14 Ağustos 2013 Çarşamba

Kefenimi giydim cenazeme bakıyorum



Hep düşünmüşümdür, bir insanın ölmeden önce ölmüş gibi olması tam anlamıyla nasıl olur diye? Zira bu bakış açısı ve ruh hali kişiye bir güzellik, olgunluk ve derinlik katar. Her koşanın varacağı bir hedef, bir bitiş çizgisi, son noktası vardır. Her hayat sahibinin de varacağı son nokta da ölümdür.

Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz" (Ankebut Suresi, 57) ayetinde bildirildiği gibi hepimiz bir gün ölüm anını yaşayacağız.

Biliyorum, bir çoğunuz ölümden bahsetmemi, ölüm hakkında düşünmeyi istemiyorsunuz. İnsan ruhunda sevilmeyen, istenmeyen şeyleri düşünmemek, yok kabul etmek gibi bir eğilim var. Bu durum özellikle ölüm söz konusu olunca iyice belirginleşiyor. Oysa bu bir kaçıştan başka bir şey değil. Şu ana kadar yaşayan tüm insanların öldüğü gibi bugün yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan insanların da tümü ölümü tadacak. Peki bu kadar kesin olan, üstelikte mutlaka günün birinde karşılacak bu gerçeği neden insan kendisinden uzak görmek ister?

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

İşte şimdi ben de ölmeden önce öldüm cenazeme bakıyorum. Görüyorum ki bana yakın olan her şey ölüm gelince beni terk etmiş, etraf karanlık, dünyada güçlü gördüğüm insanlar, sevdiklerim, eşim, dostum, arkadaşlarım, kısacası çevremdeki insanların hiç birini göremiyorum, kimse yok ve yapayalnızım. Dünyadan yanıma alabildiğim sadece beyaz kefenim. Evim, arabam, malım, mülküm, banka hesaplarım hepsini geride bırakmışım.

Tüm hayati fonksiyonlarım durmuş, bir saniye önce canlı olan bedenim bir saniye sonra hereketsiz orada yatıyor. Birazdan ölü bedenimi kefene sarılıp tabuta koyacaklar, mezarım kazılacak, toprağa atılacak ve üzeri iyice örtülecek, sevdiklerim tekrar hayatlarına geri dönecek, hatta bir süre sonra akıllarına bile gelmeyeceğim. Artık bundan sonra, ölmeden önceki yaşamımın bir saniyesine bile geri dönme imkanım olmayacak. Dünyada çok kıymet verdiğim bedenim bir süre sonra mezarda çürüyüp iskelet haline gelip sonra toprak olurken benimle birlikte gelen yalnızca Allah'a olan imanım, bekleyeceğim tek şey ise Allah’ın rahmeti olacak. 

Rabbim dileseydi, son derece güzel yaratılmış insan vücudu öldükten sonra bu hale gelmeyebilirdi. Belli ki bunun çok büyük bir anlamı ve hikmeti var. Her insan tıpkı benim yaptığım gibi, ölmeden önce ölüp, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir.

İmanını, derinliğini, Allah korkusunu ve sevgisini her zaman örnek aldığım Sevgili Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de ölmeden önce ölmüş, kendi cenazesini, tabutunu görmüştür:

“Yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı Rahmetinde, cenazemin lisan-ı hâliyle (cenazemin hal diliyle), ruhumun lisan-ı kaliyle (ruhumun söz diliyle) bağırarak derim: El-amân el-amân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden (utancından) kurtar! İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı Rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nida ediyorum (sesleniyordum): El-amân el-amân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden hâlas eyle! İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyî'ciler (uğurlayanlar) beni bırakıp gittiler. Senin afv ü Rahmetini intizar ediyorum (bekliyorum)...” (Lemalar, 120)