27 Mart 2007 Salı

Darwinizm insanın başıboş ve amaçsız olduğu yalanını öne sürer

Evrimci George Gaylord Simpson'ın aşağıdaki sözleri, Darwinizm'in insan hakkındaki tamamen yanılgılar üzerine kurulu bakış açısını en açık şekilde özetlemektedir:
İnsan, evrende anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlıktır. Ama bilinçsiz ve akılsız maddelerin bir ürünüdür. Böylece dünyaya gelişini kendisi başarmış olan insan, sadece kendisine karşı sorumludur.1

Klasik Darwinist yalanlarından biri olan bu iddia, toplumsal çöküntünün temelinde yer alan önemli nedenlerden biridir. Darwinistler, insanın dünyaya gelişini kendisinin başardığı yanılgısını öne sürerken tek bir bilimsel delil dahi sunamamakta, ideolojik nedenlerle bu aldatmacayı ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Bu gerçek dışı iddiaya göre, insanın varlığının önceden belirlenmiş hiçbir amacı yoktur. Bu sözde amaçsız varlık, zaten bir gün ölecek ve yok olacaktır. Oysa gerçek böyle değildir. Allah insanı yoktan yaratmıştır. İnsanın yaratılışının belirli bir amacı vardır ve bu amaç Kuran'da bildirilmiştir. Allah insanları Kendisi'ne kulluk etmeleri için yaratmıştır. Her insan dünyada kaderinde belirlenmiş olan süre kadar kalacak ve bu süre bitip öldükten sonra da yeniden diriltilecektir. Ve her insan ahiret gününde, dünyadayken yaptıklarından sorguya çekilecektir. Evrimcilerin tüm güçleri ile bu gerçeği reddetmeye, unutmaya ve unutturmaya çalışmaları da bu gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez. Dünyadayken bu hatalarından dönmedikleri müddetçe, Allah'ı ve ahiret gününü inkar edenlerin, insanın amaçsız bir varlık olduğunu öne sürenlerin hesap günü geldiğinde yaşayacakları pişmanlık çok büyük olacaktır. Rabbimiz bu pişmanlığı Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." (Enam Suresi, 27)

İnsanlara amaçsız olduklarının telkininin verilmesi, onları büyük bir bunalıma ve boşluğa sürüklemektedir. Bu yalana inananlar hayatı çok anlamsız ve gereksiz görmekte, bu ise büyük bir manevi çöküntüye neden olmaktır. Günümüzün önde gelen evrim savunucularından Richard Dawkins'in akıl ve mantık dışı iddiaları da, söz konusu materyalist bakış açısının tipik bir örneğidir. Dawkins, insanların birer gen makinası olduklarını ve varoluşlarının tek amacının bu genleri bir sonraki nesle aktarmak olduğunu iddia eder. Dawkins'e göre, ne evrenin ne de insanın varoluşunun başka bir amacı yoktur. Bu sapkınlığa göre tüm evren ve insanlar rastlantıların ve kaosun ürünüdürler. Bu batıl inancın insanları ümitsizliğe ve mutsuzluğa sürükleyeceği çok açıktır. Ölümle birlikte yok olup gideceğini düşünen bir insan için dünyadaki hiçbir şeyin bir anlamı kalmaz. Dostlukların, sevginin, yaptığı iyiliklerin, yaşadıklarının hiçbir karşılığı ve devamı olmayacağını zanneden bir insana hiçbir güzellik zevk vermeyecektir.

Bunun da ötesinde, bu çarpık mantık örgüsü nedeniyle insanlar işledikleri kötülüklerin de karşılığını almayacaklarını düşüneceklerdir. Bu da insanların bir şekilde örtbas edebileceklerini düşündükleri ya da cezalandırılmayacağını sandıkları kötülükleri hiç sakınmadan işlemelerine neden olacaktır. Yalan söylemekten, ikiyüzlü davranmaktan, dedikodu yapmaktan, haksız kazanç sağlamaktan, acımasızlıktan, hırsızlıktan ve hatta cinayet işlemekten dahi sakınmayacak hale geleceklerdir. Böyle sapkın bir düşünceye kapılmış olan insanların sayıca arttığı toplumlarda ise düzenden ve istikrardan söz etmenin mümkün olmayacağı açıktır.

