26 Temmuz 2011 Salı

Din ahlakını yaşamak insana ne gibi güzellikler kazandırır?

Yaşamını tam anlamıyla Kur'an ahlakına, Yüce Allah'ın emir ve tavsiyelere göre düzenleyen bir insanla din ahlakına göre yaşamayan bir insanın hayatı arasında çok büyük farklılıklar vardır. Din ahlakını yaşayan bir insanın hayatı pek çok güzelliklerle ve kolaylıklarla doludur. Ancak din ahlakını tanımayan bir insana şeytan "din ahlakına göre yaşadığı takdirde pek çok güzellikten, zevkten mahrum olacağı" yönünde şüphe ve kuruntular verir. Böylece insanların din ahlakını yaşamasını engellemek, bu ahlaktan uzak kalmalarını sağlamak ister. Ama elbette ki bu doğru değildir. Şayet din ahlakının getirdiği güzellikler bilinirse, şeytanın da bu oyunu bozulmuş olur. Bu nedenle bu güzellikleri görebilmek ve göremeyenlere de açıklamak gerekir.
Vicdana uymanın getirdiği güzellikler

Yüce Allah insanlara vicdan gibi büyük bir nimet vermiştir. Vicdan ile Allah insanlara doğruyu ve yanlışı ayırt etme imkanı tanımıştır. Kur'an ahlakı insanın yaratılışına uygun olduğu için, aksi durumda insan vicdanında büyük sıkıntılar hissedecek, gerçek huzur ve güveni asla yaşayamayacaktır. İnsan her ne kadar vicdanının sesini bastırmaya, kendisini kandırmaya çalışsa da içten içe doğru yolun Kur'an yolu olduğunu bilir. Bu nedenle din ahlakını yaşamadığı sürece aslında içten içe bir vicdan azabı çeker. Kimi zaman bunun farkında olur, kimi zaman ise düşünmemeye, aklına getirmemeye çalışır. Bu sıkıntı din ahlakını yaşamaya başlayıncaya kadar devam eder. İnsanların büyük bir bölümü bu sıkıntının adını bir türlü koyamaz, yaşamlarındaki bu olumsuzluğun, eksikliğin ve boşluğun neden kaynaklandığını anlayamazlar. Oysa bunun sebebi yaratılışlarına aykırı hareket ediyor olmalarıdır.

Müminler ise tam tersine vicdanlarına uygun ve Allah'ın razı olacağı umulan şekilde davrandıkları için daima huzurlu ve güven içindedirler. Din ahlakından uzak bir yaşam süren insanların sıkıntılarını, olumsuzluklarını Allah'ın izniyle yaşamazlar. İmanın, tevekkülün, sabrın, sadakatin, itidalin, samimiyetin zevkini ve konforunu yaşarlar. Bu güveni ve huzuru onların kalplerine koyan Allah'tır. Kur'an'da bu gerçek şöyle haber verilir:

"Mü'minlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, 'güven duygusu ve huzur' indiren O'dur..." (Fetih Suresi, 4)

Din ahlakının insana kazandırdığı güzelliklerden biri "Tevekkül"dür

Mümin başına nasıl bir olay gelirse gelsin, daima bunu hayır ve güzellik olarak değerlendirir. Söz konusu olay zahiren ters ya da olumsuz gibi gözükse, fiziksel ya da maddi bir kayba neden olsa dahi mümin yine de tevekküllü olur. Sözgelimi aniden bir yakınını kaybetse ya da sakatlansa, büyük bir maddi kayba uğrasa, yaptığı tüm planlar bozulsa dahi durum değişmez. Çünkü iman sahibi bir insan bilir ki yeryüzündeki her olay Allah'ın izni ile gerçekleşir, O'nun izni olmaksızın bir yaprak dahi düşmez. Ve iman eden insan, yine bilir ki Allah mümin kulları için daima hayır diler.

Mümin için Allah'tan gelen herşeyde bir güzellik, bir hayır ve bir bereket vardır. Dolayısıyla iman eden bir insanın yaşamı boyunca hüzne kapıldığı, karamsarlaştığı, endişelendiği, korktuğu an olmaz. İşte bu durum imanın güzelliğini kavrayamamış ve din ahlakından uzak yaşamakta direnen bir insan için anlaşılması imkansız bir durumdur. Din ahlakına göre yaşayan bir insanın yaşamının her anı bu güzellikler içinde geçer. Bu da o kişinin fiziksel olarak yıpranmamasına, yaşlanmamasına, sağlığını korumasına, manevi olarak da dinç ve huzurlu olmasına vesile olur. Tevekkülsüzlük, iman etmeyen bir kişi için çok büyük bir azaptır. Çünkü iman etmediği sürece bir insanın bu manevi konforu ve rahatlığı yaşaması mümkün değildir. Kur'an'da müminlerin teslimiyetleri ve bu teslimiyetin getirdiği huzur şöyle bildirilir:

"De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

19 Temmuz 2011 Salı

Dünya eksik ve kusurlarla doludur

Dünyadaki herşey zamanın yıpratıcı etkisi karşısında bozulur ve eskir. Ancak en büyük yıpranmaya insan kendi bedeninde şahit olur. Geçen yıllarla birlikte kabul etse de etmese de insanın bedeni, geri dönülemez bir biçimde hasar görür.

