26 Ocak 2010 Salı

Evrim Teorisi cehalet yoluyla Osmanlı'ya girmiştir

Bilimsel gelişmelerin günümüzdeki kadar hızlı olmadığı bir dönemde, hiçbir şekilde itibar edilemeyecek ve değersiz bir takım görüşler bilim olarak insanlara sunulmuştur. Böylece materyalist felsefenin savunucuları bilimin henüz hakkında bilgi vermediği pek çok durumu suistimal etmişlerdir. Sırf materyalist propagandanın geniş kitlelere yayılması için "din-bilim çatışması" iddiası geliştirilmiştir. Bu iddiayı dile getiren kaynaklarda, dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi, cahil insanları etki altına almayı hedefleyen hikayeler anlatılmıştır.

Osmanlı döneminde de bazı genç 'tıbbiye' öğrencileri kurmuş oldukları İttihad-ı Osmani Cemiyeti (bu cemiyet daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne dönüşmüştür) altında birleşmişler ve yukarıda özetlenen propagandaların hedefi olmuşlardır. Cemiyetin içinde bulunanlar birer birer Avrupa'ya (özellikle Fransa'ya) giderek materyalist telkinlerden etkilenmişlerdir. Baron d'Holbach, Diderot, Cabanis, Rousseau ve Victor Hugo gibi sahip oldukları materyalist görüşlerinin hiçbir bilimsel temeli olmayan bu yazarların eserleri cemiyet gençleri tarafından tercüme edilip, Osmanlı'ya yayılması sağlanmıştır. II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte bu kitaplar gerek matbaalarda basılmak suretiyle gerek dönem mecmualarında yayınlanmak suretiyle Osmanlı halkına ulaştırılmıştır.

21. yüzyıla kadar insanlığın, DNA'nın tam 1 milyon ansiklopedi sayfası kadar bilgi ihtiva ettiğinden (23 ciltlik Britannica Ansiklopedisinin bile toplam 25 bin sayfası vardır), bu bilginin eksiksiz ve hatasız olarak yazıldığından, aksi halde tek bir hatada bile yaşama izin vermeyecek zararlar ortaya çıkacağından haberi yoktu. Her gün, 24 saat boyunca, hiç durmadan, her saniyede insanın gen bilgilerinden bir tanesi okunacak olsa, bu işlemin tamamlanması için 100 yıl geçmesi gerekmektedir. DNA'daki bilginin kitap haline getirildiğini varsaydığımızda ise, bu kitapları üst üste koyduğumuz takdirde, kitapların yüksekliği 70 metreye erişecektir. Eğer DNA'daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktır.

DNA'daki kodlama hatası meydana gelirse nasıl bir deformasyon oluşacağı ile ilgili bir örnek vermek istiyorum; İnsanın 9. Kromozomundaki bir C harfinin A harfi ile yer değiştirmesinin sonucunda insan ellerinin yapısı bozulur ve parmaklar oluşmaz.

İttihad-ı Osmani cemiyeti mensubu genç öğrenciler bilimin sunduğu bu bilgilerden habersiz biçimde tamamen cehaletten istifade eden materyalist görüşleri İmparatorlukta yaymışlardır. O dönemde Münif Efendi, Mecmua-ı Fünun'da Darwinist görüşlerin etkisinde kalarak hiçbir bilimsel dayanağı olmayan şu görüşleri yazmıştır: "yeryüzü tabakalarında, önce bitkiler sonra hayvanlar meydana gelmişlerdir. Bunlar da ilkel halde yosun ve ahtapot balığı cinsinden olup uygunluktan, intizamlıktan ve gelişmişlikten uzak kalarak, gayet ilkel bir şekilde bulunmuşlardır."

Münif Efendi bu yazıda ilkel olarak nitelediği yosunlar Atmosferdeki oksijenin yaklaşık % 70'ini fotosentez mekanizması ile üretmektedir. Ve fotosentez yeryüzünün en karmaşık sistemlerinden biridir. Reaksiyon kimya dilinde şöyle formüle edilir: 6H2O 6CO2 ---FOTOSENTEZ---

19 Ocak 2010 Salı

Allah’ın Sevgili Kullarına Nasip Ettiği Hikmetli Anlatımın Olağanüstü Etkisi

Kur'an'ın, "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir..." (Bakara Suresi, 269) ayetiyle hikmetin önemine ve insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir. Gerçekten de hikmet sahibi bir insan, Allah'ın izniyle dini en güzel şekilde yaşayabilmekte, Allah'ın en razı olacağı konuşmaları yapabilmekte, insanlara Kur'an ahlakını en anlaşılır ve en etkili bir biçimde anlatarak çeşitli hayırlara vesile olabilmektedir. Böyle bir insanla muhatap olan kimseler, bu kişinin hikmetli yorumları sayesinde olayların fark edemedikleri yönlerini görebilmekte, akledemedikleri akılcı davranışlara yönelebilmektedirler.