Darwinist telkinlerin insan ruhunun üzerinde yaptığı tahribatın en dikkat çekici örneklerinden biri, Dawkins'in, Unweaving The Rainbow (Gökkuşağını Sökmek) isimli kitabının önsözünde şu sözlerle ifade edilmektedir:
İlk kitabımın yayımcısı, kitabı okuduktan sonra, verdiği soğuk ve kasvetli mesajdan çok bunaldığını ve üç gece boyunca uyuyamadığını itiraf etti. Bazıları da bana sabahları uyanmaya nasıl katlanabildiğimi soruyor. Uzak bir ülkeden bir öğretmen ise bana sitem dolu bir mektup gönderdi. Mektubunda, aynı kitabı okuyan bir öğrencisinin kendisine gözyaşları içinde geldiğini ve hayatın boş ve amaçsız olduğu düşüncesinin onu olumsuz yönde etkilediğini yazıyordu. Öğretmen, diğerlerinin de aynı "hiçlik karamsarlığı"ndan etkilenmemeleri için, öğrencisine kitabı başkalarına göstermemesini tavsiye etmiş. 2

Dawkins'in bu itirafında da görüldüğü gibi, Darwinizm'in insanlara telkin ettiği karamsarlık ve amaçsızlık, toplumlar için büyük bir tehlikedir. Bu tehlikenin en önemli yönlerinden biri, insanlara sadece Dawkins'in öne sürdüğü gibi "kasvet verici gerçeği" sunması değil, aksine "kasvet verici bir yalan" sunması ve onları "neşe verici gerçekten" koparmaya çalışmasıdır. Bu neşe, mutluluk ve huzur verici gerçek, insanın yalnız, başıboş, terk edilmiş, amaçsız bir varlık olmadığı, kendisini yaratmış olan Allah'ın belirlediği bir amaca sahip olduğu gerçeğidir.
Allah'ın insanları bir amaç için yarattığını unutan toplumlar ise ahlaki ve manevi çöküntüye uğramaya mahkumdurlar. Uyuşturucu ve alkol bağımlılarının, intihara teşebbüs edenlerin, içine kapanarak adeta "hayata küsenlerin", depresyon, stres gibi psikolojik rahatsızlıkları olan insanların büyük bir kısmı, hayatlarının gerçek amacını bilmeyen insanlardır.

Prof. Fred Hoyle bir evrimci olmasına rağmen, Türlerin Kökeni ile gelen nihilistik (hayatın amaçsız ve insan değerlerinin önemsiz olduğu yanılgısı) felsefenin tehlikesi için şöyle der:
Türlerin Kökeni'nin yayınlanmasının ardından sözde eğitimli görüşlerin benimsemeyi tercih ettiği nihilist felsefenin insanlığı otomatik olarak kendini yok etme sürecine teslim ettiği düşüncesi hiç aklımdan çıkmıyor. O zaman felaketler için geri sayım başlamıştı.3

Allah her insanı Kendisi'ne kulluk etmesi için yaratmış ve ona Kendi ruhundan üflemiştir. İnsan, cansız maddelerden rastlantılar sonucunda oluşmuş bir varlık değildir. İnsan, Yüce Allah'ın yarattığı, akıl ve vicdan verdiği, türlü nimetler bahşettiği bir varlıktır. Darwinistlerin ve materyalistlerin amaçsız ve başıboş sandıkları insanın aslında çok önemli, çok üstün ve değerli bir amacı vardır: Kendisini yaratan, yoktan var eden, bir hiçken kendisine can ve bilinç veren Yüce Rabbimiz'i hayatının her anında hoşnut etmek, Rabbimiz'in emirlerine büyük bir titizlikle ve şevkle uymak, bunun karşılığında ise Allah'ın rahmetini ve sonsuza kadar sürecek olan cennetini kazanmayı umut etmektir. İnsanın asıl hayatı ölümünden sonra başlayacak olan ahiret hayatıdır. İnsan dünyada, cenneti kazanmak için yaşar.
Allah insanların başıboş olmadıklarını Kuran ayetlerinde şöyle bildirir:
İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi, 36)
Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? (Müminun Suresi, 115)

Dipnotlar
1. George Gaylord Simpson, Life of The Past:An Introduction to Paleontology, New Haven: Yale University Press, 1953
2. Richard Dawkins, Unweaving The Rainbow, Houghton Mifflin Company Newyork, 1998, s. ix
3. Sir Fred Hoyle, The Intelligent Universe, 1983, s. 9

Milli Gazete

20 Mart 2007 Salı

Gerçek mutluluğa nasıl ulaşılır?

