24 Nisan 2013 Çarşamba

Hız önemli: Muson yağmurları geliyor...

Myanmar’a giden gözlemcilerin anlattıklarına göre: Arakanlı Müslümanlara yönelik yıllardır devam eden katliamlar artık, soykırım noktasına ulaştı. Askeri cunta Arakanlı Müslümanları ülke topraklarından bir an önce çıkarmak istiyor. Bu nedenle terör, cinayet ve yağmalamalar son hızla devam ediyor.

Yaşanan bu olaylardan dolayı Myanmar’dan kaçan yüz binlerce insan Bangladeş, Tayland, Malezya ve diğer Müslüman ülkelere sığınmak durumunda kaldı. Binlerce Müslüman öldürülürdü. Yüz binlercesi de evinden yerinden, yurdundan olup komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Bazı ülkeler Arakanlı mültecilere sınırlarını kapattı. Arakanlıların iddiasına göre, sınırdan geri dönüp iade edilenler ise idam edildi.

Şu an Myanmar devletinin içinde 4 - 5 değişik toplama kampı var. Daha doğrusu kamp değil, çadır kent diyebiliriz. Buralarda yaşayan Müslüman mülteciler çok ağır ve sağlıksız şartlar altında hayatlarını idame ettirmeye çalışıyor. Yaklaşık 300.000 kişi evlerinden oldu, kamplarda zor koşullarda yaşam mücadelesi veriyor. Mülteci kamplarında yaşananlar ise tam bir insanlık dramı. Ölüm korkusu ve can pazarının yaşandığı bu bölgedeki müslümanlar en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlar.

Mayıs ayında Muson yağmurları başlayacak. İşte benim aciliyetli dikkat çekmek istediğim konu da bu. Söz konusu kamplar alçak seviyede. Kampların çoğu yağmurlardaki su baskınından etkilenecek yerlere kurulmuş. Bu seviyedeki bölgeler muson yağmurlarıyla su altında kalabilir. Eğer bu kamplar daha yüksek yerlere taşınmazsa o zaman muson yağmurları neticesinde oluşacak selden yüzlerce masum Müslüman hayatını kaybedecek.

Bölgeye giden gözlemcilerin iddiası ise Myanmar devletinin Arakanlı müslümanları bu bölgeye özellikle yerleştirmiş olması. İddialara göre, katliamlardan geri kalan Arakanlı Müslümanlardan bu kamplarda kalanlar da mayıs ayındaki su baskınları nedeniyle sele kapılıp gidecekler. Başka bir deyişle binlerce insan “afetle” ölmüş olacak.

Bazı kişiler, Birleşmiş Milletler Myanmar devletini uyarsın diyorlar. Ama bu bölgede BM'nin sözü geçmiyor. Mayısa çok az bir vakit var. Bu nedenle Birleşmiş Milletlere bel bağlamak anlamsız.

Hükümetimizin Arakanlı müslümanlar için yaptığı faaliyetler de göz ardı edilemez. Hükümetimizden talebimiz: Myanmar hükümetini aciliyetle uyarması... Bu bölgede sözü geçen diğer ülkelerle iş birliği de yapılabilir. Hükümetimizden talebimiz kuvvetle muhtemel olan afet için hızlı bir girişimde bulunulmasıdır. Ayrıca sivil toplum kuruluşları da bu konuda gönüllü yardım kampanyası başlatabilirler. Arakanlı Müslümanlar başka yerlere taşınırsa böylelikle önceden “geliyorum” diyen bir felakete karşı bir çözüm alınmış olur. Çözüme gidecek yollardan biri budur.

Tabi tüm bu zulümlerin asıl çözümü bir an önce Türkiye önderliğinde İttihad-ı İslam kurulmasıdır. Şayet İttihad-ı İslam kurulmuş olsaydı. O bölgede hakim olan cunta, zulüm yapacak bu cesareti asla gösteremezdi. Böyle bir birlik kurulduğunda Müslümanlara zulüm etmeye hiç bir ülke cesaret edemeyecektir. İslam Birliği olsa Müslümanların kaçması başka bir ülkeye sığınması, zulüm ve işkence görmesi diye bir konuda olmazdı. Tabi ki bu zulmün asıl nedeni: Müslümanların başının olmaması, ittihad-ı İslam’ın kurulmamasıdır. İttihad-ı İslam olduğu takdirde sadece Arakanlı Müslümanlar değil, bu tüm insanlığın kurtuluşu olacaktır.

