3 Haziran 2005 Cuma

Gözardı Edilen Kur'an Hükümleri - 3

KUR’AN AYETLERİNE UYARAK YAŞAMAK

Öfkeyi yenmek
Kur’an'da müminin öfkesini yenmesi, öfkenin sebep olabileceği çeşitli hatalardan ve zararlardan korunması açısından ideal bir davranış olarak yer almaktadır: Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

Belli durumlarda insanın öfkelenmesi yaratılışından kaynaklanan bir davranış olsa bile ayetin işaretiyle müminin bu öfkesini sürdürmemesi, yenmesi gerekmektedir. Çünkü öfke, insanın akli fonksiyonlarını perdeleyen, olayları sağlıklı değerlendirip doğru karar verebilmesini engelleyen bir etkendir. Böyle olunca da insanın Allah'ın sınırlarını gereği gibi koruyabilmesi tehlikeye girmektedir. Kur’an'da öfkenin en önemli zararlarından biri olarak da adaletten sapma gösterilir. Zira öfkenin aklı örtmesiyle, yapılan teşhisler, verilen kararlar duygusal olmakta, bu da Kur’an'a uygun adil bir sonuç vermemektedir. İnsanlara, özellikle de müminlere karşı şahsi birtakım meselelerden duyulan öfkenin derhal giderilmesi, şefkat ve merhametin esas alınması gerekir. Öfkelenen kimse haksızsa, zaten öfkelenmeye hiçbir hakkı olmadığı gibi, haksızlığını kabul edip telafi etmesi gerekmektedir. Eğer haklıysa da yine öfkesini yenmeli ve ayetin belirttiği gibi bağışlayıcı olmayı seçmelidir.

İşinden boşalınca başka bir işe başlamak
Kur’an ayetlerine baktığımızda mümin için boş vakit diye bir kavram olmadığını görürüz. Müminin her gün vakitli olarak yapması gereken ibadetlerin fazla vaktini almaması, bunların dışında kalan vaktini heva ve hevesi doğrultusunda, boş işler peşinde geçirebileceği anlamına gelmez. Allah iman edenleri, hayatları boyunca hem kendi nefisleriyle hem de inkarcıların ahlakına karşı fikri bir mücadele vermekle görevlendirmiştir. Bunun için yapması gereken pek çok hazırlık, yerine getirmesi gereken sayısız görevler vardır. Bu ihlaslı çabanın bir sınırı, bir kesintisi ve ara verilebilecek bir zamanı da yoktur. Bu yüzden, başarılan bir iş, tamamlanan bir görev, bitirilen bir hazırlık, çalışmalarına ara vermek için bir gerekçe değil, tam tersine, yeni faaliyetleri başlatmanın vaktinin geldiğinin bir göstergesidir. Ayette bu durum şöyle belirtilir: Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. (İnşirah Suresi, 7)

Mümin, ayetin hükmüne göre Allah yolunda bir işi bitirince, hemen bir başka iş için yorulup çaba sarf etmeye başlayacaktır. Müminin hayatı boyunca sürdüreceği bu tutumun istisnası, Kur’an'da Allah'ın belirttiği gibi, dine kuvvet bulmak için gereği kadar dinlenmesi ya da Allah'ın kendisine sunduğu nimetlerden, şükretmek, şevk ve heyecanını artırmak için meşru sınırlar içinde faydalanmasıdır.

Sevilen şeylerden infak etmek
Samimi ve ihlaslı bir şekilde, Allah'ın rızası dışında hiçbir amaç ya da karşılık gözetmeden infak etmek imanın göstergesidir. İnfak eden müminler pek çok ayette övülmüş ve müjdelenmişlerdir. Ancak Al-i İmran Suresi'nin 92. ayetinde infak etme konusunda çok ince ve önemli bir ölçü verilmiştir: "İyiliğe erebilmek için sevdiği şeylerden infak etmek". Ayette şöyle buyrulmaktadır: Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Al-i İmran Suresi, 92)

İnsanın bir kişiye ya da bir şeye verdiği değer, onu elde etmek için feda ettiği şeyin büyüklüğüyle orantılıdır. Eğer bazı şeyleri feda edemiyorsa, o şeyler onun için daha kıymetli demektir. Hiçbir şey Allah'ın rızası ve rahmetinden daha değerli olamayacağı için gerçek bir mümin bunları elde etmek için sahip olduğu herşeyi bir anda gözden çıkarabilir. Böyle davranmadığı takdirde sevgi ve bağlılık duyduğu dünyevi birtakım şeyleri Allah'ın hoşnutluğunun üzerinde tuttuğu ortaya çıkar. Bu durumda da ayetin belirttiği gibi asla iyiliğe erişemez.
Bir insan çok fazla infakta bulunuyor, büyük hizmetler yapıyor, sürekli ibadet ediyor olabilir. Dini bilgisi de çok fazla olabilir. Ancak durum gerektirdiği zaman sevdiği bir şeyden kopamıyor, Allah yolunda onu infak edemiyorsa, bu imani bir zaaf ve çok büyük bir eksikliktir. Çünkü o şeyi Allah'ın rızasına tercih etmiş olur. Ameli ne olursa olsun bu kişi, işin özünü kavrayamamış, önceden iyi şeyler yaptığını sanırken yaptıkları boşa gitmiştir.

Sevginin yalnızca Allah'a yöneltilmesi, sevilen diğer şeylerin, diğer insanların ise ancak Allah'ın tecellisi olarak, Allah da onları sevdiği için, Allah'ın rızasını kazanmak için sevilmeleri gerektiğini önceki bölümlerde belirtmiştik. Allah katında tek makbul olan sevgi şekli budur. Böyle olunca insan zaten sevdiği ve sahip olduğu şeyleri her zaman ve hiç tereddüt etmeden, seve seve feda eder. Sevgisi Allah için olduğundan kaybettiği bir şey yoktur. Zira Allah her tarafı sarıp kuşatmıştır. Ona şah damarından daha yakındır. Bir şey kaybetmediği gibi, Allah'ın dilediği şekilde davrandığından Allah'ın daha büyük sevgi ve ikramına kavuşur. Elinden çıkana üzülmez, tersine daha çok sevinir. Gerçek mümin tavrı da budur. Oysa kişi sevdiği şeyi ya da kimseyi Allah'tan bağımsız müstakil bir varlık olarak seviyorsa, onu Allah'a ortak koşmuş, put edinmiş olur. Bu şeyi infak etmesi gerekince, eğer herşeye rağmen Allah'ın emirlerine uyar, samimi olarak onu infak ederse Allah'ın dilemesiyle, cahilliği ve hevası nedeniyle içine düştüğü bu şirkten arınıp temizlenmiş olur. Sonuçta da iyiliğe erer, Allah'ın rahmetine kavuşur.