25 Kasım 2008 Salı

Sevgi yalnızca Allah'a yöneltilir

İman eden bir kişi, bütün kalbiyle sevmesi, yakınlaşması, bağlanması gereken varlığın Allah olduğunu bilir. Çünkü Allah onu yoktan var eden, bedenini, aklını, şuurunu, imanını ve sahip olduğu bütün herşeyi ona verendir. Dahası, Kendisi’ne iman ettiği ve itaat ettiği takdirde, onu, hem dünyada hem de ahirette çok büyük ve sonsuz bir nimetle, Katından bir sevgi ve hoşnutlukla müjdelemektedir. Bütün bunları da yalnızca Kendisi’nden bir rahmet ve lütuf olarak, karşılıksız bir şekilde vermektedir. O halde gerçek anlamda, herkesten çok sevilmeye, bağlanılmaya layık olan yalnızca Allah’tır.

Sevginin oluşmasındaki sebeplerden biri de sevilen kimsedeki üstün ve güzel özelliklere karşı duyulan ilgi ve hayranlıktır. Bu ilgi ve hayranlık karşı taraftan da karşılık gördüğünde aradaki ilişki kuvvetli bir sevgi bağına dönüşür. Ancak burada önemli olan nokta, üstünlük ve güzelliğin gerçek sahibini bulmak ve ilgi, sevgi ve hayranlık hislerini ona yöneltmektir. O da yine, bütün güzelliklerin, üstün ve yüce sıfatların kaynağı, sahibi olan Allah’tır. Yaratılmışların sahibiymiş gibi göründükleri üstün sıfatlar ise, yalnızca Allah’ın sonsuz sıfatlarının çok küçük birer yansımasıdırlar ve gerçekte Allah’a aittirler. Allah’ın kulları üzerinde tecelli etmekte, yani görünmektedirler. Bütün bunlardan dolayı sevgi ancak Allah’ın Zatına duyulur. İnsanın bir kimseyi veya bir eşyayı, Allah’tan bağımsız, müstakil bir varlık olarak görüp de Allah’ı sever gibi sevmesi ise, onun şirk koştuğunun en belirgin alametlerinden birisidir.

Elbette ki sevgi duymak yanlış değildir, yanlış olan Allah’ı tamamen unutup, adeta bir tutkuyla, ihtirasla karşı tarafa bağlanmaktır. Ya da o insan için Allah’ın rızasını ve hoşnut olacağı şeyleri terk etmektir. Oysa imani gözle bakıldığında insanların sahip oldukları tüm güzelliklerin asıl sahibinin Allah olduğu anlaşılır. Bunu fark eden insan doğal olarak Allah’a yönelir, karşısındaki insanı severken aslında Allah’ı sevdiğinin bilincindedir. Sadece Allah’ı ilah edinen bir kimsenin başka bir şeyi, başka bir kimseyi Allah kadar ya da O’ndan daha fazla sevmesi söz konusu olamaz. Bunun aksine bir tutum takınan müşrikler ise ayette şöyle tarif edilir:

İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)

Müminin sevgisi berrak, nurlu, kalpte ferahlık oluşturan bir sevgidir. Çünkü sevgisinin gerçek muhatabı Allah’tır. Karşısındaki varlığı dünyada Allah’ın tecellilerini barındırdığı için sever. Bu yüzden de, sevdiği bir kimse veya varlık ölünce veya sevdiği bir eşya kaybolunca, kendisinden alınınca mümin üzülmez, bir mahrumiyet ya da ayrılık acısı çekmez. Çünkü sevdiği varlıktaki maddi ve manevi bütün güzelliklerin, tecellilerin gerçek sahibi Allah’tır. Allah ebedi ve ezelidir. Hepsinden önemlisi kendisine şah damarından daha yakındır. Yalnızca kendisini imtihan etmek için geçici olarak bazı tecellilerini geri almıştır. İmanını ve bu anlayışını sürdürdüğü sürece dilerse bu dünyada dilerse ahirette sonsuza dek kendisine çok daha yoğun olarak pek çok güzel sıfatıyla tecelli edecektir. İşte bu sırrı kavradığı ve katıksız gerçek imana kavuştuğu için mümine üzüntü ve acı verecek, onu duygusallığa düşürecek hiçbir durum söz konusu değildir. Bir ayette iman edenlerin bu ruh hali şöyle tarif edilir:

Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)

11 Kasım 2008 Salı

Müslüman, nasıl bir Allah inancına sahiptir?