17 Nisan 2013 Çarşamba

Toplumda Dürüstlüğün Azalması, Yalanın Yaygınlaşması ve Müminlere Yalanlarla Tuzaklar Kurulması

Müslümanın en önemli özelliklerinden biri kendini sürekli olarak Allah’ın rızasını kazanmaya adamış olmasıdır. Bundan dolayı etrafındaki insanlardan veya olaylardan etkilenmez, yalnızca vicdanının ona söylediklerini yerine getirir. Bu ahlakı konuşmasına yansıdığında, ağzından dürüst olmayan tek bir söz çıkmaz. Allah Kuran’da kullarına, “Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.” (Hud Suresi, 112) şeklinde buyurmaktadır. Samimiyetsizlik, yalan, iftira Allah’ın beğenmediğini bildirdiği özelliklerdir. Nahl Suresinde yalan söyleyenlerin durumu hakkında şöyle bildirilir:

Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azab ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir." (Taha Suresi, 61)

Allah’tan korkmayanlar, kendilerini insanlara beğendirebilmek, mevki sahibi olmak, makamlarını yükseltmek veya maddi çıkar elde etmek için yalana başvururlar. Yalan sözlerle masumların haklarını ellerinden alma ve iftira, çıkarlarına ulaşabilmek için körleşmiş vicdanlarında hiçbir rahatsızlık meydana getirmez. Bu kişiler yalnızca yakalanmaktan korkarlar. Yakalanma riskini uzak gördükleri takdirde, oyun ve kirli düzenin her türlüsünü çevirirler.

İnsanların gösterdikleri bu ahlak çöküntüsü, Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda görülür. Bu toplumlarda yalan söylemenin zararsız bir davranış olduğuna inanılır. Kimileri bazı yalanların meşru bazılarının da yanlış olduğunu savunur. İnsanları maddi veya manevi anlamda büyük kayıplara uğratmayacak küçük yalanların hayatın bir gerekliliği olduğunu düşünürler. "Yalan söylüyorum, ama kimseye bir zararım dokunmuyor" gibi mantıklar öne sürerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Bu inançlarını hayatları boyunca devam ettirirler. Örneğin telefonla işyerlerini arayan birine "çok meşgulüm şu an seninle ilgilenemeyeceğim" derler, ama aslında o anda hiç işleri yoktur. Ya da işyerindeki bir dosyayı kaybeder, ama kendilerine sorulduğunda "bilmiyorum" derler ya da bir başkasının adını vererek suçu o kişiye yüklerler. Bir yakınları kendilerinden yardım talep ettiğinde bir bahane bulur ve "çok hastayım gelemeyeceğim" derler, ama aslında hasta değillerdir. Bu örnekleri sayfalarca çoğaltmak mümkündür. Çünkü bu ahlakı yaşayan insanlar yalanı bir hayat şekli haline getirmişlerdir.

Mehmed Zahid Kotku yalanın insan ahlakını nasıl kirlettiğini şöyle anlatmaktadır:

“Zira yalan kalbte, ufak da olsa siyah bir nokta, bir iz yapar, sonra kalbi istila eder, kalb simsiyah olur. Ondan sonra da o adamdan elbette bir hayır gelmez.” (Hadislerle Nasihatlar sf.280)

Kuran ahlakına uyan kişiler ise Allah’ın her an her yerde kendilerini gördüğünü, her söyledikleri sözü duyduğunu ve hesap gününde söyledikleri sözlerden kendilerini hesaba çekeceğini bilerek konuşurlar. Allah'tan korktukları için yalan konuşmaktan, sözlerini bir parça bile olsa saptırmaktan, bile bile doğru bir bilgiyi gizlemekten, iftira etmekten, dedikodu yapmaktan ve her türlü kötü sözden sakınırlar. Allah'ın razı olmayacağını düşündükleri bir söz söylemekten Allah'a sığınır, her zaman her yerde dürüst bir üslupla konuşurlar.

