11 Nisan 2006 Salı

Yaşananlardan öğüt almasını bilmek

Herşeye karşı lakayt bir tavır içinde olan insanlar, kendi başlarına gelen felaketlerde de Allah’a sığınmazlar. Allah’ın insanların üzerinde düşünmeleri, sakınıp korkmaları, Kendisi’ne yönelip dönmeleri için yarattığı yanardağ patlaması, deprem, sel, salgın hastalıklar gibi felaket niteliğindeki olaylar bile söz konusu kişilerin bu anlayışını değiştirmez. Allah Kur’an’da bu konu ile ilgili olarak büyük bir deniz kazasından kurtulan insanların eski lakayt tavırlarına geri dönmelerini ibret vesilesi olarak bildirir. Allah’ın Kur’an’da bildirdiğine göre denizin ortasında büyük bir fırtınaya yakalanmış, çaresizliği ve aczi derinden yaşayan insanlardan, Allah kendilerini kurtardıktan sonra daha karaya çıkar çıkmaz eski lakayt tavırlarına geri dönenler vardır. Bu gibi kişiler dünyevi hırslarına ve tutkularına, din ahlakından uzak yaşamlarına kaldıkları yerden devam edebilmektedirler. Kimsenin hatta kendilerinin bile nefislerine yardıma güçlerinin yetmediğini çok önemli bir dersle gördükleri halde yine Allah’ın sonsuz kudretini göz ardı ederek lakayt tutumlarını sürdürebilmektedirler.

Kur’an’da bu gerçeğe çok sayıda ayet ile dikkat çekilir. Bu ayetlerden birinde Allah, “Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.” (İsra Suresi, 67) buyurur.

Bu şekilde her ne olursa olsun umursuzluğunu sürdüren insanlar için hemen herşey anlamsız ve değersizdir. Ciddi bir hastalık geçirmenin, başlarına büyük bir kaza veya bela gelmesinin pek bir önemi yok gibidir. Bu gibi olaylar karşısında, kendilerinden emin bir umursamazlık içinde olan insanların durumları hakkında Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:

“Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi.” (En’am Suresi, 43)

Bir tür gaflet içinde yaşayan bu insanlar, felaketleri, ölümleri, kazaları ve hastalıkları hayatın akışının bir gereği olarak değerlendirirler. Gerçekte ibret vesilesi olarak yaratılan olaylar bu kişilere göre, geçmiş zamanlarda nasıl yaşanmışsa bugün de aynı şekilde yaşanmakta olan “doğal” veya “kaçınılmaz” olan olaylardır. Oysa Kur’an’da Allah bazı insanların sahip oldukları bu yanlış anlayışı haber vermekte ve onların, “… Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen da) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler... (A’raf Suresi, 95) ifadeleriyle ortaya koydukları sığ mantığı bildirmektedir. Ayetteki ifadeden açıkça anlaşıldığı gibi bu insanların ortak özelliği başlarına gelen olayları hafife almaları, bunların üzerinde düşünmek ve Allah’tan korkup sakınmak yerine duyarsız bir tavır takınmalarıdır. Ancak bu gibi lakayt tavırların hiçbiri onlara fayda sağlamayacaktır.


Müslümanların Tavrı

Kur’an ahlakını yaşayan Müslümanlar ise son derece duyarlı bir vicdana sahiptirler. Herşeyin bir amaçla yaratıldığına, şahit oldukları her olayın hayır ve hikmetler taşıdığına inandıkları için etraflarında olanlara kayıtsız kalamazlar. Karşılaştıkları her olayın hikmetlerini görme ve anlama konusunda sürekli çaba gösterirler. Önemli olaylar karşısında olgun ve itidalli tepkilerinin yanı sıra son derece duyarlı ve insaniyetlidirler. Başlarına gelen en küçük bir olayda bile bunu Allah’ın bir hayır ve hikmetle yarattığını düşünür, Allah’a sığınıp O’ndan bağışlanma dilerler. Nitekim Allah Kur’an’da Müslümanların bu teslimiyetli davranışını örnek olarak gösterir, rahmetinin ve bağışlayıcılığının onların üzerine olduğunu bildirir:

“Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 156-157)