Allah'tan başka bir ilah olmadığını,
Her şeyi yaratanın ancak Allah olduğunu,
Her işi evirip çevirenin Allah olduğunu,
Tüm kalplerin ancak Allah'ın kontrolünde olduğunu,
Allah'ın her şeyi sarıp kuşatan oluğunu,
Kaderi belirleyen olduğunu,
Her şeye gücü yeten ve dilediğini yapan olduğunu,
Her şeyden haberdar olduğunu ve her şeyi işitip gördüğünü,
Her şeyin üzerinde gözetici ve koruyucu olduğunu,
Gaybı bildiğini,
Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve bütün eksikliklerden uzak olduğunu,
Doğurmamış ve doğurulmamış olduğunu,
Şaşırmayan ve unutmayan olduğunu,
Mülkün tek sahibi olduğunu,
Her şeyin tek varisi olduğunu,
Daima diri olduğunu,
İzzet ve şerefin tek sahibi olduğunu,
Daima üstün ve galip gelen olduğunu,
En güzel isimlerin sahibi olduğunu,
Hüküm ve hikmet sahibi olduğunu,
Kullarına şahdamarlarından daha yakın olduğunu,
Kullarının kalplerinden geçirdikleri en ufak şeyi dahi bildiğini,
Allah'ın gizlinin gizlisini bilen olduğunu,
Sonsuz adaletli olduğunu,
Merhametlilerin en merhametlisi olduğunu,
Kullarına karşı çok bağışlayıcı olduğunu,
Kullarını çok seven olduğunu,
Tevbeleri kabul eden olduğunu,
Samimi duaya karşılık veren olduğunu,
İyiliğin ve şükrün karşılığını fazlasıyla veren olduğunu,
İnsana her şeyi öğreten olduğunu,
Uyarıp korkutan olduğunu,
Ölüleri dirilten ve hesap gününü yaratan olduğunu,
Dinine yardım edenlere dünyada ve ahirette yardım edeceğini,
Vaadinin hak olduğunu,
İnkarcılar için cehennemi ve müminler için de cenneti yaratan olduğunu bilen bir Allah inancına sahiptir.
İmanı, yalnızca Allah korkusuna ve Allah sevgisine dayalıdır.
Yalnızca Allah'a ibadet eder.
Allah'ı herşeyin üzerinde tutar.
Allah'tan başka ilah aramaz.
Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaz.
Herşeyin Allah'tan olduğunu bilir.
Hayatının her anında asıl hedefini, 'Allah'ın rızasını kazanmak' olarak belirler.
Allah'ın her zaman onun yanında olup, yaptıklarını gördüğünü bilir.
Tüm hayatını Allah için yaşar.
Allah'ın sınırlarını titizlikle korur.
Allah'ın karşısında acizliğini çok iyi bilir.
Allah'ın ayetlerine gönülden boyun eğici bir tavır gösterir.
Sadece Allah'a güvenip dayanır.
Yardımın ancak Allah'tan olduğunu kavramıştır.
Kuran'a kuvvetle bağlıdır ve daima Allah'ı anar.
Allah'a asla nankörlük etmez.
Kıyamet gününe ve ahiretin varlığına kesin bir bilgiyle inanır.
Dünya hayatına aldanmaz.
Gelecek endişesi yoktur.
Her işte bir hayır olduğunu her an hisseder.
Her işte Allah'a yönelip döner.
Sahip olunan tüm özelliklerin Allah'tan olduğunu asla unutmaz.
Allah'a, hükümlerine ve elçilerine gönülden itaat eder.
Şeytanın etkisine girmez.
Her an vicdanının sesiyle hareket eder.
Katıksız, sadece Allah'a yönelmiş bir ruh hali içindedir.
Sadece Allah'ı ve inananları dost edinir.
Allah'a yakınlaşmak için çok şiddetli bir çaba harcar.
Allah'a her an şükredici olur.
Gizli ve açık infak eder.
Her güçlüğe sabrederek, kesinlikle yılmayan bir kararlılık gösterir.
Üstün bir ahlaka sahiptir.
Gösterdiği mümin alametlerinde süreklilik sağlar.
Takvada yarışıp öne geçer.

Milli Gazete

4 Kasım 2008 Salı

İnsan bedeninin büyümesi bir yaratılış mucizesidir

Bir bebeğin yavaş yavaş büyüyerek bir çocuğa, ardından bir gence, bir yetişkine ve bir yaşlı insana dönüşmesi çok olağanüstü bir yaratılış harikasıdır. Yeni doğmuş bir bebeğin kalbi yetişkin halinin yaklaşık olarak 16'da biri kadardır. Bir yaşını dolduran bir bebek, doğduğu güne oranla yaklaşık olarak iki kat daha ağır, %50 daha uzundur. 1 yıl içinde olağanüstü bir hızla kilo alır, uzar ve vücudu orantılı bir şekilde büyür. Yaklaşık 3 kg ağırlığında 50 cm boyunda yeni doğan bebeğin, yirmi-yirmi beş sene içinde 80 kg ağırlığında 1.80 m uzunluğunda yetişkin bir insan olmasını sağlayan nedir? Bu sorunun cevabı, hipofiz bezinden salgılanan mucize bir molekülde, büyüme hormonunda saklıdır.

Küçük bir bebeğin yetişkin bir insan olması için büyümesi gerekir. Büyüme işlemi de iki farklı şekilde gerçekleşir. Bazı hücreler hacimlerini artırırlar. Bazı hücreler de bölünerek çoğalırlar. İşte bu iki işlemi de sağlayan ve yöneten büyüme hormonudur.