İnsanların hayatları boyunca yapmak istedikleri, gerçekleştirmeyi arzuladıkları birbirinden farklı birçok amaçları ve planları vardır. İlk bakışta birbirlerinden farklı görünse de, bu amaçlar temel bir noktada birleşmektedir. Bu temel nokta, insanların yaşadıkları hayattan olabilecek en fazla menfaati elde ederek, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleridir. Elde edilen menfaatler ne kadar fazla olursa, buna bağlı olarak duyulacak olan mutluluk ve rahatlık da o denli fazla olacaktır. Bu yüzden tüm insanlar farklı yollar ve yöntemler izleyerek, bu ortak amaca ulaşmayı hedeflemekte ve bunun için ömürleri boyunca büyük bir çaba harcamaktadırlar. Ancak Allah'ın rızasını arayan ve ahireti gerçek yurt olarak benimseyen salih müminler dışındaki insanlar, tüm bu isteklerini gerçekleştirip, hedeflerine ulaşsalar da sonuç yine değişmemektedir. Mutsuzluk ve buna bağlı olarak da sıkıntı dolu, kasvetli bir hayat...

Günümüzde insanların büyük bir kısmı bir türlü gerçek huzuru yakalayamadıklarından, onca çabaya, çalışmaya ve yorgunluğa rağmen bir türlü mutlu olamadıklarından şikayetçidirler. Böyle bir sonuçla karşılaşmalarının sebebi ise, insanların mutluluğu yanlış yerde, yanlış kimselerde bulacaklarına inanmış olmalarıdır. Kimisi için mutluluk elde edeceği maddi zenginliktedir; böylece parasını istediği gibi harcayacak, elde etmek istediği şeylere sahip olabilecek ve her geçen gün bir öncekine göre daha fazla şey tüketebilecektir. Bu insanlar için tüketmek, tüm güzellikleri ve zevkleri tatmak hayatlarının en büyük mutluluk kaynağıdır. Bu istekleri ise dipsiz bir kuyu gibidir; hiçbir zaman sonu gelmez. Bunun sonucunda da ortaya elde ettikleri hiçbir şeyden memnun olmayan, sürekli daha fazlasını, daha iyisini isteyen ve bu sayede mutlu olup daha rahat bir hayat sürebileceklerini zanneden insanlar çıkar. Ancak bu çabaları onlara sadece geçici bir mutluluk kazandırır.

Allah Kuran'da, "İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20) ayetiyle, insanların dünya hayatında açgözlülük ve nankörlükle elde ettikleri bu sahte mutluluğu, ahirette sonsuz bir mutsuzluğa çevireceğini bildirmiştir.

Kimi insan içinse mutluluk, herkes tarafından tanınmak, herkesin sevdiği, beğendiği, peşinden koştuğu bir kişi olmaktır. Herkes ona özenip onu taklit edecek, yaptığı herşey ile insanların hayranlığını kazanacaktır. Bunu ne kadar çok başarır, insanların gözüne ne kadar girer, ne kadar dikkatlerini çekerse, kendini o derece mutlu hissedecektir.

Kimisi için de mutluluk, yaşadığı sıkıntılı ve monoton hayattan biraz olsun kurtulmak, sorunlarını unutmaktır. Buna bağlı olarak, mutlu olabilmek için hayatında birtakım 'değişiklikler' yapmalıdır. Sıra dışı olmalı, değişik giyinmeli, kısacası 'marjinal' bir hayat sürerek, farklı olan herşeyi denemelidir. Ya da değişik yerler görmeli, gezmeli, yeni insanlar tanımalıdır. Çevresindeki insanların dikkatini ne kadar üzerinde toplarsa kendini o denli farklı görecek, bu da ona büyük bir zevk verecektir. Bu şekilde hareket ederek hayatına renk katacağını ve yaşadığı mutsuzluktan kurtulacağını sanır. Dolayısıyla bu insanlar için mutluluk, 'değişiklik' veya 'farklı olmak' demektir.

