27 Kasım 2007 Salı

Şempanzelerle Genetik Benzerlik Asılsız Bir Evrim Propagandasıdır

Evrim teorisi, moleküler düzeyde veya fosillerle ispat edilemediği, hatta evrimin olamayacağı bilimsel gelişmelerle ispat edildiği için, evrimciler sürekli olarak kendilerine yeni propaganda malzemeleri bulmaya çalışırlar. Uzun zamandır evrimciler, "insanlar ve şempanzeler arasında sadece % 1'lik bir genetik farklılık vardır" iddiasıyla evrim propagandası yapıyorlardı. İnsan ve şempanze genleri arasında kesin bir karşılaştırma yapılmamış olmasına rağmen, Darwinist ideoloji onları bu iki tür arasında çok küçük bir farklılık olduğunu varsaymaya yöneltiyordu. Ancak bilimsel alandaki gelişmeler, aynen diğer evrimci propagandalarda olduğu gibi, bu iddianın da asılsız bir çarpıtmadan ibaret olduğunu ortaya koydu.

İnsan ve şempanze arasında sadece %1'lik fark olduğunu iddia eden eski araştırmalar, her iki canlının gen dizilimlerinin bütünsel değil, kısmi karşılaştırmalarına dayanıyordu. Çünkü bilim adamları şempanze genomunu henüz deşifre etmiş değillerdi. Yaptıkları karşılaştırma çalışmaları, bazı temel proteinlerindeki aminoasit diziliminden yola çıkılarak yapılan çalışmalardı.

Evrimciler bu iki canlının genomlarını ancak kısmen temsil eden %98.5, %99 gibi benzerlik oranlarını elde ettiler. İlerleyen onyıllarda bu yüksek oranları insanın şempanzeyle ortak bir atadan evrimleştiği senaryosunun kanıtı gibi yaygınlaştırdılar. Bu hileli propaganda, iki kalın kitabın sadece üç-beş cümlesini birbirine benzer bulup bu kitapların neredeyse tamamen aynı olduğunda ısrar etmekten farksız, saçma bir iddiaydı.

Evrimcilerin bu çarpıtmaları, DNA analiz tekniklerindeki ilerlemelerin yanısıra insan ve şempanze genomlarının deşifre edilmesi sürecinde iyice ortaya çıktı. Evrimciler iki canlı arasında daha önce propagandasını yaptıkları %1 ila 1,5 farklılık oranlarının gerçekleri yansıtmadığını, bunların kendi ifadeleriyle "üzücü biçimde yanlış" olduklarını itiraf ettiler.

2002 yılında California Teknoloji Enstitüsü'nden genetikçi Roy Britten’in DNA örneklerinde yaptığı araştırmanın neticesi İngiliz bilim dergisi New Scientist de “İnsan-Şempanze Genetik Farkı Üç Katına Çıktı” başlığıyla haber yapılmıştır.

2004 yılında İngiliz bilim dergisi Nature'da yayınlanan başka araştırmada, şempanzenin 22. kromozomunun dizilimi ile bunun insanda karşılığı olan 21. kromozomunun dizilimi karşılaştırıldı. Şempanzenin 22. Kromozomu Uluslararası Konsorsiyumu tarafından gerçekleştirilen araştırma, önemli farklılıklar ortaya çıkardı. Nature dergisinin haber servisi bu araştırmayı, "Şempanze kromozomu şaşkınlık yarattı" başlığıyla duyurdu ve haberde, "yapılan ilk detaylı karşılaştırma, şempanze ve insan genlerini beklenmedik şekilde farklı çıkardı" yorumuna yer verdi. Aynı yazıda, Fransa'nın Evry kentindeki Ulusal Dizilim Merkezi'nde görevli Dr. Jean Weissenbach'ın "22. kromozomun, genomun %1'ini temsil ettiği, şempanze ile insanda farklılık gösteren binlerce gen olabileceği" sözleri de aktarıldı.

