26 Mayıs 2009 Salı

Neden evrim konusu anlatılırken tek bir bilimsel veri bildirilmez

Biyolojik bir yapıyı inceleyip, araştırmalarını yazıya döken bir bilim adamının sunduğu tezinde karşınıza pek çok veri, karşılaştırma, hesaplamalar, kimyasal özellikler, oranlar çıkar. Buna karşın söz konusu mükemmel yapının nasıl evrimleştiği ile ilgili tezler anlatırlarken hiçbir bilimsel veri ile karşılaşamazsınız. Karşılaştığınız tek şey bazı varsayımlardır. Evrimciler tezlerini destekleyen bir kanıt bulamayıp tam tersini ispatlayan gerçekler bulduklarından dolayı zihinlerindeki varsayımlar ancak birer şartlanmış ön kabul halini alır.

Örneğin dış dünyadan gelen ses dalgalarının nasıl elektrik sinyaline çevrildiğini izah eden bilim adamları gayet bilimsel bir üslup ile işitme sisteminin çalışma prensibini anlatırlar. Kulağımızda 32 bin hücrenin üstünde sıralanmış olan bir milyondan fazla tüycük bulunur. Bu tüycükler, sıvıdaki dalgalanmalara bağlı olarak hareket ederler. Tüycükler kendilerine şiddetli bir titreşim iletildiğinde saniyede yirmi bin kez titreşebilirler, zayıf ses dalgalarında ise çok küçük hareketler yaparlar. Tüycükler harekete karşı son derecede duyarlıdır. Öyle ki, bir tüycüğün 1 hidrojen atomunun çapı kadar yani bir milimetrenin 400 milyarda biri kadar hareket etmesi bile, elektrik uyarısının başlatılması için yeterli olabilmektedir. Buna göre, tüycüğü 500 metre yükseklikte bir bina olarak düşünürsek, binanın tepesindeki 2 santimetrelik bir hareket uyarıyı başlatabilmektedir.

Tüycükler bir titreşim algıladıklarında, aynı domino taşları gibi birbirlerini iterek hareket ederler. İşte bu hareket, tüycüklerin altındaki hücrelerin kapılarını açar. Bu sayede hücrelere iyon girişi olur. Tüycükler ters yöne yattıklarında ise hücre kapıları bu kez kapanır. Tüylü hücre demeti bir elektrik düğmesi gibi çalışır. Tüyler, bir uca doğru yatarak açma, tersinde ise kapama yapmaktadır. Tüycüklerdeki sürekli hareket, hücrelerin kimyasal dengelerini de sürekli değiştirir ve elektrik uyarıları üretmelerini sağlar.

Yani salyangozun içindeki tüylü hücreler tıpkı bir pil gibidir. Bu, iç kulaklarımızın her birinde yaklaşık 16'şar bin pil taşımamız demektir. Ancak bu piller bizim kullandıklarımızla kıyaslanmayacak kadar yüksek teknolojiye sahiptirler. Çok daha hassastırlar ve çok daha hızlı işlem yapabilirler, üstelik asla şarj olmaları da gerekmez. Dahası hepsini bir araya toplasanız bir bezelyenin içine bile sığdırabilirsiniz.

Günümüz teknolojisinin yanına bile yaklaşamayacağı bu mükemmel işitme sisteminin, evrimciler nasıl oluştuğuna bir açıklama getirmeye çalışırken yaptıkları izahatların içerisinde sıklıkla şu kelimeler geçer. "Muhtemelen ilk kulak ....", "evrim belki de kulağın....", "milyon yıl önce büyük ihtimalle.....nedenle", "..... kulak bilmediğimiz bir nedenle dönüştü", "... olası bir etki..." ".... tahminimizce evrim....."