Büyüme hormonu hipofiz bezinden salgılanır ve bütün vücut hücrelerine etki eder. Her hücre hipofiz bezinden kendisine gelen mesajın anlamını bilir. Eğer büyümesi gerekiyorsa büyür, bölünerek çoğalması gerekiyorsa çoğalır.

Örneğin yeni doğmuş bir bebeğin kalbindeki toplam hücre sayısı yetişkin kalbindekilerle aynıdır. Büyüme hormonu gelişme döneminde kalp hücrelerine teker teker etki eder. Her hücre, büyüme hormonunun kendisine emrettiği kadar gelişme gösterir. Böylece kalp de büyüyerek yetişkin bir insan kalbi haline gelir.

Sinir hücrelerinin çoğalması da bebek henüz anne karnındayken, 6. ayın sonunda biter. Bu aşamadan doğuma ve doğumdan yetişkinliğe kadar olan devrede sinir hücrelerinin sayıları sabit kalır. Büyüme hormonu sinir hücrelerine de hacimsel olarak büyümelerini emreder. Böylece sinir sistemi büyüme çağının bitimiyle beraber son halini alır.

Vücutta bulunan diğer hücreler –örneğin kas ve kemik hücreleri- gelişme dönemi boyunca bölünerek çoğalırlar. Bu hücrelere ne kadar bölünmeleri gerektiğini bildiren yine büyüme hormonudur.

Bu durumda şu soruyu sormamız gerekir:
Hipofiz bezi nasıl olur da hücrelerin bölünmesi veya büyümesi için gerekli olan formülü bilir? Bu, son derece mucizevi bir olaydır. Çünkü nohut büyüklüğünde bir et parçası, vücutta bulunan bütün hücrelere hükmetmekte ve bu hücrelerin hacim olarak genişleyerek veya bölünerek büyümelerini sağlamaktadır. Sorulması gereken bir başka soru da şudur: Bu et parçasına bu görevi kim vermiştir? Bu hücreler niçin bir ömür boyu, diğer hücrelere bölünmelerini emreden bir mesaj göndermektedir?

İşte bu aşamada Allah'ın yaratmasındaki kusursuzluk ve mükemmellik bir kez daha ortaya çıkar. Küçücük bir bölgede bulunan hücreler, trilyonlarca hücrenin bir düzen içinde bölünmelerini ve büyümelerini sağlamaktadır. Oysa bu hücrelerin insan bedenini dışarıdan görmelerine, bedenin ne kadar büyümesi ve ne aşamaya geldiğinde durması gerektiğini bilmelerine imkan yoktur. Bu şuursuz hücreler, vücudun karanlıkları içinde, ne yaptıklarını dahi bilmeden büyüme hormonu üretmekte ve üretimi durdurmaları gerektiği zaman da durmaktadırlar. Öyle kusursuz bir sistem yaratılmıştır ki, büyümenin ve bu hormonun salgılanmasının her aşaması kontrol altındadır.

Büyüme hormonunun bazı hücrelere hacim olarak büyümelerini, bazı hücrelere de bölünerek çoğalmalarını emretmesi ise ayrı bir mucizedir. Çünkü her iki hücreye ulaşan hormon birbirinin kopyasıdır. Ancak emri alan hücrenin genetik şifresine ne şekilde hareket etmesi gerektiği yazılmıştır. Büyüme hormonu büyüme emrini verir. Bunun ne şekilde yapılacağı o hücrenin içinde yazılıdır. Bu da insan vücudunun her noktasının yaratılışındaki kudret ve ihtişamı bir kez daha ispatlar.

Burada çok önemli bir detay daha vardır: Büyüme hormonunun bütün vücut hücreleri üzerinde etkili olması da son derece büyük bir mucizedir. Eğer bazı hücreler büyüme hormonuna itaat ederken, bazı hücreler de bu hormona isyan etseler sonuç felaket olur. Örneğin kalp hücreleri büyüme hormonunun emrettiği şekilde büyürken, göğüs kafesi hücreleri çoğalmayı ve büyümeyi reddederlerse ne olur? Büyüyen kalp küçük kalan göğüs kafesi içinde sıkışır ve sonuç ölüm olurdu.

Bütün bu muazzam dengelerin zaman içinde, tesadüflerle oluştuğunu iddia etmek bilimsel gerçeklerle ve akılla çelişmektedir. Çünkü dengedeki tek bir eksiklik, bütün sistemin yok olması anlamına gelir. Bir canlının yaşamını devam ettirebilmesi için tüm sistem ve organların aynı anda var olmaları gerekmektedir. Büyüme hormonu hakkında buraya kadar anlatılan bütün detaylar ve birbiri içine geçmiş bu hassas dengeler tek bir gerçeği göstermektedir: İnsan tek bir seferde, kusursuz bir şekilde yaratılmıştır. Allah, yaratışındaki üstünlük için Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)


Milli Gazete