Çalışmalar bir kez daha göstermiştir ki, bir yanda bilimsel bilgide kazanç yaşanırken, öteki yanda evrimciler kayıp yaşamışlardır. Kaldı ki, insan ve şempanze arasındaki genetik benzerlik oranı ne olursa olsun, bu oranları evrim kanıtı olarak öne sürmek Darwinizm adına hiçbirşeyi doğrulamamaktadır. Yalnızca şempanzede değil, bütünüyle farklı canlılarda bulunan genler de insandakilerle benzerlik göstermektedir.

Örneğin, New Scientist dergisinde aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA'larında %75'lik bir benzerlik ortaya koymuştur.

Öte yandan geçtiğimiz yıllarda Türk medyasına da yansıyan bir bulgu, Drosophila türüne ait meyve sineklerinin genleri ile insan genleri karşılaştırıldığında, % 60'lık bir benzerlik çıktığı yönündedir.

Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının bazı proteinleri karşılaştırılmaktadır. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır. (New Scientist, c. 103, 16 Ağustos 1984, s. 19)

Bu örnekler, genetik benzerlik kavramının evrim teorisine bir delil oluşturmadığını göstermektedir. Çünkü genetik benzerlikler iddia edilen evrim şemalarına uymamakta, aksine bunlara tamamen ters sonuçlar vermektedir. Olaya bir bütün olarak bakıldığında, "biyokimsayal benzerlikler" konusunun evrime delil olmadığı, aksine teoriyi çaresiz bıraktığı görülmektedir.
Ünlü biyokimyacı Prof. Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:

"Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi." (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, ss. 290-91)

Milli Gazete

20 Kasım 2007 Salı

Darwin'i hasta eden Tavuskuşu

Tavuskuşu tüylerindeki desenlere bakan bir insan, bunlardaki güzelliklere hayran olmaktan kendini alamaz. Tavuskuşlarının tüylerinde ışığın farklı dalgaboylarını süzüp yansıtabilen küçük tüylerin bulunduğu hassas bir mekanizma bulunmaktadır. Tüylerin parlak renkleri pigmentler tarafından değil, iki boyutlu olan ve kristale benzeyen küçük yapılar tarafından üretilmektedir. Bu tüyleri bilim adamları elektron mikroskopları kullanarak optik incelemeler yapmışlardır. Hassas hesaplamalar sonucunda tüylerin her birinin kalınlığı, sıralanış şekli ve boyutlarının renklerin orta çıkmasında rol oynadığı anlaşılmıştır.

Erkek tavuskuşunun kuyruğunda hayranlık uyandıran renkler ve desenlerin oluşumunda kompleks fiziksel mekanizmalar etkilidir. Bu menakizmaların karışıklığına rağmen son derece kusursuz bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Bilimadamları tüylerin bu yapısını teknolojiye adapte etmeye çalışmaktadırlar. Oxford Üniversitesi zooloğu ve aynı zamanda bir renklenme uzmanı olan Andrew Parker bu konuda şunları söylemektedir:
“Tavuskuşu tüylerindeki fotonik kristallerin keşfedilmesi, bilimadamlarının bu yapıları ticari ve endüstriyel uygulamalara adapte etmesini sağlayacak olabilir. Bu kristaller telekomünikasyon araçlarındaki kanal ışıklarında ya da yeni ince bilgisayar çipleri üretmede kullanılabililirler”. (“Physics Plucks Secret of Peacock Feather Colors”)

Darwin, teknolojiye ilham veren tavuskuşu tüylerinin, evrim teorisini çıkmaza soktuğunu görmüştür. Darwin tüylerdeki kusursuz yaratılışı görmüş ve bu yaratılışın evrim teorisi ile açıklanamayacağını anlamıştır. Arkadaşı Asa Gray'e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta şöyle demiştir :

"…Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor. " (Pat Shipman, "Doubting Dmanisi", American Scientist, Kasım-Aralık 2000, s. 491)