Ancak tüm bu insanların elde ettikleri mutluluklar sahte ve geçicidir. Sadece yaşanılan o ana mahsustur; bu an bittiğinde duyulan mutluluk da sona erer ve kişi yine eski monoton ve sıkıntılı hayatına geri döner. Değişen bir şey yoktur; kişi kendini sadece kısa bir süre için rahatlatmıştır. Bu süre ister bir gün, ister bir ay, ister bir yıl olsun, insanlar mutluluğun sırrını bilmedikleri için, elde ettikleri sonuç hep aynıdır. Allah, hayatları boyunca Allah'ı ve ahireti unutarak, tamamen kendi istek ve tutkularına göre yaşayan bu insanların durumunu "Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir." (Bakara Suresi, 17) ayetiyle haber verir. Allah, ayetlerinden uzak bir yaşam süren bu insanların 'göremez bir şekilde sürekli olarak karanlıklar içinde kalacaklarını' bildirmiştir. İnsanlar kendilerini yaratan Allah'ın emirlerine uymadıkları ve kendilerini yaratan Rabbimizi unutarak yaşadıkları için, Allah onların mutluluğa ulaşma çabalarını her defasında boşa çıkarmaktadır.

Peygamberimiz (sav) dünyanın geçici bir kazanç sağladığını, gerçek kazanç sağlamanın ahirete yönelmekle olduğunu hatırlatmıştır:
"Ey insanlar! Dünya peşin verilen bir metaıdır. İyi de kötü de ondan nasibini alır. Ahiret ise sadık bir vaaddir. Orada Kadir olan Melik hükmeder. Hak yerini bulur. Batıl ise zail olur. Ey insanlar, ahiret evladı olun, dünya uşağı olmayın. Zira evlat anaya tabidir. (Yani dünya çocuğu olursanız, dünya gibi mahvolmaya layık olursunuz.) Allah'dan korku üzerine amel ediniz. Biliniz ki amelleriniz sizinle yüzleşecektir. Ve yine sizler mutlaka Allah'a mülaki olacaksınız (kavuşacaksınız). Kim zerre miktarı hayır yaparsa onu görecek ve kim de zerre miktarı şer yaparsa onu görecek." (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 184/4)

Milli Gazete

13 Mart 2007 Salı

Evrimcilerin asla varolmayan ara-geçiş formları

Eğer dünyamızda gerçekten bir evrim süreci yaşanmış, yani canlı türleri tek bir ortak atadan kademeli olarak türemiş olsalardı, bunun kanıtlarını en açık olarak fosil kayıtlarında görebilirdik.

Ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé, bu konuda şunları söyler:
Doğa bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar… Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.1

Bunun nedenini anlamak için, evrim teorisinin temel iddiasını kısaca gözden geçirmek gerekecektir:
Evrim teorisine göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir; önceden tesadüfen var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Bu bilimdışı iddiaya göre, bitkiler, havyanlar, mantarlar, bakteriler hep aynı kaynaktan gelmişlerdir. Hayvanların 100'e yakın farklı filumu (yani yumuşakçalar, eklembacaklılar, solucanlar, süngerler gibi temel kategorileri) hep tek bir ortak atadan türemiştir. Teoriye göre bu gibi omurgasız canlılar zamanla (ve tesadüfen) omurga kazanarak balıklara, balıklar amfibiyenlere, onlar sürüngenlere, sürüngenlerin bir kısmı kuşlara, bir kısmı ise memelilere dönüşmüştür. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara tür"ün oluşmuş ve yaşamış olması gerekir.

Söz gelimi, geçmişte balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı amfibiyen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı amfibiyen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Örneğin bir sürüngenin ön ayakları her jenerasyonda bir parça daha kuş kanadına benzemelidir. Yüzlerce jenerasyon boyunca bu türün ne tam ön ayakları ne de tam kanatları olacak, yani bu canlı sakat ve kusurlu olarak yaşayacaktır. Evrimcilerin geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu teorik canlılara "ara geçiş formu" adı verilir.

Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışsa, bunların sayılarının ve türlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması, fosillerine de dünyanın dört bir yanında rastlanması gerekir. Bu gerçeği Darwin de kabul etmiş ve neden birçok ara geçiş formu olması gerektiğini şöyle açıklamıştı:
Tüm yaşayan türler, her gcinste yer alan atasal türleriyle, bugün yaşamakta olan türlerin evcil ve vahşi varyasyonları arasındaki farktan daha büyük olmayan farklarla bağlantılı olmalıdırlar.2
Darwin'in kastettiği şudur: Günümüzde yaşayan bir canlı türünün varyasyonları (örneğin cins bir köpek ile bir sokak köpeği) arasında ne kadar az fark varsa, "evrim süreci" içinde birbirini izlediği iddia edilen "ata" ve "torun"lar arasında da o kadar az fark olmalıdır.
Dolayısıyla, Darwin'in de belirttiği gibi evrim, eğer gerçekten var olsaydı, "çok küçük kademeli değişimlerle" ilerleyecekti. Mutasyona uğrayan bir canlıdaki değişiklik çok küçük olacaktı. Ayakların kanatlara, solungaçların akciğerlere, yüzgeçlerin ayaklara dönüşmesi gibi büyük değişimlerin meydana gelebilmesi için milyonlarca küçük değişimin yine milyonlarca yıl içinde birikmesi gerekecekti. Bu süreç ise, milyonlarca ara form oluşmasına neden olacaktı. Darwin bu açıklamasından sonra şu sonuca varmıştır:

Yaşayan veya soyu tükenmiş tüm türler arasındaki ara ve geçiş bağlantılarının sayısı inanılmaz derecede büyük olmalıdır. 3

Darwin kitabının başka bölümlerinde de aynı gerçeği dile getirmiştir:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.4

Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.5
Darwin'in bu büyük açmaz karşısında öne sürdüğü tek açıklama ise, o dönemdeki fosil kayıtlarının yetersiz olduğuydu. Fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, kayıp ara formların mutlaka bulunacağını iddia etmişti.
Ancak 150 yıldır yapılan fosil araştırmaları Darwin'in ve onu izleyen evrimcilerin boş yere umutlandıklarını göstermiş ve bir tek ara geçiş formuna ait fosil bulunamamıştır. Günümüzde dünyanın her yerinde, binlerce müzede ve koleksiyonda 100 milyonu aşkın fosil bulunmaktadır. Bu fosillerin hepsi birbirlerinden kesin hatlarla ayrılan, özgün yapılara sahip türlere aittir. Evrimcilerin ümitle aradıkları yarı balık-yarı amfibiyen, yarı dinozor-yarı kuş, yarı maymun-yarı insan ve benzeri canlıların fosillerine kesinlikle rastlanmamıştır.

Fosil kayıtlarında milyarlarca yıl önce yaşamış olan bakterilerin dahi fosilleri korunmuştur. Buna rağmen, hayali ara geçiş formlarına ait tek bir tane bile fosilin bulunamamış olması dikkat çekicidir. Karıncalardan bakterilere, kuşlardan çiçekli bitkilere kadar birçok canlı türünün fosilleri mevcuttur. Soyu tükenmiş canlıların dahi fosilleri o kadar kusursuzca korunmuştur ki, günümüzde görmediğimiz bu canlıların nasıl bir yapıya sahip olduklarını anlamamız mümkün olabilmektedir. Bu kadar zengin fosil kaynaklarının içinde, bir tane dahi ara geçiş formunun bulunmaması ise, fosil kayıtlarının eksikliğini değil, evrim teorisinin geçersizliğini gösterir.


1 Pierre P. Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 82.
2 Charles Darwin, The Origin Of Species, chapter X, "On the Imperfection of the Geological Record".
3 ibid, s. 234.
4 ibid, s. 179.
5 ibid, s. 172, 280.