Gördüğünüz gibi kulağın bilimsel özellikleri gayet net anlatılırken evrim ise son derece gerçeklikten uzak bir şekilde anlatılır. Evrimciler dünyamızda gerçekten bir evrim sürecinin yaşanmış olduğunu ispatlamak istiyorlarsa "muhtemelen, belki, büyük ihtimalle, olası" gibi kelimeleri bırakıp toplumun önüne ara geçiş formları ile gelmeleri gerekmektedir. Çünkü canlı türleri tek bir ortak atadan kademeli olarak türemiş olsaydı bunun en açık kanıtı olarak yeryüzü katmanlarında milyarlarca eksik, yarım, anormal varlıkların fosilleri olması gerekirdi. Fransız zoolog Pierre Grasse bu bu konuda şunları söyler:

"Doğa bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar... Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir" (Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 82)

Kulağın mükemmel yapısını anlattıktan sonra evrim ile geliştiğini ispatlamak isteyen bilim adamları Grasse'nin belirttiği gibi iddialarını fosil kayıtları ile desteklemeleri gerekmektedir. Onlara göre iki kulağı bulunan son derece simetrik insan yüzü meydana gelmeden önce, simetrisi bozuk olacak şekilde çok sayıda kulağı olan veya burnunun üstünde kulağı bulunan milyonlarca hatta milyarlarca farklı şekilde anormal yüzler var olmuş olmalıdır. Ancak bu şekilde tek bir örnek bile bulunmamıştır. Bugüne kadar yaşamış ve günümüzde yaşayan milyarlarca insanının hepsinin kafa yapısında aynı simetriye ve mükemmel işleyişe sahip kulaklar bulunmaktadır. Bu durum Darwinistlerin, "tesadüfler ve mutasyonlar neticesinde aşamalı olarak gelişim" iddiasını yerle bir etmekte, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimizin tüm canlıları bir anda ve bugünkü halleriyle mükemmel bir şekilde yarattığını bir kez daha tasdik etmektedir.

19 Mayıs 2009 Salı

DNA’nın şifresini çözen Fracis Collins Allah’a iman etti

Dünyanın en önemli genetik uzmanlarından biri olan ve sekiz yıl önce insan DNA’sının şifresini çözen bilim adamı Dr. Francis Collins, Allah’a iman ettiğini açıkladı.

DNA’nın yapısını evrimci dogmalarla yorumlamak isteyen bilim adamları, Collins’in keşfinin ardından müthiş bir çıkmaza girdiler. Canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama gayreti, hücrenin yapısının en temelindeki DNA molekülünün varlığına tutarlı bir izah getiremedi. Genetik bilimindeki ilerlemeler, nükleik asitlerin yani DNA ve RNA keşfi, teori için yepyeni çıkmazlar oluşturdu.

Burada DNA'nın yapısı ve işlevi hakkında çok temel birkaç bilgi vermek yerinde olur:

Vücuttaki 100 trilyon hücrenin herbirinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümden iç organlarının yapılarına kadar DNA'nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır.

Bir organa ya da bir proteine ait olan DNA üzerindeki bilgiler, gen adı verilen özel bölümlerde yer alır. Örneğin göze ait bilgiler bir dizi özel gende, kalbe ait bilgiler bir dizi başka gende bulunur. Hücredeki protein üretimi de bu genlerdeki bilgiler kullanılarak yapılır. Proteinlerin yapısını oluşturan aminoasitler, DNA'da yer alan üç nükleotidin arka arkaya sıralanmasıyla ifade edilmiştir.

Orta büyüklükteki bir protein molekülünün işlevini doğru olarak yerine getirebilmesi için DNA’daki doğru şifreyle üretilmesi gerekmektedir. Bu orta büyüklükteki protein için doğru dizilim ihtimali 10620'de birdir. Unutulmamalıdır ki 10’un yanına sadece 11 tane sıfır geldiğinde ortaya çıkan sayı bir trilyonu ifade eder. 10620’de birlik ihtimalin anlamı 0 ihtimaldir.

Evrim teorisi moleküler düzeyde hiçbir iddiasını ispatlayamadı. Elde edilen bilimsel deliller ise tesadüfün asla DNA gibi kompleks bir yapıyı oluşturamayacağını, DNA’nın bizlere çok yüksek bir Akıl’ı işaret ettiğini ortaya koydu. Bundan dolayıdır ki Francis Collins DNA ile ilgili yaptığı büyük buluşun ardından “Allah’ın Dili” isimli kitabını kaleme almıştır.