Evrim teorisi daha en baştan tavuskuşunun kuyruğundaki benzersiz tasarımı açıklayamamaktadır. Ayrıca bilimsel çöküşünün yanı sıra teorinin bu mükemmelliğe bakış açısı kendi içerisinde yanılgılar ve çelişkiler ile doludur. Örneğin evrim teorisine göre erkek tavuskuşu çiftleşmek için bazı estetik özellikler geliştirir. Ancak estetik özellikler, tavuskuşunun tüylerinde olduğu gibi, çoğunlukla korunma, kaçma, kamuflaj gibi konularda canlıya dezavantajlar getirir. Bu durumda, erkek çiftleşmek için bir avantaj sağlamış olsa bile hayatta kalma ihtimali azalacağı için, evrimsel açıdan bir kazanç sağlamamış olacaktır. Ayrıca evrim teorisine göre dişi tavuskuşu olağanüstü bir estetik anlayışına sahiptir, estetik yönden değerlendirme yapabilir, karar verme yeteneğine sahiptir. Bunlar elbette ki son derece mantıksız bir iddialardır. Dişi tavuskuşu uzun kuyruk gibi bariz özellikleri tercih edebilir veya uzun ve kısa kuyruğu birbirinden ayırdedebilir. Ancak, erkek tavuskuşlarının tüylerinde kolaylıkla farkedilemeyecek kadar ince detaylar da bulunmaktadır (göz deseninin üst kısmında sap olmaması, göz deseninin yakınındaki sapın kahverengi olması ve T tüylerinin karmakarışık şekli gibi). Bu ince detaylardaki değişiklikleri ayırdedebilmek içinse olağanüstü detaylı bir gözlem gerekmektedir ve birçok insan yakından incelese dahi bu özellikler arasındaki farklılıkları ayırdedemez. Fakat dişi tavuskuşları, erkek tavuskuşları arasında güçlükle ayırdedilebilecek olan estetik özelikleri kolaylıkla farkederler.

Darwin'in kendisi de, erkek tavuskuşları arasında güçlükle ayırdedilebilecek olan estetik özelliklerin bir sorun olduğunu anlamıştır. Ve şöyle demiştir:
"Birçokları dişi bir kuşun ince gölgeleri ve mükemmel desenleri takdir etme yeteneğinin kesinlikle akıl almaz olduğunu söyleyecektir. Dişi tavuskuşunun neredeyse bir insan kadar zevk alma yeteneği olması şüphesiz fevkalade bir olaydır." (Charles Darwin, The Descent of Man, John Murray, London1888, s. 412)

Dişi tavuskuşunun sanatsal bir ayırım yapma özelliği olduğuna dair hiçbir delil bulunmamasının yanı sıra, evrimcilerin bir kuştan böyle olağanüstü bir yetenek beklemeleri ise son derece şaşırtıcıdır.

Evrimciler tavuskuşlarının tüylerinin nasıl oluştuğu sorusuna cevap verememektedirler. Çünkü canlının sahip olduğu muhteşem tüylerin tesadüfi mutasyonlarla oluşması kesinlikle imkansızdır. Evrimciler bu konuda Darwin'in itiraf ettiği gibi "hasta" olmaktadırlar. Çünkü doğadaki kusursuz yaratılış delillerini, olağanüstü komplekslikteki yapıları biraz bile düşündüklerinde boyun eğecekleri, gönülden teslim olacakları, üstün bir güç ve akla sahip olan Yaratıcımızın varlığını açıkça görmektedirler. Ne var ki, şartlanmışlıkları ve büyüklük duyguları nedeniyle bu gerçeği kabullenememekte ve bundan dolayı büyük bir rahatsızlık duymaktadırlar. Allah, kusursuz yaratmasını bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir :
“O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)

Milli Gazete

13 Kasım 2007 Salı

Müslümanların ilmi başarıları

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünneti.”

Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini takip eden Müslüman bilim adamları, tarih boyunca hep başarılı olmuşlar, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmişlerdir. Bu bilgiler vesilesiyle, bilimde ve toplumsal yaşamda büyük değişimler ve çok önemli ilerlemeler olmuştur. Bu Müslüman bilim adamları ve çalışmalarından bazıları şöyledir:

Abdüllatif el-Bağdadi, anatomi konusundaki çalışmaları ile tanınmaktadır. Alt çene ve göğüs kemiği gibi vücuttaki birçok kemiğin anatomisi hakkında geçmişte yapılmış hataları düzeltmiştir. Bağdadi'nin El-İfade ve'l-İtibar adlı eseri 1788 yılında düzenlenerek, Latince, Almanca ve Fransızca'ya çevrilmiştir. Makalatün fi'l-Havas isimli eseri ise beş duyu organını incelemektedir.

İbn-i Sina, birçok hastalığın nasıl tedavi edilebileceğini açıklamıştır. En ünlü eseri olan El-Kanun fi't-Tıb Arapça yazılmış ve 12. yüzyılda Latince'ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş ve okutulmuştur. El-Kanun'da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır.

Zekeriya Kazvini, Aristo'dan beri süregelen beyin ve kalple ilgili birçok yanlış düşünceyi çürütmüştür. Kalp ve beyinle ilgili bilgileri bugünkü bilgilerimize son derece yakındır.

Zekeriya Kazvini, Hamdullah Müstevfi el-Kazvini (1281-1350) ve İbnü'n-Nefis'in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini oluşturmuştur.

Ali bin İsa'nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı Tezkiretü'l-Kehhalin fi'l-Ayn ve Emraziha isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur. Bu eser daha sonraları Latince'ye ve Almanca'ya çevrilmiştir.

Beyruni, Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır.

Ali Kuşçu, Ay'ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün Ay'da bir bölgeye onun ismi verilmiştir.

Sabit Bin Kurra, Newton'dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir.

Battani, trigonometrinin ilk kaşifidir.

Ebu'l Vefa, ise trigonometriye "sekant-kosekant" terimlerini kazandırmıştır.

Harizmi, ilk cebir kitabını yazmıştır.

Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Pascal'dan 600 yıl önce bulmuştur.

İbn-i Heysem, optik biliminin kurucusudur. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galilei de onun eserlerinden faydalanarak teleskobu bulmuştur.
Kindi, ise Einstein'dan 1100 yıl önce izafi fizik ve izafiyet teorisini ortaya atmıştır.

Akşemseddin, Pasteur'den yaklaşık 400 sene önce yaşamış ve ilk olarak mikropların varlığını keşfetmiştir.

Ali Bin Abbas, ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir.

İbn-i Cessar, cüzzamın sebep ve tedavi şekillerini açıklamıştır.

Burada sadece birkaçına yer verilen Müslüman bilim adamları, Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in yolunu izleyerek, modern bilimin temelini oluşturacak önemli keşiflerde bulunmuşlardır.

Görüldüğü gibi, tarihte birçok kavim gönderilen elçiler vasıtasıyla sanatta, tıpta, teknolojide ve bilimde gelişmeler sağlamışlardır. Peygamberlere itaat edip uyarak, bu mübarek insanların teşvikleri ve tavsiyeleriyle onlardan öğrendikleri bilgileri geliştirmişler ve bunları sonraki nesillere de aktarmışlardır. Ayrıca tarih boyunca zaman zaman hak dinden uzaklaşıp batıl inanışlar geliştiren toplumlar, bu mübarek elçilerin tebliğleriyle yeniden tek İlah inancına dönmüşlerdir.

