27 Eylül 2011 Salı

Şeytanın karamsarlık hilesi

İşinde başarısız olan, çok sevdiği bir eşyayı kaybeden mutlaka geçmesi gereken bir sınavdan geçemeyen veya olumsuz gibi görünen sonuçlarla karşılaşan bazı insanlar, eğer bu konuları hayatlarının amacı haline getirmişlerse hiç beklemedikleri bu sonuçlar karşısında genellikle büyük bir üzüntüye kapılarak sarsılırlar. İman eden bir insanın bu tür olaylar karşısında gösterdiği tavır ise bundan çok farklıdır. Başına gelen her türlü olayı yaratanın Yüce Allah olduğunu bilen bir mümin, başına gelen her olayı -olumsuz gibi görünse de- büyük bir olgunlukla karşılar. Rabbimiz, Kur'an'da da bildirdiği gibi kullarını "şerle de, hayırla da, deneyerek imtihan" etmektedir. (Enbiya Suresi, 35) Dolayısıyla bir mümin zorluk ve sıkıntıyla denense bile başına gelebilecek hiçbir olayda karamsarlığa kapılmaz.

İnsanlara karamsarlığı aşılayan Şeytan'dır

Şeytan insanlara çoğu zaman kendine güvensizliği, gelecekten yana ümitsiz olmayı, olaylara hep karamsar açıdan bakmayı telkin etmeye çalışır. İnsanların iman etmelerini, Allah'a karşı itaatli olmalarını, kadere teslim olmuş, tevekküllü, ümit ve şevk dolu bir şekilde yaşamalarını istemez. Çünkü bu sayılanların hepsi hem Allah'ın beğendiği ve O'na yakınlaştıran hem de Kur'an ahlakının yaşanması için gerekli olan özelliklerdir. Şeytan ise insanların Allah'a yakınlaşmalarını, Kur'an ahlakını şevkli ve kararlı bir biçimde yaşamalarını istemediği için basit bir olay karşısında bile insanları ümitsizlik telkiniyle karamsarlığa, yılgınlığa, şevksizliğe, çaresizliğe ve bıkkınlığa sürüklemeye çalışır. Öyle ki bazı toplumlarda karamsarlık adeta bir yaşam felsefesi haline gelir. Şeytan'ın etkisi altına aldığı insanlar, ümitsizliğin ve karamsarlığın dile getirildiği şarkılardan, filmlerden ve anlatımlardan nefsani bir lezzet duyar hale gelirler. Bu tarz insanların aklı, çarpık mantık örgüsü, yargı ve muhakemesi de karamsarlıkları nedeniyle sağlıklı karar almalarını zamanla güçleştirir.

Ayrıca karamsar insanlar, kendilerine olduğu gibi etraflarındaki insanlara da olumsuz ve karamsar bir hal aşılarlar. Bu tutumlarıyla da -bilerek ya da bilmeyerek- Şeytan'ın hizmetine girmiş olurlar. Çünkü Şeytan insanlara yerleştirmek istediği ruh halini karamsar insanlar vasıtasıyla diğer insanlara telkin etmektedir. Şeytan'ın bu oyunu bir ayette şöyle haber verilmiştir:

"... Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz." (Enam Suresi, 121)

Şeytan'ın tüm bu telkinlerinin etkisiz olduğu kişiler ise yalnızca müminlerdir. Müminler her zaman ümitvar olarak ve karamsar bir yaşam tarzından tamamen uzak kalarak hem Allah'ın hoşnutluğunu ve ahiret sevabını kazanır, hem de Allah'ın bir nimeti olarak dünyada da sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürerler. Her şartta ümitvar, Kur'an ahlakına gönülden bağlı ve Allah'ı çok yakın dost edinmiş oldukları için şeytan karamsarlığa kapılmaları yönünde müminlere etki edememektedir.