Kuran ahlakına uyarak yaşayan bir insan topluluğu ile uymayan bir topluluğun içinde bulunacakları sosyal yapıda tabi ki birbirlerinden çok farklı olacaktır. Birinde masum insanlara suç isnat etmek ve onları karalamaya çalışmaktan hiç çekinmeyen bir zihniyet topluma hakim olurken, diğer ahlak yapısında adalet kendi aleyhine bile olsa doğruyu söylemekte tereddüt dahi etmeyen dürüst insanların mensubu olduğu bir toplum yapısı meydana gelecektir. Çünkü müminler; “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi, 135) ayeti gereği yalandan şiddetle kaçınırlar.

Allah Kuran’da Müslümanlara karşı yalan ile tuzaklar kurmaya çalışan kişilerin var olacağını bildirmektedir. Hz. Yusuf’a karşı hem kardeşleri hem de mensubu bulunduğu topluluğun bir kısım kadınları yalanlara sarılmak suretiyle tuzaklar kurmuşlardır. Önce Hz. Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya atıp babası Hz. Yakub’a yalandan kan sürülmüş gömleği göstererek Hz. Yusuf’un öldüğünü söylemişlerdir. Allah Hz. Yusuf’u kuyudan kurtarmış ve onu “yerinin üstün tutulduğu” bir mekana yerleştirmiştir. Hz. Yusuf daha sonra da bir kadın tarafından iftiraya uğramıştır. Hz. Yusuf’un masumluğunun ve kadının yalancılığının ortaya çıkması ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

“Yok eğer onun gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir." Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi. (Yusuf Suresi, 27-28)

Gerçekten iman etmeyenler inananlara karşı yalana dayalı büyük düzenler kurarlarlar. Ancak bu düzenler Allah tarafından bozulur ve asla başarıya ulaşamaz. Allah bu iftira ve yalanlardan müminleri kurtarır, onların makamlarını dünyada ve ahirette yüceltir. Yalan söyleyenler ise “kendilerinin yalancı olduklarını bilmeleri için diriltildiklerinde” (Nahl Suresi, 39) çok büyük pişmanlık yaşayacaklardır.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Ötenazi: Cinayetin başka bir adı

Anne olsun baba olsun, çocuk, eş, akraba veya yakını olsun hangi vicdan sahibi kişi sevdiğinin ölümüne karar verebilir, fişini çekme kararı alabilir?

Ötenazi kelimesini herkes bilir, ama bilmeyenler için bir kez daha tanımlayayım: İyileşmesi mümkün olmayan ya da ölümcül bir hastalığın verdiği acılardan kurtulması için kişinin veya yakınlarının isteği üzerine yaşamına son vermeye yönelik yapılan işlemlerin tamamına ötenazi deniyor. Türkiye’de ötenazi yasak, hatta bir doktor böyle bir karar verirse Türkiye sınırları içinde ömür boyu hapse mahkum ediliyor. Fakat bazı sitelerde Türkiye’de pasif ötenazi adı altında, “üstü örtülü” bir şekilde gizli ötenazi yapıldığı ve bunun yaygın olarak uygulandığı iddia ediliyor.

Avrupa’da bu uygulama ilk Hollanda’da başlatıldı. Daha sonra Belçika’da yasallaştırıldı. Bu uygulamanın Fransa’da ve Avusturalya’da da yasallaştırılmasını isteyen dernekler mevcut. Amerika’nın Oregon eyaletinde de ötenazi yasal. Burada ilginç ve ürkütücü olan gelişme ötenaziye ilginin yüksek olduğunun belirtilmesi. Yurt dışında bazı insanlar komada olmamalarına hatta, ölümcül bir rahatsızlıklarının bulunmamasına rağmen kendi talepleriyle ötenazi isteyebiliyorlar. Şimdi vereceğim istatistiki bilgiler toplumsal çöküşün bu yönünün anlaşılması açısından önemli.

Hastalara ötenazi imkanı sunan bir kliniğe 1 yıllık süre zarfında toplam 714 kişinin başvurduğu, bunlardan 104'üne ötenazi uygulandığı belirtiliyor. Klinik tarafından yapılan açıklamada, ayda ortalama 60 kişinin başvuruda bulunduğu, sıra bekleyenlerin sayısının ise 187 olduğu kaydedildi. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanların ilgi gösterdiği kliniğe başvuranların büyük kısmı bedensel engelli olanlar ve psikolojik rahatsızlıkları bulunanlardan oluşuyor. 2002 yılında ötenazi yasasının kabul edildiği Hollanda'da yılda 10 binden fazla kişinin gönüllü bir şekilde hayatına son vermek isteğiyle doktorlara başvuruda bulunduğu belirtiliyor.

