27 Aralık 2005 Salı

İslam'da malı yığma yoktur

İslam’da “iktisat” vardır fakat “malı yığma” yoktur. Müminler, yığılacak mallara değil yalnızca Allah’a güvenirler. Allah da bu tevekküllerine karşılık onların bereketini artırır. İnfak ettikleri (Allah yolunda harcadıkları) mallara karşılık, onlara çok daha fazlasını verir. Ancak onlar bunu da infak ederler, Allah üzerlerindeki nimetini daha da artırır. Bir ayette, infakın bereketi şöyle ifade edilir:

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat artırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

Malı sahiplenen ve onu hayır yolunda harcamayıp biriktirenin durumu ise şöyle bildirilir:

... O, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır.” Hutame”nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. (Hümeze Suresi, 2-6)

Hz. Süleyman’ın Allah rızası için mala sevgi duyması Allah Hz. Süleyman’a kendisinden sonra kimseye nasip olmayan büyük bir mülk vermiştir. Ancak Hz. Süleyman’ın mal sevgisinin kaynağını şu sözlerle ifade ettiği Kur’an’da bildirilir:

... “Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim...” (Sad Suresi, 32)

Ayette görüldüğü gibi Hz. Süleyman, sahip olduğu ihtişamlı malları düşünüp Allah’ın şanını övgüyle yüceltmiş, mala olan sevgisinin kaynağının Allah’ı zikretmek olduğunu vurgulamıştır. Kur’an’ın diğer bazı ayetlerinde, mal sevgisinin insanları saptırabileceği bildirilir. Örneğin Adiyat Suresi’nde şöyle buyrulur:

“Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı çok katıdır.” (Adiyat Suresi, 6-8)

Mal ve mülk sevgisi insanların çoğunun kalbini katılaştırır ve onları din ahlakından uzaklaştırır; çünkü ellerindeki malı kendilerinin bir kazancı zanneder, bundan dolayı kibir ve “müstağniyet” (yeterlilik hissi, Allah’a karşı muhtaç olduğunu unutma) duyarlar ve daha fazla mal edinmek için hırsa kapılırlar. Allah’a kulluk etmek için yaşayacaklarına, mal biriktirmek için yaşarlar. Bu nedenle her Müslümanın mal ve mülk hırsından uzak durması gerekir. Hz. Süleyman kıssası bize, Müslümanın mal ve mülke gafil insanlardan çok daha farklı bakacağını ve bu bilinci elde ettikten sonra mal ve mülke sahip olmanın ona Allah’ı zikretmesi için bir vesile olacağını göstermektedir. Kastedilen bilinç, tüm malın ve mülkün Allah’a ait olduğunu, O’ndan geldiğini ve yine O’nun dilemesiyle gideceğini bilmektir.

Bunu bilen Müslüman, kendisine mal ve mülk verildiğinde bundan dolayı kibirlenmez veya şımarmaz. “Mallar elimden gidecek” korkusuna da kapılmaz. Allah’ın vermiş olduğu tüm imkanlara şükreder ve bu imkanları O’nun rızası için O’nun yolunda kullanır. Allah kendisine büyük bir mülk, ihtişam ve iktidar nasip ettiğinde de, bunların hepsini birer nimet ve imtihan vesilesi olarak görür, Allah’a olan saygı, korku ve sevgisi daha da artar.