Kadere teslimiyet karamsarlığın çözümüdür

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah her şeyi bir kader üzerine yaratır. Dünyaya gelmiş ve gelecek olan her insanın Allah'ın belirlemiş olduğu bir kaderi vardır ve insan ne yaparsa yapsın kaderinde başına gelecek iyi veya kötü hiçbir olayı değiştiremez. Bunun bilincinde olan bir mümin, başına gelebilecek olumsuz gibi görünen herhangi bir olayın da Allah'ın kendisi için belirlediği kader dahilinde gerçekleştiğini bilir. Örneğin tüm mal varlığını ya da sevdiği birini kaybedebilir, bir kaza geçirip bedeni gücünü yitirebilir ama ümidini ve inancını asla yitirmez. Yaşadığı hayat boyunca bunlara benzer pek çok olay insanın başına gelebilir. Aslında, bir an sonrasının dahi ne olacağı, kişinin ne ile karşılaşacağı kendi bilgisi dahilinde değildir. Tek gerçek, kişinin yaşayacaklarının, daha o doğmadan yüzlerce, hatta milyarlarca yıl öncesinden Allah katında belli olduğudur. Kişi, günü, saati geldiğinde o olayı mutlaka yaşayacaktır. Bu, onun kaderidir. Allah'ın belirlemiş olduğu kader mutlaka işleyecektir. Bu durumu günlük hayattan bir örnekle şöyle açıklayabiliriz:

Zihnimizde iki arabanın birbiriyle çarpıştığı anı canlandıralım. Her iki tarafın da mutlaka bir an önce ulaşmak istedikleri yerler vardır. Belki evde kendilerini bekleyen ailelerine, belki de yetişmek zorunda oldukları işlerine gitmek istiyorlardır. İki taraf da belli saatlerde araçlarına binerek yola çıkmışlardır.

Belki kazanın olduğu sokağa girmeden önce kısa bir kararsızlık anı yaşamış, en sonunda da olayın olduğu sokağa sapmaya karar vermişlerdir. Şoförlerden biri ya da her ikisi de hayatları boyunca araçlarını çok dikkatli kullanan, tedbirli insanlar olabilir. Ancak tam o sırada biri gözünü yoldan ayırıp arabanın teybi ile ilgilenir. Her şey o kazanın gerçekleşmesi için özel planlanmıştır; her detay kişileri kazaya götürür.

Kazanın sebebi aranırsa, birçok neden gösterilebilir. Ancak işin aslı, o olay kaderde sebepleriyle birlikte o kişiler doğmadan önce hazır olarak yaratılmıştır. Bu nedenle kişinin kendisi için hazırlanan kadere teslim olması, yaşadıklarında her zaman hayır araması, en önemlisi de şeytanın bir telkini olan karamsarlığa kapılmaması ve her durumda Allah'a şükreden bir kul olması, Kur'an ahlakına göre en güzel ve en doğru davranış olacaktır:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler". (Tevbe Suresi, 51)

" Başına zahiren olumsuz gibi görünen bir olay gelen kişi için asıl önemli olan, olaylardaki hayırları görebilmesidir.

" Hayır arayan kişi, aslında olayların ne kadar mükemmel ve kusursuz bir akış içerisinde yaratıldığını görecek ve hidayeti artacaktır.

" Allah'ı dost ve veli edinen kişi yaşamındaki her olayın bir hayırla sonuçlanacağının bilincinde olur. Dolayısıyla yaşamını karamsarlıktan uzak, mutluluk ve huzur içinde geçirir.

20 Eylül 2011 Salı

Ölümün gerçek yüzünü bilerek yaşamanın önemi

Ölüm, Kur'an ahlakından uzak yaşayan insanların düşünmekten ve konuşmaktan kaçındıkları bir konudur. Bu kişiler, ölümün ardından dünya hayatlarında bağlandıkları herşeyden uzaklaşacaklarını, Allah (cc)'a hesap vereceklerini, cennetin ve cehennemin varlığını akıllarına getirmek istemezler. Çoğu zaman ölümün hep belirli bir yaştan sonra başlarına geleceğine ve o yaşa ulaşana kadar da önlerinde çok uzun bir vakit olduğuna kendilerini inandırırlar. Etraflarındaki pek çok şey bu insanlara sürekli ölümü hatırlattığı halde tüm bunları anlamazlıktan gelirler. Oysa ölüm her insanın bir adım ilerisindedir. İnsan bir an "yaşıyorum" derken göz açıp kapama vakti kadar kısa bir süre sonra karşısında canını almak üzere gelmiş ölüm meleklerini bulabilir. İşte o andan itibaren sonsuz yaşamını kurtarmak için yapabileceği hiçbir şey yoktur. Gaflet içinde geçirdiği bir ömrü telafi etmesi mümkün değildir.

