşayanlar, azabın yerine "yok olmayı isteyeceklerdir". Ama bu da mümkün olmayacaktır. O gün herkes en küçük ayrıntıya kadar dünya hayatında yaptıklarının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkacaktır.

25 Şubat 2006 Cumartesi

Müslüman kadın güçlü ve iradeli bir karaktere sahiptir

Cahiliye ahlâkında güç genellikle para, şan şöhret, itibar, isim sahibi olmak, belli başlı bazı kavramlarla özdeşleştirilmiştir. Bunlardan en az biri elde edilebildiğinde güç sahibi olunacağına inanılır. Kimi zaman da bu özelliklere sahip olan kimselerin himayeleri altına girildiğinde insanların kendilerini güçlü hissedebilecekleri düşünülür. Oysa dünya hayatının her an elden gidebilecek geçici değerleriyle elde edilen bir güç, elbette aynı şekilde kolaylıkla yitirilebilir niteliktedir.

Müminler ise güçlerini imanlarından alırlar. Bundan dolayı hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, güçlerinde bir değişiklik olmaz. Bu, mümin kadının da karakterini belirleyen önemli bir özelliktir. Allah Kur’an'da güçlü, hiçbir zaman için sarsılmayan onurlu kişilik yapılarına şöyle dikkat çekmektedir:

Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)

Allah'ın bu ayette bildirdiği önemli bir başka mümin özelliği de, iman edenlerin, insanların kınamalarından etkilenmeyen güçlü bir şahsiyete sahip olmalarıdır. Müminler, tarih boyunca pek çok peygamberin, yaşadıkları toplumlar tarafından çeşitli şekillerde suçlanıp kınandıklarını, eziyetlere maruz kaldıklarını, yurtlarından sürüldüklerini ve hatta bu nedenle öldürüldüklerini bilirler. Peygamberlerin tüm bu zorluklar karşısında göstermiş oldukları güçlü, dayanıklı ve sağlam kişiliği, sabrı, kararlılığı ve tevekkülü kendilerine örnek alırlar. Allah'ın "Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir." (Al-i İmran Suresi, 186) ayetiyle bildirdiği gibi, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak, müminlerin zorluk ve sıkıntılarla deneneceklerini, inkar edenlerden 'eziyet verici' sözler duyarak kınanabileceklerini bilirler. Tüm bunları, Allah'a karşı olan samimi imanlarını, teslimiyetlerini ve sadakatlarinin gücünü gösterebilecekleri olaylar olarak görüp şevkle karşılar ve güçlü bir irade gösterirler.

Hiçbir zaman cahiliye ahlâkını yaşayan kadınlarda görülebilen zayıflıklara kapılmazlar. Bir kimsenin sözü, tavrı ya da eleştirisi, zayıflık gösterip güçsüz düşmelerine, cesaretlerinin kırılmasına neden olmaz. Alınganlık, kırılganlık gibi duygusal tepkiler vermeyi hiçbir zaman için kendilerine yakıştırmazlar. Her ne olursa olsun Allah'a tevekkül ederler. Başlarına her ne gelirse gelsin, Allah'ın sonsuz adaletli olduğunu, herşeyi görüp bildiğini, kimsenin 'hurma çekirdeğindeki bir iplikçik' kadar bile haksızlığa uğratılmayacağını bilmenin rahatlığını yaşarlar. (Nisa Suresi, 49) Allah'a teslim olurlar. Kendilerini kınayan kişi, bu bakış açısında haksız ise, bu haksızlığını Allah'ın mutlaka ortaya çıkaracağını bilir, bundan dolayı telaşa kapılmazlar.

Kimi cahiliye kadınları ise, güç ve iradenin erkeklere ait olan özellikler olduğuna inanırlar. Erkeklerin, zorluklar ve sıkıntılar karşısında, hem kendileri hem de yanlarındaki kadınlar adına güç ve irade göstermekle sorumlu olduklarını düşünürler. Kadınların yapabilecekleri en iyi tavrın ise, onlara sığınmak ve onların akıllarına, iradelerine ve güçlerine teslim olmak olduğunu sanırlar. Bu nedenle, daima korunup kollanmayı beklerler. Özellikle de zorluk ve sıkıntı ortamlarıyla karşı karşıya kaldıklarında, mevcut güçlerini ve iradelerini de kaybeder, telaşa kapılırlar. Bu da akıllarının iyice karışmasına ve mantıklı düşünme yeteneklerini kaybetmelerine neden olur.