Milli Gazete

6 Mart 2007 Salı

Birbiriyle uyum içinde yaratılmış olan canlılık -2-

İnsan hiç bir eksik parçası bulunmayan bir yap-bozu gördüğü zaman, bunu mutlaka bir kişinin bir araya getirdiğini düşünür. Rüzgarın itme kuvvetiyle yap-boz parçalarının biraraya gelip anlamlı bir görünüm oluşturabileceği fikri doğal olarak çok mantıksız bulunur. Ancak evrimciler kartondan meydana getirilen bir yapbozla mukayese dahi edilemeyecek bir muazzamlıktaki yeryüzündeki ve gökyüzündeki yaratılış harikalarının rüzgarın, şimşeğin, güneşin ve geçen zamanın etkisiyle oluşmuş olabileceğini iddia ederler. Ayrıca evrimciler tüm canlıların varlıklarını sürdürebilmek için birbirlerine bağımlı bir biçimde yaratılmalarının, “bu canlıların tek bir aklın ürünü oldukları” anlamına geldiğini düşünmezler. Mercan resiflerinde yaşayan hayvanlar da, Allah’ın birbirlerini tamamlayacak, birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yarattığı canlılardandır.

Mercan resifleri genellikle besin maddeleri açısından fakir sularda bulunurlar. Resiflerin nasıl bu sularda gelişmeyi başardıkları sorusu uzun zamandır merak konusu olmuştur. Son araştırmalara göre, resiflerdeki tür zenginliğinin nedenlerinden biri, söz konusu canlıların muazzam bir verimlilik ve iş birliğiyle çalışmasıdır. 18 Ekim 2001 tarihli Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, mercan resiflerinin oyuklarında yaşayan çeşitli sünger, midye, halkalı solucan türlerinin ne kadar önemli olduklarını ortaya çıkarmıştır. Çoğu küçük boyutlarda olan bu canlılar, bitkisel planktonları süzerek mercan hayvanlarının ihtiyaç duyduğu amonyak ve fosfat gibi maddeleri salgılamaktadırlar. Çöpçü balıkları ve temizlikçi karidesler balıkların üzerindeki parazitlerle beslenirler. Kısacası, resif oyuklarında yaşayan binlerce küçük canlı türünden oluşan sistem, eşsiz bir filtre istasyonu gibi hizmet vermektedir.
Mercan hayvanları, dokularının içindeki tek hücreli algler (zooxanthellae) ve dış yüzeyindeki yeşil algler ile ortak yaşam sürerler. Mercan hayvanları, alglerin fotosentez yaparak ürettikleri besinin bir bölümünü alırlar. Algler ise, ihtiyaç duydukları besleyici maddeleri mercan hayvanlarından temin ederler. Aynı zamanda mercan, alg için güvenli bir yaşam ortamı oluşturur.

Özellikle akvaryum hobisi olanlar çok iyi bilirler ki, tropikal deniz balıklarını ve mercanları akvaryumda beslemek oldukça zordur. Bunun başlıca nedeni, bu canlıların resiflerdeki doğal ortamını akvaryumda kesintisiz bir şekilde meydana getirmenin zorluğudur. Bir deniz akvaryumundaki tuzluluk, sıcaklık, pH, ışık, oksijen oranları, suyun kimyasal bileşimi belirli değerler arasında tutulmak zorundadır. Bir deniz akvaryumundaki mercan ve balıklar, ortamdaki küçük değişimlerden olumsuz etkilenmeye oldukça açıktırlar. İdeal koşullar teknolojik cihazlar tarafından hassas ve sürekli olarak ayarlanmadığı takdirde hayvanlar ölürler. Bu kadar hassas dengelerle hayatta kalabilen resif canlıları yaratılış harikası varlıklardan sadece bir kısmıdır.
Okyanus dibindeki diğer bir ekosistem ise sıcak su kaynaklarıdır. Bu kaynaklar, dünyanın kabuğundaki yarıklardan, içinde çeşitli minerallerin bulunduğu sıcak suyun çıktığı yerlerdir. 20. yüzyılın sonlarında keşfedilen bu kaynakların çevresinde şimdiye kadar 300'den fazla yeni tür saptanmıştır. Bazıları parlak kırmızı renk tüylere sahip birkaç metre uzunluğunda büyük boru solucanları, dev istiridyeler, midyeler, ahtapotlar ve farklı görünümlerdeki omurgasızların bir arada yaşadığı ortam, araştırmacıların oldukça ilgisini çekmiştir. Bu canlıların besinlerini nasıl sağladığı sorusuna cevap aranırken daha da hayret verici gerçekler ortaya çıkmıştır.