İnsanlar ölüme karşı birtakım tedbirler alarak ondan kaçabileceklerini sanırlar. Fakat insan nerede olursa olsun, yanında kimler bulunursa bulunsun, ne kadar korunaklı bir yapıda yaşarsa yaşasın ölümden kaçması mümkün değildir. Allah (cc) bu gerçeği Kur'an'da şöyle haber vermiştir:

"De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)e döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

İnsanın etrafında her an gelişen ölüm olayları, yakınlarının yavaş yavaş dünyadan ayrılması, ölümden kimsenin kaçamadığının açık bir delilidir. Genç, yaşlı, zengin, fakir, güzel, çirkin demeden ölümün insanı her zaman ve her yerde bulduğunu bilmek ise, insanın bu dünyaya bağlanmamasını ve asıl olarak ölümden sonraki sonsuz yurda hazırlık yapması gerektiğini anlamasını sağlamalıdır.

Değerli İslam büyüğümüz İmam Gazali de ölümün gerçek yüzünü şöyle tarif etmiştir:

Şunu kesin bir şekilde bil ki: Ölüm ve ölüm sonrası diriliş tıpkı uyku ve uyku sonrası uyanma gibi senin iki konumunu yansıtır. Yakin gözü ve basiret nuruyla bu hakikatleri görecek istidatta değilsen bari söylenenlere kalben inan, zamanlarını, soluklarını denetim altında tut, göz açıp kapayacak kadar bir süre bile Allah'tan gaflet etme, bütün bunları yapsan bile yine de büyük bir tehlike içinde olduğunu unutma. Ya bunlara dikkat etmezsen halin nice olur? (İhya'u Ulum'id-Din, 4. Cilt, İmam Gazali, s. 360)

Ölüm, insanların dünyada yaptıkları herşeyin hesabını verip, sonsuz hayatlarını sürdürmek için yerleşecekleri mekana bir geçiştir. İnsanların sadece bedenleriyle ve dünya ile bağlantılarının kesildiği an olan ölüm, asla herşeyin sonu değil, aksine herşeyin ve asıl hayatın başlangıcıdır.

Allah (cc) dünyada insanlara ölümü sürekli hatırlatmış, dünyanın geçiciliğini göstermiş, sonsuz hayatın varlığını ve bu hayata hazırlık yapılması gerektiğini anlatan elçilerini ve herşeyin bir açıklayıcısı olarak Kur'an'ı göndermiştir. Rabbimiz insanların da yaşamlarını tüm bu uyarılara ve hatırlatmalara göre düzenlemelerini istemiştir. İşte ölüm anı, hesap gününün başlangıcıdır. Bu gerçeği düşünmek, her insanı sonsuz hayatında hesabını rahatlıkla verebileceği bir ahlakı yaşamaya yöneltir. İnsanın kurtuluşunu sağlayacak olan Allah (cc)'ın rızası da ancak böyle bir şuur açıklığıyla kazanılabilecektir.

Dünyada bu gerçekten gafil yaşayan insanların ahiretteki durumları Kur'an'da şöyle bildirilir:

"Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin." "Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. " (Müminun Suresi, 99-100)

İman eden her insan, ölüm gerçeğini samimi olarak düşünerek, pişmanlığın ve tevbenin fayda etmeyeceği hesap günü gelmeden önce Allah (cc)'ın razı olacağı bir insan olmak için daimi bir gayret göstermelidirler.

13 Eylül 2011 Salı

Şükretmek, Nefse Karşı Bir Kalkan

Şükür, Kur'an'da üzerinde en çok durulan konulardan biridir. Yetmişe yakın ayette şükretmenin önemine dikkat çekilir, müminlere şükretmeleri hatırlatılır, şükredenlerin ve şükretmeyenlerin örnekleri verilir, akıbetleri anlatılır. Şükrün Kur'an'da bu derece önemle vurgulanmasının nedenlerinden biri, bunun imanın ve tevhid inancının en büyük göstergelerinden biri olmasıdır.