Allah sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir. (Rum Suresi, 54)

"Yaşlılık"

Yaşlılık çoğu zaman, düşünülmek istenmeyen, hayata dair planlara dahil edilmeyen bir dönemdir. Bazı insanlar fiziksel birtakım acizlikler içinde geçirecekleri yaşlılık dönemini mümkün olduğu kadar akıllarına getirmemeye çalışırlar. Zaman zaman konusu açıldığında korku ve endişeye kapılsalar da, kısa bir süre içinde hiçbir şey yokmuş gibi günlük yaşamlarına devam ederler. Yaşlanacaklarını akıllarına getirmek istemeyişlerinin en büyük nedenlerinden biri, bu düşüncenin dünyada sonsuza dek var olamayacaklarını kendilerine hatırlatıyor olmasıdır. Ancak Kur'an'da insanların içerisine düştüğü bu yanılgı açıkça bildirilmiştir:

"Evet Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi..." (Enbiya Suresi, 44)

İnsanların yaşadıkları hayatı anlatmaları birkaç saate sığar

Yetişkin her insan kaç yaşında olursa olsun, dönüp geride kalan hayatına baktığında aklında belli-belirsiz hatıraların kaldığını görür. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde başından geçen iyi ve kötü olayları, onu heyecanlandıran konuları, aldığı önemli kararları, hırsını yaptığı, ulaşmak için yıllarını verdiği amaçlarını, daha sonra zorlukla hatırladığında, onun için hepsi birer anıdan ibarettir. Bu nedenle çoğu zaman "koca bir hayatı" anlatmak, en fazla birkaç saat sürer.

Sadece birkaç saniye düşünerek kavranabilecek bu gerçek, insanı hayatının hangi döneminde olursa olsun durup bir karar almaya sevk etmelidir. Örneğin, 40 yaşında olan bir insan 65 yaşına kadar yaşamayı umuyorsa bilmelidir ki önünde kalan 25 sene, geçirdiği 40 sene kadar çabuk geçecektir. İnsanın önünde kalan yıllar uzun da olsa, kısa da olsa eninde sonunda tükenip sona erecektir. İşte bu noktada insanın yaşlanması, dünyanın geçici bir mekan olduğunun en keskin hatırlatıcılarındandır. İnsan ne yaparsa yapsın, bu dünyadan bir daha geri dönmemek üzere ayrılacaktır.

Sonuç

Allah dileseydi insanı ölene kadar genç yaşatır, vücudunda hiçbir eksiklik ya da hastalık yaratmazdı. Ama Allah yaşlılık döneminde insanda fiziksel birtakım eksiklikler yaratarak, ona bu dünyanın geçiciliğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Aynı zamanda bu dünyadaki eksiklikleri göstererek, insanın ahirete, yani gerçek yurt olan cennete özlem duymasını da sağlamaktadır.

Bu dünyanın geçiciliği ve insanın belli bir hikmet üzerine yaşlılık dönemine ulaştırıldığı, aşağıdaki ayetle açıkça haber verilmiştir:

"Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkca göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir." (Hac Suresi, 5)

Yaşlanmak, insanın acizliğinin önemli bir göstergesidir. İlerleyen zamanın insan bedeni ve zihni üzerinde yarattığı bozucu etki apaçık bir gerçektir. Kur'an'da insanın yaşlılıkla birlikte içine düştüğü acizlik şöyle bildirilmiştir:

"Allah sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz Allah bilendir, herşeye güç yetirendir." (Nahl Suresi, 70)

5 Temmuz 2011 Salı

Bütün zamanlar boyunca sürecek cehennem

Dünya üzerindeki herkes, her an Allah'ın koruyuculuğuna, rahmetine muhtaçtır. Aciz olarak yaratılan insan; soluk alıp vermesinden ayakta durmasına, beslenmesinden konuşmasına kadar her an ihtiyaç içindedir. Ayrıca Yüce Allah'ın "Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle bildirdiği üzere, insan yalnızca Allah'a kul olması için yaratılmıştır. Yaratılış amacını kabul etmediğinde ise, bunun karşılığını ahirette görecektir. Yüce Rabbimiz'in şanını gerektiği gibi tanıyıp takdir etmeyip böbürlenenlerin göreceği karşılık, cehennemde yaşanacak sonsuz bir azaptır. Allah, Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:

"... Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir." (Mümin Suresi, 60)

Ayette bildirilen bu açık gerçeğe karşın, insanların çok büyük bir bölümü bir tür oyalanma içindedirler. Kendilerini dünya hayatının aldatıcı süslerine ve sözde önemli uğraşılarına kaptırarak, ahiret hayatları için çaba harcamak yerine zaman kaybetmeyi tercih ederler. Sürekli düşünmeleri ve önem vermeleri gereken tek konu bu olmalıyken; önemsiz bir konu için aylarca, yıllarca hiç durmadan çalışabilirler. Kur'an'da, gaflet halindeki bu çoğunluk şöyle bildirilmektedir:

"İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır..." (Enbiya Suresi, 1-3)

Cehennem hayali bir kavram değildir...

