23 Ağustos 2011 Salı

Karşı tarafı sözle yenmiş olmak, her zaman bir kazanç değildir

Bazı insanlar biriyle bir fikir çatışması ya da tartışma içerisine girdiklerinde, elde edebilecekleri en iyi sonucun, 'karşı tarafa kendi fikirlerini Kabul ettirmek' olduğunu düşünürler. Halbuki her zaman için asıl başarı, 'karşı tarafı yenmek' değildir. Bazen de insanın yenilmesi, asıl olarak onun üstünlüğünü gösteren bir alamet olur.

- Kendi aklını beğenmenin insana getirdiği zararlar nelerdir?

- Samimi bir Müslümanın bu konudaki tavrı nasıldır?

İnsanın nefsinde, 'her zaman üstün gelme arzusu' vardır. Hep kendi fikri kabul edilsin, kendi istediği şeyler yapılsın, kendi mantığı doğrultusunda hareket edilsin ister. Bir konuşmada mutlaka en son sözü söyleyen kişi kendisi olmaya çalışır. Ve böyle olduğunda da, kendince mutlu olur. Bunu, büyük bir başarı olarak görür.

Halbuki insan çok sınırlı bir akla sahiptir. Ve insana verilen ömür de çok kısadır. İnsanın bu çok sınırlı zaman içerisinde edinebileceği bilgi, beceri ve tecrübe de aynı şekilde çok kısıtlıdır. Bu nedenle bir konuda olabilecek en sağlıklı sonuçlar, genellikle birden fazla kişinin akıllarını, bilgilerini, tecrübelerini, düşüncelerini ortaya koymalarıyla ortaya çıkar. Tüm bu birikimden istişare sonucunda çıkan ortak kanaat, insanı çok daha sağlıklı sonuçlara ulaştırır.

İstişare etmek Kur'an ahlakının gereğidir

Kur'an'da istişare ederek, yani karşılıklı fikir alış verişi yapılarak karar vermenin, mümin ahlakının bir gereği olduğu şöyle haber verilmiştir: "Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler" (Şura Suresi, 38)

Bir başka ayette de Müslümanların, 'sadece kendi fikirlerini esas almadıkları', 'sözün en güzeline uydukları' haber verilmiştir: "Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir." (Zümer Suresi, 18)

İstişare etmek, başkalarının fikirlerinden de istifade etmek, sözün en güzeline uymak Kur'an ahlakının bir gereğidir. Ancak istişarenin yanı sıra, bazen de insanın çevresindeki kişiler arasında kendisinden çok daha akıllı olan kimseler olur. Allah Kur'an'da bu durumu, "... Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle insanlara haber vermiştir. Bu tür bir durumda güzel olan, bu kimselere danışmak, onların fikirlerinden istifade etmeye çalışmaktır. Böyle bir insana karşı üstün gelmeye, sözde ya da fikirde öne geçmeye çalışmaktansa, onun fikirlerine tabi olmak çok daha güzeldir. Bu, hem kişinin Allah'a karşı göstereceği ahlak açısından hem de sonuçta en doğru ve en isabetli fikri uygulaması açısından gösterilecek en güzel tavırdır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de, "Kim bir işe girişmek ister de, o hususta Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar." (Kütüb-i Sitte, 16. Cilt) buyurarak istişarenin önemini hatırlatmıştır.

İstişare konusuna, Şura Suresi'nin 38. ayetinde "namaz kılmak" ve "infak etmek" gibi iki ibadetin yanında yer verilmiştir: "Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler." Bu ayette işaret edildiği gibi müminler sadece doğru sonuca ulaşmak için değil, asıl olarak Allah rızası için bir ibadeti yerine getirmenin şuuruyla da istişarede bulunurlar.

