6 Ocak 2009 Salı

Ülfet perdesi, hakiki imanla kalkar

İnsan genellikle dikkatini bir konu üzerinde yoğunlaştırıp derin düşünmeye alışık değildir. Daha ziyade küçük küçük çeşitli konular üzerinde düşünür. Hatta gün içerisinde yaşadığı küçük olaylara kendisini öylesine kaptırır ve zihnini yorar ki, bunlar düşüncesinin büyük bir bölümünü kapsar. Çoğunlukla da düşündüğü konular evi, işyeri, okulu ya da arkadaşları ile sınırlıdır.

Düşünce tembeli olan çoğu insan, ilk defa karşılaştığı şeylerde onlardaki güzellikleri ve harikalıkları fark edip etkilenebilir. Hatta bu, kısa bir süre için de olsa, daha derin düşünmesine ve gördüğü şeyi araştırıp incelemesine vesile olabilir. Ancak bir müddet sonra güzelliklere karşı duyduğu ilk andaki heyecanını ve duyarlılığını kaybederek, gördüğü şeye karşı alışkanlık duymaya başlar. Hatta biraz daha süre geçince bunlar kendisine "sıradan", "monoton" gelmeye başlar. Aynı şekilde yaşamı boyunca şahit olduğu pek çok şeyi, her gün gördüğü "olağan" olaylar olarak kabul eder ve bunları "alışılmış", "zaten olması gereken" şeyler olarak değerlendirir. Halbuki insanın yaşamı boyunca gördüğü her şey, şahit olduğu her durum Allah tarafından özel olarak yaratılmış, son derece hikmetli olaylardır. Allah insanı sayısız güzellikler ve harikalıklarla sarıp kuşatmıştır ve her birinin ardında pek çok hayır ve hikmet gizlidir. Bediüzzaman Said Nursi de bu gerçeği şu sözleri ile dile getirmiştir:

"Ülfet ve adat ve yeknesaklık (monoton) perdeleri altında harika hakikatler gizlenir. Şu kainatı idare eden Zat, her şeyi nizam ve mizan içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür. Her şeyin sanatında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki; nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor".

Üstad'ın da belirttiği gibi yaşamın her anına hakim olan düzen ve kusursuzlukta büyük bir sanat ve hikmet vardır. Ancak bunu yalnızca iman edenler, Allah'a içten yönelenler ve olaylara hikmet gözü ile bakabilenler gereği gibi takdir edebilirler. Böyle bir kişi, baktığı her şeyi Allah'ın yarattığı nimet olarak gördüğünden, üzerinde ülfet ve gaflet perdesi oluşmaz. Her birine karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecan ve coşku duyar. Ama eğer insan Allah'ı unutur, dikkatini kapatır ve her şeyi olağan karşılamaya başlarsa, elbette pek çok hikmetin farkına varamadan yaşar. İnsanların olayları ülfetle değerlendirmelerine sebep olan bazı unsurlar vardır. Bunlardan bir tanesi, insanların maneviyata değil, maddeye önem verir hale gelmeleridir. Nitekim Üstad'ın "Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür" sözleri bu gerçeği bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır.

Örneğin bir tıp fakültesi öğrencisinin önüne anatomi dersi için ilk kez ölü bir insan bedeni getirildiğinde olağanüstü etkilenir. Gördüğü kişinin belki de bir süre önce hayat dolu, neşeli, gözleri ışıl ışıl parlayan, geleceğe yönelik pek çok planı olan, konuşan, zevk alan bir kişi iken şimdi cansız bir beden olarak karşısında yatıyor olmasını hayret ve şaşkınlık ile karşılar. Hem kendi hem de yakınlarının ölümlerini düşünür. Dünya hayatının gelip geçici olduğunu, ölümün er veya geç herkesin başına gelecek kaçınılmaz bir gerçek olduğunu anlar. Ölümle beraber bir zamanlar gösterişli ve heybetli olan bedenin, büyük bir hızla çürümeye başladığını, yüzüne bakılamayacak, yanında durulmaya tahammül edilemeyecek bir hale gelmesi onu uzun uzun düşündürür. Ancak eğer kişi tüm bunları iman gözü ile değerlendirmiyorsa, olayın üzerinden geçen süre ve görülen ölü bedenlerin sayısının artması kişide bir alışkanlık ve düşünce zayıflığı oluşturur. Böylesine çarpıcı bir ortam bile, düşünülmediği zaman, bir müddet sonra olağan karşılanmaya başlanır.

İnsanların günlük hayatlarında bu şekilde alışkanlıkla değerlendirdikleri daha pek çok konu vardır. Örneğin, insan her gün ayağının altındaki damarlarının üzerine ortalama 70-80 kiloluk bir basınç uygulayarak basar, ayağının üstünde zıplar. Ancak bu incecik damarların hiçbiri ezilmez ve çatlamaz. Ya da her gün yanı başında gördüğü bir çiçeğin kapkara, çamurlu bir topraktan, nasıl olup da mis gibi bir kokuyla, rengarenk ve tertemiz çıktığını, yani toprağın her şeyi çürütürken bitkiye nasıl olup da hayat verdiğini hiç düşünmez. İnsan sokakta yürürken yüzlerce, binlerce insan görür. Hiçbiri bir diğerine benzemez. Hatta parmak uçlarındaki izlerine kadar birbirinden farklıdır. Allah'ın binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı yaratmasını hiç düşünmez. Bu ve bunun gibi sayısız örnek bizlere Allah'ın varlığını, sonsuz gücünü, aklını, sanatını gösterir. İnsanın ise düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir kalple her an Allah'a yönelmesi, Allah'ın yarattığı olay ve varlıkların hikmetleri üzerine düşünerek üzerindeki ülfet perdesini yırtması gerekir.