20 Aralık 2005 Salı

Mülkün gerçek sahibi Rabbimiz'dir

Mülkün gerçek sahibi Rabbimiz’dir Allah, sahip oldukları malları insanlara dünya hayatında “emanet” olarak vermiştir. Bu gerçeğin farkında olmayan bazı insanların, sahiplendikleri, tutkuyla bağlandıkları mülkün tek ve yegane sahibi Alemlerin Rabbi Yüce Allah’tır. İnsanların çektiği acıların ya da birbirlerine yaptıkları eziyetlerin başlıca nedenlerinden biri, genellikle mülk kavgasıdır. Hatta Kur’an ahlakından uzak yaşayan insanların yaşamları “mülk sahibi olma” hırsına dayanır. Bu tip kişiler sürekli daha fazla mala sahip olabilmek için uğraşır, bu tutkuyu yaşamlarının en büyük amacı haline getirirler. Oysa bu tür kişilerin yaşamlarının temelini teşkil eden bu “çoğalma tutkusu” (Hadid Suresi, 20), tam manasıyla bir aldanıştır. Çünkü yeryüzündeki tüm mülkün sahibi Allah’tır. İnsanlar, “mal sahibi” olduklarını sanmakla kendilerini aldatırlar. Sahip olduklarını sandıkları şeyleri kendileri yaratmamışlardır, bunları yaşatmaya güçleri yetmez. Yok olmalarını da engelleyemezler. Dahası, bir şeye “sahip” olacak bir durumları yoktur; çünkü kendileri bir başka varlığın “mülkü”dürler; “İnsanların sahibi” (Nas Suresi, 2) olan Allah’ın kontrolü altındadırlar. Kur’an’da, tüm varlıkların, kendilerini yaratmış olan Allah’ın mülkü olduğu şöyle bildirilir: “Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O’nundur”. (Taha Suresi, 6) Bir başka ayette ise şöyle bildirilir: “Göklerin ve yerin mülkünün Allah’a ait olduğunu bilmiyor musun? O, kimi dilerse azaplandırır, kimi dilerse bağışlar. Allah, herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 40) Allah, sahip oldukları malları insanlara dünya hayatında “emanet” olarak vermiştir. Bu emanet, belli bir vakte kadardır ve elbette günü geldiğinde hesabı sorulacaktır. İnsana sorulacak olan hesap, kendisine “emanet” olarak verilen mülkü nası ve hangi mantıkla kullandığıdır. Eğer o mülkü kendisinin saymış, sahiplenmiş ve o mülkü nasıl kullanması gerektiğini kendisine anlatan resullere karşı “... Mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?...” (Hud Suresi, 87) diye cevap vermişse, büyük bir azaba müstahak olur. Kur’an’da, bu kişiler için şöyle bildirilmektedir: Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Âl-i İmran Suresi, 180) İnsan, malı sahiplenip onu muhafaza etmeye çalışmak yerine, malın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmek ve malı Rabbimiz’in emrettiği biçimde harcamakla yükümlüdür. Kendisine emanet verilen mallardan, kendi ihtiyaçları için gerekli olan makul bir kısmını kullanacak, “ihtiyaçtan arta kalanı” (Bakara Suresi, 219) ise Allah yolunda harcayacaktır. Eğer Allah yolunda harcamak yerine, bu malları “biriktirmeye” kalkarsa, onları sahiplenmiş olur. Bunun ahiretteki cezası ise çok ağırdır. Bu kimseler hakkında Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: ... Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)

6 Aralık 2005 Salı

Duanın iyileştirici etkisine örnekler

ABD’de yayınlanan ünlü haber dergisi Newsweek, 10 Kasım 2003 sayısında “Allah ve Sağlık: Din İyi Bir İlaç mı? Bilim Neden İnanmaya Başlıyor?” (God & Health: Is Religion Good Medicine? Why Science is Starting to Believe?) başlığı altında dinin iyileştirici etkisini kapak konusu yaptı. Allah inancının insanın moralini yükseltip hastalıktan daha kolay kurtulmasını sağladığına değinilen makalede, bilimin de inançlı insanların hastalıkları daha kolay ve çabuk atlattığına inanmaya başladığını bildirdi. Newsweek’in anketine göre, insanların % 72’si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere’de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir.

Michigan Üniversitesi’nin araştırmasına göre, dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken, Chicago’daki Rush Üniversitesi’nin araştırmasına göre, düzenli olarak ibadet ve dua edenlerin erken ölüm oranı, dine bağlı olmayanlara göre yüzde 25 daha az olarak tespit edilmiştir.

Bu konuda The New York Times gazetesinde yer alan bir habere göre ise bugüne kadar dua ve hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantıyla ilgili birçok önemli araştırma yapılmıştır. Duke Üniversitesi’nin anjiyo operasyonu geçiren 750 hasta üzerinde yaptığı bir başka araştırmada da, “duanın iyileştirici gücü” bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Dua okuyan kalp hastalarının, ameliyattan sonraki birkaç yıl içinde ölüm oranlarının yüzde 30 daha az olduğu tespit edilmiştir. San Francisco Hastanesi’nde 393 kalp hastası üzerinde yapılan başka araştırmada, 150 hasta için düzenli olarak dua edilmiş, tanımadıkları kişilerin kendilerine dua ettiği bu hastaların, ilaç tedavisine daha çabuk cevap verdikleri ortaya çıkmıştır. 1998’de yayınladığı bir araştırmayla Dr. Elizabeth Targ Afrika’daki bazı AIDS hastalarının toplu yapılan dualarla iyileşme gösterdiklerini kaydetmiştir.

Bütün bu örnekler dua ile çeşitli hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantının delillerindendir.

Allah’ın Kur’an’da Hz. Eyüb ve Hz. Yunus’un şu dualarını haber vermiştir:

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastal?k) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız’dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 83-84)

Bal?k sahibi (Yunus’u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: “Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum” diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtard?k. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 87-88)

Ancak unutmamak gerekir ki, dua sadece hastalıktan ya da dünyevi sıkıntılardan, zorluklardan kurtulmak için olmamalıdır. Samimi iman eden bir kişi, her zaman Allah’a dua etmeli ve Allah’tan gelecek her karşılığa razı olmalıdır. Kur’an’da pek çok ayetle bildirilen dua ibadetinin, günümüzde bilimsel olarak da faydalarının ispatlanması Kur’an’ın mucizevi özelliklerinden biridir. Başka bir ayette duayla ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)