İnsanın içindeki 'sürekli olarak galip gelme arzusu' doğru bir istek değildir

Güzel olan çoğu zaman, insanın 'yenilmesi' yani 'karşı tarafın fikirlerine tabi olması'dır. Ki bu da zaten 'yenilmek' değildir. Sözde yenilgi gibi görünen bu durum, aslında o kişiyi yüceltir.

Ancak elbette ki bazen de bu insan, yanındaki birçok kişiden daha akıllı, daha vicdanlı, daha çok detay görebilen ve daha tecrübeli bir kimse de olabilir. Böyle bir durumda, kendisine verilen fikirlere, yanlış olduğunu bile bile uyması elbette ki beklenemez. Ama insan günlük hayatı içerisinde her iki tarafın da makul fikirler öne sürdüğü ve bu fikirlerin en az P'ye 50'lik bir oranda doğru olduğu pek çok durumla karşılaşır. İşte bu tür durumlar, insanın tevazusu, güzel ahlakını göstereceği anlardır. Bu tür durumlarda yenmek değil, yenilmek üstünlüktür.

Çünkü % 50'ye 50 olan bir durumda, her iki taraf da, isterse birbirine üstünlük taslamaya, galip gelmeye, kendi fikrini kabul ettirmeye çalışabilir. Dolayısıyla bu tür bir durumda üstün geldiğini sanan insan, aslında belki de, karşı tarafın tevazusundan dolayı galip gelmiştir. Ancak içerisinde bulunduğu ruh halinden dolayı, karşı tarafın ahlakındaki bu inceliği de fark etmez. Bu kişi için o anda önemli olan, kendi fikrini kabul ettirebilmiş olmasıdır.

Bu gibi insanların içlerindeki bu sürekli üstün gelme ve yenme isteğinin altında ise genellikle, 'enaniyet ve büyüklük hissi' vardır. Yoksa çoğu zaman bu kimseler, aslında karşı tarafın getirdiği fikirlerin de en az kendilerininki kadar ya da kendilerinkinden çok daha iyi olduğunu takdir edebilirler. Ama konunun asıl olarak bu yönü üzerinde değil de, enaniyetlerine uygun olarak 'kendi dediklerinin yapılması' ve 'yenme ruhu' üzerinde dururlar.

Halbuki bu kişinin bu isteğinin karşılanması son derece kolaydır. Çok hatalı bir fikir olmadığı sürece, çevresindeki insanlar isteseler, sürekli onun düşünceleri doğrultusunda hareket edebilirler. Herkes her konuda kendi düşüncelerinden vazgeçip sürekli bu kişiyi haklı çıkarabilir ve herkes her olayda o kişiye tabi olabilir. Ama bu, o kişi için bir kazanç olmaz. Çünkü önemli olan, kişinin kendi içindeki, Kuran ahlakına uygun olmayan bu davranış bozukluğundan kurtulmasıdır. İşte bu nedenle bu kişi için yenmekten çok, yenilmek asıl olan ihtiyaçtır.

Allah, Kur'an'da müminlerin 'nefsin büyüklük telkininden kurtulmaları gerektiğini' şöyle bildirmiştir: "Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Hadid Suresi, 23)

16 Ağustos 2011 Salı

İyilik mi, kötülük mü?

İyilik ve kötülük, insanların hayatları boyunca üzerinde en çok konuştukları ve düşündükleri kavramlardandır. Bazı insanlar, kendi belirledikleri ölçüler içinde "iyi insan olmak" ve "kendisini ve sevdiklerini kötü tavırlardan, kötü insanlardan korumak" için gayret eder. Kötülükten sakınmak için gösterilen bu çaba, elbette son derece önemlidir. Ancak yaşamları boyunca bu yönde çaba harcayan pek çok insan, kötülüğün aslında kendilerine ne kadar yakın olduğunu gereği gibi düşünmemiş olabilir. Çünkü Kur'an ahlakına göre yaşamayan insanlar, iyiliği ve kötülüğü inançları, düşünceleri, hayata bakış açıları ve toplumsal eğitimleri doğrultusunda kendileri belirlemektedirler. Oysa gerçekte iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu öğrenebileceğimiz kaynak Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetidir. Allah, Kur'an'ı insanlara doğruyu yanlışı bildirmek ve onları karanlıklardan nura çıkarmak için göndermiştir. Kur'an'da iyilik ve kötülüğün neler olduğu ve insanı kötülüğe sürükleyen nedenleri bildirilmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur: "Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar." (Casiye Suresi, 21)

İyilik mi?