Allah, samimiyetlerine karşılık müminlere en güzel, en doğru ve en hikmetli konuşmaları yaptırır. Çünkü bu mümin kimseler olaylara Kur'an'ın gösterdikleri dışında başka bir izah getirmezler. Allah'ın hikmetli sözleri ise insanların ruhlarında ve kalplerinde çok büyük etkiler meydana getirir.

Müminlere karşı gelme niyetinde olan kimseler iman edenlerin konuşmalarındaki hikmeti ve etkileyiciliği görmek istemez ve bunları çeşitli iftiralarla örtmeye çalışırlar. Kişinin konuşmalarına bu üstünlüğü kazandıranın Kur'an ayetlerindeki hikmet olduğunu kavrayamadıkları için altında mutlaka bir olağanüstülük aramaya kalkarlar. Oysa bunlar Kur'an'a uyan ve onu kendisine rehber edinen her insanın kolaylıkla kazanabileceği imani özelliklerdir. Ancak iman etmeyenler bu durumu anlayamazlar.

Bu duruma Ku'ran'da da pek çok örnek verilmiştir. Örneğin Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in etkili ve hikmetli konuşmaları karşısında inkar edenler ve müşrikler büyük bir şaşkınlığa kapılmışlardır. Geniş kitlelerin, kısa süre içerisinde Peygamber Efendimizin konuşmalarından etkilenip ona tabi olmuş olmaları bu insanları büyük hayrete düşürmüştür. Hz. Muhammed (sav) konuşmalarını etkili ve hikmetli kılanın Kur'an ayetleri olduğunu kavrayamadıkları ya da belki de bu durumu kabullenemedikleri için Peygamberimiz (sav)'i büyücülük, şairlik gibi olmadık iftiralarla itham etmeye kalkışmışlardır. O'nun sözlerini dinleyerek iman eden insanların kalplerine imanı ve etkilenme gücünü veren Allah'tır. Allah'ın büyüklüğünü takdir edemeyen insanlar etkiyi ve hikmeti başka yerlerde aramakla büyük bir gaflete düşmüşlerdir.

Ayetlerde Allah'ın hikmeti dilediği kimseye verebileceğine ve hikmetin Allah'ın elçilerinin de önemli özelliklerinden biri olduğuna dikkat çekilmektedir. Örneğin "...Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik." (Sad Suresi, 20) ayetiyle Hz. Davut'a Allah Katından özel bir hikmet ve anlatım çarpıcılığı verildiği bildirilmektedir. "Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik." (Nisa Suresi, 54) ayetiyle de Hz. İbrahim'e hikmet verildiğinden bahsedilmektedir.

Hikmetli konuşan Müslümanların çevresindeki kişiler kendiliğinden bu hikmetin etkisi altına girerler. Allah'ın nasip ettiği bu nimet vesilesiyle dünya hayatının geçiciliği, ölümün yakınlığı, ahretin gerçekliği, Allah'ın rızasını kazanmanın önemi gibi imani konuları çok hızlı kavrarlar ve hayatlarında uygulamaya niyet ederler. Hikmetli konuşmalar karşısında inkarcı kişilerin söyleyecek hiçbir sözleri kalmaz. Hz. İbrahim'in kavmi hikmetli anlatım karşısında fikren yenilgiye uğramış inkarcı kavimlerden biridir. Müslümanlar Kur'an'a uygun konuşmalar yaptıkları müddetçe de karşılarına gelen tüm inkarcı fikir sistemleri yok olmaya mahkumdur.

"Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Bakara Suresi, 258)

12 Ocak 2010 Salı

Anarşiyi körükleyen kimdir?