21 Şubat 2006 Salı

Nefislerinin arzularına göre yaşayanlar

İnsanları Allah'ın bildirdiği gibi din ahlâkını yaşamaktan alıkoyan en önemli unsurlardan biri, akıl ve vicdanlarıyla değil, nefisleriyle düşünmeleridir. Diğer bir deyişle, kendi istek ve tutkularına göre hareket etmeleridir. Bu da söz konusu insanların hak olana değil, batıl olana uymalarına, hem kendilerine hem de çevrelerine maddi manevi büyük sıkıntılar vermelerine neden olur. Allah Kur’an'da, nefsin insanları hep kötülüğe yönlendirdiğini bildirmiştir:

... Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yusuf Suresi, 53)

Bir başka ayette ise, insanların kendi istek ve tutkularına uymalarının büyük belalara sebep olacağı şöyle haber verilmiştir:

Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 71)
Allah'ın indirdiği din, insanların yaratılışına en uygun olanıdır. İnsanların kendi mantık örgülerine, kültürlerine, birikimlerine göre yaptıkları değerlendirmeler ise çeşitli sıkıntılara neden olur. Çünkü Kur’an ahlâkını yaşamayan bir insan, herşeyin kendi nefsine uygun olmasını ister. Ona göre önemli olan, nefsinin isteklerinin tatmin olmasıdır, bu durumun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini ise çoğunlukla düşünmez. Düşünse dahi, nefsi kendi istek ve tutkularını ona daha önemli gösterir. Nefse göre hareket edildiğinde, kişinin en çok kendisinin rahat etmesi, en çok kendisinin gözetilmesi gerekir. Kur’an ahlâkını yaşamayan insanların bu bitmek bilmeyen hırsları Kur’an'da şu şekilde haber verilmiştir:

Yoksa insana 'her arzu edip dilekte bulunduğu' şey mi var? (Necm Suresi, 24)

Nefsinin planladığının aksine bir durum geliştiğinde de bu insanlarda çok fevri tepkiler oluşabilir. Öfke, küskünlük, duygusallık gibi Kur’an ahlâkına uygun olmayan davranışlar gösterilebilir. Bu durum söz konusu insanların bencil, sevgisiz, kibirli, insaniyetsiz olmalarına neden olur. Bu insanlar en çok kendilerini severler. Yakınlarını, dostlarını veya ailelerini sevdiklerini iddia ettiklerinde de, bu sevgi anlayışının muhakkak onların nefislerine uygun olması gerekir. Yani, sevgilerinde Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini gözetmez, dünyevi birtakım beklentilere göre hareket ederler.

Tüm bunların en başta kişinin kendisine zarar vereceği açıktır. Sürekli nefsinin isteklerini yerine getirmeye çalışan insan, kendisini yıpratan bir hırsla yaşamanın sıkıntılarını çeker. Güven, huzur, itidal yerine, sürekli endişe, korku ve tedirginlikle yaşar. Sahip olduğu herşeyin Allah'ın bir lütfu olduğunun bilinciyle hareket etmediği ve tevekkül etmediği için, sahip olduklarını kaybetmekten ya da olayların kendi istediği gibi gelişmeyeceğinden duyduğu korku ruh dengesini bozar.

14 Şubat 2006 Salı

İnsanların değil, Allah'ın razı olacağı gibi yaşamak

Allah insanlara nasıl bir ahlâka sahip olmaları, nasıl bir hayat yaşamaları gerektiğini detaylı olarak bildirmiştir. Gerçek din ahlâkı, Allah'ın emirlerinin eksiksiz olarak yerine getirilmesiyle yaşanır. İnsanların bir kısmı ise bu ahlâkı yaşamaktan şiddetle kaçınırlar. Tam olarak Allah'ın hükümlerine teslim olmak istemez, kendi nefislerinin de tatmin olacağı bir model oluşturmaya çalışırlar. Bunun için kendilerince bazı kurallar, prensipler oluşturur, dinin de bu prensiplere uygun olması gerektiğini düşünürler. Kendi kuralları ve mantık örgüleriyle uygun olduğu müddetçe din ahlâkını yaşamayı kabul ederler. Oysa bu çok büyük bir yanılgı ve aldatmacadır. Çünkü gerçek din ahlâkı, insanların dediği gibi değil, Allah'ın bildirdiği gibi yaşanan ahlâktır.

Allah Kur’an'da, kendi çarpık mantık örgülerine göre hareket eden ve Allah'ın bildirdiği gibi yaşamayan insanların yanılgılarını şu şekilde haber vermektedir:

Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var? İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye. Onlara sor: “Hangisi bunun savunuculuğunu yapacak? (Kalem Suresi, 36-40)

İnsanları memnun etmek için yaşayanların yanılgıları

Allah'ın bildirdiği gibi değil de insanların dediği gibi yaşamak, söz konusu kişilerin pek çok çarpık ve sapkın çıkarımlarda bulunmalarına neden olur. Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan münafıklar, bu tarz çıkarımlarla fitne ortamı meydana getirmeye çalışmışlar, müminleri hak yoldan uzaklaştırmayı hedeflemişlerdir. Allah, münafık ve müşrik ahlâklı insanların bu çirkin özelliklerini şu şekilde bildirmiştir:

Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azaplandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür. (Fetih Suresi, 6)

Ayette de bildirildiği gibi kötü zanları, asıl olarak bu zannın sahiplerine zarar vermiş, Peygamberimiz (sav) ve sahabe ise Allah'ın izniyle hep galip gelmişlerdir. “Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar?...” (Maide Suresi, 50) ayetiyle de bildirildiği gibi söz konusu kişileri bu sonuca sürükleyen sebeplerden biri, Allah'ın dediği gibi değil, cahiliye hayatında öğrendikleri sapkın mantıklara göre hareket etmek istemeleridir. Oysa Allah Kur’an'da,”... Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?” (Maide Suresi, 50) diye bildirmiştir.

7 Şubat 2006 Salı

İnsanlara bolluk ve zenginlik verilmesinin sırları

Tüm evren, içindeki canlı ve cansız varlıkların tamamı ile birlikte Allah'a aittir. Ve Allah, sahip olduklarından dilediklerini dilediği insanların emrine verir. İnsanlara rızık veren, onları zenginleştiren, bol bol ürünler veren, nimetlendiren Allah'tır. Allah'ın ayetlerinde bildirdiği gibi, Allah dileği insana rızkını genişletip yayar, dilediğinin ise rızkını kısıp daraltır ve bunların hepsini hayırla ve bir hikmet üzerine diler. Rızkı bollaşan da, azalan da bunlarla denenmektedir. Allah'ın verdiği nimetlerle azıp şımarmayan, hepsi için Allah'a şükredici olanlar, ellerindeki nimetler alındığında ise, Allah'a tevekkül ederek, sabır gösterenler Allah'ın hoşnut olduğu kullardır. Kur’an'da bildirilen Hz. Süleyman'ın sözleri, Allah'ın nimetlerinin insanlar için bir deneme olduğunu açıklamaktadır:

Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır." (Neml Suresi, 40)

Hz. Süleyman'ın Kur’an'da haber verilen, "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)" şeklindeki sözleri, nimetlerin insanlara veriliş nedenlerinden birini açıklamaktadır. Allah, Kur’an'da dünya hayatının süsü olarak tanımladığı malları, oğulları, eşleri, akrabaları, makamı, itibarı, zekayı, güzelliği, sağlığı, kâr getiren ticareti, başarıyı kısacası her türlü nimeti insanı denemek için verir.

İnkarcılara bolluk verilmesinin sırları

Dünya üzerinde, Allah'a inanmadığı halde bolluk ve nimet içinde yaşayan, bereketli topraklar, sağlıklı çocuklar sahibi olan, uzun ömür sürmüş ve halen de sürmekte bulunan birçok insan vardır. Bu insanlar sahip olduklarıyla Allah'ı razı etmek yerine şımarmakta, bunlarla Rabbimizin rızasını aramak yerine, Allah'tan uzaklaşmaktadırlar. Her geçen gün küfürleri artan ve durmadan günah toplayan bu insanlar, sahip olduklarının kendileri için hayır olduğunu zannederler. Oysa Allah Kur’an'da bu insanlara verdiği nimetlerin ve tanıdığı sürenin hikmetini ve sırlarını şu ayetlerle açıklamaktadır:

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)

Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Mü'minun Suresi, 54-56)

Ayetlerde açıklandığı gibi söz konusu insanların sahip oldukları nimetler onlar için hayır değildir. Onlara tanınan süre günahlarının daha da artması içindir. Vakitleri dolduğunda ise ne malları, ne çocukları, ne makamları onları acı bir azaptan kurtaramaz. Nitekim, Allah Meryem Suresi'nde daha önceki insan nesillerinde de varlık ve bolluk içinde yaşayan, ancak bu nimetlerin kendilerini azaptan kurtaramadığı kavimlerin durumunu bildirmiştir: Onlardan önce nice insan- nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler. (Meryem Suresi, 74)

Aynı ayetin devamında ise, bu insanlara süre tanınmasının sırrı şöyle açıklanmıştır: De ki: "Kim sapıklık içindeyse, Rahman (olan Allah), ona süre tanıdıkça tanır; kendilerine va'dedileni -ya azabı veya kıyamet saatini- gördükleri zaman artık kimin yeri (makam, mevki) daha kötü, kimin askeri- gücü daha zayıfmış, öğreneceklerdir. (Meryem Suresi, 75)

Allah, sonsuz adaletli ve merhametlidir. Herşeyi bir hikmet ve hayır ile yaratır ve her insan yaptığının karşılığını eksiksiz olarak alır. Bunu bilen müminler, çevrelerinde gerçekleşen her olaya Allah'ın yarattığı hikmet ve hayrı görmek niyetiyle bakarlar. Aksi takdirde, insanlar gerçeklerden uzak, aldatıcı bir dünya yaşarlar.