Kur'an'da bildirilen gerçek iyilik, Allah'tan korkan ve sınırlarını koruyan kimselerin davranışlarıdır: "... ama iyilik sakınan(ın tutumudur)..." (Bakara Suresi, 189)

Allah'tan korkup sakınan kişi, karşısına çıkan her olayda Allah'ın rızasına ve Kur'an ahlakına uygun bir tavır göstererek, hayatının her anında iyi davranışlarda bulunmuş olur. Çevresinde olup biten tüm olayların Allah'ın hakimiyetinde geliştiğini bilmesi, herşeye hayır ve hikmet gözüyle bakması, gizli veya açık yaptığı her tavrın ahirette karşısına çıkacağını düşünmesi kişiyi sürekli olarak doğru düşünmeye ve güzel davranışlarda bulunmaya sevk eder.

İyilikler kötülükleri giderir

"...Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. " (Hud Suresi, 114)

Allah güzel ahlaklarında istikrar gösterdikleri takdirde, kullarının hayatlarından korkuyu, hüznü çekip alacak, kötülüklerini örtüp bağışlayacak ve onlara yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecektir: "İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz." (Ankebut Suresi, 7)

Allah'ın hidayetine uyanlar kurtuluşa ulaşırlar

İnsanların güzel bir hayat yaşamaları, gizli azaplardan kurtulmaları kendi davranışlarına bağlıdır. Allah insanlara mutlu olmanın, sıkıntılardan kurtulmanın yolunu göstermiş; bunun ancak Allah'ın gösterdiği hidayet yoluna uymakla mümkün olacağını bildirmiştir: "... kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz." (Taha Suresi, 123)

Kötülük mü?

Kötülüğün kaynağı; nefis ve şeytandır.

Kur'an'da insanlara bildirilen, kötülüğün iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri her insanın içinde bulunan ve kendisine sürekli olarak kötülüğü emreden "nefis"tir. Nefis durmaksızın verdiği telkinlerle insanları doğru yoldan uzaklaştırmaya ve onları felakete sürüklemeye çalışır. Kur'an'da nefsin bu hali bildirilmektedir: "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir..." (Yusuf Suresi, 53)

Nefsin destekçisi olan ve insanlara kötülüğü ve çirkin davranışları emretmekle görevli olan bir diğer varlık ise "şeytan"dır. Kur'an'da şeytanın insanları yalnızca kötülüğe çağırdığı şöyle haber verilmiştir: "O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. "(Bakara Suresi, 169)

Şeytan iyiyi kötü, kötüyü iyi göstererek insanları aldatır

Şeytan, insanları Kur'an ahlakına uymadıkları halde doğru yolda olduklarına ikna etmek için onlara çok çeşitli sahte delil öne sürer. Bu delillere iman gözüyle bakmayan kimseler ise kolaylıkla ikna olarak tavırlarını, bu sahte gerçekler doğrultusunda şekillendirirler. "Kim Rahman (olan Allah)'ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar." (Zuhruf Suresi, 36-37)

Kötülüğün karşılığı cehennem azabıdır

Kur'an'da kötülüğü tercih edenlerin cehenneme, dünyadaki hiçbir azapla karşılaştırılamayacak sonsuz bir azabın içine sürülecekleri ve orada kalacakları şöyle bildirilmiştir: "Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa onlar ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır." (Bakara Suresi, 81)