Kitabı ile ilgili olarak Time dergisine konuşan Collins , 30 yıl öncesine kadar ateist olduğunu ancak artık Allah’a inandığını şu şekilde söylemiştir+:

''Allah’ın var olduğuna dair rasyonel bir temel var ve bilimsel gelişmeler insanı Allah’a daha da yaklaştırıyor. Laboratuvarda çalışırken Allah’ı hissettim. Kesinlikle bizden daha büyük bir güç var ve ben O’na inanıyorum. DNA’nın şifresini çözmek beni Allah’a biraz daha yakınlaştırdı. Hastalıktan kırılan insanlar gördüm. Bilim onlardan umudunu kesmişti. Ama mucizevi olarak
hayata döndüklerini gördüm. Bu da Allah’ın işidir”

İnsan genini çözmenin kendisine Allah’ın eserini görme fırsatı verdiğini söyleyen Collins, “Önemli bir buluş yaptığınızda o bilimsel çoşku anını yaşarsınız, çünkü onu araştırmış ve keşfetmişsinizdir. Keşfettiğim şey öyle bir şeydi ki, bu bilgiye daha önce hiçbir insan sahip olamamıştı. Fakat Allah onu her zaman biliyordu” demiştir.

Bu durum tüm bilim adamlarının evrim teorisine inanmak zorunda olduklarını iddia eden darwinist bilim adamlarına verilmiş çok önemli bir cevaptır. Tarih boyunca evrim teorisine inanmayan, Allah’a güçlü bir şekilde iman eden Einstein, Kepler, Newton, Bacon, Pascal, Leewenhoek, Faraday, Morse, Cuvier, Joule, Mendel, Pasteur, Lemaitre, Planck gibi bilim adamları yaşamış, bu kişiler insanlık tarihi açısından çok önemli buluşlar yapmış ve bu buluşlarıyla Allah’ın sonsuz gücünü tasdik etmişlerdir.

12 Mayıs 2009 Salı

Kafkaslara Barış Ortamı Getirebilecek Tek Ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir

Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya’da tarihi avantajları bulunmaktadır. Bu bölgede Türkiye için büyük bir potansiyel nüfuz alanı vardır. Kafkaslar, tarih boyunca Rus zulmünden kaçarak Osmanlı'ya sığınmış Müslüman kavimlerin diyarıdır. Orta Asya ise, Osmanlı toprağı olmasa da, Türklük bağıyla Türkiye'ye bağlıdır. Bu nedenle Türk Milleti'nin aydınlık geleceği için oluşturulan vizyonun çerçevesi belirlenirken, bu coğrafyanın tarihsel arka planının incelenmesi son derece faydalı olacaktır.

SSCB'nın yıkılmasının ardından oluşan yeni Kafkasya haritası, Türkiye ile çok yakın bağı olan bir bölge ortaya çıkarmıştır. Çünkü bağımsızlıklarını birer birer ilan eden Müslüman Türk devletleri ile Türkiye arasında hem din, hem dil, hem kültür, hem de tarihi açıdan çok güçlü bağlar bulunmaktadır. Üstelik politik ve ekonomik gücü, demokratik, çağdaş ve modern kimliği ile Türkiye Orta Asya devletleri için oldukça önemli bir örnek teşkil etmekte, hatta bu devletler tarafından bir nevi "ağabey" olarak algılanmaktadır. Müslüman halk Çarlık rejiminden itibaren her zaman kendisini Anadolu Müslümanlarına dolayısıyla Osmanlı'ya daha yakın hissetmiştir.

Rusya geçmişte bilinçli ve zorunlu olarak uyguladığı göç ve sürgün programları ile bu topraklar üzerindeki potansiyel Müslüman birliğine engel olmaya çalışmıştır. Rus tebası altında yaşayan halkların sık sık Osmanlı'nın merhametine, adaletine ve nizamına sığınmalarına neden olmuştur. Osmanlı, tarihi boyunca her zaman Kafkas Türkleri'nin koruyuculuğunu üstlenmiş, Türk toplulukları ile olan tarihi ve kültürel bağını hiçbir zaman koparmamıştır. Nitekim Osmanlı arşivleri de bu durumu gözler önüne sermektedir. Osmanlı tebası iken anlaşma hükümlerine aykırı olarak Rus idaresine geçen Gürcistan halkının her iki yönetim hakkındaki kanaatlerini içeren belgelere Prof. İsmet Miroğlu çalışmalarında değinmiştir. Bu belgelerin her biri Türk adalet ve hoşgörüsünü aksettirmekle birlikte, bu topraklar üzerinde yaşayan milyonlarca insanın Türkiye ile olan tarihsel bağının da delili hükmündedir. Başbakanlık Arişivinde yer alan bu belgelerden birinde Gürcistan halkı Osmanlı'ya olan bağlılıklarını şöyle dile getirmektedir:

“... Rusların baskısından kurtarılmamızı rica ediyoruz. Bu hareketinizle bütün Gürcistan halkının hayır duasını alacaksınız. Gürcistan halkının Osmanlı idaresinden uzaklaşarak Rusya'nın eline bırakılmamasını bilhassa niyaz ederiz. Biz bu zalimlerin takip ve tasallutlarına uğradık, vatanımızı terk ettik.” (Başbakanlık Arşivi, Hatt-ı Hümayun, No 44615 g.ı, T. 1814)

Kafkas halkları hep yüzleri Osmanlı'ya dönük bir ömür sürmüşlerdir. Her zaman için kendi topraklarını Devlet-i Ali Osmani'nin bir parçası olarak görmüşler, hem Türk, hem de Müslüman olmanın bilinciyle Osmanlı Sultanları'na bağlılıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir. Osmanlı Sultanları'na yazdıkları mektuplarda onları kendi topraklarına davet etmişler, resmen de Osmanlı topraklarının bir parçası olmayı kendileri teklif etmişlerdir. Yine bir Gürcü Meliki tarafından Osmanlı padişahına gönderilen bir mektup bu tarihi gerçeği göstermektedir:

“... Öteden beri Devlet-i Aliyye'nin bir kölesi ve tebaasıyım ve Gürcistan Osmanlı topraklarının bir parçasıdır. Bütün Gürcistan halkının Osmanlı Devleti'nin sayesinde sakin bir hayat sürdüğü de gün gibi ortadadır.” (Başbakanlık Arşivi, Hatt-ı Hümayun, No: 44615 i.ı, T. 1814)

Kafkaslar’da bugün zulüm gören halka yardım elini uzatabilecek tek ülke hiç şüphesiz Türkiye'dir. Bu ülkelerle hem din, hem dil birliğine sahip olan Türkiye, geçmişiyle olduğu kadar bugün sahip olduğu çağdaş ve demokratik yönetimiyle de söz konusu bölgede liderlik rolünü üstlenebilecek tek ülkedir. Üstelik bu, söz konusu ülkeler için olduğu kadar, Türkiye için de çok ciddi manada stratejik avantajlar içeren bir roldür. Çünkü Türkiye için burada söz konusu olan siyasi nüfuz alanı Kafkaslar'la sınırlı değildir. Sayıları 250 milyonu bulan dev Türk Dünyası kendilerini tek bir birlik altında toplayacak otoriteyi beklemektedir.

Orhun Kitabeleri'nden Kültigin Kitabesi'nde geçen şu cümleler, Türk'ün dünyaya hakimiyetinin ve bu konudaki tecrübesinin ispatı niteliğindedir:

Doğuda gün doğusuna, güneyde gün doğusuna onun içindeki millet hep bana tabidir. Bunca milleti hep düzene soktum... Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım.

Milli Gazete

5 Mayıs 2009 Salı

Sevgi ve Güven Eksikliğinden Kaynaklanan Ekonomik Kriz

İslami İlimler Araştırma Vakfı geçtiğimiz günlerde Dünya ekonomisine 4 trilyon 100 milyar dolar kaybettiren küresel krizin, ahlaki değerlerin yerle bir olmasıyla insanların arasında meydana gelen güven bunalımından kaynaklandığını açıkladı. Çözüm olarak da insanlığın iş ve sosyal yaşamında ahlaki değerleri ön plana çıkarmanın gerekliliğini gösterdi.