Sıcak su kaynağının çevresindeki ekosistemde bulunan boru solucanı, bildiğimiz solucanlardan çok farklı bir türdür; ağzı ve sindirim sistemi yoktur. Dokularının içinde yaşayan bakteriler sayesinde besin ihtiyacını karşılar. Boru solucanının her 28 gramlık dokusu 285 milyar bakteri içerir. Bu bakteriler kemosentez yapar; yani sıcak su kaynağından çıkan kimyasal maddeleri besine dönüştürür. Boru solucanı da bu besini değerlendirerek yaşar.

Denizin metrelerce altında varlığından bile haberdar olmadığımız bu canlıların birbirleriyle uyumlu yaratılışı Allah’ın varlığının delillerindendir. Tüm canlılar rızıklarıyla beraber yaratılmıştır. Yiyebileceği birşeyi yeryüzünde yaratılmadığı için ölen hiç bir canlı yoktur. Ve unutulmamalıdır ki, milyonlarca çeşit canlının hepsinin birbirlerinden bambaşka beslenme şekilleri vardır. Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir.(Ankebut Suresi, 60)

Yukarıda sayılan canlıların her birinde çok üstün bir aklın ve çok büyük bir ilmin açık delilleri görülmektedir. Doğanın tamamında sergilenen bu akıl ve mükemmel uyum, evrendeki herşeyin Yaratıcısı olan Allah’a aittir. Allah’ın kusursuz yaratışı bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir,'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Milli Gazete

Birbiriyle uyum içinde yaratılmış olan canlılık

Yeryüzündeki tüm varlıkların birbirleriyle uyum içerisinde olmaları, tek yaratıcı güç olan Allah’ın varlığının delillerindendir. Allah yarattığı tüm varlıkları, birbirleriyle sıkı sıkıya bağlantılı bir alem içerisinde kılmıştır. Varlık aleminin sayıca çokluğu düşünülürse, yaşanan uyumun ne kadar büyük olduğu anlaşılabilir.

Gezegenimizde şu ana kadar 1.5 milyon canlı türü tespit edilmiştir ve bilim adamları bu miktarın 100 milyona kadar çıkabileceğini belirtmektedirler. Her geçen gün okyanus derinliklerinde veya volkan kenarlarında yeni canlı türleri bulunmaktadır. Var olan canlı türlerinin isim ve bilgi listesi dahi henüz yapılamamıştır. Çünkü böyle bir katalog 60 metrelik bir kütüphane rafını dolduracaktır. Ve bu bilgiler sadece kabaca tanımlama bilgileri olacaktır, öyle ki canlıların DNA dizilimlerini yazmak için yeryüzündeki sayfa miktarı yetmeyecektir. Bilim adamları canlılık hakkında toplanan trilyonlarca bilginin yalnızca okyanusdaki tek bir damla kadar olduğunu söylemektedirler. Yine Allah’ın yaratmasındaki bollukla ilgili olarak doğada yiyecek olarak faydalandığımız bitki miktarından bahsedebiliriz. İnsanoğlu beslenmek için bugüne kadar 7.000 bitki türünden faydalanmıştır. Buna karşın yenilebilir bitki türlerinin 75.000 olduğu tahmin edilmektedir. Rabbimiz sonsuz yaratma gücü hakkında Kehf Suresinde bizlere şöyle bildirmiştir:
De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce elbette deniz tükenirdi. (Kehf Suresi, 109)

Bu sayı ile, belirlenmesi mümkün olmayan varlık alemindeki mucizevi uyum, insanlara yeryüzünde ve gökyüzünde tüm mülkün sahibinin Allah olduğunu göstermektedir. Kuran’da Allah mükemmel bir biçimde varlıklarını sürdüren gök ve yer için şöyle bildirmektedir:
Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir. (Enbiya Suresi, 22)