Bu istatistikler benim aklıma 2008 yılında, İngiltere’de yasak olduğu için İsviçre’de bir ötenazi kliniğinde doktor yardımıyla intihar eden bir hastanın ölürken çekilen görüntülerini getirdi. Bildiğiniz gibi bu görüntüler İngiliz televizyonunda belgesel olarak yayınlanmış ve büyük tepki çekmişti. Hastanın 37 yıllık eşi, "insanların ölüm hakkında düşünmesini istedik. Kocam ölümün korkunç olmadığını göstermeyi arzuladı. Bir tabuyu yıktık" şeklinde konuşmuştu. İşte benim ifade etmek istediğim nokta da bu. Buradaki mantık çok tehlikeli.

Bir insan sevdiğinin fişinin çekilmesine onay verebilir mi? İnsan sevdiğine kıyar mı? “Sevgi” adına birinin ölümüne izin vermek gerçek sevgi midir? Bu ahlaken, vicdanen ve herşeyden önemlisi dinen uygun değildir. İnanan her insanın bir konuda karar vereceği zaman Kuran-ı Kerim’i ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetini rehber edinmesi gerekir. Rabbimiz Maide Suresi’nin 32. ayetinde şöyle bildiriyor:

“Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur...”

Ayette de bildirdiği gibi Allah bir insanı öldürmeyi haram kılmıştır. Canı veren Allah’tır, yine ancak Allah alabilir. Ötenazi demek cinayet demektir. Bir insanı öldürmek demektir. İnsan kendi bedenini de sahiplenemez. Bedenimiz bize emanettir, bedenimizin gerçek sahibi Allah’tır. Ötenaziyi kim yaparsa yapsın ya da ne sebeple olursa olsun ötenazi cinayettir. Hiç bir doktorun, hiç bir aile üyesinin ya da akrabanın, hatta o kişinin kendisinin bile ölüm kararı almaya yetkisi yoktur.

Bazı ülkelerde ötenazi uygulaması “modernliğin son sınırı” gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ancak cinayetin moderni olmaz. Cana kast etmek haramdır. Ciddi bir hastalık geçirmek ya da engelli olmak da intihar için, kendi ölümüne karar vermek için asla bir bahane olamaz. Hastalığı ve şifayı veren Allah’tır. Dünyaya imtihan olmaya geldik. Allah hastalığı da mutlaka bir hikmet doğrultusunda veriyor. Sevgili Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin de belirttiği gibi “hastalık dert değil bir nevi dermandır.” Allah isterse insana, ölmek üzereyken ömür verir, tekrar canlandırır ve insan hayat bulur. Hiçbir sebep insanı cinayet işlemeye itemez. Kişi hastalığı ne olursa olsun Allah’a tevekkül etmeli ve sabırlı olmalıdır. Hasta yakınları da bir kişinin ölümüne karar veremezler. Onlar, o kişinin canı alınana kadar sabırla iyileşmesi için hastaya bakmakla yükümlüdürler. Allah’ın adetullahı gereği, hastalığın iyileşmesi için bütün sebeplere sarılıp, gereken her tedbiri alıp sonra da tevekkül etmelidirler.

Bu tür zalimane uygulamaların temelindeki neden inançsızlık ve sevgisizliktir. İman zafiyeti içinde olan, dini konularda bilgisi eksik ya da tamamen inançsız olan kişiler ölümle birlikte yok olacaklarını düşünüyorlar. Genellikle böyle insanlar bir süre sonra bir cinnet hali içine giriyor, bunalıyor ve ölmek istiyorlar.

Toplum genelinde bu gibi sorunlara karşı acilen önlem alınması şarttır. Allah sevgisinin, Allah korkusunun anlatılması, dünyanın amaçsız boş bir yer olmadığı, insanın dünyada imtihan edildiği, sonsuz ahiret hayatına hazırlık yaptığı, Allah’ın insan için güzellikler hazırladığı, her türlü eksiklikte de hayırlar bulunduğu anlatılmalıdır. Her ne olursa olsun toplumsal tüm sorunların tek çözümü insanların din ahlakını yaşamasıdır.