Şükür, her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunun ve insanın yalnızca O'ndan geldiğinin şuurunda olmak, bunu kalple ve dille ifade etmektir. Şükretmenin aksi ise Kur'an'da, nankörlük anlamına gelen "küfür" terimiyle tanımlanır. Yalnızca bu tanım bile şükretmenin Allah Katında ne kadar önemli bir ibadet olduğunu ve bu ibadetten uzaklaşmanın insanı ne kadar kötü bir konuma soktuğunu göstermesi açısından yeterlidir. Bir ayette şükretmek, "Allah'a kulluk etme"nin şartlarından biri olarak şöyle bildirilir:

"Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin." (Bakara Suresi, 172)

Kur'an'ın başka ayetlerinde ise şükretmek, şirk koşmanın zıttı olarak Allah'a kulluk etmekle birlikte zikredilmiştir:

"Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 65-66)

Şeytan İnsanları Şükretmekten Alıkoymak İster

Kibir, haset ve kıskançlığından ötürü kıyamete kadar tüm yaşamını insanları saptırmaya adamış olan şeytan, insanın şükürden uzaklaşmasını kendisi için yeterli ve büyük bir başarı olarak görmektedir. Şeytanın ana hedeflerinden birinin insanları şükürden alıkoymak olduğu dikkate alındığında, şükretmeyen bir kimsenin nasıl büyük bir sapkınlık içinde olduğu daha iyi anlaşılır.

Şükretmenin ne kadar önemli bir konu olduğunu anlamak için İblis'in Kur'an'da ibret olarak yer verilen şu sözleri çok önemlidir:

"Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)

Şükür, imtihanın bir parçasıdır. Allah insana Katından sayısız nimetler verir, ona nasıl davranması gerektiğini bildirir ve onun bu nimetler karşısındaki tavrını dener. Bu durum aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir:

"Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. " (İnsan Suresi, 2-3)

Ayette, denenmekte olan insanın iki yoldan birini, yani şükrü veya nankörlüğü seçeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla ayette, şükretmenin imanla, şükretmemenin ise inkarla eş tutulduğu görülmektedir.

Allah, azabın temelinde de şükretmemenin olduğunu ayetlerde bildirmektedir. Ayetlerde Allah, iman edip şükredenler için azabın söz konusu olmayacağını şöyle müjdelemektedir:

"Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir." (Nisa Suresi, 147)

Şükür Nefse Karşı Bir Kalkan Gibidir

Şükür hem büyük bir ibadettir, hem de insanı "azgınlaşmaktan" koruyan bir kalkan gibidir. Çünkü insanın nefsinde, zenginlik ya da güç bulduğunda zalimleşmeye, zorbalaşmaya, vicdansızlaşmaya karşı bir eğilim vardır. Zenginleşir, güzel imkanlara kavuşursa, acizliğini unutmaya ve kibirlenmeye başlar. Şükür, işte bu "azgınlaşmayı" engeller.

Şükreden insan bilir ki eline geçen her nimeti kendisine veren Allah'tır. Bu nimeti de Allah'ın yolunda, O'nun istediği biçimde kullanmakla yükümlüdür. Kendilerine büyük makam, büyük mülk ve hakimiyet verilen Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın tevazu ve olgunluklarının bir nedeni de sürekli şükretmeleridir. Kendisine verilen mülk nedeniyle azgınlaşan Karun'un da yaptığı hata, şükretmeyi bilmemesidir.

Eğer mümin, kendisine verilen nimetlerden dolayı azgınlaşmayacağını, kibirlenip şımarmayacağını yaptığı şükürle Allah'a gösterirse, Allah da ona daha fazla nimet verir. Allah'ın Kur'an'da verdiği "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir" (İbrahim Suresi, 7) hükmü, bunu açıkça ifade etmektedir.

Şükür, yalnızca Allah'a söz ile hamd etmekle değil, Rabbimiz'in verdiği tüm nimetleri Hak yolunda kullanmakla olur. Mümin, kendisine verilen her şeyi, Allah rızası için kullanmakla yükümlüdür. En başta da, Allah'ın kendisine verdiği bedeni O'nun rızasını kazanmak için kullanacaktır.

Kur'an'da, Allah'ın nimetlerine şükretmenin bir yolunun da, O'nun nimetlerini başkalarına anlatmakla, yani din ahlakını tebliğ etmekle olacağı şöyle ifade edilir:

"Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat." (Duha Suresi, 5-11)

6 Eylül 2011 Salı

Allah aşkı en asil ahlaka vesile olur

Allah'ı aşkla sevmek demek; insanın kalbindeki Allah sevgisinin dünyadaki diğer tüm sevgilerin üstüne geçmesi, en güçlü, en yoğun ve sürekli artan bir biçimde kalpte hissedilmesidir.