Dünya milyarlarca parçalı bir yapbozun tamamlanmış hali gibidir. Her bir parçayı tamamlayacak başka bir parça hazırdır. Örneğin yağmur ormanlarında ağaçların, ağaçlardaki epifitlerin (toprakta köklenmeye gereksinim duymayan bitkiler) ve mantarların, maymunların, vampir yarasaların, kartalların, papağanların, ırmaktaki timsahların, piranaların ve nilüferlerin, gözle görülmeyen mikroorganizmaların, içinde yaşadıkları bu dev ekosisteme hepsinin farklı katkıları vardır. Burada çok hassas dengeler söz konusudur. Yağmur ormanı tüm bu türlerle birlikte var olur. Tek bir türün bile ortadan kalkması birçok dengeyi bozabilir. Ormandaki bazı türler arasında öyle büyük bir uyum vardır ki, biri olmadan diğeri de yaşayamayacak kadar birbirlerine bağımlıdırlar. Yağmur ormanındaki ağaçların %90'ı tohumlarını yaymak için hayvanlara ihtiyaç duyarlar. Diğer taraftan, böcek larvaları, tırtıllar, kuşlar ve diğer hayvanlar da bu ağaçların tohumlarıyla beslenirler. Örneğin, incir ağacı türleri ile incir sineği türleri birbirlerine öylesine bağımlıdırlar ki, ayrı olarak soylarını devam ettiremezler. İncir sinekleri olmasa incir ağaçları kendi kendilerini dölleyemezler; incir ağaçları olmasa incir sinekleri doğal yaşam alanlarından yoksun kalırlar. Tropikal bölgelerdeki 900'den fazla incir türünün her biri için farklı bir tür incir sineği bulunur.

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekir: İncir sineğinin vücut ve ağız yapısı ile çiçeğin yapısı ve üreme organları; böceğin uçuş programı ile çiçeğin açış zamanlaması gibi özellikler tam bir uygunluk içindedir. Türler arasındaki bu birebir uyumu açıklamak ise, Darwinizm için her zaman dev bir sorun olmuştur. Bu olgunun tek bir açıklaması vardır: Bitkiler ve hayvanlar arasındaki uyum, üstün akıl sahibi Allah’ın rahmetidir. Bu sistemin zaman içinde küçük değişimlerle, evrimin şuursuz mekanizmalarıyla gelişme ihtimali yoktur.
Bu olağanüstü varlıklardan başka biri Xanthopan morganii adlı bir kelebek türüdür ve bir tür Madagaskar orkidesiyle arasında hayati bir bağ vardır. Bu kelebek nektar toplarken 30-35 cm uzunluğundaki hortumunu bu orkidenin yaklaşık 30 cm derinliğindeki çiçeğinin içine doğru uzatır ve onun döllenmesini sağlar. Çiçeğin derinliğindeki yumurtanın döllenmesi için, bu orkide, bu uzunlukta hortumu olan bir böceğe ihtiyaç duymaktadır; yani her iki türün birbirleriyle uyum içinde olmaları zorunludur. Evrimciler bu durum karşısında çıkmazdadırlar. Çünkü birbirinden ayrı olan bu iki türün, birbirlerine paralel bir "evrim süreci"ni hem de eş zamanlı bir şekilde geçirmeleri mümkün değildir.

Evrim teorisine göre Madagaskar orkidesinin söz konusu kelebeğin çok kısa bir boya ve hortuma sahip atalarının bulunması ve her iki türün de birbirleriyle eş zamanlı olarak uzamaları, bunun için kelebeğin ve orkidenin eş zamanlı olarak hortum veya kanal boylarını uzatan mutasyonlara maruz kalmaları, bu mutasyonların bu canlılarda (hiç örneği görülmemiş bir şekilde) sadece yararlı bir değişiklik yapması; mutasyona uğrayan bireylerin aynı yerde ve yanyana bulunmaları; birbirleri ile temasa geçmeleri; diğer mutasyona uğramamış bireylere göre daha avantajlı olup çoğalmaları ve bu sözde mutasyon-seleksiyon sürecinin milyonlarca yıl boyunca hep tesadüfen "hatasız" olarak devam etmesi gerekir.
Buna inanmak, bir kilit ile onu açacak olan anahtarın ayrı ayrı ve birbirlerine uyumlu bir biçimde "tesadüfen" oluştuklarına inanmaktan çok daha zordur. Oysa, açıktır ki, aklın gereği, birbirine büyük uyum içinde bulunan bu iki yapının tek bir yaratıcısı olduğunu kabul etmektir. Bir diğer deyişle, aklın gereği, orkidenin ve kelebeğin birbirlerine uyumlu olarak Allah tarafından yaratıldıklarını kabul etmektir.



Milli Gazete