3 Nisan 2013 Çarşamba

Kıymetli Necmettin Erbakan Hocamız da İslam Birliği İstiyordu

Türk siyasetinde kendisine mümtaz bir yer edinmiş, Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız, 85 yıllık hayatıyla ve hizmetleriyle hepimize bir örnek teşkil etmektedir. Kendini Allah rızası için öğrenmeye ve öğretmeye adamış bir siyasetçi ve ilim adamı olan Hocamız her sözünde ve her fırsatta amaç ve gayesinin İslam birliğini kurmak olduğunu dile getirirdi. Erbakan hocamızın 1993 yılında Yıldız sarayında yaptığı konuşması onun İslam birliğinin kurulması için ne kadar çaba sarf ettiğinin en güzel örneklerinden biridir:

Gayemiz İslam birliğini kurmaktır, niçin ? Karşımızdaki şer güçler, yeryüzünü fesata uğratmak için hep beraber hareket ediyorlar. Onların eline geçirdikleri bu maddi gücü durdurmak insanlığı bu felaketten kurtarmak, Müslüman ülkelerin her birinin tek başına başarabileceği bir iş olmaktan çıkmıştır. Bütün insanlığı bu felaketten kurtarmak için kuvveti değil, hakkı üstün tutan yeni bir gücün orta yere çıkması mecburiyeti vardır. Bu güç ancak İslam birliği ile ulaşılabilecek bir güçtür. Bundan dolayıdır ki biz altı milyar insanın saadetini istediğimiz için bu saadette ancak İslam birliği ile gerçekleşeceği için bu İslam birliği nasıl kurulacak, konusunu çalışmalarımızın ana hedefi olarak almış bulunmaktayız. İşte biz bütün insanlığın saadeti için İslam birliğini istiyoruz. İslam birliğinin kurulması da bugünkü müslüman ülke yönetimleriyle olamayacağına göre müslüman ülkelerde, müslüman şuurlu toplulukların hakim olmasını istiyoruz. Onun içinde bu Müslüman topluluklarını güçlendirmek istiyoruz. Nihai gayemiz bütün insanlığa hizmettir. 

Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın da çok açık bir şekilde belirttiği gibi, zulüm altındaki İslam topraklarında kurtuluşun yolu, İslam ümmetinin birleşmesinde yatmaktadır. Bugün İslam dünyasının durumu ortadadır. Filistin'de, Afganistan'da, Doğu Türkistan'da, Tunus'ta, Cezayir'de, Mısır'da, Yemen'de, Libya'da, kısaca tüm İslam dünyasında Müslümanlar bu parçalanmışlığın bir sonucu olarak zulüm görmektedirler. Yoksulluk, yolsuzluk, ahlaksızlık, gelir dağılımında dengesizlik, acımasızlık, zulüm, çatışma, adaletsizlik milyonlarca insanı mağdur etmektedir. İhtiyaç içinde olan mazlum insanlar kendilerine uzanacak bir yardım eli beklemektedirler. Bu yardım eli "İslam Birliği"dir.

Yaklaşık 1.5 milyarlık bir nüfusa sahip olan Müslümanların oluşturacağı bir birlik tüm bu sorunların üstesinden kolaylıkla gelebilir. İslami bir merkezin önderliğinde İslam medeniyetinin yeniden yükselişi sağlanabilir ve 21. yüzyıl İslam dünyası için aydınlık bir yüzyıl olabilir. İslam dünyası, tüm Müslümanların "kardeş" olduğu gerçeğini hatırlamalı ve bu manevi kardeşliğin getirdiği güzel ahlak ile tüm dünyaya örnek olmalıdır. Allah'ın Saff Suresi'ndeki hatırlatması aklımızdan hiç çıkmamalıdır. Ayette şu şekilde bildirilmektedir:

Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saff Suresi, 4)

Bu birlik ve beraberliğin sonucunda, Allah Müslümanlara büyük bir güç, bereket ve huzur verecek, Allah'ın Nur Suresi'nin 55. ayetinde bildirdiği vaadi muhakkak gerçekleşecektir.

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Hıristiyanların, Yahudilerin ve diğer dinlerin hepsinin başlarında bir lider vardır. Hatta karıncaların bile liderleri var. Biz de Türk halkı olarak İslam aleminin başında bir lider olsun ve İslam ahlakı tüm dünyaya hakim olsun istiyoruz. Rabbimiz bir an önce İttihad-ı İslamın oluşmasını sağlasın inşaAllah.