Allah Al-i İmran Suresinde inanan kullarına olan yardımını şöyle bildirmiştir:
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur.” (Ali İmran Suresi, 160)

İnsanlar başarının sırlarını pek çok koşulun bir araya gelmesiyle oluşacağını sanmaktadırlar, oysa başarıyı veren Allah’tır. Allah’ın yardımıyla samimi iman sahipleri her zaman üstün konuma gelirler. Hz. Şuayb kavmine tebliğde bulunurken 'başarısının ancak Allah ile' (Hud Suresi, 88) olduğunu söylemiştir. Başarılı olmak için gösterilen gayrette önemli olan Allah’ın rızasını hedeflemektir.

Kuran’a uyan ve Peygamberimiz (s.a.v)’in sünnetini takip edenlerin Allah’ın izni ile tüm işleri amacına ulaşır. Çünkü bu kişilerin başarı dilekleri dünya hırslarını tatmin etmek için değildir. Temel hedefleri Allah’ın dinine hizmek etmektir. Allah’ın bu niyette yaşayan kullarına olan vaadi şu şekildedir:

“… Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. ” (Hac Suresi, 40)
Allah’ın ilmi araştırmalarda başarılı kıldığı Müslüman bilim adamları günümüzde tüm inananlara örnek olmalıdır. Allah’ın bir nimeti olarak yaşadığımız dönemdeki teknolojik imkanlar ilmi araştırmaları çok kolaylaştıracak durumdadır. Bu konuda ilerlemeyi önleyen en önemli etkenlerden biri ‘boş’ konularla vakit kaybetmektir. Eğer inananlar dikkatlerini asıl olarak Allah’ın rızasını kazanabilecekleri konulara çevirirlerse, yöneldikleri her mevzuda başarılı olduklarını göreceklerdir.
MilliGazete

6 Kasım 2007 Salı

Kan sıvısının benzeri yapılamamaktadır

Bilim adamları kanın benzeri olan bir sıvıyı üretmek için uzun süredir çabalamakta, ancak başarılı olamamaktadırlar. Bunun en önemli sebebi kanın içinde taşıdığı birbirinden özel moleküllerin ve bunların gerçekleştirdiği işlemlerin "sırrına" henüz tam olarak ulaşılamamış olunmasıdır. Ancak şu bir gerçektir ki, kanın nitelikleri tam olarak anlaşılsa bile, bu özelliklere sahip molekülleri üretmek ve onları birarada işlevsel kılmak, bilim adamları için yine büyük bir çıkmaz olacaktır. Kanı meydana getiren elemanları birer birer incelediğimizde bu gerçeği daha iyi anlarız. Her bir molekül belirli bir işlemi yapmak için özel olarak görevlendirilmiş, biçimlendirilmiştir. Bir başka deyişle, damarların içinde "özel bir yaratılışın" var olduğu açıktır.

Kan, bir sıvıdan çok, vücudumuzdaki kemik veya kas dokuları gibi bir dokudur. Ancak kuşkusuz onlardan farklıdır, çünkü kemik veya kas dokularını oluşturan hücreler birbirlerine sıkıca kenetlenmiş durumdadırlar. Kan da bir doku olmasına rağmen böyle bir özelliğe sahip değildir. Kan sıvısı içindeki hücreler birbirlerinden bağımsız olarak, serbest halde dolaşırlar. Alyuvar, akyuvar ve trombosit gibi kan hücreleri, kan plazması içinde yüzer durumdadırlar.

Küçücük bir çizikten dolayı parmağınızdan sızan bir damla kan, aslında içinde yaklaşık 250 milyon alyuvar, 400 bin akyuvar ve milyonlarca trombosit barındırır. Ayrıca bu geniş topluluğun her üyesi son derece önemli görevlere sahiptir.

Her bedende 5 ila 6 litre arası kan bulunur. Bu miktar ortalama vücut ağırlığının %7-8'ini oluşturur. Kanın yarısı, sıvı olan bölümden yani plazmadan meydana gelir. Diğer yarısı ise kanın içinde çeşitli görevler üstlenmiş olan hücreler veya moleküllerdir. Kandaki hücreler, vücuttaki kan miktarının yarısını oluşturmalarına rağmen, yan yana dizildikleri takdirde 96.500 km'lik bir çizgi oluşturabilecek kadar fazladırlar. Bu, dünyanın çevresini iki kez dolaşmaya yeterli bir uzunluktur.