İnsanların Allah'tan uzaklaşmaları her zaman şeytana yakınlaşmalarıyla neticelenir. Allah kullarını birliğe, güzel ahlaka, sevgiye, hoşgörüye çağırır. Allah Müslüman kullarının, Hıristiyan kullarının, Yahudi kullarının, hatta iman etmemiş kullarının bile dünyada güvenlik içinde yaşamasını istemektedir. Allah Peygamber Efendimiz (sav)'e müşrikler kendisinden sığınma hakkı talep ettiklerinde, bu taleplerini kabul etmesini şöyle bildirmiştir:

"Eğer müşriklerden biri, senden 'eman (himaye) isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır'... (Tevbe Suresi, 6)

Ayette görüldüğü gibi Allah müşriklere karşı bile adeletli bir tutumu emretmiş, eğer himaye edilmek isterlerse onların güvenliklerini sağlamayı müminler üzerine bir sorumluluk kılmıştır.

Allah insanlara güven içinde yaşayabilecekleri bir dünya sunarken, şeytan ise insanlara büyük zarar verecek bozgunculuk çıkarmayı, huzuru ve düzeni bozmayı emreder. Şeytan'ın temel vasfı bozgunculuk çıkarabilmek için şiddet, terör ve anarşiyi körüklemesidir. İnsanların huzurunu kaçıran, güvenlik ve barış ortamını bozan her unsur bozgunculuktur. İki ülke arasında hiçbir haklı gerekçesi olmadan yaşanan savaşlar, bir toplum içerisinde suni nedenlerle meydana gelen iç çatışmalar, masum ve sivil insanları hedef alan terörist saldırılar, günlük hayatta karşılaşılan bireysel şiddet olayları, bozgunculuğun örnekleri arasında sayılabilir. Yaşadığımız dönemde, gün geçtikçe sayısı artan ve yayılan çatışmalar ve şiddet olayları şeytanın bozgunculuğunun boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Bozgunculuk Kuran'da dikkat çekilen ve insanların sakınması gereken tehlikelerden birisidir. Allah insanlara bozgunculuk çıkarmayı yasaklamış ve bozguncuları sevmediğini bildirmiştir. İnkarcıların yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkarmaya, savaş, çatışma ve karmaşa ortamı meydana getirmeye çalışmaları bir ayette şu şekilde belirtilmektedir:

... Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)

Görüldüğü gibi ayette bazı insanların yeryüzünde sürekli bir savaş çıkarma girişimleri olduğuna dikkat çekilmiştir. Savaş, çatışma, terör, anarşi gibi kan dökme eylemleri şeytanın en çok başvurduğu yöntemlerdir. Bir başka ayette şeytanın bu zihniyeti şu şekilde belirtilmektedir:

Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır. (Bakara Suresi, 27)

Kuran ahlakını yaşayan insanlar değil şeytanın anarşi çıkarma telkinlerine kapılmak, öfkeye bile kapılmazlar. Ali İmran Suresinde Allah inanan kullarının öfkelerini yendiklerini ve insanlardaki haklarından bağışlama ile vazgeçtiklerini bildirmektedir. Kalbi Allah inancı ile dolu ve böyle bir ahlaka sahip bir toplumun anarşi ve terörden uzak duracağı aşikardır. İnsanların dindarlaşmasını istemeyen, huzur dolu bir toplumu da istemiyor anlamına gelmektedir. Çünkü Allah'ın sunduğu yaşam ile şeytani sistem arasında orta bir yol yoktur.

Anarşi ve bozgunculuğun ceremesini çekerken, sorunun asıl kaynağına bir takım yersiz çekinmelerden dolayı eğilmemek topluma çok büyük zarar getireceği aşikardır. Bu durum insanın ölümcül hastalığına şifa bulabilmek için doktorun verdiği ilacı kabul etmemesine benzemektedir. Verilen ilacı kullanmamak, geçen her gün, hatta her saat bünyede daha çok tahribat meydana getirmektedir. Tarihte yaşanmış şiddet olayları bizler için birer ibretialemdir. Allah inancından uzaklaşılarak gerçekleştirilen komünist, faşist, emperyalist kalkışmalar milyonlarca insanın kanını dökmüştür ve dökmeye de devam etmekteir. Türkiye'nin dünyada hiçbir ülkenin sahip olmadığı derecede yüksek bir devlet ve toplum yöneticiliği tecrübesi vardır. Bu tecrübeyi bir kenara atıp, şeytanın insanları birbirine düşürerek yaptığı ayine göz yumması düşünülemez.