İSAV’ın düzenlediği bu toplantıya Türkiye, Malezya, İngiltere ve Almanya’dan bilim adamları katıldı. Toplantıda yapılan tebliğde şu ifadeler yer aldı:

“Sorun daha derinlerde yatan güven unsuruyla alakalı gözükmektedir. Asırlar süren bir tecrübe sonunda inşa edilmiş güven unsurunun sarsıldıktan sonra yeniden tesisi çok zordur. Son ekonomik krizin de ortaya koyduğu üzere liberalizm bencil, sadece kendi çıkarlarını düşünen, başkalarına ve topluma karşı sorumluluk bilinci zayıf bireyler ortaya çıkarmaktadır.” (http://www.timeturk.com/krizin-kaynagi-modernizm-67033-haberi.html)

Bugün yaşanan ekonomik krizin çözümü için dünyanın bütün ekonomistleri, bütün devlet adamları ve bilim adamları bir araya gelmektedirler. Para basmaktan, faizlere sıfırlamaya kadar pek çok çözüm düşünülmektedir. Ancak alınan tedbirlerle bu krizin önüne geçilemediği görülmektedir. Çünkü Allah sevgisinin bulunmadığı bir yerde insanlara karşı da sevgi olmamaktadır. Allah korkusunun olmadığı yerde güven de olmamaktadır. Güven ve sevginin olmadığı yerde ise ekonomik kriz kaçınılmazdır. Çünkü insanlarda üretim arzusu ortadan kalkmıştır, egoistlik ve bencillik hakim olmuştur. Herkes kendini kurtarmanın peşine düşmüştür. Hatta çoğu insan çocuğunu, karısını, ailesini de bırakıp sadece kendisini kurtarmanın peşindedir. Bu nedenle parayı tutar ve saklar.

Günümüzde de bu ruh hali içerisinde yaşadığı bencilce korkudan dolayı fabrikası veya işyerini satıp paraya dönüştüren, bu parayı da bankaya bile yatırmaktan korkup, saklayan pek çok kişinin haberleri gelmektedir. Saklanan para bulunduğu yerde adeta ölmektedir. Böylece bütün sistem ölüme doğru gitmektedir.

Ekonomik krizin etkisini tüm şiddetiyle yaşayan ülkelerde insanlar dünya hırsıyla ve yarın endişesiyle paralarını tutmaktadırlar. Üreticiler de ‘malımı satamam, para kazanamam, kredi alamam’ korkularıyla üretimi durdurmaktadırlar. Bir kısım üretilmiş mallar fabrika depolarında stoklanmış durumda, piyasaya çıkartılmamaktadır.

Bu tip egoist ve bencil insanlar topluma hakim olduğunda ise toplum manevi ölümü yaşamaktadır. Bu toplum yapısı ekonomiği de söndürmekte, öldürmektedir. Kendi çıkarını koruma ve gelecek kaygısı içinde bitap olmuş insanlar daimi bir korkuya sürüklenmektedirler. Korku içinde olan toplum bireylerinin birbirlerine güvenemeyeceği çok açıktır. Mal üretmeyen veya mal satın almayan insanlar bir nevi hayata küsmektedir. Böylece ekonomik yönüyle hayat durmaktadır. İnsanların vahşi kapitalizm ruhundan uzaklaşmaları toplumun hürleşmesini sağlayacaktır. Yani toplumun üzerindeki baskı kalkacaktır.

Bu kriz için çözüm düşünürken insanın manevi bir varlık olduğunu unutmamak çok önemlidir. İnsanın manevi güçlerinin kırılması topluma çok büyük zarar vermektedir. İnsanların Allah’a iman etmeleri, O’na güvenmeleri, geleceğinin Allah tarafından yaratılacağını bilmeleri toplumda ümitvar, neşeli ve huzurlu bir atmosfer oluşturacaktır.

Türk milli kültürünün özü, milletçe mukaddes saydığımız manevi değerler, yani inançlardır. Bu değerler milletimizin her alanda muvaffak olabilmesi için vazgeçilmez birer ihtiyaçtır. Ekonomik krize ve gerek sosyal, gerek siyasal alanda tüm krizlere karşı Türk milletinin emniyeti sahip olduğu manevi değerlerdir. Türk milletinin tarihine baktığımızda bu değerlendirmelerin ne derece isabetli olduğunu kolayca müşahade etmekteyiz. Türk Milleti'nin tarihinde yer alan tüm güçlü ve kalıcı devletler, özellikle de 6 yüzyıl boyunca dünyanın en büyük siyasi güçlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu, manevi değerlere bağlılıktan gelen bir güç üzerine yükselmiştir. Anadolu’dan çıkan o sımsıcak sevgi, güven, dostluk ortamı aziz milletimizin bu krizden yara almadan atlatmasını sağlayacaktır.

Milli Gazete