Cehennem -büyük bir yanılgı olarak- genellikle hayali bir kavram gibi düşünülür. Oysa cehennem, iman etmeyenlerin şiddetle bağlandıkları bu dünyadan daha gerçektir. Dünya yok olacaktır, ancak cehennem hayatı sonsuza dek var olacaktır. Dünyayı, evreni ve insanı eşi benzeri bulunmayan sayısız denge ve ayrıntı üzerinde kusursuz bir sanatla yaratan Yüce Allah, aynı şekilde ahireti, cenneti ve cehennemi de yaratmıştır. Cehennem azabını da, Rabbimiz'in gücünü gerektiği gibi takdir edemeyen, Kur'an ahlakını yaşamayan, kısaca iman etmeyen kişilere vaat etmiştir.

Cehennemde çekilecek acılar "sonsuza dek" sürecektir...

Bir başka büyük gerçek ise bu azabın cehenneme giren herkes için "sonsuza dek" sürecek olmasıdır. Birçok insan, cehennem azabının belirli bir zaman süreceği, sonra da bağışlanacakları gibi bir hurafeye inanmaktadır. Bu inanç özellikle ibadetlerini tam olarak yapmayan insanlar arasında oldukça yaygındır. Bu kişiler dünya hayatından istedikleri kadar yararlanıp, bunun karşılığında cehennemde bir süre kalacaklarını, daha sonra affedileceklerini zannetmekte ve vicdanlarını bu şekilde rahatlatmaya çalışmaktadırlar. Ancak Kur'an'daki cehennemle ilgili tüm ayetlerde; cehennemin iman etmeyen kişiler için yaratıldığı, buradaki azabın sonsuza dek sürdüğü ve geriye hiçbir dönüş olmadığı bildirilmektedir. Ayette bildirildiği üzere, iman etmeyenler "bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır." (Nebe Suresi, 23)

Bazı Yahudiler hakkında Yüce Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz birşeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-81)

Kur'an'da, cehennem halkının çaresizliği şöyle bildirilmektedir:

"Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir." (Secde Suresi, 20)

Kilitlenen kapıların ardındaki sonsuz hayat

Yüce Allah'ın "Kahhar" (Kahredici), "Cebbar" (istediğini zorla yaptıran), "Muntakim" (intikam alıcı) gibi isimlerinin sonsuza dek tecelli edeceği bir mekan olan cehennem, insana her yönden acı vermek için özel bir yaratılışla yaratılmıştır. Kur'an ayetlerinde cehennem, yaşayan bir canlı gibi tasvir edilmektedir. Bu canlı, iman etmeyen kişileri yaratıldığı günden beri sabırsızlıkla beklemektedir. Cehennem, ayetlerde bildirildiğine göre, "insana delicesine susamıştır." (Müddessir Suresi, 29) İman etmeyenler için yaratılan cehennem, o gün geldiğinde, sonsuza kadar devam edecek görevini yapmak üzere harekete geçecektir.

Ayetlerde bildirildiği üzere, cehennem halkı, cehenneme girdiklerinde onun kapıları üzerlerine kapatılacak ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşacaklardır. İman etmeyenler biraz sonra ateşe atılacaklarını ve bunun da sonsuza kadar süreceğini anlamışlardır. Kapıların kapanması, artık bir çıkışın ya da kaçışın olmadığını gösterir. Allah, cehennem halkının bu durumunu şöyle bildirmektedir:

"Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir." (Beled Suresi, 19-20)

Cehennemde bütün bu olanlar kesin birer gerçektir. Bugün dünyada sürdürdüğümüz hayat kadar, hatta daha da gerçektir.

Sonsuz azaptan kurtulmak için...

Kur'an ahlakından yüz çeviren kişilerin hiçbir kurtuluşlarının olmayacağı cehennemde dehşet verici bir azapla karşılaşmaları sadece bir an meselesidir. Bu nedenle her insan, burada anlatılan gerçekleri öğrendiğinde hiç zaman yitirmeden içinde bulunduğu yanlışlıktan geri dönmeli, Rabbimiz'den bağışlanma dileyerek O'nun yolunda çaba harcayacağı bir hayatı seçmelidir. Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

"O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir." (Hicr Suresi, 2-3)

Sonsuz azaptan ve bu pişmanlıktan kurtulmanın ve Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmanın yolu ise çok açıktır: Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek ve tüm yaşamını O'nu razı edeceği umulan davranışlarla geçirmek...

"Rabbiniz'den olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır." (Al-i İmran Suresi, 133)