Allah kullarının yeryüzünde ne şekilde yaşamalarını istediğini bir ayete şöyle bildirmiştir:

Ve hatırlayın, demiştik ki: "Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca secde ederek kapısından girerken 'dileğimiz bağışlanmadır' deyin; (biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) arttıracağız." (Bakara Suresi, 58)

Allah'tan bağışlanma dilemeyen ve kibirli bir büyüklenme hissi ile hak dinden uzaklaşan bir toplumun, yeryüzünde bulabileceği bir huzur ortamı yoktur. Ancak maneviyatı güçlü, Yaratıcımız karşısında aczini bilen insanların içinde bol bol nimetler bulacakları yani refah seviyesi yüksek şehirlerde yaşatılacakları Allah'ın vaadidir.

5 Ocak 2010 Salı

Neden bazı Müslümanlar evrim Teorisini savunuyorlar? - 2

Materyalizm ile Allah inancı arasındaki fikri ayrılık, din ile dinsizlik arasındaki en temel farktır. Allah Kur'an'da inkar edenler için, "Yoksa onlar, hiçbir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi?" (Tur Suresi, 35) buyurarak, onların yaratılış karşısındaki batıl iddialarına dikkat çeker. İnkarcılık, tarihin başından bu yana, evrenin ve insanların "yaratılmamış" oldukları yalanını öne sürmüş, bu saçma iddiayı bir şekilde makul gösterebilmek için çeşitli yollar aramıştır ve 19. yüzyılda Darwin'in teorisi ile, bu konuda en büyük girişimini yapmıştır.

Bu konuda fikri bir "uzlaşma" aramak, Müslüman için söz konusu değildir. Elbette insanlar istedikleri gibi düşünebilir, istedikleri teoriye inanabilirler. Ama ortaya atılma sebebi Allah'ı ve yaratılışı inkar etmek olan bir teori ile "uzlaşmak" mümkün değildir. Böyle boş bir çabaya girmek, dinin temelinden taviz vermek olur ki, bunun kabul edilmesi mümkün değildir.

Nitekim böyle bir girişimin dine zarar vermek anlamını taşıdığını bilen evrimciler, dindarları bu girişime zorlamak için çaba göstermektedirler.

Evrim teorisini körü körüne savunan bilim adamları, bilim alanında yaşanan ilerlemeler karşısında her geçen gün daha büyük bir açmaza girmektedirler. Çünkü her yeni gelişme teorilerinin aleyhinde olmakta ve yaratılış gerçeğini tasdik etmektedir. Bu nedenle de evrimci literatürde bilimsel deliller değil, demagojiler ağırlıktadır. Öte yandan en önde gelen evrimci bilim dergileri dahi evrim teorisinin çıkmazlarını itiraf etmek zorunda kalmaktadırlar. Bilimsel tartışmalar yaratılışı savunan bilim adamlarının kesin zaferleriyle sonuçlanmakta, evrimcilerin çaresizliklerine tüm dünya tanık olmaktadır.

İşte bu noktada bir diğer yanılgı olan evrimsel yaratılış görüşü, materyalist çevrelerin imdadına yetişmektedir. Evrimciler, inanç sahibi kişilerin desteğini alabilmek ve onların evrim teorisi karşısında yaptıkları fikri mücadeleyi zayıflatabilmek için, "evrimsel yaratılış fikri"ni el altından destekleyerek farklı bir yol denemektedirler. Kendileri Allah'a inanmadıkları, tesadüfü ilahlaştırdıkları, yaratılış gerçeğine tamamen karşı oldukları halde, teorilerinin kabulünü hızlandıracağını düşündükleri için, bazı kimselerin Allah'ın canlıları evrimle yarattığı fikrine karşı sessiz kalır, hatta çoğu zaman bu fikri teşvik ederler. Ancak bu yalnızca bir taktiktir. Evrimciler dine ve yaratılış gerçeğine şiddetle karşıdırlar. Hatta yaratılış gerçeğinin çoğunluk tarafından kabul görmesini engellemek için gerekirse evrim teorisi ile yaratılış arasında bir uyum varmış gibi gösterilebileceğini, bunun yaratılışı savunanların gücünü kıracağını savunurlar.

Bu durumda Allah'ın tüm kainatın Yaratıcısı olduğuna iman edip, bilimin ortaya koyduğu gerçekleri göz ardı ederek evrim teorisine destek vermek, üstelik Kuran'daki açık izahları görmezlikten gelerek evrimin Kuran'a uygun olduğunu iddia etmek çok hatalı bir yaklaşımdır. Böyle bir yaklaşımı benimseyen inançlı kimseler, gerçekte materyalist felsefe yararına ortaya atılmış bir düşünceye destek vermekte olduklarını fark etmeli ve bundan vazgeçmelidirler.