2 Ağustos 2011 Salı

Tüm dünya Müslümanları Ramazan Ayı'nı karşılıyor

Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların Ramazan ayını kutlar, bu mübarek ayın tüm inananlara bereket, hayır, huzur ve öncelikle de barış getirmesini gönülden temenni ederim. Ramazan ayı, tüm insanlığa bir rehber olarak gönderilen Kur'an'ın indirildiği ve içinde "bin aydan daha hayırlı" (Kadir Suresi, 3) olduğu bildirilen Kadir Gecesi'nin bulunduğu bir bereket ayıdır. Bu ay boyunca dünya üzerindeki tüm müslümanlar adeta tek bir vücut halinde oruç ibadetlerini yerine getirir, verdikleri nimetler için Rablerine şükrederler. Allah, Bakara Suresi'nde Ramazan ayı ile ilgili şu şekilde buyurmaktadır:

Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi, 185)

Oruç ibadetinin Allah'ın razı olacağı şekilde yerine getirilmesi, güçlü bir imanın, ihlasın, samimiyetin ve Allah korkusunun göstergesidir. Çünkü oruç Allah ile kul arasındaki bir ibadettir. İnsanın bu farzı yerine getirirken ne niyette olduğunu, samimiyetini, ihlasını, haram ve helalleri uygulamada gösterdiği titizliğini ancak Allah bilmektedir. Bir kişinin çevresindekilere gösteriş amaçlı, ya da samimi bir niyetle orucunu tutup tutmadığını hiçkimsenin bilmesi mümkün değildir. Oruç tutan kişinin bu ibadetinin karşılığı ancak Allah katındadır. Peygamber efendimiz de iman edenleri bir hadisinde şu şekilde müjdelemiştir: "Bu ayı oruç tutarak, ibadet ederek ve hayır için harcamada bulunarak geçirenlere ne mutlu!" Allah orucun farziyetini Bakara Suresi'nde şu şekilde bildirir:

Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (Bakara Suresi, 183)

Ayette de bildirildiği gibi orucun farz kılınma nedenlerinden biri insanların sakınmaları, yani kötülüklerden uzak durup, nefislerini terbiye etmeleridir. Bunun tek yolu da Allah'a samimi bir kalple iman edip, O'nun emir ve tavsiyelerine uymak, vicdanının sesini dinleyip, nefsin kışkırtmalarından uzak durmaktır. Böyle bir kişinin ahlakı zaman içinde güzelleşecek, imanı olgunlaşacak ve Allah korkusu daha da güçlenecektir.

Ancak önemli olan Ramazan ayında kazanılan ihlaslı imanın, samimi duanın, Allah'ı zikretmede gösterilen titizliğin, nefsi terbiye konusundaki dikkatin bu ay bitiminde zayıflamamasıdır. Güçlü bir imana sahip olan insan, Ramazan ayındaki üstün ahlakını hayatının her anına yaymasıdır. Allah orucu sayılı günlerde farz kılmış ve insanların sakınmalarını emretmiştir. Ancak insan tüm hayatı boyunca kötülüklerden sakınmalı, vicdanının sesini dinlemeli, salih bir niyetle Allah rızası için gayret göstermeli ve sadece Allah'a yönelip dönmelidir. Bu, Allah'ın razı olacağı bir ahlaktır. Aksi bir tavır, yani sadece Ramazan ayında ibadet edip, dua edip, Allah'I zikredip, bu mübarek aydan sonra Kur'an'da bildirilen gerçeklerinden uzaklaşmak Allah'ın insanları menettiği bir ahlaktır. Çünkü insan hesap gününde küçük ya da büyük tüm yaptıklarından sorulacak ve bunlardan eksiksizce karşılık görecektir. Kötülüklerden sakınıp vicdanının sesini dinleyenler kurtuluş bulanlar, inkar edenler ise sonsuz cehennem azabıyla karşılaşacak olanlardır.