3 Şubat 2009 Salı

Her gün ölüme biraz daha yaklaştığınızın farkında mısınız?

Ölümün size de diğer insanlara olduğu kadar, belki de daha yakın olduğunu biliyor musunuz? "Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz" (Ankebut Suresi, 57) ayetinde bildirildiği gibi dünya üzerinde şu ana kadar yaşamış, şu anda yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan her insan istisnasız olarak ölümle karşılaşacaktır. Ancak bu kesin gerçeğe rağmen insanlar her nedense kendilerini bu sondan uzak görebilmektedirler.

Dünyaya ilk kez gözlerini açan ve dünyaya gözlerini son kez yuman iki insan düşünün. Ne yeni doğan bebek doğumuna müdahale edebilmiştir, ne de ölen kişi kendi ölümüne. Sadece Allah bu güce sahiptir; dilediği zaman yaratır, dilediği zaman geri alır. Bütün insanlar belirlenen bir süreye kadar yaşayacaktır ve daha sonra ölecektir. Kur'an'da bu gerçek şöyle bildirilmiştir:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

Birçok insan ölümü düşünmek istemez, aynı zamanda günlük uğraşıları da insanı bambaşka şeyler düşünmeye sevkeder. Hangi okulda okuyacağı, hangi işte çalışacağı, ne giyeceği ve ne yiyeceği onun için daha önemlidir. Çünkü hayatın bunlardan ibaret olduğunu düşünür. Ölümden bahsedildiği zaman ise, "ağzını hayra aç" gibi anlamı olmayan ve ölümü engellemeye de gücü yetmeyen yüzeysel sözlerin arkasına saklanır. Kendisinin yaşlanınca öleceğini, en az 50-60 yıl daha yaşayacağını hesaplar; genç yaşında böyle "iç karartıcı" konularla meşgul olmak istemez. Halbuki bir saniye sonra yaşayabilme garantisi bile yoktur. Her gün gazetelerde, televizyon kanallarında ölümle ilgili haberler bolca yer almakta, yakınlarının ölümlerine tanık olmaktadır; ama bir gün kendi ölümüne de başkalarının tanıklık edeceğini, kendisini de böyle bir sonun beklediğini düşünmez.

Oysaki ölüm insana geldiğinde, hayata dair her tür "gerçeği" yerle bir eder; geriye hiçbir şey bırakmaz. Tüm hayati fonksiyonlar durur, bir saniye önce canlı olan beden bir saniye sonra hereketsiz yatan bir "et yığını" haline dönüşür. Ölü beden kefene sarılıp tabuta konur. Mezar denilen kazılmış çukurun başına gelindiğinde ölü beden toprağın içine atılır ve üzeri iyice örtülür. Bu andan sonra artık ölmeden önceki yaşamın bir saniyesine bile geri dönme imkanı olmayacak, aile ile görüşme, arkadaşlarla buluşup eğlenme, en yüksek mevkiye gelme imkanı da kalmayacaktır. Artık beden mezarda çürüyerek iskelet haline gelecektir.

Peki tüm bunların sebebi nedir?.. Allah dileseydi, insan vücudunu öldükten sonra bu hale getirmeyebilirdi. Ancak bunun çok büyük bir anlamı vardır. İnsan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. İnsan ruhunda sevilmeyen, istenmeyen şeyleri düşünmemek, yok kabul etmek gibi bir eğilim vardır. Bu durum özellikle ölüm söz konusu olunca iyice belirginleşir. Oysa bu bir kaçıştan başka bir şey değildir.

İnsan bilmelidir ki bu dünyaya "yalın" bir şekilde gelmiştir ve yine "yalın" bir şekilde gidecektir. Ama doğduktan hemen sonra, ihtiyaçlarını gidermek için kendine sunulan nimetleri cahilce sıkı sıkıya sahiplenir; onları elde tutmayı hayatının en önemli amacı haline getirir. Oysa hiç kimse malını, mülkünü ya da sahip olduğu diğer şeyleri öldükten sonra yanına alamaz. İnsan, bu kısa dünyaya "yalın" gelir ve "yalın" gider. Kendisiyle birlikte ahirete varan tek şey, Allah'a olan inancı ya da inançsızlığıdır.