Dahası bu hücreler sürekli yenilenir. Vücutta günde 260-400 milyar kadar kan hücresi üretilir. Bu üretim gerçekten de göz kamaştırıcıdır. Ana merkez olan kemik iliğinde gerçekleşen bu üretim, "kök hücre" adı verilen özel bir hücrenin değişik bölünme yeteneklerine bağlıdır. "Kök hücre", vücudun ihtiyaç duyduğu kan hücresini üretmekle görevlendirilmiştir. Bu hücrenin üretimi ve gerçekleştirdiği görev ise gerçek anlamda hayranlık uyandırıcıdır.

Kemik iliğinde kök hücrenin belirlenme işlemi son derece şaşırtıcıdır. Kemik iliğinde üretilen her on bin hücreden sadece bir tanesi kök hücre özelliğini taşır. Bu sayı bazen yüz binde bir ihtimale kadar düşer. Üretilen kök hücrenin görünüşte diğer hücrelerden herhangi bir farkı yoktur. Ancak aslında bu, oldukça özel bir hücredir. Sahip olduğu özellikler, yaşamımızı kusursuz bir biçimde devam ettirebilmemizi sağlayacak kadar hassas ve hayatidir. Bu özel hücre, öncelikle vücut içindeki ihtiyaçları belirler, ardından da kendisine has bölünme yeteneği sayesinde ihtiyaca göre bazen alyuvarları, bazen de savunmanın baş elemanları olan akyuvarları oluşturur.

Neden on bin hücreden sadece bir tanesi böyle bir karar almakta ve böyle bir yeteneğe sahip olmaktadır? Siz, bedeninizde bulunan bu yetenekli hücrenin varlığının farkında bile olmazsınız. Sizin gibi, sizi meydana getiren her hücre gibi, bu özel hücre de Allah dilediği için özel bir bölünme şekline, vücudun gereksinimini belirleme ve farklı hücreler meydana getirebilme üstünlüğüne sahiptir. Bu mükemmel organizasyon ve bu özel hücrenin yetenekleri, asla sona ermeyen mükemmel bir dolaşımın gerçekleşmesini sağlar. Kan sıvısı, sürekli olarak aynı miktarda kan hücresi taşıyarak yolculuğuna devam eder.

Kök hücre, çevresinden aldığı kimyasal ve elektriksel sinyallere göre hareket eder. Hasara uğramış olan hücreler kök hücreye gönderdikleri kimyasal sinyaller sayesinde vücutta hücre üretimine ihtiyaç olduğunu haber verirler. Kök hücrede üretilen yeni hücreler, hasarın meydana geldiği yere doğru yola koyulur ve hasarlı hücrelerin yerini alırlar. Bu şekilde, haftalar içinde tek bir kök hücresi farklı tiplerdeki kan hücrelerinin tümünü üretebilir. Bir kanama sonunda yok olan alyuvarlar ya da bir enfeksiyon sonucunda ölen akyuvarlar, ne eksik ne fazla, gerekli miktarda ve ihtiyaç olan zamanda yenilenerek vücuttaki yerlerini almışlardır.

21. yüzyılın içinde yaşadığımız şu günlerde biyologlar, halen kök hücrelerin diğer hücrelerle diyalog kurmasını sağlayan kimyasal dili çözmeye çalışmaktadırlar. İnsan bedeninde tek bir kök hücrenin her an defalarca gerçekleştirdiği bu işlem, insanlık için hala büyük bir soru işaretidir. Allah kök hücreyi bu önemli görevleri yerine getirebilmesi için özel olarak yaratmıştır.

Milli Gazete