Allah aşkı müminlerde nasıl tecelli eder?

"De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi 162) ayetinde haber verildiği gibi Allah'ı aşkla sevmek, insanın tüm hayatını Allah'ın rızası ve hoşnutluğu üzerine kurmasına dayanır. Allah sevgisi, dünyada hiçbir sevgiyle kıyaslanmayacak derecede yoğun bir sevgidir.

Allah, Kur'an'da, "Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur." (Tevbe Suresi, 111) ayetinde haber verdiği gibi, müminlerin yaptıklarının karşılığını mutlaka verecektir.

Bu karşılık; Rabbimiz'in rızası, sevgisi ve lütfederse cennetidir. Fakat bir müminin Allah'a olan aşkı, hiçbir zaman karşılığa dayalı değildir. Mümin Allah'ı karşılıksız olarak sever. Çünkü yaptıklarının karşılığını beklemek üzerine kurulu olan bir sevgiye gerçek aşk denemez. Allah aşkı hiçbir maddi karşılığı olmayan çok saf, temiz ve asil bir duygudur. Bu asil duygu, sadece Yüce Rabbimiz olan Allah'ın rızası için Allah'ı sevmek üzerine kuruludur.

Zorluk ve çile karşısında gösterilen güzel ahlak Allah aşkının bir tecellisidir

Müminin Allah aşkının ispatı, dünyada imtihan olarak yaratılan zorlukları sevinçle karşılamasıdır. Müslüman daima çetin ortamlardan, zorluklardan yılmayacak tam aksine onları rahmet olarak görecek bir ruh yapısına sahip olursa bu gerçek bir aşkın alameti olur. Çünkü Yüce Allah'ın yarattığı imtihanın bir gereği olarak Müslümanlar en zor koşullarla ve en çetin zamanlarla denenirler. Örneğin Hz. Yusuf (a.s.) çocuk yaşta kuyuya atılmış, daha sonra vezirin eşinin iftirası ile uzun yıllar zindanda kalmıştır. Hz. İbrahim (a.s.) ateşe atılmış, tüm peygamberler (peygamberlerimizi tenzih ederiz) delilikle veya büyücülükle suçlanmışlar, ölümle tehdit edilmişlerdir. Fakat Allah, ne zorluk meydana getirirse getirsin müminler, Allah'a olan aşklarında kararlılık göstermişlerdir. O'na olan aşklarını en güzel şekliyle ifade etmişler ve her koşulda Rabbimizin kendileri için yarattıklarını bir güzellik ve hayır olarak görmüşlerdir.

Samimi bir Müslüman, zorluk ve çile gerektiren ortamları, Yüce Allah'ın özel olarak yarattığını bilir. Hz. Yusuf (a.s.)'ın kuyuda yaşadıkları, Hz. Musa (a.s.)'ın firavunla mücadelesi, Hz. İbrahim (a.s.)'ın ateşe atılması, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in mağarada müşriklerden gizlenmesi gibi zorluklar aslında Allah'ın kader ilminin birer tecellisidir. Burada verilen birkaç örnekte olduğu gibi Allah'ın insanların kaderlerinde yarattığı her detay müminlerin, tehlikeli ve zor hareketlere karşı sabırlarının denendiği ortamlardır. Müminler her türlü zorluk ve çile ortamında sabırlı olur ve "Ya Rabbi ben Seni çok seviyorum. Her ne olursa olsun Sana olan aşkımdan, sevgimden ve muhabbetimden asla vazgeçmem. Ne kadar zorluk olursa olsun yine vazgeçmem. Daha da şiddetli sıkıntı olsa yine bırakmam. Canımı alsalar, malımı alsalar yine vazgeçmem" diyebiliyorsa bu müminin samimi sevgisinin ve Yüce Allah'a duyduğu derin aşkın gücünün tecellilerinden biridir. Ama asıl olan; zorluk zamanında, yani kişinin nefsiyle mücadele ettiği anlarda bu duasına uygun bir ruh hali ve akıl yapısı göstermesidir.